radikal
New member
Hz. Ömer, Ubey b. Ka'b'in, (r.a.) sekiz rekât olan terâvih namazını yirmi rekât olarak kıldığını ve Rasûlullah (s.a.s.) döneminde münferiden kılınan bu namazın cemaat halinde kılındığını gördüğünde: "Bu ne güzel bid ât" demiştir. (Muhammed Revvâs Kal'acî, Mevsüatu Fıkhı Umar b. elHattâb, Kuveyt 1984, s. 125).
Fakat aynı Hz. Ömer, altında “Rıdvan” biatinin gerçekleştiği sanılan ve bu yüzden müslümanlar arasında adeta tabulaştırılarak sanki Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi imiş gibi yanıbaşında namaz kılınmaya başlanan bir ağacı kökten çıkarttırmış ve yine vaktiyle Peygamberimizin namaz kıldığı bir yeri müslümanların genel bir itikâf yeri edindiklerini görünce, böyle yapanları “Peygamberimizin hatıralarını barındıran yerleri mescid mi edinmek istiyorsunuz?” diyerek azarlamıştır.
Alimlerin çoğunluğuna göre "bid'at-i hasene" kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid'at değildir. Onlara bid'at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur'ân ve Sünnet'te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz.
Rasûlullah (s.a.v.), şu hadislerinde bid'atin tarifini yapmışlardır: "Sonradan ortaya çıkan herşey bid'attir; her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler. " (Müslim, Cumua, 43; Ebû Davud, Sünnet 5; Nesâî, lydeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7).
Üstelik Rasulullah şöyle buyurmuştur : “Sünnetime ve benden sonra Raşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın”. ( Tirmizî, İlim, 16; Ebu Dâvud, Sünne, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6) Rasulullah’ın teravih namazı kıldığı sahih hadislerle sabittir. Yani sonradan ortaya çıkmamıştır.
"Rasulullah (s.a.v) Ramazanda mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed (s.a.v) mescit'e gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi. Resulullah (s.a.v) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaata şöyle buyurdu:
"Sizin cemaatla teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben size, teravih namazının farz olmasından korktuğum için çıkmadım" (Buharî, Teheccud, 57).
Ebû Hureyre (r.a)'nın naklettiği bir başka hadiste de Rasûlullah (s.a.v)'in Ramazan ayında, ashabtan bir grubu, Ubey b. Kab (r.a)'ın arkasında cemaatle namaz kılarken gördü ve "Doğru yapıyorlar, yaptıkları şey ne güzeldir" diyerek tasvip ettikleri haber verilmiştir (Ebû Dâvud, İkâmetu's-Salâ,190)
İmam Ebû Hanife'ye Hz. Ömer (r.a)'ın bu hususta yaptığı uygulama sorulunca, şöyle demiştir: Teravih namazı hiç şüphesiz müekked bir sünnettir. Hz. Ömer, bu namazın cemaatle ve yirmi rekat kılınmasını şahsi bir ictihadı ile yapmadığı gibi, bir bid'at olarak da emretmemiştir. O, kendisinin bildiği şer'î bir esasa ve Hz. Muhammed (s.a.v)'in bir vasiyetine dayanarak böyle yapmıştır (et-Tahtavî, Haşiye, 334).
