Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hallac-ı Mansur

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Hallaç Mansur


Hüseyin Mansur... Bağdat... Mansur bir gün tanıdığı bir hallacın dükkanına uğrar. Mansur bir müddet sohbetten sonra, hallac arkadaşından rica da bulunur, arkadaşı kırmaz dükkanı ona emanet eder nasılsa kısa bir müddet içinde geri dönerim diye ayrılır. Ayrılır da iş pek rast gitmez, dönmek de dönemez bayağı gecikir. Darlanmasından dolayı biraz sitem ile Mansur'a:
- Hüseyin, senin işini halledeyim derken, kendi işimdende geri kaldım, müşterilere ne diyeceğim şimdi der?
Mansur, gülümser, bunlar için mi üzülüyorsun der gibi parmağını henüz atılmamış pamuklara doğru uzatınca pamuklar tel tel olup bir tarafa, süprüntüsü, işe yaramazı bir tarafa ayrılır. Arkadaş hayret içinde kalır ve bunu kısa zamanda işitmeyen kalmaz. Ve Hallaç diye anılmaya başlar.

... Ve dünyayı ayağa kaldıran malum sada:
-" Enelhak!" Hak benim!
Büyük bir sarsıntı. Hayret. Dehşet. İsyan ve itham:
- Küfür.
- Mansur, Hak O'dur de, Hak benim deme.
- Bundan böyle onunla kimse konuşmasın..

Zindanda... İdam fermanı... Halk akın akın ona koşmakta. Gene ölçüye sığmayan sözler.

Halife, iki defa iki büyük zatı gönderir:
- Sözünden dön, tövbe et, özür dile...
Hallaç.
- Sözü kim söylediyse, özürü de dilesin.

Zindan... Her yerde Mansur'u aradılar. Yok. Ertesi gece ne zindan ne Mansur. Üçüncü gece herşey yerli yerinde... Sordular ve Mansur cevapladı:
- İlk gece beni aradınız, bulamadınız, ondaydım... Ertesi gece ne ben vardım ne de zindan, O buradaydı... Ve her şeyin yeri yerinde olduğu gece, yerli yerine gelmesi gereken gece. Ta ki, O'nun kanunu korunsun, emri yerine gelsin.

Her gün bin rekat namaz... Soru:
- Hem "Hak benim" diyorsun, hem bu kadar namaz kılıyorsun, söyle namazı kimin için kılyorsun?
Cevap:
- Birbirimizin kadrini yine biz biliriz. Peki sizi zindandan kurtarayım mı?
- Nasıl olur?
Elini kaldırır, parmak uçlarıyla işaret ettiği noktalarda kapılar, kapıların açıldığı yollarda da emin gizli yollar açılır, mahpusların ayaklarındaki zinzirler çözülür.
Sorarlar:
- Ya sen kendini niçin kurtarmıyorsun?
- Biaz ALLAH (C.C.)'ın esiriyiz, kurtulmak istemeyiz.. Hakkın bize suçlaması vardır, bizi suçlandıran haktır, bize düşen cezamızı beklemektir.

Mahşeri bir gün... Herkes orada... Mansur getiriliyor ve hala aynı nida:
- " Enelhak!" Hak benim!
Bir derviş yaklşır ve sorar:
- Aşk nedir?
- Bugün ve yarın görürsün!
O gün asıldı ve bir gün sonra yakıldı.

Darağacında.... Mansura soruluyor:
- Tasavvuf nedir?
- En aşağı derecesi bende gözüken bu hal.
- Ya ileri derecesi?
- Onu görmeye yol gerek, o da sizde yok.

Taşlar... Kan... Kanlar içindeki Mansur... Ses yok.. Tebessüm... O esnada bir dost taş yerine bir gül atar. Bir inilti... Bir inilti ki; yürekler titrer ve sorarlar:
- Taş yağmuru altında inlemedin de bir güle karşı ne diye böyle inledin?
- Taş atanlar, halden anlamazlarki attıkları taşlar bizi incitsin. Ama ya halden anlayanlar, değil taş gül atsalar dahi o gül incitir, inletir.


Son sözleri:
- ALLAH (C.C.)ım; bana senin için bu işkenceyi reva görenlerden rahmetini esirgeme! Senin aşkın uğruna bana bu işkenceyi yapan ve canımdan ayıran bu kullarını affet affet. Aşkın hürmetine affet...

