Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hanif Mü’min Olmak

hekim

New member
Katılım
11 Haz 2007
Mesajlar
13
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
ıÜüAllah’ın Emrettiği Şekilde Yaşamak:
Hanif Mü’min Olmak
Hanif; “Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan iman eden, inancını batıl unsurlardan uzak tutan Mü’min kimse” mânâsına gelmektedir.
Bu sözcükle yakın bir anlama sahip olan “halis” tabiri ise; “Katışık olmayan, katışıksız, saf, her türlü çıkar düşüncesinden uzak olarak, temiz yürekle, içtenlikle” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu iki terimin Kur’an’ın anlam dünyasında çok önemli bir yeri vardır. Bunlarla, “İhlaslı olan, dini katışıksız şekilde, hiç bir dünyevî çıkar beklemeden yalnız Allah için yaşayan insanların tutumlarındaki berraklık” anlatılmak istenir. Kur’an bizlerden dini yalnız Allah’a has kılan hanif ve dosdoğru müslümanlar olmamızı istemektedir. Kur’an’ın çizdiği Mü’min portresi, katışıksız, Allah’ın dini dışındaki her türlü etkiden, düşünce ve ideolojiden arınmış örnek bir insan portresidir. Kur’an’ın şu ayetleri Rabbimizin istediği Mü’min portresine işaret etmektedir:
“Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum 30/30)
“Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.” (Beyyine 98/5)
İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.” (Şura 42/15)
“Mü’min erkeklerle Mü’min kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/71)
“Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılıp dinlerini (ibadetlerini) yalnız onun için yapanlar başkadır. İşte bunlar (gerçekte) müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük mükâfat verecektir.” (Nisa 4/146)
Allah’a yürekten bağlanmış muttakiler hep insanlar için örnek teşkil eden davranış ve tutumlarıyla öne çıkarlar. Onlan güzelliklerin, iyiliklerin, doğruluğun, hakkın ve adaletin yeryüzünde parlayan meşaleleridir. Onların temel özelliklerinden biri de, hisleriyle değil, akl-ı selimle hareket etmektir. Onlar kin ve öfkenin kendilerini kuşattığı anlarda bile akıllarıyla davranır, öfkelerine mahkûm olmazlar. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Al-i İmran 3/134)
Bu yüksek davranışı, ancak, dini katışıksız olarak Allah’a has kılan ve O’na hiçbir dünyevî çıkar, makam-mevki beklentisi olmaksızın kulluk eden insanlar gösterebilir. Çünkü burada insanın kendi egosuna galebe çalması, öfkesinin en üst düzeyde olduğu anlarda bile akl-ı selimin üstün gelmesi söz konusudur.
Öfke gelince gözü karartır, gidince yüzü kızartır” sözünü hepimiz biliriz. İnsanın öfke anında kendisini frenlemesi şüphesiz kolay değildir. İşte Rabbimiz, kullarından zor olanı yani kızgınlık anında öfkenin tutsağı olmayıp onu yutmalarını ve akl-ı selimden ayrılmamalarını istemektedir. Bu, hem öfkenin açacağı yaraların önlenmesi, hem de düşmanlıkların giderilmesinde önemli bir ölçüdür. Hz. Peygamber, gerçek pehlivanlığın öfkeyi yenmek, gerçek pehlivanların da öfkelerini yenenler olduğunu ifade etmiştir.
İnsanların ağzından dökülen pişmanlık ifadelerinin çoğunun ardında, öfkenin kurbanı olarak işlenmiş hatalar, yanlışlar vardır. Öfke anında insanların birbirlerine verdiği zararlar, öfkenin geçmesiyle birlikte pişmanlığa yol açmaktadır, ama iş işten geçmektedir. Anlık bir öfke büyük felaketlere yol açabilmekte, cinayetle sonuçlanacak olaylara sebep olabilmektedir. Zira öfke, insanın muhakeme kabiliyetini önemli ölçüde zaafa uğratan ve aklı devre dışı bırakarak duyguları öne çeken bir haldir. Öfkelenen bir insanın gözü kararmıştır. Yapacağı eylemin sonucu, getirecekleri veya götürecekleri hesaptan çıkmıştır. O anda insanı aklı değil kin ve nefreti yönlendirmektedir.
Oysa ihlas ve takvayı kuşanmış bir Mü’min öfkesine galebe çalmayı ve en hissi anlarında bile akıl ve iz’anla hareket etmesini bilir. Öfkesi onu değil, o öfkesini kuşatır. Öfkesi onu değil, o öfkesini kontrol eder.
Hz. Peygamber, öfkelenen insanların abdest almalarını tavsiye etmiştir. Bu tavsiyenin amacı, öfke ateşinin üzerine adeta su serpilmesi ve böylece insanın o an yoğun olarak yaşadığı negatif duygulardan kurtulabilmesidir. Öfkenin yatışmasıyla devreye akl-ı selim girecek ve öfkelenen insanın kendisine ve başkalarına zarar verebilecek davranışlarda bulunmasının önüne geçilmiş olacaktır.
Rabbimiz öfkeyi yutmak gibi kötülüğe iyilikle karşılık verme erdemini de muttakilerin özellikleri arasında zikretmektedir. Takva sahipleri hayatlarında dosdoğru olmayı ve hep iyilikten, güzellikten yana durmayı kendilerine hedef edinirler.
Dosdoğru olmak, Kur’an’ın bağlılarına gösterdiği en önemli menzillerden biridir:
“O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!...” (Hud 11/112)
Müslüman her zaman dosdoğru olmaya çalışacaktır. Allah’ın insanlar için çizdiği dosdoğru yol olan İslam’a gönül verenler Kur’an’ı ahlak, Hz. Peygamber’i örnek ve önder edindikleri taktirde dosdoğru olmak hedefine kolaylıkla ulaşacaklardır. Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Bu (din), Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, öğüt alacak bir kavim için âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık.” (En’am 6/126).
İslam iman-amel bütünlüğüne dayanan bir dindir. Zaten dosdoğru olmak da iman-amel bütünlüğünün bir sonucudur. Yalnızca iman ya da yalnızca amel insanı dosdoğru kılmaya yetmeyecektir. Müslüman, İslam’ı iman-amel bütünlüğü içerisinde hayatına hakim kılmalıdır ki, ancak böylece dosdoğru bir tüccar, dosdoğru bir işadamı, dosdoğru bir yönetici, dosdoğru bir baba, dosdoğru bir anne vs olabilsin.
“Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vad olunan cennetle sevinin! derler.
Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır.
Gafûr ve rahîm olan Allah'ın ikramı olarak.” (Fussilet 41/30-32)
"Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
Onlar cennet ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedî kalacaklardır.” (Ahkaf 46/13-14)
İslam Aydınlığa, Tuğyan Karanlığa Götürür
