Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bulda Getir Forumu.

  • Konbuyu başlatan beyaz_ýþýk
  • Başlangıç tarihi

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Selamün Aleyküm Metin Abi; Şiirden de rahatsız oluyorsun , sakin olmaya çalışıyoruz, bunun da dozajını şiirle gidermeye çalışırken, şiir de seni bozuyor Abi,
bu değerli abimiz, biraz fazla alıngan gibi geliyor bana, yanılıyor muyum acaba ????



Aleykümselam,Bak Rusencigim benim rahatsizligim siir degil senin anlamsiz tavrin.Hem benim delilim var diyorsun hepsini Kuran disi veriyorsun bu yetmiyor birde siir yoluyla ayni yola bas vuruyorsun bu bende bir seyler cagristiriyor;

Resul Muhammed Teblig ile mesgul iken Cahiliye Arablarinin yolu siirle onu durdurmaya calismislardi Hatirlarsan simdiki ayni sekle dönünce ben bir kardesimin bu duruma düsmesinden rahatsiz oldum o nedenle cevap yazmayacagimi söyledim.Birinci neden senin böyle olmani istemedim ikinci sebeb kendimi böyle bir vebalde pay sahibi olmaktan korumayi amacladim..Rabbe emanet ol.
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Hadi o zaman sıra bende olsun.Ashabı kehf hakkında bilgi istiyorum.Getirene kek yapacağım:D Kolay gelsin. Dua ile
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Ashabı Kefh hakkında bir süre var iken başka kaynaklardan araştırmak doğru olmaz diye düşündüm.

Kehf 9 (Resulüm)! Yoksa sen, bizim ayetlerimizden (sadece) Kehf ve Rakim sahiplerinin ibrete şayan olduklarını mı sandın?

Kehf 10 O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve: Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla! demişlerdi.


Kehf 11 Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (uykuya daldırdık.)


Kehf 12 Sonra da iki guruptan (Ashab-ı Kehf ile hasımlarından) hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.


Kehf 13 Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık.


Kehf 14 Onların kalplerini metin kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.


Kehf 15 Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?


Kehf 16 (İçlerinden biri şöyle demişti:) "Madem ki siz onlardan ve onların Allah'ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık sağlasın."


Kehf 17 (Resulüm! Orada bulunsaydın) güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi. (Böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı). İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın.


Kehf 18 Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.

Kehf 19 Böylece biz, aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık: İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler; (kimi de) şöyle dediler: "Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin; ayrıca, nazik davransın (gizli hareket etsin) ve sakın sizi kimseye sezdirmesin."


Kehf 20 "Çünkü onlar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyyen iflah olmazsınız." *


Kehf 21 Böylece (insanları) onlardan haberdar ettik ki, Allah'ın vadinin hak olduğunu, kıyametin şüphe götürmez olduğunu bilsinler. Hani onlar aralarında Ashab-ı Kehfin durumunu tartışıyorlardı. Dediler ki: "Üzerlerine bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir." Onların durumuna vakıf olanlar ise: "Bizler, kesinlikle onların yanıbaşlarına bir mescit yapacağız" dediler.


Kehf 22 (İnsanların kimi:) "Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir" diyecekler; yine: "Beş kişidir; altıncıları köpekleridir" diyecekler. (Bunlar) bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (Kimileri de:) "Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Öyle ise Ashab-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında (ileri geri konuşan) kimselerin hiçbirinden malumat isteme.


Kehf 23 Hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım" deme.


Kehf 24 Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Unuttuğun zaman Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni,doğruya daha yakın olana eriştirir."de.


Kehf 25 Onlar,mağaralarında üçyüz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir. *


Kehf 26 De ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O'na aittir. O'nun görmesi de, işitmesi de şayanı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların), O'ndan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.
 

türkmani

New member
Katılım
1 Ara 2006
Mesajlar
228
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
45
Annesi Sümeyye (r. anha) ile babası Yâsir(r.a) İslâm'ın ilk şehitleri olan Ammar (r.a) Mekke'de doğdu. Aslen Yemenli'dirler. Baba Yâsir kaybolan kardeşini aramak için Yemen'den Mekke'ye geldi. Benî Mahzum kabilesinden Ebû Huzeyfe'nin himayesine girdi ve Sümeyye adlı cariyesiyle evlenerek oraya yerleşti. Ammar bu evlilik sonucu dünyaya geldi. Ebû Huzeyfe Ammar'ı çok severdi. Âdeta dede-torun gibiydiler.