Gece, küllerinin Dicle'ye döküldüğü günün gecesi... Bir derviş Dicle'ye ulaşmak için yürüyor...
Mansur'un vasiyeti aklında:
- Cesedimi yaktıktan sonra küllerim Dicle'ye dökülecek. Korkarım Dicle taşar, Bağdat'ı yutar. İstemem Bağdat'a bir şey olmasın... O gece hırkamı nehrin kenarına getir ve sulara at..

Derviş acele acele yürüyor. Dizle kabarıyor kabarıyor.. Sular tam Bağdatı almak üzereyken, hırka sulara kavuşuyor....

Öldürüldüğü gece talebelerinden İbrahim Hatekoğlu rüyasında ALLAH (C.C.)'a soruyor:
- ALLAH (C.C.)ım, ne sırdır ki, kulun Hüseyin Mansur'u bu hale getirdin?
Cevap:
- Kendi sırrımı ona açtım, o, herkese gösterdi. Ben, ona bahşettim; o halkı kendi nefsine davet etti.
 

alem-i ervah

New member
Katılım
20 Ocak 2006
Mesajlar
463
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Bütünümle bütün sevgini sardım
Sanki içimdesin, ey mukaddesim
Yönelir de kalbim bazen gayrına
Korkuyla titrerim , tutulur sesim
Ürpererek yine dönerim sana
Anlarım: Sen yoksan kimsesiz kaldım!
Şimdi ben uzaklarda yapayalnızım
Hayat mahpesinde bitmiyor sızım
Yüce Mevla, şudur senden niyazım:
Bu hapisten çagır beni yanına!

Hallac-ı Mansur
 

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
TASAVVUF TÜMÜYLE SAPIKLIKTIR.
Allah Kur'an'da: "Allah, yarattıklarından hiçbirine benzemez." (42/11) buyurduğu halde, tasavvuf, yaratılanların tümünün Allah'ın benzeri olduğu inancındadır. Bu kanaatte oluşu nedeni ile de tasavvufun meşhur isimlerinden ve ona şeklini verenlerden Muhyiddini Arabı FüsüsulHikeminde: "Hakikat budur ki Halik, Mahluk, Halik'tir. Bunların hepsi tek bir varlıktandır. Hayır, belki O, tek varlıktır. Ve yine O, çokluk halinde olan varlıktır" (s. 78-79) diyor. Ve aynı akidenin bir tezahürü olarak devamla kitabında: "Şu halde Firavnun iddia ettiği "Ben sizin yüce Rabbınızım sözü gerçekleşti. Çünkü her ne kadar o iktidar Hakk'ın aynı ise de Firavnun suretinde tecelli etmiştir." diye sürdürmektedir inançlarını açıklamayı.

Buna benzer ermişlikler kafayı sıyırmak veya iç yüzünü açığa çıkarmak da denilebilir, tasavvuf sapkınlarında pek sık görülür. Ene’l Hak diyeni mi ararsın, ben allahım iyi bilin de bana tapın diyenimi ararsın, etrafında tavaf ettireni mi ararsın, neler neler…

Sizce İsa Allah'ın oğludur diyen bir hrıstiyan mı yoksa ben allahım diyen bir tasavvufçu mu daha büyük bir laf etmiştir?

Siz ce bir peygamberi Allah'a eş koşan mı yoksa kendisini Allah'a eş koşan mı daha fazla şirk işlemiştir?

Sizce Allah yeryüzüne indi peygamberyle güreşti de peygamber onu yendi diyen bir Yahudi mi Allah'ın sıfatlarını inkarda öndedir yoksa Allah bana bir kadın olarak geldi… diyen bir tasavvufçu mu inkarda öndedir?

Sizce ben hiç kimsenin önünde secde etmem diyen kafir mi küfründe ileridir yoksa bazen ben Allah'a ibadet ederim, bazen Allah bana ibadet eder diyen bir tasavvufçu mu daha ileridir?