İnsan ilahsız ve dinsiz yaşayamaz. Mutlaka bir ilaha ve dine ihtiyaç duyar. Bu din ya ilahi kaynaklıdır ya da beşeri kaynaklıdır. İlahi dinin olmadığı yerde bu boşluğu mutlaka bir beşeri düşünce ve yaşam tarzı dolduracaktır. Allah’ın dini dışındaki tüm dünya görüşü ve hayat tarzları ise tuğyan kavramının bağlamına girmektedirler. Onların önderleri ise tağut nitelendirmesinin kapsamına girmektedir.
Tuğyan kısaca; “Sınırı aşmak, isyanda ve karşı çıkışta fazla ileri gitmek, Allah’ın sınırlarına riayet etmemek” demektir. Tağut ise; “Allah’a başkaldıran, insanlar üzerinde rablik taslayan, yeryüzünde hükümranlık iddiasında bulunan” kimselere denmektedir. Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden ve/veya Allah’ın hükümlerinden başka hükümlerle toplumları idareye kalkışan her kimse tağut olarak nitelenmeyi hak eder. Rabbimiz tağutların kendilerine tabi olan insanları aydınlıktan karanlığa götürdüğünü bildirmektedir. Gerçekten de bugünün dünyasına hakim olan manzara budur.
Tağutların dünyayı kasıp kavurduğu iki dünya savaşı ve soğuk savaşın ardından oluşturulan “yeni dünya düzeni”nde zayıflara, mustazaflara yaşam hakkı tanınmamaktadır. Zayıflar, vahşi kapitalizm ve yöneticilerin sınır tanımayan hırslarının çarkları arasında ezilip gitmektedir. Tağutlar, insanları yaşam tarzı olarak maddeye ve kula kulluğu, çıkarcılığı, tüketim köleliğini dayatmaktadırlar. Kontrollü kullanılmayan televizyon aracılığıyla evlere destursuz girebilen tağutlar ve onların palyaçoları, bizlere karanlığı aydınlık, aydınlığı ise karanlık diye göstermeye çalışmakta ve birçok insanın zihnini çeşitli şaklabanlık ve manipülasyonlarla yönlendirmekte/yönetmektedirler.
Tağutların insanları ekonomik yönden tatmin ettiği Batı ülkelerinde ise müthiş bir maneviyat boşluğu yaşanmaktadır. Uyuşturucu kullanımı, zina ve her türlü kötü alışkanlık almış başını gitmiş durumdadır.
İslam ülkelerinde de Batılılaşma sapmasıyla birlikte bu tür kötü alışkanlıkların ortaya çıkıp yaygınlaşmaya başladığı gözlenmektedir. Kısacası Rabbimizin buyurduğu gibi, tağutlar kendilerine tabi olan insanları dünyanın çoğu yerinde aydınlıktan karanlığa götürmekte, çöküşe sürüklemektedirler. Bu gidişin hem dünya ve hem de ahiret açısından felaketle, ziyanla noktalanacağı açıktır.
“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara 2/257)
“Çünkü onlar, Allah'a karşı sana hiçbir fayda vermezler. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostlarıdır; Allah da takvâ sahiplerinin dostudur.” (Casiye 45/19)
Kur’an-ı Kerim, tağutlar ile dünyada onlara tabi olanların hesap günü birbirlerini arkalamak şöyle dursun kendi aralarında tartışmaya tutulacaklarını ve işledikleri günahları birbirlerine atacaklarını haber vermektedir. Yani tağutlar dünyada arkalarına takıp batıl yollara sürükledikleri insanları hesap gününde sahipsiz bırakacak, her iki grup birbirlerine lanet okuyacaklardır. Tağutlara uyan insanlar ‘keşke onlara uymasaydık, keşke Rabbimizin gönderdiği peygamberlere tabi olsaydık’ diye feryat edecekler, ancak iş işten geçmiş olacaktır.
“Öyle ki (o gün) kendilerine tâbi olunanlar, kendilerine tâbi olanlardan uzaklaşıp-kaçmışlardır. (Artık) Onlar azabı görmüşlerdir ve aralarındaki bütün bağlar (ve ilişkiler) de parçalanıp-kopmuştur.
Uyanlar derler ki: 'Eğer bize bir kere (daha dünyaya dönme) fırsatı verilse(ydi) muhakkak (şimdi) onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşır (onları yüzüstü bırakır)dık.' Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını onulmaz hasretlerle (pişmanlıkla) gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değildirler.” (Bakara 2/166-167)
Tağutlar kendilerine tabi olan insanların ebedî alemde ziyana uğramasına sebep oldukları gibi, dünya hayatında da insanlığa kan, gözyaşı, zulüm ve sömürüden başka bir şey getirmemişlerdir. Dünya tarihi bunun örnekleriyle doludur.
Yüce Allah, tağutları ve kendilerine uyanları dünya hayatında da çeşitli musibetlerle cezalandırmaktadır. Nitekim Firavun’a uyanların yıllarca kuraklık ve mahsül kıtlığı ile cezalandırılmaları ve bazı kavimlerin helakı buna delalet etmektedir.
“Andolsun ki, biz de Firavun'a uyanları ders alsınlar diye yıllarca kuraklık ve mahsül kıtlığı ile cezalandırdık.” (Araf 7/160)
Tağutlara tabi olmak, insanı dünyada da ahirette de büyük ziyanlara sürükleyecektir. Oysa peygamberler ve onların yolunu takip eden muvahhidlerle birlikte olanlar, aydınlık bir yol üzerinde ebedi mutluluğa yelken açacaktır:
“De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim." (Yusuf 12/108)
Rablerinden uzaklaşıp batıl yollara yönelen insanlar, gerçek dost olarak yüce Allah’ın kendilerine yeteceğini idrak edebilselerdi tağutların peşinden gitmez, hem dünya, hem de ahiret hayatını ziyana sürüklemezlerdi. Rabbimiz biz insanlara şu çağrıyı yapıyor:
“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.” (Nisa 4/45)
Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.” (Maide 5/55)
“Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar.” (En’am 6/51)
“(Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 2/107)
Oysa sizin mevlânız Allah'tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır. (Al-i İmran 3/150)
Yüce Allah’ın, yarattığı ve türlü nimetlerle donattığı insanoğluna en büyük lütuflarından biri de, bu ayetlerde belirtildiği gibi, insanlara kendisiyle dost olma fırsatı vermesidir. Düşünebiliyor musunuz, yaratıcı kudret, yoktan varettiği ve karşılık beklemeden akla hayale sığmayan nimetleri bahşettiği insana bir de kendisiyle dost olabilme fırsatı veriyor.
Günlük hayattaki iş sahibi-işçi, amir-memur ilişkilerini göz önüne aldığımızda, görürüz ki birçok amir ve iş sahibi, mahiyetlerinde çalışan insanlarla bırakalım dostluk kurmayı, onları kendileriyle eşit bir birey olarak bile görmemektedirler. Çoğu zaman onların yanına uğramayı, onlarla aynı masada oturmayı bile gururlarına yedirememektedirler. Oysa yüce Allah, yoktan varettiği insanoğluna kendisiyle dost olabilmenin kapılarını sonuna dek açık tutmaktadır. Her şeyden önce, insana şah damarından daha yakın olduğunu bildirerek aradaki tüm engel ve mesafeleri başından devre dışı bırakmaktadır.