İmam-ı Rabbani, Mektubat isimli eserinde: “Bid’atın hasenesi olmaz. Hepsi mezmundur.” Dedikten sonra güzel bir misal verir. “Ulemadan bazıları namazda niyet için kalben dileyerek dille söylemeyi bidatı hasene diye anlatmışlardır. Halbuki Resulullah (sav) efendimizden, ashabı kiramdan, tabiini izamdan niyetin dille yapıldığına dair hiçbir şey anlatılmadığı gibi bu manada sahih ve zayıf bir rivayet dahi yoktur. O kadar ki, onlar ayağa kalkar kalkmaz (yani kametten sonra) ilk tekbiri almışlardır. Bu durumda niyeti dille söylemek bidat olur. Bunun içinde bidatı hasene demişlerdir. Ama bu manada bu fakir (İmam Rabbani) der ki:Bu bidat sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Şundan ki; insanların pek çoğu bu durumda niyet işinde yalnız dille olanı ile yetinecekler ve kalplerini hazır edemeyeceklerdir. İşte o zaman namazın farzlarından biri olan kalple niyet, tamamen bırakılacak, namaz dahi fesada girecektir” (Mektubat-ı Rabbani,186. mektub)
İmam-ı Rabbani (k.s.) mektubatı Rabbaniye’ sinde, altını özellikle çiziyor ki, "eğer bir sünneti ortadan kaldırıyorsa, öze eksiklik getiriyorsa, bid’at çirkindir ve güzeli olamaz" diyor.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz;
Resulullah (s.a.v.) kendi zamanında bütün bir ramazan ayı boyunca cemaatle teravih kılmadığı gibi, ashabınında (r.anhüm ecmain) camilerde toplu olarak bir ay boyunca kıldığı görülmemiştir. Daha sonra, hatta çok sonra cemaatle kılmak adet haline gelmiştir. Şeriat hükümlerine ve sünnetin özüne her hangi bir eksiklik getirmediği için de ve haddi zatında teravih namazının sünneti müekkede olduğuda gözönünde bulundurulduğu takdirde, bu sonradan ihdas edilen topluca teravih kılma adetine "hasendir" denilmesinde de bir beis olmamalıdır. Çünkü aynı zamanda toplumsal ictimai bir kaynaştırıcı vazifesini de özünde barındıran bir ibadettir.
Ne zamanki; farz hükmüne sokulmaya kalkışılırsa işte o takdirde Resulullah'ın (s.a.v.) ikazına muhatap bir hal alır.
Seyfullah kardeşimiz işte bunun anlaşılmasına yönelik bir çaba içerisindedir. Ebuzer kardeşimiz ise, her ne kadar anlattıkları doğru ise de biraz eksik kaldığı için, sanki o da farklı bir anlatım içerisindeymiş gibi algılanıyor. Oysa her ikisininde bahsettiği mevzuu doğrudur.
Birleştirici olması dileği ile, samimiyetinize sığınarak yorumladım.
Fakat aynı Hz. Ömer, altında “Rıdvan” biatinin gerçekleştiği sanılan ve bu yüzden müslümanlar arasında adeta tabulaştırılarak sanki Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi imiş gibi yanıbaşında namaz kılınmaya başlanan bir ağacı kökten çıkarttırmış ve yine vaktiyle Peygamberimizin namaz kıldığı bir yeri müslümanların genel bir itikâf yeri edindiklerini görünce, böyle yapanları “Peygamberimizin hatıralarını barındıran yerleri mescid mi edinmek istiyorsunuz?” diyerek azarlamıştır.
Alimlerin çoğunluğuna göre "bid'at-i hasene" kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid'at değildir. Onlara bid'at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur'ân ve Sünnet'te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz.
Rasûlullah (s.a.v.), şu hadislerinde bid'atin tarifini yapmışlardır: "Sonradan ortaya çıkan herşey bid'attir; her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler. " (Müslim, Cumua, 43; Ebû Davud, Sünnet 5; Nesâî, lydeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7).
Üstelik Rasulullah şöyle buyurmuştur : “Sünnetime ve benden sonra Raşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın”. ( Tirmizî, İlim, 16; Ebu Dâvud, Sünne, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6) Rasulullah’ın teravih namazı kıldığı sahih hadislerle sabittir. Yani sonradan ortaya çıkmamıştır.
"Rasulullah (s.a.v) Ramazanda mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed (s.a.v) mescit'e gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi. Resulullah (s.a.v) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaata şöyle buyurdu:
"Sizin cemaatla teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben size, teravih namazının farz olmasından korktuğum için çıkmadım" (Buharî, Teheccud, 57).