İşte bu adamlar yüzyıllardır peter pavlus adındaki bir yahudinn hrıstiyan oldum diyerek hrıstiyanların dinlerini bozduğu ve İsa’nın Allah'ın oğlu olduğu şiirkiini onların dinlerine bulaştırdığı gibi icad ettikleri tasavvuf şirkiyle İslam ümmetinin dinini bozmuş, onları binlerce parçaya ayırmış, sırat-ı müstakıymin sağına, soluna oturup insanlara bu tarafa gel diyen şeytanlar gibi bir çok yollara tarikatlara ayırmış, yoldan çıkarmışlardır.

Bu fasid davaları için yetiştirdikleri adamlarını halife olarak vekil olarak birçok şehirlere ve hatta memleketlere göndermişler, misyonerlik yaptırarak insanları İslam inancında şüpheye düşürmüşler, bir çoğunu da saptırmışlardır. Halen onların misyonerlik faaliyetleri devam etmektedir. Ya kapı komşunuz, ya camide yanınızda namaz kılan adam mutasavvıf misyonerdir, fırsatını bulduğu anda size bir şeyhin üstün vasıflarından, Süpermenliklerinden ve ilahlığından bahsedecek ve elinizi ona kaptırırsanız, daha nice ilahlarla tanışacak fakat hiçbirini inkar edemeyeceğiniz kadar onlardan korkutulacaksınız
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Tebliğ demek; İslâmiyet'i birisine anlatmak, onun müslüman olmasını sağlamak... Tasavvufun en mühim faaliyetlerinden birisi budur. İrşâd ve tebliğ... Zâten tasavvufun büyüğü olan şeyhe, mürşid derler. Yâni, irşâd eden kimse...

Misâl istiyorsanız Yesevî dervişleridir, Horasan erenleridir. Horasan'ı bırakmışlar, bu diyarları müslüman etmişler. İslâm'ı bu diyarlara yaymışlar. Savaşmak gerektiği zaman savaşmışlar, anlatmak gerektiği zaman anlatmışlar, öğretmek gerektiği zaman öğretmişler.

Bizimkilerin prensibi şudur: Gündüz çalışmak, kazanmak, hizmet vs. Gece ibadet... Bu tarzda gayret göstermişlerdir. Biliyorsunuz İmam-ı Gazâlî tasavvufun meşhurlarından birisidir. Bir medresesi vardı; orada profesörlük yapıyordu, talebe yetiştiriyordu. Medresesinin karşısında da tekke vardı; orda da tasavvufî eğitim yapıyordu. Böyle olmuştur.

Bizim tasavvuf büyüklerinin çoğu, aynı zamanda büyük müderristir, profesördür. Meselâ, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî müderristi. İmam-ı Gazâlî müderristi. Sonra, Ankara'lı Hacı Bayrâm-ı Velî müderristi; şimdi müze olarak kullanılan medresede müderrislik yapıyordu. Ondan sonra tasavvufa intisab etti. Hepsi aynı zamanda öğretmendir, profesördür, ilimle meşgul olan insandır. Kur'an tefsiri yazmıştır, hadis kitabı yazmıştır, fıkıh kitabı yazmıştır. Dinde bilgili insanlardır, üstad insanlardır. Gerçekten deryâ gibi bilgisi olan insanlardır.

Yusuf-u Hemedânî Hazretleri --rivâyet ediliyor ki-- doksanbin mecûsîyi müslüman etmiş. Kapı kapı gidermiş, İslâm'ı anlatırmış; mecûsîyi, ateşperesti İslâm'a çekermiş. Fuat Köprülü'nün İlk Mutasavvıflar isimli eserinde vardır Yusuf-u Hemedânî... Ahmed-i Yesevî Hazretleri'nin hocası oluyor.

Ahmed-i Yesevî Hazretleri de tarikatı ondan aldıktan sonra bütün Türkistan ve Sibirya bozkırlarındaki göçebelere, Türkçe konuşan kavimlere İslâm'ı yaymıştır.

Sonra, Çeştî Tarikatı Hindistan'a yaymıştır İslâmiyeti... Hinduların müslüman olmasına sebep olmuştur. Sunûsî Tarikatı Afrika'da, Sudan'da yaymıştır. Bir çok gayrimüslimin İslâm'a gelmesinde en büyük emeği olan, en büyük katkıyı sağlayan mutasavvıflardır.