Allah’la dost olabilmek... Düşünebilenler için ne büyük bir nimet... “İnsan güvendikleri kadar güçlüdür” diye bir söz vardır ya. Bu sözün penceresinden bakıldığında, Allah’ı dost edinen bir kimseden daha güçlü kim olabilir? Yukarıdaki ayetlerde de belirtildiği gibi, Allah insana dostluk teklifinde bulunmaktadır, fakat ne hazin ki insanların büyük çoğunluğu bu muhteşem teklife sırt dönmüş durumdadır. Oysa bilseler ki bu kendileri için ne büyük bir kayıptır.
Allah’tan başka veliler, ilahlar ve rabler edinenlerin durumunu Kur’an örümcek yuvasına benzetmektedir. Örümceğin yuvasının, yuvaların en çürüğü olduğunu belirten Kur’an, bu örnekle Allah’tan başkalarını veli edinenlerin tutundukları dalın (inanç, ideoloji), ne kadar zayıf ve batıl olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca bu insanların kayba uğrayacağı ve kendilerini cehennemde büyük bir cezanın beklediği ifade edilmektedir.
“Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!” (Ankebut 29/41)
Onlar yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacak değillerdir; onların Allah'tan başka (yardım isteyecekleri) dostları da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) ne görebiliyorlar ne de kulak veriyorlardı.” (Hud 11/20)
“O gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Yazık bana! Keşke falancayı (bâtıl yolcusunu) dost edinmeseydim!” (Furkan 25/27-28)
"... Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.” (Nisa 4/119)
Herkes Yaptıklarının Karşılığını Görecektir
Daha önce insanların kendi dünya ve ahiretlerini kendi elleriyle inşa ettiklerini belirtmiştik. Daha doğru bir ifade ile, insan, kendi tercihleriyle dünya ve ahiretini ya inşa etmekte, ya da imha etmektedir. Kendisine, yaşam tarzını seçip belirleme olanağı verilen insanoğlu böylece imtihan edilmektedir. Herkes yapıp ettiklerinin karşılığını görecektir. İman edip salih amel işleyenler ebedi cennetle mükafatlandırılırken, hayatını fısk ve fücur içerisinde geçirenleri acı bir azap beklemektedir.
“Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.” (Necm 53/31)
İnsanlar başıboş bırakılmış değildir. Büyük bir imtihanla karşı karşıya bulunmaktadırlar. İnsan bu imtihan için gerekli tüm donanımlara sahip kılınmıştır. İmtihan insanın akil baliğ olmasından ölümüne dek sürmektedir. Hayatın anlamını bu imtihan teşkil etmektedir.
“Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz.” (Hucurat 46/19)
Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulacağı kıyamet gününde insan kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunmasını isteyecektir ama iş işten geçmiş olacaktır.
“O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağınık geri dönüp gelirler.
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.
Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zelzele 99/6-8)
Körle gören, inanıp iyi amellerde bulunanla kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz!” (Mü’min 40/58)
“Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Casiye - 45/21)
“Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.” (Al-i İmran - 3/30)
“Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. "Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!" Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49)
O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz.” (Hakka 69/18)
“Kim de iyi davranışlarda bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün dereceler işte sırf bunlar içindir.” (Taha 20/75)
Yüce Rabbimiz her an gözetlemededir. (Fecr 89/14)
İnsanlar ne zaman bir iş yapsa, o işe daldıkları zaman Allah mutlaka bunun şahididir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey O’ndan uzak ve gizli kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta bulunmasın. (Yunus 10/61).
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa 4/1)
“Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır.” (Yasin 36/12, Zümer 39/12)
İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf 50/18)
İnsanların yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur. Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır. (Kamer 54/52-53)
Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var, değerli yazıcılar var.” (İnfitar 82/10-11)
Hesap günü insanların amel defterleri ortaya konacak ve onlara “Bu, yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk” denilecektir. (Casiye 45/29)
Allah insanların yaptıklarınızdan gafil değildir. (Hud 11/123)
“Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (Mü’minun 23/62)
İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın. Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan ) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.” (Kaf 50/18-19)
Yüce Allah elbette insanların kalplerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. (Neml 27/74)
Şüphesiz Rabbimiz merhametlilerin en merhametlisidir. Rabbimizin günah işleyenleri ancak yaptıkları kadarıyla cezalandırması, iman edip salih amel işleyenleri ise yaptıklarından kat kat fazlasıyla mükâfatlandırması bu merhametin ifadelerinden biridir. Mükâfat vermeye gelince rahmet kapılarını sonuna kadar açan yüce Allah, sıra ceza vermeye geldiğinde ancak işlenen günahlar kadar cezayı öngörmektedir. Aşağıdaki ayet-i kerimeler Rabbimizin bu lütfuna işaret etmektedir:
“Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha hayırlı karşılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.” (Kasas 28/84)
İman edip salih amellerde bulunanların (geçmiş) kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz.” (Ankebut 29/7)
Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Yunus 10/26)
Cümlelerin ‘Keşke’yle Başlayacağı Gün
“Kitabı sol tarafından verilene gelince, der ki: ‘Keşke, bana kitabım verilmeseydi’



