Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ehli Sunnet Akaidi

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine ve ashâbının (r.a) yoluna bağlı olan ve onların izlediği dini yol ve metodu benimseyenler. Kitap ve Sünnet üzerinde ittifak etmiş, ihtilâf ve tefrikadan sakınmış, dinde münakaşaya sebep olan hususlarda aklı değil, Kitap ve Sünneti kaynak alan, nasları esas kabul eden topluluk. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine tâbı olanlara ehl-i sünnet; onun sahâbîlerini âdil kabul ederek onların din hususundaki metodunu takip edenlere de ehl-i cemaat ikisine birlikte "ehl-i sünnet ve'l-cemaat" denilmiştir.

"Ehl-i sünnet ve'l-cemaat" tabiri ile ifade edilen müslüman topluluğun, sünnet ve cemâata tabi olmak gibi ayırıcı iki önemli özelliği vardır. Sünnet; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in söz, fiil ve takrirleri ile ahlâki ve beşerî tavırlarıdır. Ancak konumuz itibariyle, sünnetin bu anlamda sınırlarını çizmek, hangi çeşitlerinin ne derece bağlayıcı olduğunu tesbit etmek, önemli değildir. İslâm hukukçularının, sünnetin çeşitlerinin fıkhi bağlayıcılıkları üzerindeki görüş ayrılıkları ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan farklı yaklaşım metodları, hep ehl-i sünnet çerçevesinde oluşmuş farklılıklardır. "Sünnet" daha ziyade metod, yol, izlenilmesi gerekli olan çizgi anlamıyla, toplulukların bir ayırdedici özelliği olması açısından karşımıza çıkmaktadır. Bu duruma göre, sünnet şöyle tarif edilmiştir: Bir inanç ve âkide etrafında biraraya gelen topluluğun (ümmet), inanç sisteminin, akidesinin oluşmasını temin eden yola ve metoda sünnet denilir. İnsanların bu metodda görüş birliğine varıp, bunu uygulaması da, cemâat diye isimlendirilmiştir (Şehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, (el-Fisâl kenarında), I, 47). Bu anlamda Kur'ân-ı Kerim'de de kullanılmıştır: "Allah'ın nice sünnetleri gelip geçmiştir. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların âkıbetini görün" (A/u İmrân, 3/137). "Allah'ın sünneti kesinlikle değişmez" (el-Fâtır, 35/43). Bu âyet-i kerime'de ifade edilen sünnet, Allahu Teâlâ'nın kâinatın yaratılması ve tedbiri için takdir ettiği yol, metod anlamındadır. Allah için cebir sözkonusu olamayacağından, bu mana İslâm tefekküründe "âdet" kelimesi ile karşılanmıştır.

Sünnet: İslâm toplumunun yani ümmetin oluşması için Hz. Peygamber'in usûlünün esas alınması ve peygamberi usûlü ittifakla takip eden sahabi cemaâtının yolunun izlenmesidir. İslâm toplumunun fikrî ve amelî oluşumunu sağlayan, Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamberin sünnetidir. Bunun için Allah Teâlâ, Kur'an ile birlikte Peygambere tabı olup bağlanmanın ve ona itaat etmenin gerekli olduğunu belirtmiştir. "Allah, önceleri açık bir şaşkınlık içinde olan inananlara, Allah'ın âyetlerini okuyan, kötülükten arındıran, Kitabı (Kur'an) ve hikmeti (sünnet) öğreten ve size daha bilmediğiniz nice şeyleri de öğreten bir Peygamber gönderdi" (el-Bakara, 2/151). Kötülükten arındırmak (tezkiye), haram ve helâli Kur'an'dan öğrenmek ile tefsir edilmiş, hikmet ise, ittifakla "sünnet" olarak kabul edilmiştir.

Kur'an farzı, vâcibi tayin etme, helâli, haramı belirleme açısından Allah'ın hükmü ile, Rasûlünün hükmünü, iki temel esas kabul etmiştir. "Allah ve Rasûlünün yoluna aralarında hüküm vermesi için davet olunduklarında, inananlar; "dinledik ve itaat ettik" diye cevaplar. İşte ancak bunlardır kurtulanlar" (en-Nûr, 24/5).

Hz. Peygamber (s.a.s.), "size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin" buyurmuştur (Müslim, 412, İbn Mâce, Mukaddime, 1). Sünnete bağlılık, dinî bir zorunluluktur. Kur'an bize yeterlidir düşüncesiyle sünneti ihmal etmek tarih boyunca bütün bid'at fırkalarının ortak özelliği olan gizli bir hıyanet çeşididir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu durumun ileride ortaya Sıkacağını haber vererek, dinî hiçbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi sakındırmıştır. "Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size "Kur'an yeterlidir; Kur'an neyi helâl kılmışsa onu helâl bilin, neyi haram kılmışsa onu haram bilin" diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz olsun, dikkatli olun: Bana Kur'an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir" (Ebû Dâvûd, Sünne, 6, Ahmed b. Hanbel, IV, 131).

İmrân b. Husayn (r.a.), bize Kur'an yeterlidir, sünnete gerek yoktur, diyen bir adama şöyle seslenir: "Ahmak herif: sen Kur'an'da öğlen namazının dört rekât olduğunu, kıraatinin gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin? Kur'an bize Sok şeyleri müphem bırakmış, sünnet onları açıklamıştır." Abdullah b. Mesud (r.a.) "Allah'ın, yaradılış şeklini değiştirenlere lânet ettiğini" haber verirken bir kadın "bunlar Kur'an da var mı?" diye sorar. Abdullah b. Mesud şöyle der: "Var tabii, sen şu âyeti okumuyor musun": "Rasûlullah size neyi emrederse onu yerine getiriniz neyi yasaklarsa ondan kaçınınız'' (el-Haşr, 59/7; Abdullah b. Zeyd, Sünnetü'r-Resûl Şakîkatu'l-Kur'ân, s.54).

Hz. Peygamber sünnetine uyulmasını emrettiği gibi, kendi ashabına da uyulmasını emir buyurmuştur. Ashâba uyulduğu takdirde, insanları doğru yola götüren gökteki yıldızlara benzetilmiştir. "İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidâyete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerinin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, âdeta dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sarılın. Çünkü her uydurma, bid'at; her bid'at sapıklıktır" (Ebû Dâvûd, Sünne, 5).

Kur'an-ı Kerim'de de sahâbîler hakkında şöyle buyurulur: "İlk iman eden, en ön safta bulunan muhacirlerle ensar ve onlara iyilikle tabı olanlardan, Allah razı oldu. Onlar da Allah'dan razı oldular. Allah onlar için ebedî kalacakları, altında ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur" (et-Tevbe, 9/100). Allah'ın sahabeleri, övmesi, sonradan gelen ümmetin onlara tabı olmasını, övülmek için onlara uyun, onlar gibi olun, manasını zımnen ifade eder. Sahabelerden sonra gelen Tabiîn cemaâtından da iyilikle sahabelere uyanların; Allahu Tealâ'nın övgüsüne dahil olduğunu görüyoruz. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde bunu şöyle açıklar: "Ümmetimin en hayırlı dönemi, benim içinde yaşadığım dönemdir. Sonra da onların peşinden gelenlerin dönemidir" (Buhâri, Fedâilu's-Sahâbe, 1). Sahâbilerin Allah ve Rasûlü tarafından övülmesi, sonrakilerin de onların yoluna iyilikle uymak kaydıyla bu övgüye dahil olması hadis-i şeriflerinde uyulması tavsiye edilen "cemaât"ın, sahâbîler ve tabiin cemaâtı olduğunu gösteriyor.