(Kad efleha men zekkâhâ. Ve kad hâbe men dessâhâ) buyruluyor ayet-i kerimede... "Nefsini terbiye eden felâh bulacak; terbiye etmeyen mahvolacak, perişan olacak!" O zaman terbiye etmek mutlaka gerekli!..

Terbiye nerde oluyor?.. Torna tezgâhına mı sokacağız, marangoz hızarına mı vereceğiz?.. Hayır!.. Tekkeye gelecek, kötü huyları atacak, iyi huyları alacak, iyi insan olacak!.. O halde tasavvuf gerekli...

Tasavvuf, nafile ibadetlerin organize edilmiş bir şekli değildir. Bazan nafile ibadeti bile bırakır mutasavvıf... Bizim büyüklerimiz diyor ki: "İnsana hizmet bahis konusu olduğu zaman, nafile ibadeti terkederiz. Çünkü, nafile ibadet insanın ferdî kazancıdır. Ama, başkasına hizmet topluma kazançtır; bunun sevabı çoktur."

İbrâhim (AS) Kâbe'yi binâ ettiği zaman, dört köşesinde biner rekât namaz kılmış. Demiş ki:

"--İbadet ettim. Bunu beğendin mi yâ Rabbi?.. Sana yapabileceğim bundan daha sevgili bir ibadet var mı?.."

"--Evet yâ İbrâhim! Bir fakirin kursağında bir lokma ekmek..." buyurmuş.

Demek ki, şahsen sen ibadet ediyorsun, faydası sana... Ama başkasına faydalı bir şey yaptığın zaman, onun kıymeti daha yüksek oluyor, nafile ibadetten önce geliyor.

Onun için, tasavvufta hizmet esas olduğundan, hürmet esas olduğundan, böyle bir nafile ibadetlerin organize edilmiş şekli diyemeyiz. Aksine, gece gündüz çok nafile ibadet eden insanlar vardır, onlara âbid diyor mutasavvıflar... Ama âbidlik, tasavvufun aşağı mertebesidir. En aşağı mertebesi âbidlik mertebesi... Ondan sonra, zâhidlik mertebesi geliyor, ondan sonra âriflik mertebesi geliyor, ondan sonra aşık-ı sâdıkların mertebesi geliyor. Allah'ı seven, Allah tarafından sevilenlerin mertebesi... Yüksek mertebe bu oluyor.
 

byolcu

New member
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Said Nursinin risaleleri ve tasavvufçuların bazı sölzeri herkes tarafından anlaşılamıyor olabilir. Bu doğrudur ama bu doğru bu insanların yanlış yaptığı anlamına gelmez. Mesela fizik dersinden de herkes anlamaz. Lisedeki bir çok arkadaşım ve tanıdığım f,izik lisansı yapmış bir kaç arkadaşım da fişzikle ilgili bazı şeylefri anlamıyordu. Sorun fizikte değil o öğrencilerin kendisindedir. Aynı bunun gibi sen risaleleri anlamıyorsan bu seninle ilgili bir olaydır. Elbet fiziği risaleyi ve tasavvufu her şey,iyle anlayanlar vardır ama bazı meseleler derin olduğu için herkes anlamaz. Gelelim kuran meselesine. Kuranı anladığını sanan, her yerde kuran propagandası yapan gerizekalılar bilmiyormu ki o kuran da bazı şeylerin kapalı olduğunu herkesin anlayamayacağını yine kuran anlatmaktadır. Kurandaki herf şeyin akılla anlaşılabilceğini sanmak büyük bir yanlıştır. Said Nursi gibi Mevlana Celaleddin Rumi gibi zekası yüksek insanlar ile bu forumdaki gerizekalılar hiç bir zaman aynı sevyede olamaz. Mesela Aynştayn'ın anladığı fizik kanunlarını zekası onun gibi olmayanlar anlayamaz.