‘Şu hesabımın ne olduğunu bilmeseydim.’ ‘Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi’” (Hakka 69/25-27).
Yüce Allah’ın mutlak vaadi olan kıyamet günü gelip çattığı ve adalet terazileri kurulduğunda birçok insan dünyada yapıp ettiklerinden pişmanlık duyacak ve “keşke, keşke...” diyecektir.
“O gün insan, ‘Kaçacak yer neresi’ diyecektir. Oysa kaçıp sığınacak yer yoktur.” (Kıyamet 75/10-11)
O gün insanlar, kendi kendilerinin şahidi olacaktır. (Kıyamet 75/14)
O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: "Keşke toprak olsaydım" diyecektir. (Nebe 78/40)
Her insanın ameli boynuna bağlanmıştır. İnsanlar için kıyamet gününde, açılmış olarak önlerine konacak bir kitap çıkarılacaktır. (İsra 17/13)
İnsan, Allah’ın kendisinin kemiklerini biraraya toplayamayacağını mı sanmaktadır? (Kıyamet 75/3)
“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın va’di gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokman 31/33)
“Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde ( insan ) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.” (Al-i İmran 3/30)
Babanın evladına yarar sağlayamayacağı, sadece kişinin dünyada yapıp ettiklerinin hesaba katılacağı bir gündür o gün. Hz. Peygamber’in, kızı Fatıma’yı, “O gün benden hiçbir şey bekleme. Sana hiçbir fayda sağlayamam” şeklinde uyardığı o büyük hesap günü. İmtihan sonuçlarının belli olduğu ve insanlar hakkındaki nihai hükmün verileceği gün. O gün insanlar ya bir sınavı başarıyla vermiş öğrenciler misali sevinçle ailelerinin yanına koşturacak, ya da büyük bir pişmanlık ve ızdırap yaşayacaklardır.
Hesap günü gelip çattığında artık insan Rabbiyle başbaşa kalacaktır. Dünyada yapıp ettikleriyle hesaba çekilecek ve bu hesap sonunda, iman edip salih amelleri ağır basanlar ebedi cennet mükâfatıyla mükâfatlandırılırken, günahı ağır basanlar ise, ebedî cehennem cezasıyla cezalandırılacaktır.ıÜüMÜ’MİNÛN SÛRESİıÜü102. Kimlerin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa ermişlerdir. 103. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini hüsrana uğratanlardır, cehennemde ebedi kalacaklardır.O gün insanlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de yardımcı vardır. O gün birçok kimsenin cümleleri ‘keşke’yle başlayacaktır. Zira o gün her şey açığa çıkacak, kaybedenler dünyada yapıp ettiklerinden dolayı büyük bir pişmanlık duyacaklardır. Kişinin dünyada yaptıkları konusunda ayakları, elleri, gözleri şahitlik yapacaktır. Kaybedenler yeniden dünyaya dönüp salih amel işlemeyi arzulayacaklar ama iş işten geçmiş olacaktır.
İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde "Rabbim bana ikram etti" der.
Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise "Rabbim beni önemsemedi" der.
Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz,
Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz,
Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz.
Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.
Ama yeryüzü parça parça döküldüğü,
Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır).
O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!
(İşte o zaman insan:) "Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!" der.” (Fecr 89/15-24)
“Onların her birine ölüm geldiğinde "Rabbim, beni geri döndür" der. "Belki geride bıraktığım dünyada salih amel işlerim." Asla! Bu, onun söylemiş olduğu bir sözden ibarettir. Onların önlerinde diriltilecekleri güne kadar bir berzah (engel) vardır.” (Mü’minun 23/99-100)
O gün keşkelerin ardı arkası kesilmeyecek, dünyada işlediği kötü amelleri tek tek karşısında bulan kimselerin cümleleri keşkeyle başlayacak, keşkeyle bitecektir. “Keşke falancayı kendime rehber edinmeseydim”, “Keşke günahlardan uzak dursaydım”, “Keşke namazımı kılsam, Allah’a verdiğim ahdi bozmasaydım”, “Keşke şeytana uyup da Müslümanlarla alay etmesem, onları hor görmeseydim”, “Keşke mal varlığımla övünmesem onu fakirlerle paylaşsaydım”, “Keşke falanca ideolojinin taraftarlığına soyunmasam, keşke tek yol olarak İslam’ı bilseydim”, “Keşke Müslümanlarla birlikte olsam, onlara gerici, irticacı gibi yaftalarla hitap etmeseydim”, “Keşke çocuklarımı İslam üzere yetiştirseydim”… Keşke ile başlayan cümleler böylece uzayıp gidecektir.
O gün kimileri için büyük bir sevinç, kimileri içinse büyük bir pişmanlık günüdür. İnsanlar dünyada yapıp ettikleriyle hesaba çekilecek ve herkes amelinin karşılığını görecektir.
İnsanlar tabiatları gereği depremler ve diğer afetlerden korkmakta ve buna karşı türlü tedbirler almaktadırlar. Ya o dehşet verici gün geldiğinde, dağların pamuk gibi ufalandığı, yeryüzünün sarsılıp dümdüz hale geldiği zaman insanların hali nice olacaktır? O gün mutlaka gelecektir ve o gün, dünyada iken kendilerini mustağni görüp şımaranlar ve onlara tabi olanlar için son derece kara bir gün olacaktır. O gün insanlar hesaba çekilmek için yeniden diriltilecek ve herkes dünyada yapıp ettiklerine, tuttukları yola göre bir neticeyle karşılaşacaktır. O gün, dünya hayatında hayırlarda önde gidenler ve salih amellerle dolu bir ömür geçirenler için bir bayram, günahları ağır basanlar için ise pişmanlık ve perişanlık günüdür:
“Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı,
Toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı,
Ve insan "Ne oluyor buna!" dediği vakit,
İşte o gün (yer) haberlerini anlatır,
Rabbinin ona bildirmesiyle.
O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağınık geri dönüp gelirler.
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.
Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zelzele 99/1-8)
23. MÜ’MİNÛN SÛRESİ:ıÜü102. Kimlerin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa ermişlerdir.
103. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini hüsrana uğratanlardır, cehennemde ebedi kalacaklardır.Kıyamet günü, Allah’ın mutlak vaadidir. Bir gün gelip çatacaktır. Surun ilk üflenmesiyle dünya hayatı son bulacak, ikinci üflenmesiyle insanlar hesap günü ve ebedi hayatları için diriltileceklerdir. Yaşadığımız asır son peygamberin gelişinden 14 asır sonrasıdır ve o kutlu Peygamber’in getirdiği haberlerden biri de kıyametin yaklaştığıdır. Bu itibarla rahatlıkla söyleyebiliriz ki kıyamet günü hızla yaklaşmaktadır. O gün, insanları, haberdar olup hazırlık yapma fırsatı bırakmadan aniden gelip bulacaktır. O gün dünya hayatında olup bitenlerin açığa çıkarılacağı ve herkesin ameline göre bir akıbetle karşılaşacağı gündür. O gün adaletle hüküm verilmiş ve herkes yaptıklarının karşılığını bulmuş olacaktır. SONSUZ AHİRET HAYATININ YANINDA DÜNYA HAYATI BİR AN BİLE DEĞİLDİR.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Selamün Aleyküm,Hekim eline saglik ama su yaziyi yazarken lütfen parcalarsan daha rahat okuma imkani buluruz diye düsünüyorum.Böyle toplu olunca okumakta hemde benim gibi yasli birine oldukca zor geliyorda.Rabbe emanet ol..
 