Hz. Peygamber (s.a.s.), "size ashabımı (onlara tâbı olmayı) tavsiye ederim, sonra onların peşinden gelenleri, sonra da onların peşinden gelenleri. Daha sonra yalan yaygınlaşacaktır." Başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın rahmet eli cemaât ile beraberdir" (Tirmizî, Fiten, 7). Hz. Peygamber (s.a.s.)'in cemaatı tavsiye etmesi ve firka-ı nâciyenin (azabdan kurtulacak kesimin) cemaât olduğunu söylemesi, cemaât'ın kimlerden ibaret olduğunun belirlenmesini gerektirmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunlardan bir topluluk hariç hepsi cehennemliktir" buyurmuştur. O topluluğun kimler olduğu sorulunca "benim ve ashabımın yolunda olanlar" diye cevaplamıştır. Bir rivâyette "cemaât" denilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: "Ümmetim, sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size 'sevâdu'l a'zam (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim" (İbn Mâce. Fiten. 8). Sevâdu'l-a'zam: Sırât-ı Müstakim metodunu benimseme hususunda görüş birliği içinde bulunan topluluk olarak tefsir edilmiştir (İbnü'l-Esir, en-Nihâye, II, 419).

Hz. Peygamber, cemaâta, sevâdu'l a'zama tabi olunmasını emretmiştir. Cemaât; ilk dönemde, sahabîler; sonraki dönemlerde ise sâlih amel sahibi bilginlerdir. Abdullah b. Mübarek'e cemaat kimlerdir? denilince "Ebû Bekr, Ömer (r.a.)dır" diye cevap vermiş, "Onlar öldü", denilince de yine "falan ve falandır" demiştir. Onlar da öldü, denilince "işte şu Ebû Hamza es-Sekkerî cemaâtdır" der (Tirmizî, Fiten, 7). İmâm Tirmizî şöyle der: Âlimler, cemaâtı şöyle tarif etmişlerdir: "Ehl-i fıkıh, ehl-i ilm ve ehl-i hadis cemaâttir" (Tirmizî, Fiten, 7). Bu anlamıyla, âlimler cemaâtının sapıtması mümkün değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) "Allahu Teâlâ ümmetimi sapıklık üzerine bir araya getirmez. Allah'ın rahmet eli cemaâtledir. Kim cemaâtten ayrılırsa; cehenneme atılacaktır" (Tirmizî, Fiten, 7) diye buyurmuştur.

Şehristânî'nin tarifine göre "cemaât, bir sünnet ve metod üzerinde ittifak etmiş insanlar topluluğudur" (Şehristânî, el-Milel, 1, 47).

İslâm tarihinde ilk defa cemaât kelimesinin meşhur olması, Hz. Hasan (r.a.)'ın hilafeti Hz. Muaviye (r.a.)'a devretmesi yılında olmuştur. Müslümanların birliğini temin ettiği için bu yıla "senetü'l-cemâa" (birlik yılı) denilmiştir. Müslümanlar Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat ettiğinde her bakımdan emniyete alınmış, düzenli bir sosyal yapıya sahiptiler. Ancak Hz. Osman'ın şehid edilmesi (ö.35/656) sonucu ortaya çıkan olaylar müslümanların zihinlerinde bir takım yeni soruların oluşmasına yol âçtı. Sahabîler öldürülmüş, hilâfet meselesi gündeme gelmişti. Öldürülen müslümanların durumlarının ne olduğu ve bu olaylarda kaderin tesiri meselesi gibi itikâdı meseleler konuşulur oldu. Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasındaki hilâfet meselesi ve bunun sonucu ortaya çıkan savaşlardan sonra, her iki tarafın sempatizanları arasındaki siyâsi sürtüşmeler söz konusu olmaya başladı. Yahudi, Hristiyan ve Mecusilerin müslüman olması ve İslâm kültürüyle tanışması sonucu, onların kültürlerindeki meselelere İslâmî nassların mütekabiliyet meselesi tartışmaları başladı. Bütün bu meseleler taraflar arasında ifrat ve tefrit nedeniyle büyük uçurumlar ortaya çıkardı. Bunlara karşı sahâbîlerin çoğunluğu mutedil bir yol takip ederek cemaâtın birliğini muhafaza etmeye, siyası meselelerde aşırı taraf olmamaya çalıştılar. Bu zümrenin ilk mümessilleri olarak, Abdullah b. Ömer (r.a.) (74/693); İbrahim en-Nehaî (96/714); Hasanü'l-Basrî (110/728) ve İmam-ı Âzam Ebû Hanife (150/767) sayılabilir. Ortaya Sıkan fırkalar hakkında görüş beyan ederek bu meseleler hakkında ilk defa merkezi zümrenin fikirlerinin temsilciliğini yapan Hasanü'l-Basri'dir. Onun ehl-i sünnetin fikrı ve itikâdı esaslarının tezahüründe önemli bir yeri vardır. Devrinin siyâsi ve itikâdı meseleleri hakkında muayyen görüşler ileri sürmüştür. Emevi idarecilerini tenkit etmiş, zâlim idareciye her konuda itaat edilmeyeceğini savunmuş ve "Allah'a karşı bir günah söz konusu olunca, mahlûka itaat gerekmez" (bk. Buhâri, Ahâd, I; Müslim, İmâre, 39; Ebû Dâvud, Cihâd, 40, 87; Nesaî, Bıa, 34;,İbn Mace, Cihad, 40; A. b. Hanbel, Müsned, I, 94, 409). Hadisine dayanarak Allah'a karşı gelmeyi gerektirecek bir istekte bulunduğu takdirde, idareciye itaat mecburiyetinin olmayacağını açıkça ifade etmiştir (Mes'ûdî, Murücüz-Zeheb, 111, 201). Hasanu'l Basrî, iktidar mevkiinde bulunanların uyarılmasının, ve onların cehennem azabıyle korkutulmasının, müslüman bilginlerin görevi olduğunu belirtmiştir. Ancak kılıçla karşı çıkılmasını kabul etmemiş, şöyle demiştir: Eğer zikrettiğiniz meseleler Allah'ın azâbını gerektiriyorsa insanlar, kılıçlarıyla Allah'ın cezasını döndüremezler. Eğer onlar bir gâile ise, Allah'ın hükmünü sabırla beklemelidirler.

Hasanu'l-Basrî Siyası otoriteyi elinde tutanların zâlim olabileceği hususunu kabul ederek, Peygamber (s.a.s)'in fitne anında âlimlere uyulmasını tavsiye etmesini dikkate alıp "Sizden olan ulû'l-Emre itaat edin" (en-Nisâ, 4/59) ayet-i kerimesinde geçen Ulû'l-Emr'i âlimler, fâkihler diye tefsir etmiştir. Sonraki dönemlerde İslâm ümmetinin manevi dinamiğini âlimler, İslâm hukukçuları belirlemiş, insanlar onların çevresinde toplanmıştır (İbn Kesir, Tefsiru'l Kur'an'il-Azîm, II, 303). Büyük günah (Kebâir) işleyenlerin âkibeti ve kader meselesinde bazı yeni görüşler ileri süren, Vâsil b. Ata'yı meclisinden "kovmuş", haricilerin büyük günah işlediler iddiasıyle bazı sahâbîleri tekfir etmesini, bir nifak alameti saymış ve Gulât-ı Şia'yı (hulefâ-ı râşidine söven aşırı grup) reddetmiştir.