Kuran anlaşılmaz bir kitap değildir. Tasavvufçular ve Sadi Nursi de anlaşılmaz değildir. Ama onları herkes anlayamaz. Herkesin aklı, herkesin kalbi onları anlamaya yetmez. Ben dinle ilgili her şeyi biliyorum demek büyük bir yanlıştır. Kuranda ilimde rasih olanlardan, ilimde belli bir seviyeye gelmiş olanlardan bahsedilir. Onlar bile biliyoruz değil de iman ettik, inandık derler. Siz önce biliyoruz, aklımız kuranı anlıyor havalarını bırakın da iman edin. Kuran Kuran diye bağırdığınız ama bir türlü iman etmediğiniz o kitaba iman edin. Ben Kurana inanıyor ve Said Nursi'nin ve Mevlana Celaleddin Nuri'nin anlattıklarını tasdikliyorum. Onlarca cilt kitabın içinde bir yanlış gözüme ilişirse demeye çalışırım herhalde ben yanlış gördüm, yoksa o doğrudur. Hem yanlış olsa bile ne önemi var. cilter dolusu doğrunun içindeki bir yanlış o insanların değerini küçültmez.

Konuyla ilgili bir yazı


RÂSİHÛN/M. Sait ŞİMŞEK

Sağlam, metin, sarsılmayan kimseler; ilimde derinleşmiş olan, tahkik derecesine ulaşan ve bilgisinde şüphe aranmayan otorite ilim adamları; r.s.h. kök fiilinden gelen "rasih" ismi failinin çoğulu. Arapça'da r.s.h. (reseha) kök olarak sarsılmadan sabit durmak anlamındadır. Ayrıca yağmurdan meydana gelen rutubetin yerin derinliklerine inmesi demektir.

Taberî (öl. 310/922), râsihün'u, ilmini sağlam kılan, onu hakkıyla kavrayıp bilgilerine şek ve şüphe karışmayanlar olarak tarif ettikten sonra Peygamber (s.a.s)'in onları "yeminlerine bağlı, sözleri doğru, kalbleri de hak yol üzere bulunan ve haram yemeyenler" olarak tanımladığını anlatan rivâyetler nakletmektedir (Taberî, Câmiul-Beyan an Te'vili Âyâtil-Kur'an, Beyrut 1988, III 184-185).

Elmalılı Hamdi Yazır ise, onları; "İlimde derinleşmiş, eğilmez, eğrilikten hoşlanmaz, bildiğini bilmediğini birbirinden ayırdedebilen, bildiklerini esas alarak, bilmediklerini mümkün mertebe çözebilen ince kavrayışlı ilim erbabı" olarak tanımlamaktadır (Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1979, II, 1044).

Râsihûn kelimesi Kur'an'da iki yerde geçmektedir:

Kitabı sana O indirdi. O'nun bazı ayetleri muhkemdir, bunlar, Kitabın anası (temeli)'dir. Diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde bir yamukluk bulunanlar sadece onun müteşâbih olanlarının ardına düşerler; fitne aramak, te'vilini aramak için... Halbuki onun te'vilini ancak Allah bilir. İlimde râsihûn (derinlik sahibi) olanlar da derler ki; İnandık, hepsi Rabbimizden... Ne var ki akl-ı selim sahiplerinden başkası düşünüp anlamazlar" (Âl-i İmran, 3/7);

Fakat içlerinden ilimde râsih (derinlik sahibi) olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Onlar, namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar... İşte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz " (en-Nisâ, 4/ 162).


Her iki ayette de "râsihûn" kelimesiyle, imanı kuvvetli âlimler kastedilmektedir. İkinci ayette "râsihûn" ile, Abdullah b. Selâm, Ka'bul-Ahbâr gibi önce yahudi iken sonra müslüman olmuş derin ilim sahipleri kastedilmektedir (Kurtubi, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut 1965, VII, 13). Nisa suresinin 160. ayetinde helal olan bazı şeylerin, zulümleri sebebiyle yahudilere haram kılındığı anlatılmaktadır. Bu ayet indikten sonra yahudiler buna itiraz etmiş ve bu şeylerin zulümleri sebebiyle değil, önceden haram kılınmış olduğunu iddia etmişlerdir. Sözkonusu ettiğimiz ayet, onların bu iddialarını reddetmekte ve onlardan müslüman olan râsihûnu şahit göstermektedir. Ayetin bu konuyu işlediği hususunda âlimler ittifak halindedir. Alimler arasında ihtilaf konusu olan husus, Âl-i İmran suresinde geçen ayetteki rasihûn'un konumudur: Râsihûn, müteşâbihâtın te'vilini biliyor mu, bilmiyor mu? Ayrıca bu ayetteki "te'vil" kelimesinin ne anlamda kullanıldığı da ihtilaf konusu olmuştur.