cah

New member
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
79
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
59
Selamün Aleyküm

Selamün Aleyküm

Allahın selamı resulü Muhammede uyup Atası İbrahimin yolundan gidenlere olsun...
Kardeşim Hekim, sende biliyorsun ki seni buralarda yaşatmazlar...
Arzum odur ki, seninle halleşmek isterim,
c[email protected]

..vesselam.
 

cah

New member
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
79
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
59
Selamün aleyküm

Selamün aleyküm

Hekim kardeşe yapılan uyarıya bakınca başka ne düşünülür...?
o uyarı haksız ve önyargılı olunca , kardeşimizi uyarmayı istedik...bak aynı zamanda tedbir olmuş oldu şükür...ayrıca o masum uyarıya bu çeşitten tepki verilmesi, pekte haksız olunmadığına dalalet ediyor..vesselam.
 

a l p e r

New member
Katılım
10 May 2007
Mesajlar
364
Tepkime puanı
27
Puanları
0
Ateistlerin bolca olduğu bir forumda laf anlamaz kibir kutusu küstahlara laf anlatmaya çalıştıktan sonra ehli sünnet itikatına tâbi biri olarak çok konuda ayrı düştüğüm haniflere sarılasım geldi :)
 

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
Bismillah

Bismillah

Ateistlerin bolca olduğu bir forumda laf anlamaz kibir kutusu küstahlara laf anlatmaya çalıştıktan sonra çok konuda ayrı düştüğüm haniflere sarılasım geldi :)
ARKADAŞLAR BU KADAR ADAVET ÇOK GÜNAH GETİREBİLİR ...TARTIŞIRSANIZDA DAHİ BİLGİ AMACINI GÜDSÜN İÇİNDE HİÇ BİR ŞEY OLMAYAN KONULAR OLMASIN SADECE TARTIŞMAK YA DA CEVAP YAZMAK TA BİZİM AMACIMIZ BİLGİ ALMAK VE VERMEK OLSUN TOPLU İĞNE UCU KADAR DA BİLGİMİZ OLSADA ...HUSUMET ADAVETTEN GELİR SELAM VE DUA
 

a l p e r

New member
Katılım
10 May 2007
Mesajlar
364
Tepkime puanı
27
Puanları
0
Güzel kardeşima adaveti nereden çıkardın anlamadım. Bu bana kullandığın ikinci adavet hadisesi???

Aynı adaveti ben senden hissetmeye başladım??? Zira haksız yere çektiğin kulağın vebali biraz ağır olur.