Sahâbilerin fitne çıkmadan önceki haline uyan, fitneler çıktıktan, müslümanlar fırkalara ayrıldıktan sonra da, sahabîlerin çoğunluğunun tutumunu benimseyen topluluk, kendilerini diğer bid'at fırkalarından ayırmak için, zaman zaman ehl-i sünnet, ehlü'l-hakk, "ehlu's-sünne ve'l-İstikâme, ehlu'l-hadis, ehlu'l-cemaâ, ehlu'l-hadis ve's-sünne ve ehlu's-sünne ve'l-cemaâ isimlerini kullanmışlardır. Ehlu's-Sünne terimini ilk kullanan, Muhammed b. Sirın (ö.110/728), "ehlu'l-hakk ve'l-cemâ'a" terimini ise, ilk defa kullanan Ebu'l-Leys es-Semerkandi (ö.373/898)'dir. Terim hicrî II. asır başlarından itibaren "ehlu'l-hakk ve'l-istikâme" "ehlu's-sünne ve'n-nakl", "ashabu'l-hadis" şekillerinde kullanılmıştır. Bu topluluk hakikatte bir fırka değil, Hz. Peygamber (s.a.s)'in ve ashabının yolunu takib eden ekseriyettir. Sonraki dönemlerde bu isimler içerisinde diğerlerindeki ortak noktalan da toplaması açısından "ehlu's-sünne ve'l-cema'ât" ismi yaygınlaşmış ve kabul edilmiştir. Bu kullanışa yakın bir ifadeyi Ahmed b. Hanbel (241/855) "Ehlu's-sünne ve'l-cemâ'a ve'l-âsâr" şeklinde kullanmıştır. (İbn Ebı Ya'la, Tabakatu'l-Hanâbile, Kahire 1952, I, 31). "Ehlu's-sünne ve'l-cemâ'â" şeklindeki ifade tarzına da elimizde bulunan eserlerden Ebûl-Leys es-Semerkandî (373/898)'nin "Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber" isimli eserinde rastlanmaktadır. "Ehlu's-sünne", dinde bid'atlerin ve çeşitli fikirlerin ortaya çıkmasından sonra sünnetin savunulması ve Ümmetin bütünlüğünün korunması hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Ehlu's-sünne, bid'at fırkalarına karşı bir tepki, onların dindeki yerini belirleme onların ortaya attığı meselelerin dini cevaplarını tesbit etme ve bid'ata karşı islâm cemaâtının tavır alma hareketidir.
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Hz. Peygamber (s.a.s) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: "Yahudıler yetmişbir fırkaya, Hristiyanlar yetmişiki fırkaya ayrılmıştır. Benim ümmetim ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bütün hepsi cehennemliktir. Ancak bir fırka kurtulur. O da cemaâttır" (Ebû Dâvûd, Sünne, I; Tirmizî İman, 18; İbn Mace, Fiten, 17; Ahmed b. Hanbel, 11, 332, 111, 145; Hakim, Müstedrek, IV,430). Hâkim bu hadis için Sahihaynın şartlarına uygun bir hadistir der. Bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.s)'den on sahabı rivâyet etmiştir. Hz. Ebû Bekr, Hz Ömer (r.anhum), müslümanların böyle gruplara ayrılacağını haber vermiştir (Bağdadı, el-Fark, s.8.9). Bu hadiste bildirildiği gibi müslümanlar fırkalara ayrılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s) din hususunda sonradan ortaya çıkan şeylerden ümmetini sakındırmış, bunların bid'at olduğunu her bid'atın da insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermiştir (Ebû Dâvûd, sünne, 5). Bidatın din hususunda ashâb-ı kirâm ile tabiilerin yapmadığı ve şer'î delîlin gerektirmediği, sonradan ortaya çıkarılmış şeylerdir. Ehl-i sünnet akîdelerine aykırı itikatta bulunan ve fakat ehl-i kıble olan kimseye de "bid'atçı" denir. Bunlar, Cebriye, Kaderiye, Rafıziler, Haricîler, Muattıla (Mu'tezile) ve Müşebbihedir. Bunların her biri oniki gruba ayrılmıştır. Toplam yetmişiki fırkadır (Seyyid Œerif Cürcânî, et-Ta'rifât, s.40. 43). Bid'at; Peygamber (s.a.s)'den nakli meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir. Fakat bu, inad sebebiyle değil, bir nevî şüphe ile olduğu ve bir delile dayandığı zaman bid'at kabul edilir. Bizim kıblemize dönenlerden hiç biri, bid'at sebebiyle tekfir edilemez... Şayet yaptıkları bu inkâr, bir tevil ve şüphe neticesi ise tekfir edilmezler. Fakat bid'atçı, asla şüphe götürmeyen katî delillere karşı inad ederek bid'ata inanırsa dinden çıkar. Mesela: Haşrı (ba's) veya kâinatın sonradan yaratıldığını kâbul etmemek gibi. Şüphe ile tevile kalkışanın şüphesi fâsid bile olsa, onun küfürle suçlanmasına engeldir. Meselâ: Allah Tealâ'yı görmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin "O azamet ve Celâl'inden dolayı görülmez" demeleri gibi. Bizim kıblemize dönenlerin hiçbiri, bir şüpheye dayanan bir bid'âttan dolayı tekfir edilemezler. Ancak zarûriyât-ı diniyeden kabul edilen dini katı hükümlerden birinin inkâr edilmesi, hilâfsız küfürdür. Meselâ: Bu âlemin sonradan meydana getirildiğine ve cesedlerin haşr edileceğine (ba's-ı cismânı) inanmayan kimse de dinden çıkar.

Hz. Ebû Bekr ve Ömer (r.anhum)'in hilâfetlerini inkâr eden ve onlara söven kimse, bu yaptığını bir şüpheye binâen yapsa dinden çıkmaz. Hz. Ali (r.a)'ın Allah olduğunu ve Cibril'in hata ettiğini iddia edenler, dini çizginin dışına çıkar. Çünkü bu bir şüphe ve içtihaddan dolayı değil, sırf hevâ ve heveslerinden dolayı bir inkâr niteliğindedir. Bid'atlardan sayılan Allah'ın sıfatlarının zâtı üzerinde zâid manalar olduğunu kabul etmeyen, kabir azabını, şefaati, büyük günah işleyenin cehennemden çıkacağını ve Allah'ı görmeyi inkâr eden Mu'tezile tâifesi gibi câhil bid'atçılar tekfir edilemese de sapıklıkta sayılırlar. Çünkü Kur'an ve sahih sünnetin bu konudaki delilleri açıktır. Çünkü ehl-i kıble tekfir edilmemiştir. Diğer yandan onların şâhidliklerinin kabul edileceğine dair icmâ vâki olmuştur. Halbuki bir kâfirin müslüman aleyhine şahidliği geçerli değildir. Günahı mübah saymanın küfür olması meselesi ise, şöyle açıklanmıştır: Şayet inaddan dolayı ve delilsiz ise küfürdür. Şer'i delilden dolayı inkâr ise, ma'zur değildir. Kullarının kalblerini en iyi Allah bilir (İbn Abidin, Reddu'l-Muhtar, 1, 560, 561). İtikâdı konulardaki inancımız kesin delil ve naslarla tesbit edildiği için, itikad şüphe ve tereddüd mahalli değildir. Fıkhi bir mezhebe taraftar olanlar bilmeli ki, bir konuda müctehid hatalı veya isabetli, bir diğer konuda bir başka müctehid hatalı veya isabetli olabilir. Fakat itikadi meselelerde bu hüküm geçerli değildir. Bid'atçi da haklı olabilir, biz de haklı olabiliriz denilemez. İbn Abidin bu konuyu şöyle açıklar: İtikadımızdan murad, hiçbir kimseyi taklid etmeksizin her mükellefe inanılması vacip olan meselelerdir. Bizim itikadımız, ehlü's-sünne ve'l-cemaât mezhebidir. Ehlü's-sünnet; Selefiler, Eş'arîlerle Mâtûridîlerdir. Bu iki fırka itikadda genellikle bir gibidirler. Sayılı meselelerde, aralarında küçük farklar vardır. Bazıları, aralarındaki ihtilâfın genellikle lâfzı olduğunu söylemişlerdir. Hasımlarımızdan maksat, itikatları küfre varan bid'atçılarla, küfre varmayanlardır. Küfre varan bid'adlara örnek: Âlemin kadim olduğunun iddia edilmesi, Peygamberin bi'setinin inkârı gibi. Küfre varmayan bid'atlara örnek: Kur'an'ın mahlûk olduğunu ve Allah'u Teâlâ'nın kulları için kötülüğü irade etmediğinin iddia edilmesi gibi (İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, 1, 48, 49,). Rafızilere ve bid'at ehline benzememeye çalışmak ve onlara muhalefet etmek gerekir. Bid'at ehline benzemek câiz değildir. Ancak onlara teşebbüh kasdıyla yapılan benzemek ve onların kötü hallerini taklid etmek uygun değildir (İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, V, 472).

Bid'atçılar hakkında ki bu genel hükümlerin açıklanmasından sonra; ilk bid'at fırkalarının ortaya çıkışını ele alabiliriz: İlk çıkışları Hz. Ali (r.a.)'ın hilâfeti dönemindedir.