Babası, annesi ve kardeşi Abdullah ile birlikte müslüman oldu. Hz. Peygamber (s.a.v.) Dârü'l-erkam'da iken kapısında Süheyb b. Sinan'la karşılaştı. İçeri girip Rasulullah'ın sohbetini dinledi ve İslâm'ı kabul ettiler. Müslümanların sayısı bu sıralarda otuz kadardı. Fakat kendisi müslümanlığını açıkça ilan eden ilk yedi kişiden biridir. Mekke'de en çok işkence çeken ve bu uğurda annesi ve babasını kaybeden Ammar, ne dediğini ne söylediğini bilmeyecek hale gelinceye kadar ağır işkencelere maruz kalırdı. Ona Mekke'nin güneş altında ısınmış kızgın taşları üzerinde öyle ağır işkenceler yapılırdı ki, ömrünün son zamanlarına kadar o işkencelerin bıraktığı izler vücudundan silinmedi. Gözü dönmüş müşrikler bazan hırslarını alamıyorlar, onu kızgın ateşler içine atıyorlardı. Bu durumları gören Rasulullah'ın (s.a.v.) kalbi parça parça oluyor, onlara manen destek olmaya çalışıyordu, işte Ammar'a duası: "Ey ateş, İbrahim'e (a.s) olduğu gibi, Ammar'a da serin ve selamet ol."

Korkunç işkencelerin biri daha uygulanırken Lat ve Uzza putları lehine, Rasulullah'ın aleyhine konuşmak zorunda kaldı. Müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz hemen Rasulullah'ın huzuruna geldi ve meseleyi anlattı. "Bu sözleri söylerken kalbin nasıldı, ya Ammar?" sorusuna, "İmanla dopdolu idi" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.), "Eğer tekrar söylemeni isterlerse yine dilinin ucuyla söyle" buyurdular. Bu ruhsatı vermesi üzerine Nahl Sûresi 106. ayeti nazil oldu.

Önce Habeşistan'a sonra Medine'ye hicret etmiştir. Hicretten sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) onu Hz. Huzeyfe b. Yeman (r.a) ile kardeş yaptı. Ammar, bu din kardeşinin verdiği arazide çalışmıştır.

Hz. Ammar'ın içinde namaz kılınmak üzere ilk mescid yapan olduğu ve evinde namaz kılmak için bir mescit ittihaz edindiği rivayet edilmiştir. Küba'da Rasulullah'ın gölgeleneceği ve namaz kılabileceği bir yer bulunması gerektiğini düşünerek, hemen taşları toplar ve ilk olarak Küba Mescidi'ni yapar. İlk yapılan mescid budur. Mescid-i Nebevî'nin inşaatında en çok çalışanlardan birisi de Ammar'dır. Herkes birer birer kerpiç taşırken Ammar ikişer ikişer taşıyordu. Onun bu halini gören Rasulullah (s.a.v.), "Vah Ammar, vah Ammar! Seni azgın bir topluluk öldürecek. Ammar onları cennete, onlar ise Ammar'ı cehenneme davet ederler. Ey Ammar! Senin en son rızkın sulu süt olacaktır" buyurmuştur. Ammar bunu işitince, "Fitneden Allah'a sığınırım" demiştir.

Hz. Ammar (r.a) Rasulullah'ın bütün gazvelerine iştirak etmiştir. Sevgili Peygamberimiz'in vefatından sonra da mücahitliği elden bırakmamıştır. Yemame'de yalancı peygamber Mü-seyleme ile savaşırken savaş esnasında kulağının birini kaybetmiştir. Hz. Ömer (r.a) zamanında Küfe valiliği de yapmıştır.

Altmış iki hadis rivayet eden Ammar (r.a), yüce ahlâk sahibi ve son derece hakkaniyete riayetkar idi. Zühd ve takva sahibi idi. Sade bir yaşantıya sahipti. Namazına çok dikkat ederdi. Hiç bir namazını kazaya bırakmazdı. Bir defasında su bulamayınca toprağa sürünerek teyemmüm yapmış, bu vesile ile de teyemmümün nasıl yapılacağını ona ve ümmetine Rasulullah tarif etmişti. Ammar hakkında Hz. Peygamber'in çok sitayişkâr hadisleri vardır. Ezcümle "Cennet üç kişiye müştaktır; Ali, Ammar ve Selman" "Ammar, iki işi arasında muhayyer bırakıldığında, o iki işin en doğrusunu seçer." "Kim Ammar'ı kızdırırsa, Allah'ı kızdırır." "Ammar benim ashabımdır."