Benim kimseye karşı bir düşmanlığım yok. Bilip bilmeden, niyeti tam anlamadan yorumda bulunma, bunulanacaksan da hedef gösterme derim...
 

hakka davet

New member
Katılım
25 Eyl 2007
Mesajlar
153
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
53
teşekkür

teşekkür

(İnsan ilahsız ve dinsiz yaşayamaz. Mutlaka bir ilaha ve dine ihtiyaç duyar. Bu din ya ilahi kaynaklıdır ya da beşeri kaynaklıdır. İlahi dinin olmadığı yerde bu boşluğu mutlaka bir beşeri düşünce ve yaşam tarzı dolduracaktır. Allah’ın dini dışındaki tüm dünya görüşü ve hayat tarzları ise tuğyan kavramının bağlamına girmektedirler. Onların önderleri ise tağut nitelendirmesinin kapsamına girmektedir.
Tuğyan kısaca; “Sınırı aşmak, isyanda ve karşı çıkışta fazla ileri gitmek, Allah’ın sınırlarına riayet etmemek” demektir. Tağut ise; “Allah’a başkaldıran, insanlar üzerinde rablik taslayan, yeryüzünde hükümranlık iddiasında bulunan” kimselere denmektedir. Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden ve/veya Allah’ın hükümlerinden başka hükümlerle toplumları idareye kalkışan her kimse tağut olarak nitelenmeyi hak eder. Rabbimiz tağutların kendilerine tabi olan insanları aydınlıktan karanlığa götürdüğünü bildirmektedir. Gerçekten de bugünün dünyasına hakim olan manzara budur.) "hekim" mesajından alıntı.

“Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık birbirinden kesinlikle ayrılmıştır. Kim Tağut'u, azgınlığı reddederek Allah'a inanırsa kopması söz konusu olmayan, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.” Bakara 256.ayet

Allah’a isyan üç derecede olabilir:
1-Eğer bir kimse Allah’ın kulu olduğunu kabul eder, fakat pratikte O’nun emirlerinin tersini yaparsa buna “fasık” denir.
2-Bir kimse Allah ile irtibatı koparır ve başka birisine bağlanırsa o zaman “kafir” olur.
3-Eğer bir kimse Allah’a isyan eder ve O’nun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa o zaman “tağut” tur. Böyle bir kimse şeytan, rahip, dini lider, politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse tağutu reddetmedikçe Allah’a inanmış sayılmaz. (Mevdudi- Tefhim-ul Kur'an)

İmam-ı Muhammed İbn-i Cerir et Taberi, tâgûtu şu şekilde tarif etmektedir: "Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tâgûttur."

Tâğut; Allah ve Resûlü’nün belirlediği ölçülerin dışına çıkarak, Allah’ın belirlediği kanunların, yasaların dışında kanun koyarak, insanların Allah kanunlarını bırakıp kendi kanunlarına uymaya zorlayan ve böylece haddini aşan kişi veya kuruluşlardır. (Ali küçük Besair-ul Kur'an)

Anlıyoruz ki iman işinde tevhid işinde ilk yapılması gereken şey tâğutları reddetmektir. "Allah’tan başka İlâh yoktur." diyerek, Allah’tan başka İlâhlık taslayan tüm İlah taslaklarının İlâhlığını olumsuz kılarak Allah’a iman isteniyor. Demek ki Allah’a imandan önce tâğutları red yâni küfürden teberru etmek küfürden tevbe etmek şarttır. Ve bu tevbenin şartı da tâğutları asla tanımamaya, içinde tâğutlara asla yer bırakmamaya kesin karar vermektir. "Kim tâğutu reddeder ve Allah’a iman ederse.” ifadesi bir bakıma “Allah’tan başka İlâh yoktur" kelime-i tevhidin tefsiri sadedindedir. (Bakınız Elamlılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Bakara sur.256.ayetin tefsiri)

Evet Müslüman olmanın ilk şartıdır bu. Tâğutu red ve Allah’a iman. Tâğutlar reddedilmeden Allah’a iman edilmez. Bu ikisi birlikte olmadan Müslümanlık iddiası boştur. Hem tâğutları kabul hem de Allah’a iman mümkün değildir. Bir adamın Müslüman olabilmesi için önce tâğutları reddetmesi gerekmektedir.

Câbir b. Abdullah’tan gelen sahih bir rivayete göre;
Hz. Peygamber (s.a.v.), toprağa düz bir çizgi çizdi ve bu çizginin üstüne elini koyup, şöyle buyurdu; “İşte bu Allah’ın yoludur.”Daha sonra o çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizdi. “Bunlarda değişik tefrika yollarıdır. Her birinin başında onlara çağıran bir tağut vardır.” Dedi. Bilahare şu ayeti okudu; “İşte benim doğru yolum budur; ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın. (Azabından) korunmanız için Allah size böyle tavsiye etmiştir.”(En’am sur. 153.ayet) (İbn. Mace , mukaddime 2 – Darimi, mukaddime 23 - Ahmet b. Hanbel müsnet 1.cilt 135)
 

a l p e r

New member
Katılım
10 May 2007
Mesajlar
364
Tepkime puanı
27
Puanları
0
Ateistlerin bolca olduğu bir forumda laf anlamaz kibir kutusu küstahlara laf anlatmaya çalıştıktan sonra ehli sünnet itikatına tâbi biri olarak çok konuda ayrı düştüğüm haniflere sarılasım geldi

Bu yazıda güttüğüm amaç, benim gibi ehli sünnet itikatına tâbi olup da hanifler ile hararetli ve kırıcı tartışmalara girenlere bir mesaj vermektir. Zira hepimiz Allah(cc) diyoruz ve O'nun(cc) rızasını arzuluyoruz. Kılıcımızı birbirimize kullanmak yerine esas tehlikelere karşı çevirmek açısından uygun bir yazı olduğunu düşünüyorum...
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
ARKADAŞLAR BU KADAR ADAVET ÇOK GÜNAH GETİREBİLİR ...TARTIŞIRSANIZDA DAHİ BİLGİ AMACINI GÜDSÜN İÇİNDE HİÇ BİR ŞEY OLMAYAN KONULAR OLMASIN SADECE TARTIŞMAK YA DA CEVAP YAZMAK TA BİZİM AMACIMIZ BİLGİ ALMAK VE VERMEK OLSUN TOPLU İĞNE UCU KADAR DA BİLGİMİZ OLSADA ...HUSUMET ADAVETTEN GELİR SELAM VE DUA



Alperi anlamak icin sizin Metin mete olmaniz lazim diye düsünüyorum...Aslinda cok sey ifade ediyor yazisi hemde bilgi yönünden...
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Her müğmin; haniftir. Haniflik bir mezheb de değildir, bir yol da değildir.