Şehristâni (549/1154) İslâmi fırkaları; Kaderiyye, Sıfatiyye, Hâriciyye, ve Şiâ olarak dört ana gruba ayırmış, yetmişüç fırkanın bunlardan yayıldığını belirtmiştir (Şehristânî, a.g.e, 1, 15).

İbn Hazm ise, (ö.457/1065),İslâmi mezhepleri: Ehl-i sünnet ve cemaat, Mu'tezile, Mürcie, Şîâ ve Hariciler olarak beş grupta toplamış, bunlardan ehl-i sünnet'i hak ehli", onun dışındakileri ise, bâtıl ehli" olarak belirttikten sonra, ehl-i sünnet'i, sahabe ve tabiînin seçkinleri, ehl-i hadis ile onlara uyanlar olarak tarif etmiştir (İbn Hazm, el-Fısal, II, 113).

Hz. Ali (r.a.)'ın hilâfeti döneminde ortaya çıkan bid'at fırkalarının ilki olan Hâriciler başlangıçta bir siyâsi fırka olarak ortaya çıkmıştır. Şîâ ise, bir Yahûdi olan, Yemenli İbn Sebe'nin tahriki ile, Hz. Ali taraftarlığı iddiasıyla ortaya çıkmıştır.

Şîa'nın ilk ortaya çıkışında şüphesiz ki, Abdullah İbn Sebe'nin etkisi inkâr edilemez. İbn Sebe' Yemenli bir yahudidir. İslâm'ı içten tahrip etmek için Yemen yahudilerinin planı gereği müslüman gözükerek, yahudi ve mecûsî kültüründen aktardığı sapık görüşleri İslâm'a sokmaya çalışmıştır. Velâyet, vesâyet, ric'at, ilâhı hak kavramlarını ilk defa İslâm'a sokan bu şahıstır. Şîâ âlimleri de, İbn Sebe'nin yaptığı bu tahribatı kabul ederler. Önde gelen Şiâ ulemâsından en-Nevbahtî bunlar arasındadır.

Bütün bu gelişmeler konusunda hicrî ikinci yüzyıldan itibaren İslâm ülkelerinde yaygın hale gelen siyâsi, dinî, itikâdı ve fıkhı görüşler arasında Hz. Peygamberin ve ashabının yolunu savunmak için ortaya çıkan imamlar, ehl-i sünnet akîdesini sistemleştirmişler, ehl-i bid'ate karşı mücadele etmişlerdir. Hasanü'l-Basrî (110/128). Bu hareketi sistemleştirenlerin ilki sayılmaktadır. Ehl-i sünnet akîdesinin esaslarını ortaya koyması yönüyle İmam-ı Azam Ebû Hanife'yi de bu ekolün öncülerinden saymak gerekir. Ehl-i sünnet ve'l-cemaât'in selefilerden farklı metotlarıyla tanınan Ebû Mansur-el-Mâturîdî (ö.333) ve Ebu'l-Hasan el-Eş'arî (ö.324), sünnetin izleyicisi düşüncenin olgunlaşmasında özel role sahiptirler.

İslâmî fırkaların ortaya çıkmasında siyâsi ve sosyal sartların da rolü olmuştur. Tarihin belli dönemlerinde, Sünnilik, Şîa ve Mu'tezile biribirlerine üstünlük sağlamışlar, zaman zaman sırayla devletin resmi mezhebi olmuşlardır. Bu rekabet, mezhep taassuplarına, düşmanlık ve çatışmalara sebep olmuştur.

Ehl-i sünnet âlimleri arasında, zamanla bazı görüş ayrılıkları olmuştur. Ancak hepsinin de dayandığı temel; Kitap, Sünnet ve bu iki kaynağa uygun olan sarih ve sahih akıldır. Aralarındaki bazı farklı görüşler esasa taalluk etmeyen ve teferruat sayılan konularda görülmüştür. Bu ihtilâfların çoğu, lâfzîdir.

Ehl-i sünnet, önceleri; ehl-i sünnet-i hassa olarak bilinirdi. Daha sonraları Ehl-i Sünnet-i âmme adıyla şöhret buldu. Gerçek şu ki; Kur'an ve sünnette yer verilmeyen, ashâb ve tâbiînin de üzerinde görüş beyan etmedikleri meselelere dalmayıp, dinî nasları yorumlamadan onları olduğu gibi alanlara, Ehl-i sünnet-i hassa, ehl-i tevhid veya Selefiyye denildi. Hakkında nass, Sahabe ve tâbiînin görüşü bulunmayan bazı itikâdı meseleleri de yeni bir metodla inceleyerek, gerektikçe akli yorum ve te'vile gidenlere ise ehl-i sünneti âmme adı verildi. Eş'âriyye ve Mâtûridîyye gibi (İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlmî Kelâm, s.97).

Ehl-i Sünnet âlimleri; Başta İmam Eş'ârî, İmam Mâturîdî olmak üzere, İmam Gazâlı, Fahriddün er-Râzı, Sadeddin Taftazanî, Seyyid Ali el-Cürcânî ve İbn Teymiye, ehl-i sünnet akîdesini aklı ve naklî delillerle güçlendirmişler, başta Mu'tezile ve diğer bid'at ehl-i mezhep ve fırkalarla mücadele etmişler, onların Kitap ve sünnete aykırı, görüşlerini reddetmişler, Aristo ve O'nun gibi düşünen Yunan ve Müslüman filozofların sapık, mesnedsiz ve batıl fikirlerini çürütmüşlerdir.

Kısaca ehl-i sünnet: Selefiyye ve Mâtûridîyye ve Eş'âriyye olarak metod bakımından üçe ayrılmaktadır. Yukarıda da işaret edildiği gibi selefiyye, yorum ve teşbihe kaçmadan nasları olduğu gibi kabul edenlerin mezhebidir. Meselâ İmam Malik: "Şüphesiz ki Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra da Arş üzerinde istivâ etti" (el-A'râf, 7/154) âyetinin tefsirinde: "İstivâ malumdur, keyfiyyeti ise meçhuldür. Bu konuda soru sormak bid'attır" demiş, teşbih ve te'vile gitmemiştir (Kurtubî, Tefsir, V11,217-218). İmam Mâturîdî ve Eş'arî'nin temsil ettiği ehl-i sünnet-i âmme ise, Cenab-ı Hakkı mahlukata benzetmekten tenzih gayesiyle müteşâbih nassları te'vil etmişlerdir. Arş üzerinde istiva etti sözünü "Arşda hükümran oldu" Allah'ın eli sözünü Allah'ın kudreti ve rahmeti olarak te'vil etmeleri gibi.

Maturidîler ile Eş'ariler arasında da bazı lâfzi ihtilâflar vardır. Bu ihtilâfları onüçten elliye kadar çıkaranlar olmuştur (Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi, 146).

Öte yandan mezhepler, siyâsi fıkhı ve itikâdı olarak birçok meselede biribirleriyle bağlantılıdırlar. Aynı mezhep içinde birçok farklı eğilimler bulunabilmektedir. Meselâ; Fıkhi, ameli konularda Sünnîlerin önemli bir kısmı, Hanefi'dir. Hanefilerin büyük çoğunluğu itikâdı konularda Mâtûridî'dirler. Ehl-i Sünnetten Şafîi ve Maliki olanların çoğu itikatta Eş'âri, Hanbeliler ise genelde Selefîdirler.

Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfii, Ahmed b. Hanbel, Mâtûridî, Eş'âri, Ebû Bekr el-Bakıllânı, Abdulkâdir el-Bağdâdi, İmamu'l-Harameyn el-Cüveyni, İmam Gazzâli, Fahreddin er-Râzî ve Nasıruddin el-Beyzâvi gibi âlimler, ehl-i sünnetin önde gelen simâlarıdır.

İbni Teymiyye ile İbnü'l-Kayyim el-Cevaziyye gibi selef mesleğini tercih eden bazı âlimler son asırlarda, Selefiyye diye bilinen Ehl-i Sünnet-i Hassâ mezhebini ihya ve neşre çalışmışlardır. İslâm âleminin büyük çoğunluğu itikadda Eş'âri veya Mâtûridî diye şöhret bulan ehl-i sünnet-i Âmme mezhebi üzeredirler.