Ebû Hureyre (r.a)'nın naklettiği bir başka hadiste de Rasûlullah (s.a.v)'in Ramazan ayında, ashabtan bir grubu, Ubey b. Kab (r.a)'ın arkasında cemaatle namaz kılarken gördü ve "Doğru yapıyorlar, yaptıkları şey ne güzeldir" diyerek tasvip ettikleri haber verilmiştir (Ebû Dâvud, İkâmetu's-Salâ,190)
İmam Ebû Hanife'ye Hz. Ömer (r.a)'ın bu hususta yaptığı uygulama sorulunca, şöyle demiştir: Teravih namazı hiç şüphesiz müekked bir sünnettir. Hz. Ömer, bu namazın cemaatle ve yirmi rekat kılınmasını şahsi bir ictihadı ile yapmadığı gibi, bir bid'at olarak da emretmemiştir. O, kendisinin bildiği şer'î bir esasa ve Hz. Muhammed (s.a.v)'in bir vasiyetine dayanarak böyle yapmıştır (et-Tahtavî, Haşiye, 334).
İmam-ı Rabbani, Mektubat isimli eserinde: “Bid’atın hasenesi olmaz. Hepsi mezmundur.” Dedikten sonra güzel bir misal verir. “Ulemadan bazıları namazda niyet için kalben dileyerek dille söylemeyi bidatı hasene diye anlatmışlardır. Halbuki Resulullah (sav) efendimizden, ashabı kiramdan, tabiini izamdan niyetin dille yapıldığına dair hiçbir şey anlatılmadığı gibi bu manada sahih ve zayıf bir rivayet dahi yoktur. O kadar ki, onlar ayağa kalkar kalkmaz (yani kametten sonra) ilk tekbiri almışlardır. Bu durumda niyeti dille söylemek bidat olur. Bunun içinde bidatı hasene demişlerdir. Ama bu manada bu fakir (İmam Rabbani) der ki:Bu bidat sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Şundan ki; insanların pek çoğu bu durumda niyet işinde yalnız dille olanı ile yetinecekler ve kalplerini hazır edemeyeceklerdir. İşte o zaman namazın farzlarından biri olan kalple niyet, tamamen bırakılacak, namaz dahi fesada girecektir” (Mektubat-ı Rabbani,186. mektub)
İmam-ı Rabbani (k.s.) mektubatı Rabbaniye’ sinde, altını özellikle çiziyor ki, "eğer bir sünneti ortadan kaldırıyorsa, öze eksiklik getiriyorsa, bid’at çirkindir ve güzeli olamaz" diyor.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz;
Resulullah (s.a.v.) kendi zamanında bütün bir ramazan ayı boyunca cemaatle teravih kılmadığı gibi, ashabınında (r.anhüm ecmain) camilerde toplu olarak bir ay boyunca kıldığı görülmemiştir. Daha sonra, hatta çok sonra cemaatle kılmak adet haline gelmiştir. Şeriat hükümlerine ve sünnetin özüne her hangi bir eksiklik getirmediği için de ve haddi zatında teravih namazının sünneti müekkede olduğuda gözönünde bulundurulduğu takdirde, bu sonradan ihdas edilen topluca teravih kılma adetine "hasendir" denilmesinde de bir beis olmamalıdır. Çünkü aynı zamanda toplumsal ictimai bir kaynaştırıcı vazifesini de özünde barındıran bir ibadettir.
Ne zamanki; farz hükmüne sokulmaya kalkışılırsa işte o takdirde Resulullah'ın (s.a.v.) ikazına muhatap bir hal alır.
Seyfullah kardeşimiz işte bunun anlaşılmasına yönelik bir çaba içerisindedir. Ebuzer kardeşimiz ise, her ne kadar anlattıkları doğru ise de biraz eksik kaldığı için, sanki o da farklı bir anlatım içerisindeymiş gibi algılanıyor. Oysa her ikisininde bahsettiği mevzuu doğrudur.
Birleştirici olması dileği ile, samimiyetinize sığınarak yorumladım.