Selamün Aleyküm,Dogru Haniflik ne bir mezheptir nede guruptur.Alemlerin Rabbi Sahibimiz ve Efendimiz olan Allahin emri olan uymamiz gereken dindir(Yoldur)...


30/30-O halde yüzünü bir hanif olarak dine tut, Allah' ın insanları kendisi üzerine yarattığı fıtratına. Allah'ın yaratışında değişme yoktur, dosdoğru sabit din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler.


2/135 - Bir de: "yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız." dediler. Sen onlara de ki: "Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim'in milleti'ne (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı."

3/67-İbrahim ne Yehudi nede Nasrânî idi velâkin müslim bir hanif idi ve müşriklerden olmamıştı.



Iste o yol degildir dedigine katilamiyorum cünki Sratilmüstakimdir,Allahin ipidir ve hatta Allahin boyasidir...

16/123-Sonra sana: Hanif olarak İbrahim'in Millet'ine tâbi ol ve o hiç bir zaman müşriklerden olmadı, diye vahyettik.


Yukarıdaki bu ayetler incelendiğinde kolayca anlaşılır ki; Haniflik= Müşrikliğin TAM zıddı!, Allah'a HİÇ BİR ŞEYİ ortak koşmama hali veya diğer bir deyim ile SIFIR ŞİRK ile Allah'a imandır. İşte Fıtrat dini olarak nitelenen haniflik ANCAK sorgulama ile ulaşılır. Yoksa annesi ve babası müslüman olduğu için müslüman olmakla değil!!!

Hıristiyan veya Yahudi anne-babadan doğanın suçu nedir? Müslüman anne-babadan doğmuş olsalardı büyük ihtimalle Müslüman olarak kalacaklardı. Peki tam burada sormak lazım. (haşa) Müslüman anne-babadan doğanlara Allah torpil mi geçmiştir? Bu soru üzerinde ibretle düşünmek lazım. İşte o zaman anlaşılır ki; Hanif/Müşrik!!! Allah El ADL'dır. Çok adaletlidir, çooooook!
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
4/125-İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif olarak İbrahim'in Millet'ine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir.




Ne mutlu İNSANLARIN DİNLERİ ile uğraşmak için değil, ALLAH İNDİNDEKİ DİN’i anlayıp gereğini yaşamak gayesi ile varolmuşlara…




Ve son Söz;


6/79-Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben müşriklerden değilim.
 

khan19556

New member
Katılım
11 Ocak 2007
Mesajlar
992
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Sancaðýn düþtüðü yerden
Arabistan'da Hz. İbrahim'in Tevhid dininin izlerine de rastlanıyordu. Gaflete ve aradan uzun zaman geçmesine rağmen silinmeyen bu dini izlerle amel edenlere, Hz. İbrahim'e nisbetle "Hanifler" denilirdi. Zira, Kur'ân-ı Kerim'de "Hanif" tabiri Hz. İbrahim için kullanılır:
"İbrahim (a.s.) ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. O, Hanif Müslüman idi." 1
Hanifler diye anılan bu insanlar, putlara nefret besler ve Allah'ın varlık ve birliğine inanırlardı. Nitekim putlardan birinin şerefine kurulan bir panayırda Varaka b. Nevfel, Ubeydullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris, Zeyd bin Amr adındaki şahıslar, haddi zatında cansız, dilsiz, sağır, zarar veya menfaat vermekten mahrum bir takım putlara secde edip hürmet göstermeyi zillet saymışlar ve bunu açıkça ilan etmişlerdi.2
Yine akıl ve fikirlerini çalıştırarak bir takım cansız putlara tapmanın manasızlığını idrak edip bu batıl îtikada karşı mücadele verenler de vardı. Taif halkının reisi ve Arabın meşhur şairlerinden Ümeyye bin Ebi Salt, bunlardan biri idi. Bu zat, Cahiliyye Devrinde mukaddes kitapları okumuş, putperestliği terk ederek Hz. İbrahim'in dinine girmişti.
"Bismike Allahümme" tabirini ilk defa bu şair bulmuştu. Sonra bu tabir Arapların hoşuna gitmiş ve kitaplarının evveline de yazmaya başlamışlardır.
Şiirlerinde bir peygamberin lüzumundan bahseder, insanlık için nübüvvetin kati bir ihtiyaç olduğunu beyan ederdi. Araplardan bir peygamberin zuhur edeceğini geçmiş mukaddes kitaplardan öğrendiği için, o makamı kendisi arzu ediyordu. Buna binaendir ki, Efendimize risalet vazifesi verilince, hased ve kıskançlığının esiri oldu ve onu tasdik etmedi. Hatta Bedir Muharebesinde öldürülen müşrikler için mersiyeler söyledi.3
Hicretin ikinci senesinde îmân etmeden ölen Ümeyye hakkında Hazret-i Resul-ü Ekremden birkaç hadis de rivâyet olunmuştur. Efendimiz birgün terkisinde Şerid bin Süveyd ile gidiyordu. Sahabîye,
"Ümeyye'nin şiirlerinden birşey biliyor musun?" diye sordu.
"Evet, biliyorum," cevabında bulunan sahabî, arkasından da Ümeyye'nin şiirinden beyitler okudu. Okunanları çok beğenen Efendimiz, Şerid'den (r.a.) biraz daha okumasını istedi. Sahabî kasideyi okuyup bitirdi. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem şöyle buyurdular:
"Ümeyye Müslüman olmaya yaklaşmıştır."4
Bir diğer rivayete göre ise, "Ümeyye'nin şiiri îmân etmiş, fakat kendisi dalalette kalmıştır."5
buyurdular.
Bu meyanda adından bahsedeceğimiz bir başkası da şüphesiz meşhur Arap hatiplerinden Kuss bin Saide'dir.