Abdulkâdir el-Bağdâdi'ye göre, ehli sünnet sekiz zümreden meydana gelmektedir:

1- Ehl-i bid'atın hatalarına düşmeyen kelâm âlimleri,

2- Sevri, Evzâî, Dâvûd ez-Zahiri dahil büyük müctehid fakihler ve mensupları,

3- Muhaddisler,

4- Ehl-i bid'ate meyletmeyen sarf,Nahv, lugat ve edebiyat âlimleri,

5- Ehl-i sünnet görüşüne sadık kalan kıraat imamları ve müfessirler,

6- Müteşerrî Sufiyye, yani şeriate bağlı tasavvuf ehli,

7- Ehl-i sünnet yolundan ayrılmayan müslüman mücahidler,

8- Ehl-i sünnet akîdesinin yayıldığı memleket ahalisi (el-Bağdâdı, el-Fark beynel-Fırak, s.313-318; Bekir Topaloğlu, a.g.e., s.109-110).

İslâm dünyasının büyük bir çoğunluğunu oluşturan Sünnîlik sadece bir isim, sıfat veya mezhep değil, bütünüyle bir yaşam tarzıdır ki, tamamen Kitap ve Sünnete uygun olarak İslâm'ın hayata tatbikidir.

İtikadda orta yol, ehl-i sünnetin yoludur. Ümmet-i Muhammed (s.a.s.)'in ana özelliği, itidaldir. Cenab-ı Hak, bunu şu şekilde belirtiyor: "İşte böylece biz, sizi orta (dengeli) bir ümmet yaptık" (el-Bakara: 2/143).

Câbir b. Abdullah'tan gelen sahih bir rivâyete göre, Hz. Peygamber, toprağa düz bir çizgi çizdi ve bu çizginin üstüne elini koyup, şöyle buyurdu: "İşte bu, Allah'ın yoludur." Daha sonra o çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizdi. "Bunlar da değişik tefrika yollarıdır. Herbirinin basında ona çağıran bir şeytan vardır" dedi. Bilahare şu âyeti okudu: "Bu benim dosdoğru yolumdur. Öyleyse ona uyun. Sizi o'nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın" (en-En'âm, 6/153) (İbn Mâce, Mukaddime, 2; Dârimî, Mukaddime, 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/435). Hz. Peygamber (s.a.s.) burada dinde sağa sola sapmalara işaret etmiş, doğru yolun ortadaki ehl-i sünnet yolu olduğunu belirtmiştir.

İmam Tahâvî, ehl-i sünnet yolunu şöyle özetlemektedir: Bu din, ifratla tefritin ortası, teşbihle ta'tilin ortası, cebr ile kaderciliğin ortası, ümitsizlikle aşırı güvenin ortası, korku ile ümidin ortası bir yoldur. İşte dinimiz, zâhiren ve bâtınen budur. Tefrika görüşlerden, merdûd mezheplerden, müşebbihe, mûtezile, cehmiyye, cebriyye, kaderiyye v.s. gibi ehl-i sünnet ve'l cemaat'e muhalefet eden, dalâlete sapan mezheplerin görüşleri ehl-i sünnet âlimlerince incelenmiş ve delillere dayanan ikna edici cevaplar verilmiştir (Tahâvi, Şerhû akiteti't- Tahaviyye, 586-588).
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Özet olarak Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in beş alameti vardır. 1- Hiç birini diğeri tekfir etmez. Her biri diğerini takdir eder.




2- Emr-i ma’ruf ve nehy-i an-il-münkeri, bir araya gelirlerse birbirlerine tebliğ eder. Farz, vacibleri öğretir, günahlardan vazgeçirmeye çalışırlar.

3- Beş vakit namazı ta’dil-i erkanla cemaat ile kılmaya çalışırlar.




4- Şeriat ahkamını icra etmeye çalışırlar. Kendi nefsinde, iyâlinde veyahud da toplumda Allah’ın hükümlerini tatbik etmeye çalışırlar.



5- Kendisinden olmayanları dahi, Ehl-i Kıble olanları da iman çerçevesinde görürler. Büyük günah işleyen kimseye kafir demezler. Nitekim İmam Azam radıyallahu anh zamanında bir soru kendisinden sorulmuştur. İmam şöyle cevap veriyor:

“Yüzde doksan dokuz küfür ihtimali olan bir kimsenin, (yüzde bire binâen) imanı hakkında hükmeder; mü’mindir deriz.” Bundan gayrı, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaati parçalayacak olan hal hareket ve sözler, tefrikaya sebeb olur; tefrika denir.




Hatırlıyorum bir zamanda bu mesele ortaya konulmuştu. bir âlim Ehl-i Sünnet hakkında konuşuyordu. -Dürzî diye tabir ettiğimiz; Alevilerden bir taifedir bunlar, geceleri var filan.. Tunceli tarafında, Diyarbakır tarafında bunlar çoktur. Bunlardan birisi de orada oturmuştu:

Ben de Ehl-i Sünnetim dedi. O âlim de bunu tanıyor:Arkadaş, senin Ehl-i Sünnet olmana hayret ediyorum! Neyle Ehl-i Sünnetsin sen!?..

Ben sünnet olmuşum!!! ..

Bu da iddia ediyor: Ben de Ehl-i Sünnetim, diye ve Ehl-i Sünnet olduğu iddiasının delili de var. Ben sünnet oldum diyor.


Cemaatsiz dini yaşamak imkanı yoktur. Üç kişi bir araya gelirse cemaat sayılır. Küçük cemaat, büyük cemaat, birisi burada, birisi burada.. Bir camide imamın arkasında namaz kılanlar, o saatte hepsi namaz kılıyorsa burada birleşiliyor.


Particilik yüzünden, ırk yüzünden, ticaret yüzünden, Müslümanların birbirlerinin aleyhine girmeleri doğru değildir. Partiler gelip geçici şeylerdir… Alış veriş gelip geçici şeydir. Ebedi hayat içinde; insan çalışmak, Müslüman olarak çalışmak mecburiyetindedir. Ebedi hayatı nazar-ı itibara alarak insan, cennette karşı karşıya oturur, bir araya gelir ve ister. Dini bir gaye olmaksızın Müslümanların birbirlerinin aleyhinde olmaları doğru değildir. Türk olsun Arab olsun, ne olursa olsun Lâ ilâhe illallah; Muhammeden Rasûlullah der büyük günahlardan sakınır bir kimse, birbirine kardeştir. Kardeş kardeşin aleyhinde bulunamaz, malına tecavüz edemez. Onun şerefini korur, namusunu korur, kendi nefsini koruduğu gibi… Böyle olursa Ehl-i Sünnet ve’l Cemaattir….


Dürzî dedi: Ben Ehl-i Sünnetim!.. :Ben de sünnet olmuşum ?!!…


Dini, namusumuzu, toprağımızı, Müslüman olmayanlara çiğnetmeye hakkımız yoktur, korumak mecburiyetindeyiz ve her şeyden üstün tutmak mecburiyetindeyiz. Bütün dünya kafir olsa, bir Müslüman İslamiyeti kabul ettiği andan itibaren, İslamiyeti kendi nefsinde iyâlinde, elinden gelirse çevresinde tatbik etmeye mecburdur…
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Ayrıca...

Ayrıca...

Yetmiş üç fırkadan her biri, tek tek; Şeriata tabi olduklarını iddia edip kendilerini necat bulan zümreden sayarlar:"...her fırka ellerindeki ile böbürlenir."(23/53) mealinde gelen ayeti kerime onların halini doğrular, elde ettiklerini beyan eder.
Resulullah (s.a.v.) efendimizin beyan buyurduğu, fırka-i naciyeyi diğerlerinden ayır eden delil şudur: "...onlar, ben ve ashabımın üzerinde olduğumuz hal üzere olanlardır."

Şeriat sahibi Resulullah (s.a.v.) efendimizin, kendisini anlatması yeterli iken, ashabını zikretmesi, bu konuda şu manayadır: Benim yolum, ashabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, onların yoluna tabi olmaya bağlıdır. İşte Resulullah (s.a.v.) efendimiz bunu ilan etmektedir.