Ayette ihtilaf konusu olan meselelerden biri de, ayetteki durağın nerede olması gerektiği hususudur.

Yukarıda verdiğimiz meâl, durağın lafza-i celal üzerinde olduğunu kabul eden görüşe göredir. Şayet durak "er-râsîhüne fil-ilm" üzerinde olacak olursa, ayetin meâli şöyle olacaktır: ... Halbuki onun te'vilini ancak Allah ve ilimde râsih (derinlik sahibi) olanlar bilir..."

Selefin büyük çoğunluğu, durağın lafza-i celâl üzerinde olması gerektiği ve ayetin sonrasının ayrı bir cümle olduğu görüşündedir (Taberî, a.g.e., III, 182-183). İbn Abbas, Ubeyy b. Ka'b ve İbnu Mes'ud'dan rivâyet edilen kıraat budur (Taberî, a.g.e., III, 183-184; İbn Hacer el-Askalânî, Fethul-Bârî li Şerhil-Buhârî, el-Matbaatu's-Selefiyye, VIII,210).

Müteahhirûn dediğimiz sonraki âlimler ise, genelde durağın "er-râsihüne fil-ilm" üzerinde olması gerektiğini söylerler. Böylece onlara göre "râsihûn", müteşâbihin te'vilini bilirler. Ne var ki dil açısından bu iddia tutarlı görünmemektedir.

Ayette ihtilaf konusu olan hususlardan birinin de "te'vil"in ne anlamda kullanıldığı meselesi olduğunu belirtmiştik. Selefe göre burada "te'vil", sonuç ve âkibet manasında kullanılmıştır. Yani onlara göre buradaki te'vil, tefsir anlamında değildir. Râsihûn, müteşâbihin manasını bilirler ama, bunun delili bu âyet ve bu ayetteki durağın nerede olacağı meselesi değildir. Kur'an anlaşılmak üzere inmiştir ve buna müteşâbihler de dahildir (M. Sait Şimşek, Kur'an'ın Anlaşılmasında İki Mesele, İstanbul 1991, s. 51-52).

Sonraki âlimler arasında ise, te'vilin yaygın anlamı şöyledir: "Başka bir anlama delalet ettiğine dair bir delilden dolayı, lafzı, asıl manasından, gerektirmediği başka bir manaya hamletmektir" (İbnul-Cevzî, Ebul-Ferac; Nuzhetul-Ayunu' Nevâzır fî İlmil-Vucüh ve'n-Nezâir, Beyrut 1985, s. 216).

Bu duruma göre gerek selef ve gerek sonraki âlimlere göre müteşâbihlerin anlam ve tefsirini râsihün olan âlimler bilirler. Sonraki âlimler, buna ilave olarak, te'vile verdikleri anlam doğrultusunda râsihûnun, müteşâbihlerin te'vilini de bildiklerini söylerler.
 

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
sayın yolcu
fizikten anlamamak farklı.
tasavvufta biz denileni anlıyoruz.ama anladığımız şey inancımıza aykırı.
mesela hristiyanların teslisi gibi.denileni anlıyoruz ama tevhide aykırı.bunun gibi ibni arabi ve mutasavvıfların görüşleride anlaşılmaz değil.bayağı panteizm.ama
inancımıza aykırı.
adam ben allahım diyor.bunda anlaşılmayacak bir şey yok adam apaçık panteist.düşüncesine uygun.
biz kurana bakarız.kuran bu adamların düşüncesine uymuyorsa sırf birileri bu adamlara evliya dedi diye bu adamları kabul edemeyizki?
bu vahdeti vücud inancı hintten alınmadır.onun için kurana uymuyor.kurana uymadığını söylediğimiz her yerde siz onları anlamıyorsunuz diyorlar.
o zaman ebu cehilide anlamıyor olabiliriz.
kardeş bu ibni arabi putlara tapmak yanlış değil diyor.anlamıyorum bu adamı savunmak niye.
müşriklerin latı uzzayı hubeli savunduu gibi niye ibni arabiyi savunuyorsunuz.
bu adam kafirdir buna inananda kafirdir.
selam olsun.
 

byolcu

New member
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Ebu Cehil bu forumdaki bazı insanlar gibi peygamber ve hak düşmanı birisidir. Ehli sünnetten bir parça olan tasavvuf ise peygambere dost olmayı gerektirir.