1. Âl-i İmrân Sûresi, 67
2. İbn-i Hişâm, Sîre, 1/237-238
3. Bağdadî Muhammed Fehmi, Tarih-i Edebiyyat-ı Arabiyye: 1/19
4. Zebidî, Tecrid Tercemesi: 10/38-39.
5. Bağdadî Muhammed Fehmi, Tarih-i Edebiyyat-ı Arabiyye: 1/43
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Arabistan'da Hz. İbrahim'in Tevhid dininin izlerine de rastlanıyordu. Gaflete ve aradan uzun zaman geçmesine rağmen silinmeyen bu dini izlerle amel edenlere, Hz. İbrahim'e nisbetle "Hanifler" denilirdi. Zira, Kur'ân-ı Kerim'de "Hanif" tabiri Hz. İbrahim için kullanılır:
"İbrahim (a.s.) ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. O, Hanif Müslüman idi." 1
Hanifler diye anılan bu insanlar, putlara nefret besler ve Allah'ın varlık ve birliğine inanırlardı. Nitekim putlardan birinin şerefine kurulan bir panayırda Varaka b. Nevfel, Ubeydullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris, Zeyd bin Amr adındaki şahıslar, haddi zatında cansız, dilsiz, sağır, zarar veya menfaat vermekten mahrum bir takım putlara secde edip hürmet göstermeyi zillet saymışlar ve bunu açıkça ilan etmişlerdi.2
Yine akıl ve fikirlerini çalıştırarak bir takım cansız putlara tapmanın manasızlığını idrak edip bu batıl îtikada karşı mücadele verenler de vardı. Taif halkının reisi ve Arabın meşhur şairlerinden Ümeyye bin Ebi Salt, bunlardan biri idi. Bu zat, Cahiliyye Devrinde mukaddes kitapları okumuş, putperestliği terk ederek Hz. İbrahim'in dinine girmişti.
"Bismike Allahümme" tabirini ilk defa bu şair bulmuştu. Sonra bu tabir Arapların hoşuna gitmiş ve kitaplarının evveline de yazmaya başlamışlardır.
Şiirlerinde bir peygamberin lüzumundan bahseder, insanlık için nübüvvetin kati bir ihtiyaç olduğunu beyan ederdi. Araplardan bir peygamberin zuhur edeceğini geçmiş mukaddes kitaplardan öğrendiği için, o makamı kendisi arzu ediyordu. Buna binaendir ki, Efendimize risalet vazifesi verilince, hased ve kıskançlığının esiri oldu ve onu tasdik etmedi. Hatta Bedir Muharebesinde öldürülen müşrikler için mersiyeler söyledi.3
Hicretin ikinci senesinde îmân etmeden ölen Ümeyye hakkında Hazret-i Resul-ü Ekremden birkaç hadis de rivâyet olunmuştur. Efendimiz birgün terkisinde Şerid bin Süveyd ile gidiyordu. Sahabîye,
"Ümeyye'nin şiirlerinden birşey biliyor musun?" diye sordu.
"Evet, biliyorum," cevabında bulunan sahabî, arkasından da Ümeyye'nin şiirinden beyitler okudu. Okunanları çok beğenen Efendimiz, Şerid'den (r.a.) biraz daha okumasını istedi. Sahabî kasideyi okuyup bitirdi. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem şöyle buyurdular:
"Ümeyye Müslüman olmaya yaklaşmıştır."4
Bir diğer rivayete göre ise, "Ümeyye'nin şiiri îmân etmiş, fakat kendisi dalalette kalmıştır."5
buyurdular.
Bu meyanda adından bahsedeceğimiz bir başkası da şüphesiz meşhur Arap hatiplerinden Kuss bin Saide'dir.

1. Âl-i İmrân Sûresi, 67
2. İbn-i Hişâm, Sîre, 1/237-238
3. Bağdadî Muhammed Fehmi, Tarih-i Edebiyyat-ı Arabiyye: 1/19
4. Zebidî, Tecrid Tercemesi: 10/38-39.
5. Bağdadî Muhammed Fehmi, Tarih-i Edebiyyat-ı Arabiyye: 1/43


Selamün Aleyküm,Khan yani Allahin Son Resule emrettigi haniflik tarihtemi kaldi diyorsun?Bak iste bu yazini okadar begendimki aslinda iste buradan nerelere cikariz?Mesela Namaz konusuna cikariz?Yani ibadete.Bu yaziyi asla unutma hemen devam edecegim ama önce konuyu dagitmayalim istersen...

16/123-Sonra sana: Hanif olarak İbrahim'in Millet'ine tâbi ol ve o hiç bir zaman müşriklerden olmadı, diye vahyettik.

 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Selamün Aleyküm,Dogru Haniflik ne bir mezheptir nede guruptur.Alemlerin Rabbi Sahibimiz ve Efendimiz olan Allahin emri olan uymamiz gereken dindir(Yoldur)...
Aleyküm Selam, bütün müslümanlar sırat-ı müstakim üzeredir sevgili metin mete. Biz yol değildir derken, (tarik anlamında) bir grub, bir cemaat yada bir ayrı hizib değildir anlamında kullanmak istedik. Sanırım anlatım ve yazım birbirini tamamlamadı, böyle bir anlam doğdu.
Konuyu dağıtmak istemediğim için böyle kısa bir açıklama yaptım. Kaldığımız yerden devam edebiliriz.
 
Üst Alt