Bir ayeti kerimede, Resulullah (s.a.v) efendimiz için şöyle buyruldu:"Resul'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur." (4/80) Bu manadan çıkar ki; Resulullah (s.a.v) efendimize asi olup başkaldırmak, ayniyle Yüce Mukaddes (s.a.v.) efendimize itaat etmeden, Allah'ın (cc) taatında olduklarını sanan cemaatın halinden de anlattı ve onların küfürlerine hükmetti: "Allah ile Resülü'nün arasını açmaya çalışırlar ve derlerki;-Biz bazısına iman ederiz; bazısına da küfrederiz."

Resulullah (s.a.v.) efendimize tabi olmak iddiası, ashabın yoluna tabi olmadan boş bir davadır. Hatta Resulullah (s.a.v.) efendimize olan böyle bir ittiba, ayniyle, Resulullah (s.a.v.) efendimize hakikatte masiyyet sayılır. Hal böyle olunca, bu yolun yolcularına necat bulmak nasıl mümkün olur ? Meali şu olan ayeti kerime bunların halini tam bir şekilde anlatır: "Kendilerini bir şey üzerinde sanırlar; dikkat ediniz, onlar yalancılardır." (58/18)
Hiç şüphe yoktur ki; Resulullah (s.a.v.) efendimizin ashabı yoluna devamlı gidenler, ehl-i sünnet vel cemaattir. Allah bunların sayısını bereketlendirsin. İşte: Fırka-i Naciye bunlardır.

Şia ve hariciler gibi, Resulullah (s.a.v.) efendimizin ashabına taan edenler, onların yoluna tabi olmaktan elbette mahrumdurlar. Mutezile için dahi aynı hüküm verilir. Bu, kendi başına sonradan çıkan yeni bir yoldur. Bunların başları: Vasil b. Ata olup, Hasan-ı Basi'nin talebelerinden idi. Küfürle iman arası bir vasıta isbatına kail olduğundan, Hasan-ı Basri (r.a.) onun için şöyle dedi: "Bizden ayrıldı." Ehl-i sünnet yolunda olmayan diğer fırkalar dahi, aynı kıyasa tabidir.

Ashabı taan etmek, Resulullah (s.a.v.) efendimize taan etmektir. Kaldı ki; Kur'an ve hadis yollarından bize ulaşan şeriat hükümleri, ancak ashabın nakli ile ulaştı. Bunlara taan edilince naklettiklerine dahi taan edilmiş olur.

Ashaba taan edenler şöyle bir şey söyleyebilir: "Biz onlara tabi oluyoruz. Ancak!, tabi olmanın tahakkuku için, bütününe tabi olmak lazım değil. hatta bu, onların yollarının değişik, görüşlerinin birbirini nakzeder durumda olması icabı, esasen mümkünde değildir." Bunu söyleyene de şu cevap verilir: "O'nlardan bir kısmına tabi olmanın faydası, ancak kalanları inkar etmedikçe olur! Ne zamanki, bazısını inkar tahakkuk eder, o zaman diğer kısmına tabi olmak tahakkuk etmez." Yarısını inkar et yarısını kabul et, işte bu olmaz.

Ashabın birbirlerine muhalefet etikleri konulara bakarak kendi kafamıza yorumlar çıkarıp "onlar daha birbirleri ile bile anlaşamıyorlardı" demek adaba aykırıdır ve maazallah insanın imanını bile tehlikeye sokar. çünkü O'nların (r.anhüm) ihtilafları nefsani yönde değildir. Zira O'nların nefisleri kötülük yaptırma durumundan paklanıp temizlenmiştir. emmarelikten kurtulup mutmainne olmuştur. O'nların tek sıkıntısı ictihadda yanılmış olmalarından kaynaklanırki; alimler ictihadlarında yanıldıkları takdirde bile Allah (cc) katında bir ecirleri vardır.

Bunun da böyle bilinmesinde fayda vardır. Fetih kardeşim; ellerine sağlık, Allah (cc) yardımcın olsun güzel bir hizmette bulunmuşsun.Sağolasın.
 

tevhid davetcisi

New member
Katılım
19 Şub 2007
Mesajlar
101
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Yetmiş üç fırkadan her biri, tek tek; Şeriata tabi olduklarını iddia edip kendilerini necat bulan zümreden sayarlar:"...her fırka ellerindeki ile böbürlenir."(23/53) mealinde gelen ayeti kerime onların halini doğrular, elde ettiklerini beyan eder.
Resulullah (s.a.v.) efendimizin beyan buyurduğu, fırka-i naciyeyi diğerlerinden ayır eden delil şudur: "...onlar, ben ve ashabımın üzerinde olduğumuz hal üzere olanlardır."
demıs radıkal ıslam.
evet sızde kendınızı dogru yolda sananlardasınız.
sahabenın yolu ıle ılgınız ne
sahabe tarıkatmı kurmus vahdetı vucudmu demıs
vallahı sızın sahabeyle ılgınız yoktur.
rabbını seven bu yazıyı sılmesın.
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
vallahı sızın sahabeyle ılgınız yoktur.
[/B]

Arşın sahibine andolsunki Bizim yolumuz sünnet yolu bizim yolumuz sahabe yolu

Dolayısıyla yemin kefareti ödemen gerekiyor yalan yere yemin etmek hoş bir davranış değildir

Sırf egonu tatmin etmek için birilerinin inancı ile alay etme bilmediğin konuda yemin etme
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
Hakiki sahabi sevgisi Ehli sünnet vel cemaattedir. Şianın ve mezhepsizlerin sahabiye yaklaşımları kesinlikle tasvib edilemez -ki onların küfre düşmelerine sebeptir-
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Hakiki sahabi sevgisi Ehli sünnet vel cemaattedir. Şianın ve mezhepsizlerin sahabiye yaklaşımları kesinlikle tasvib edilemez -ki onların küfre düşmelerine sebeptir-


Acaba yukardaki ayeti kim yazdi bölük olanlar kimler kimler paramparca Allah biliyor ve aranizdaki bu yeminin Hükmünüde Onun verecegine Bende yemin ederim,
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
ehli sünnet vel cemaat mana olarak Kuran ve sünnet yolunu benimsemiş olan cemaat demektir.tebe-i tabiin devrinden 50 küsur bu tür cemaat vardı.sonraları bunların bir kısmı birleşti bir kısmı ayrıldı.bir kısmı ise yok oldu.şu an dört tanesi mezheb olarak vardır.Yalnız bunların dışında olanlar fırka-i dalle dir densede bu fırka olarak söylenmiş bir laftır.tabiki her birey Kuran ve sünnete müraacat edebilir ki bu ahsen olanıdır.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
58.14. Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.

58.15. Allah onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey çok kötüdür!

58.16. Onlar yeminlerini kalkan yapıp Allah'ın yolundan alıkoydular. Bu yüzden onlara küçük düşürücü bir azap vardır.

58.17. Onların malları da oğulları da Allah'a karşı kendilerine bir fayda vermez. Onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır.

58.18. O gün Allah onların hepsini yeniden diriltecek, onlar da dünyada size yemin ettikleri gibi, O'na yemin edeceklerdir. Kendilerinin bir şey (hakikat) üzerinde olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar gerçekten yalancıdırlar.

58.19. Şeytan onları etkisi altına aldı da kendilerine Allah'ı anmayı unutturdu. İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar.