Vahdetül Vücut doğru anlaşılırsa hiç bir sorun yoktur. Ama onu anlatanlar yeterince ifade edemedikleri için söyledikleri şeyler yanlış anlaşılıyor. Ben hiç bir zaman vahdetül vücut doğrudur demedim ama yanlış ta demedim. Vahdetül Vücutu anlatan insanlar eğer diyorlarsa mesela bir köpek ondan bir parçadır diye yanlış diyorlar. Ama eğer tüm eşyaların bir bütün olduğunu söylüyorlarsa bu doğrudur. Vahdetül Vücut anlaması kavraması zor bir şeydir. Bu yüzden bir çok insan bunu yanlış anlamış ve Allah hakkında yanlış şeyler söylemişlerdir.

Vahdetül Vücut insanın dünyaya bakış açısı ile ilgilidir. Bir bakarsın dünya parçalardan oluşmuş bir bakarsın hiç bir şey yok sadece Allah var. Bu derin bir mesele olup herkesin anlaması zordur.

Şimdiye kadar bir insanın ben Allahım dediğini duymadım. Geçmişteki tasavvufçuların anlattığı bazı şeyler ilahlık iddia etmek değil insanın halifeliğiyle ilgilidir. Hem bazı durumlşar da var ki Allah bir kutsi hadiste diyor:"....kulumun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli... olurum.”

Şimdi sen bu hadisi anlamadan tasavvufçuları anlayamazsın.
 

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Sen Diyorsun Ki Hubel Dursada Olur Durmasada.
Islam Netlik Ister.vahdeti Vücud Yanliştir Ve Sapikliktir.
Hubeli Kirmadan Olmaz.
şirkle Tevhid Birarada Olmaz.kardeşim.
 

habibe

New member
Katılım
6 Mar 2006
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Konum
istanbul
selamun aleyküm...esselam...yeni üye oldum inşallah derin bilgilerinizden yararlanmak banada nasip olur...hayırlı günler cümlemize...
 

alem-i ervah

New member
Katılım
20 Ocak 2006
Mesajlar
463
Tepkime puanı
4
Puanları
0
habibe' Alıntı:
selamun aleyküm...esselam...yeni üye oldum inşallah derin bilgilerinizden yararlanmak banada nasip olur...hayırlı günler cümlemize...

ve aleykum selam...

hoşgeldiniz..
 

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
habibe sen zaman gazetesindenmisn?muhabir
ben emre koc.hani 15 gün çalıştım ya.biyoloji mezunu.
 

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
evet çalıştım 15 gün.sonra atıldım hemen.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
ENE'L-HAK:
Hallâc-ı Mansûr tarafından "Ben yokum, Hak teâlâ vardır." mânâsında söylendiği hâlde, görünüşte; "Ben Hak'kım" manasına alınan söz.
Hallâc-ı Mansûr'un "Ene'l-Hak" sözü ve buna benzerleri bu zâtların içerisinde bulundukları makamda, kendi âlemlerinde, Allahü teâlâdan başka hiçbir şey göremeyince söyledikleri sözlerdir. Allahü teâlâ mahlûkları (yarattıkları) ile birleşik değildir. Onların aynı ve benzeri değildir. O, hiç bir bakımdan yarattıklarına benzemez. Hallâc-ı Mansûr, "Ene'l-Hak" demekle; "Ben Hakk'ım, Hak teâlâ ile birleştim" demek istemedi. Böyle diyen kâfir olur. Onun sözünün mânâsı; "Ben yokum, Hak teâlâ vardır" demektir. (Ahmed Fârûkî Serhendî)
Hallâc-ı Mansûr gibi, İslâm dînine uyanların Enel'l-Hak gibi sözlerine hüsn-i zân edilir. Te'vîl edilir (iyiye yorumlanır). Hallâc-ı Mansûr, imâmdır (büyük bir âlimdir). Fakat durumunu herkese söyledi. Zayıflara ağır yük yükledi. Halkın anlayamayacak ları Ene'l-Hak gibi şeyleri konuştu. (Muhammed Ma'sûm)
 
Üst Alt