58.20. Allah'a ve Peygamberine düşman olanlar, işte onlar en aşağıların arasındadırlar.

Yukarıda mücadele suresinden verilen ayetler ışığında, gelin mantık yürütelim. Öyle ya; birbirimize durmadan delil göstermek için, copy-paste yapacak değiliz burada. Ehl-i sünnet vel cemaat alimlerinin Peygamber'e (s.a.v.) rakip olacağını herhalde düşünemezsiniz. Öyleki; bir hadisin dahi, sahih olup olmadığı konusunda yıllarca araştırma yapmaktan çekinmeden, kılı kırk yararak gerek bedenen, gereksede maddi imkanları ile bu yola başkoymuş ehli sünnet alimlerinin, bu konularda yalan söylemeyeceğini el-hak kabul etmek gerekir. Böyle bir mantık ile hareket eden insanlar, neden bu konularda yalan söyleme gereği duyarlar sizce ? Neden ne olabilir. Resulullah'a (s.a.v.) rakip olmak için denilebilirmi ? O'ndan (s.a.v.) daha alim olduklarını ispat etmek istemiş olabilirlermi ? Bu dini O (s.a.v.) anlatamamış, biz daha güzel anlatabiliriz hezeyanı düşünülebilirmi ? Görüyorum ki her sorunun sonunda haşa! demeyi gerektirecek durum söz konusu! Çünkü yukarıda saydığımız olası nedenlerin hepsine haşa demeyen bence; imanının bulunduğu noktayı sorgulamalı. Peygamberini saygı ile anmayan bir kişinin zaten iman ve itikadında bir eksiklik olduğunu söylemek isterim. Bunu zaten islam alimleride söylüyor. İşte bu alimler şia ve diğer fırkaların saptığı konusunda hemfikir. Eğer karşısında bir tez getirecekseniz lütfen önden buyrun. Sizi emin olun her konuda ikna edecek bilgi (sallamasyon! değil atmasyon! hiç değil) inşallah getireceğiz. Hodri meydan beyler!
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
olay şudur:Kuran ve sünnet alemlere rahmet olarak sunulmuş bir hazine,bir necat,bir felah kapısıdır.
Her kim bunları ne kadar özümsemişse o kadar isabetli ve istikametlidir.Biri gayb aleminden diğeri şahadet aleminden,birbirlerini tastik ve tefsir ile memurlar.ashabı güzinin kaynağı bu ikisidir.bu kaynaklar muhlis ulemalarca insan üstü gayretle bizede ulaşmıştır.bu derya her inanna açıktır,yeterki inansın,gayret etsin,ihlas ile sarılsın.
 

y oglu

New member
Katılım
18 Kas 2005
Mesajlar
94
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
74
ehli sünnet vel cemaat mana olarak Kuran ve sünnet yolunu benimsemiş olan cemaat demektir.tebe-i tabiin devrinden 50 küsur bu tür cemaat vardı.sonraları bunların bir kısmı birleşti bir kısmı ayrıldı.bir kısmı ise yok oldu.şu an dört tanesi mezheb olarak vardır.Yalnız bunların dışında olanlar fırka-i dalle dir densede bu fırka olarak söylenmiş bir laftır.tabiki her birey Kuran ve sünnete müraacat edebilir ki bu ahsen olanıdır.

arkadaşlar görüyorumki bilinen kalıplar halinde yazmışsınız
bunların doğruluğuna nasıl eminsiniz
aşağıdaki ilk insan olan ademin yetmiş üçüncü oğlu şehit lakabı şıt olan
sahabeye veya önüne gelene değil

arkadaşlar aşağıki satırları okuyun

hiç el değmemiş yezidin eline gecmemiş ham bilgilerdir işte doğru budur

ah hele Adem ile hülle giydik yaprak yaprak üstüme
Ah hebil ile kabil ile duruştuk
Güzellikte eline

Ah hele güzellikte eline
Biri birbirine ya hu üst geldi
Gördük biri öldü kabir ini karga etti yerine yerine
Adem çok ağladı ağladı ser verine

Yareb aman o günlerin bağında
Çok çabaladı adem iki evlendi de hakkın kıtında
Biri Havva biri hürdür zahirinde batında

Ah hele bir çocuk oldu şehit diye ademden
Hülle giydi var giydi

Kırk kişi onlar arşa çekildi
Kırk kişi doğdu arşa Çekildi

Otuz dokuzu gitti kırklara
Biri kaldı şehit oldu haklara
Erenlerin evrakı ondan geldi

A hele bakın şimdi şahtan şahlara
Ah hele şıttan geldi ismi şehittir şehittir hey
Ah yareb aman
Ordan geldi idrise hülle giydi pir diye
Ah hele cennete oy eyledi de sır diye
Ben kurban Şimdi derler hülle biçer idris nebi hey

Yükü uğradım mülkün adına
Ah hele mutunnanda döndük böyle zatına
Mutunnan çok ya hu çabaladık hikmetine tadına

Ben kurban hey
Ah hele nuhhunnanda yaptık bizde gemiyi
Seyrettik ya hu dünyanın demine
Nuhhunnan da yaptık bizde bir gemi
Seyrettik dünyanın yavru demine
Us tazının kervanın bakın bu feleğin gamına
Eyler ey ben kurban ey

Yareb amaan
Nuh'tan leme geldik dahi evla ta
Üç bölündük böyle kattan bu kata

Nuh'tan geldi lema ev lata
Üç bölündük buradan kattan oy kata
Ak hele seyredin de hikmetine de tada
Yareb amaan ya tabip

Biri ham dır oğlanların biride sam dır
Biri lem dir ha lem dir geldik bu deme

Ah hele çar anasır etti bizi ayadan
Bulduk geldik bizde bir mayadan
Ah hele her gelen nebiye uğradık
Taydan tayada ben kurban
 

tevhid davetcisi

New member
Katılım
19 Şub 2007
Mesajlar
101
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
sahabe rabıtamı yapmısş
sahabe yetiş ya muhammed asm diyemi bağırmış
sahabe turbeleri mescidmi edinmiş.

ekreme şunu bilki vallahi sizin ehli sünnet cemaatı ıle ilginiz yoktur.
birde küfre düşmek yazmışsın.
oysa sen kufurdesin.
kuranda allah dininizi tamamladı derken sonra çıkan şeylerı reddetmeye kufur demenız kuranı kabul etmediğiniz anlamına geliyor.
tasavvufu b,ve türbelerei reddetmedikçe ehli sünnet olamazsınız.
 

y oglu

New member
Katılım
18 Kas 2005
Mesajlar
94
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
74
sayın arkadaşım hz muhammedin nuru dünyada kaldı şehitlerin üzerine dağıldı
şimdi her şehire her köye yakın hz Allah haç ibadetini verdi oralarda cuma akşamları mavi işık yanar ben şahsen o ışığı gördüm
oraları kepce dözer ve ceşitli imkanlarla bozamazlar
işte oralar hac yeridir
hz muammede sordular ya resulullah bu halk seni görmek
için buraya hucum ediyor ne diyelim
hz muhammed dediki(sağlığımda ve ölümümde kimki beni görmek için buraya hucum ederse onlar cehhennem kelpidir biz onların selameti için hac ibadetini yakınlarına verdirk) işte imam hüseyini öldürdükten sonra araplar hac paralar bize aksın diye hacı kabeye değiştirdiler kabeye sadece yakın oalnlar gidecek uzak olanlara orası yasaklanmıştır ancak ziyaret gezme amcıyla gidilecek
arkadaşım elinizdeki mevcut kuranı kerimin bir hükmü yokrur bir milyon yılsanrada hz Allah yine imam gönderip kurnı kerimi koruyacak bak aşığda 6666 cvoğalırız hak aşığı demektedir
aşağıyıda oku yetmiş üçüncü ervahlar kimlermiş

282 - HANCI PERVANE
Ak beyaz yeşil gelir al renk
Dokuza bağlanır yirmi bir yedi korsan üstüne
Otuz iki ile vardır pazarım
Yetmiş üç çıkmaya nazarım

üç yüz altmış altıya bağladık bendimiz
Beşi mübarek dördü dür kapımız
Altı bin altı yüz altmış altıya çoğalırız
Yüz dördü yirmi dörde bağlarız

Altı cihetimiz mahlkta
Sıfatı zatı bendi içinde
Aya güneşe bağlıdır
Adem bir alemdir

Adem ölür alem ölmez
Kudretten gelen kalem ölmez
Dolu bade içen bilir
Bütün ademin vuçudunu

Söyledim ilim irfan gören bilir
Hancı kurban olsun bilene
Ak gelir sağ olana

HANCI PERVANE .603
Yetmiş iki çocuk kırk sekiz sene
Ademe hür geldi
Havayla küp tutular adem
Biri hür biride hava

Havanın kinden böcek halk oldu
Kırk tane kalıp yere çekildi
Hürünkinden kalıpları yırttıkça
Göğe çekildi biri kaldı

Hürden kalan bir çocuk
İsmini şehit koydular
Fakat şehit çağıramadı
Şıt koydu adem

Fakat habil kabili vur muştuya
Onun için şehit diyemedi
Şıt diye çağırdı

Ademin iki karısı hava yetmiş iki çocuk oldu
İkinci karısı hür ademin şıt eleyiselam
Yetmiş üç çocuğudur Müslümanlar şıttan geldi
Sünnet onlara ait havadan gelen hariciler onlar çok arttı

Erenler evliyalar şıttan bölünmüştür
İşte isimleri havaryon garimanı kati
Havaryondan sonra idris
İdristen peygamberler geldi

Sonra zal rüstem Ahmet
Battal hazma Eba Müslim muhtar pir
Mustafa ademden bu yana evliyanın sayısı yoktur dur
Havaryondan gelen aleviler Alevilerin ismi raydan kalmıştır
İdristen gelen peygamberler
 

tevhid davetcisi

New member
Katılım
19 Şub 2007
Mesajlar
101
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
25. Ancak o inkar edenler Allah'ın yolundan, yerli ve yabancının eşit hakka sahip olduğu bütün insanlar için yapılan Mescid-i Haram'dan alıkoyanlara ve orada zulüm ve dinsizlik ile yalnış bir yola saptırmak isteyene, ona muhakkak gayet acı bir azap tattırırız.

26. Bir zamanlar Kabe'nin yerini İbrahim'e şu şekilde hazırlamıştık: "Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, (kıyama) duranlar, rüku ve secdeye varanlar için Evim'i tertemiz et!

27. Bütün insanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak ve gerek uzak yoldan gelen incelmiş develer üzerinde sana gelsinler.

28. Kendilerine ait bir takım menfaatlara şahit olsunlar; Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları kurban ederken Allah'ın adını ansınlar; siz de onlardan yiyin, yoksulu ve fakiri doyurun.

29. Sonra kirlerini atsınlar, adaklarını yerine getirsinler ve o Beyt-i Atik'i(Ka'be'yi) tavaf etsinler."

30. Emir budur! Kim de Allah'ın hürmet edilmesini istediği şeylere saygı gösterirse bu, kendisi için Rabbi katında şüphesiz hayırlıdır. Size (Kur'an'da) okunup bildirilenlerin dışındaki bütün hayvanların etinden yemek helal kılınmıştır. O halde o putlardan, o pislikten kaçının; ve yalan sözden de kaçının
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
arkadaşım elinizdeki mevcut kuranı kerimin bir hükmü yokrur bir milyon yılsanrada hz Allah yine imam gönderip kurnı kerimi koruyacak bak aşığda 6666 cvoğalırız hak aşığı demektedir
aşağıyıda oku yetmiş üçüncü ervahlar kimlermiş

Baba erenler! Cemevi bi sokak aşağıda, bi zahmet. Size göre; "Yanlış yer burası"...
 

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
51
tevhid davetçisi !..Ne sen ne ben alim değiliz.Kendi adıma mukallit olmaya çalışıyorum.Ehli sünnet vel cemaat kaynakları BENİ haklı ve doğru kılıyor.Senin kaynağın ne ? Kitap ve sünnet deyip çıkma , hangi eğitimi aldın da kitaptan ve sünnet ten yorum çıkarabiliyorsun ? Ben bana yeterim, akıl sahibiyim vs. dersen de şöyle derim : " Allah cc sıratı müstakıymde buluştursun bizi, dua edelim birbirimize..."
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Kuran ve sünnet yetesiz değildir.buyrun kabirle ilgili hadislere bakalım.
hz.enes ra. anlatıyor.Resulullah sav.Osman ibnu maz'un un kabrini bir taşla işaretledi.
hz.cabir ra. anlatıyor.Resulullah sav. kabrin üzerine (yapı)herhangi bir şey yapılmasını yasakladı.
ukbe ibnu amir ra. anlatıyor.resulullah sav buyurdu ki.bir ateş koru veya bir kılıç üzerinde yürümek veya ayakkabımı ayağımla dikmek,bana bir müslümanın kabri üzerinde yürümekten daha sevimlidir.ha kabirler arasında abdestimi bozmuşum,ha çarşı ortasında.(nazarımda ikiside aynıdır.)
hz.Aişe ra. resulullah sav.kabir ziyeretine ruhsat tanıdı.
ibnu mesud ra. anlatıyor.resulullah sav. buyurduki.ben size kabir ziyaretini yasaklamıştım,şimdi onları ziyaret edin.çünkü bu ,dünya bağını kırar,ahireti hatırlatır.
hasan ibnu sabit ra anlatoyor.resulullah sav.kabirleri ziyaret eden kadınlara lanet etti.
ümmü seleme ra.anlatıyor.resulullah sav. mümtehine suresi 12.ayetin vela ye'sıneke me'rufi(güzel olan hiçbir hususta sana asi olmamaları(üzerine sana biatta bulunacakları zaman sen de onlarla biatta bulun.....)ibaresinde (nevh )(yani ölü üzerine bağırıp çağırmak) olarak açıkladı.
ebu ümame ra.anlatıyor.resulullah sav.yüzünü cırmalayıp yolan kadına,cebini,yakasını yırtan kadına,mahvoldum,helak oldum diyerekl dövünen kadına lanet etti.
innallahi veinne ileyhi raciun.
 

y oglu

New member
Katılım
18 Kas 2005
Mesajlar
94
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
74
sayın arladaşlar bana malif olarak yazıyorsunuz
ama sizin kanıtınız yok

eğer varsa yazın mevcut kuranı kerimde yüce hz allah kurnı kerimi biz indirdik helbette biz koruyacağız demektedir

şimdi yazın hz Allah nasıl koruyor ben eminim sizler peygamberimizin ehli sünnet vel cematın kaidelerine uygun işleviniz değil artık iddayı bırakın birzda denetleyici olun araştırın

bakın aşıgıda hakkın cemali nurunu içen aşıkların vucudu yüz dört kitap olduğunu beyan ediyor
hancı pervanenin asla yeni veya eski okuma yazması ve nefsi yok
ben her konuda yazıyorum forumdan anında siliyorlar
ne yazıkki ben mevcut kuranı kerimi kabul edip baştacı yapıyorum cünkü içinde ne kadar ayıklanma olursa olsun ismi kuran ya bana yetiyor

sizin doğru olarak gördüğünüz her şeyin yüzde doksan beşi yanlıştır
bu hak aşıkları ne aleviye özel nede sunniye herkes gönderiliyorlar

sizlerde benim yazdığıma saygı duyun bütün bu kelimelerin geldiği yer
göğün altıncı katı miracı nebidir

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Hızır nebi ile çarkı dolandık
Kandili mahallahta bizde sulandık
Geldik gittik bade ile hak dedik aldık
Erenler yükünde mehraçta kaldık
Mehracı muhamede sarıldık aldık

Yareb böyle böyle hakkı ile kaldık
Hızır nebiye kardeş olurken
Erenler babında yoldaş olurken
Aşıkların anda savraş meyraç olurken
xxxxxxxxxxxxxx
Heey helen ademden hateme gelmiş geceriz
Dolu bade içen aşıklarınan ipek seçeriz
Arı gibi uğrarız dağa gülden geçeriz
Macun eder bizde ferman yazanıyız biz biz heey
xxxxxxxxxxxxxxxxxx

isa musa davut muhhammet peygamber derler
104 dört kitap inmiştir peygamberlere dağılmıştır

Dolu içen aşık bu 104 kitabı okur
Bade içen aşık dünyada herkese söyler
Raktım ağac tübe ağacı bunların yapraklarından
Her birinden bir ruh halk olur bunların misli güneş
Ademdir dalları aşağıya

Hancı aşık derki ruhlar topraktan gelir toprağa gider
Adem seyfullahtan merdiven başında memur gibi
Ruhu ondan gelir ona gider
Güneş yukardan aşağıya bakar ne söyleyeyim
Hakkı sevmeyen kul cehennem yakar ne
 
Üst Alt