Yüksek iman ve şeref sahibi olan Hz. Ammar (r.a) Sıffin savaşında Hz. Ali'nin yaya birliklerinin kumandanı olarak cihad etmiş ve doksan yaşını aşkın olduğu halde orada şehit olmuştur.

Rabbim cennet-i Ala da komşu olmayı nasip etsin inşallah...
 

türkmani

New member
Katılım
1 Ara 2006
Mesajlar
228
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
45
ben de Peygamber efendimize salat ve selam getirmenin faziletleri hakkında bilgi istiyorum..Şimdiden teşekkür ederim.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
ben de Peygamber efendimize salat ve selam getirmenin faziletleri hakkında bilgi istiyorum..Şimdiden teşekkür ederim.

          Ortalanmis Mesaj         


Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin."Azhab-56

İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bize, hem bu dünya hem de öte dünya saadeti veren dinimiz İslam’ın yanılmaz ve yanıltmaz rehberidir. O’na çok şey borçluyuz. Bu borçluluğun bir ifadesi olarak Efendimiz’i her zaman hayırla yâd etmek ve O’na salât ü selam getirmek her Müslüman için ihmal edilmemesi gerekli olan mühim bir vazifedir.

Salât kelimesi, Peygamberimiz’e (s.a.s.) yapılan duâ, istiğfar ve rahmet gibi anlamlara geliyor. Selam malum olduğu üzere, muhatabına sağlık ve esenlik dileklerini sunma ameliyesidir. Günlük dilde daha çok kullandığımız salavat ise, salât kelimesinin çoğuludur. Allah, “Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin.” (Ahzab, 33/56) buyurarak bizlerden Efendimiz’in (s.a.s.) ismini andığımız zaman salavat getirmemizi istiyor. Bu ayetten hareketle alimlerimiz Allah Rasulü’nün (s.a.s) isminin geçtiği yerde bir defa salât ve selâm getirmenin vacip olduğunu, isminin tekrar edilişi sayısınca ise salavat getirmenin müstehap olduğunu söylemişlerdir.

Esasen hayatı boyunca ümmeti üzerine titreyen Efendimiz’in (s.a.s.) adı zikredildiğinde bu işi hafife almadan, salât ü selam getirmeyi bir ibadet neşvesi içinde yerine getirmeliyiz. Her ne kadar alimlerimiz müstehap olarak görse de O’nun isminin söylendiği veya yazılı olduğu her yerde ihmal göstermeden salât ü selam getirmeyi bir vazife olarak görmeliyiz. Nitekim geçmişe baktığımızda Allah Rasulü’nü (s.a.s.) en iyi tanıyan sahabinin ve onların arkasından gelen ilim ve irfan sahibi kimselerin sözleriyle, hal ve tavırlarıyla O’na çok engin bir saygı gösterdiklerini ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) adı ne kadar çok anılırsa anılsın, her anıldıkça, “sallallahu aleyhi ve sellem” dediklerini görüyoruz.

Eskiler, salât ü selamı teşvik eden âyet ve hadîslerden hareketle birbirinden güzel salavat örnekleri ortaya koymuşlardır. “Delâilü’l-hayrât” ve “Delâilü’n-nur” en bereketli salavat örneklerinin bir araya getirildiği önemli eserlerdendir. Bu eserlere baktığımızda “Salât-ü Münciye”den, “Mişşîşiye”sine ondan “Tıbbu’l-kulûb”una kadar en kapsamlı salât ü selâmlarla hep Efendimiz’in (s.a.s.) anıldığını görürüz. Biz de yazımızın sonunda günümüze kadar gelen ve müslümanlar tarafından en çok bilinen ve okunan salât ü selamlardan örnekler sunacağız.

Efendimiz'e salât ve selâm getirmenin önemini vurgulayan pek çok hadis-i şerif rivâyet edilmiştir. Bu hadisleri okuduğunuzda Allah Rasulü’ne salât ü selam getirmenin ne kadar önemli olduğunu anlayınca belki de çok şaşıracaksınız. Şimdi önemine binaen bu hadislerden bazılarını madde madde verelim:

1. “Kim bana bir defa salât getirirse, Allah da ona on salât getirir ve on günahını affeder; on derece yükseltir.” (Nesei, Sehv, 55)

2. “Yeryüzünde Allah'ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (anında) bana ulaştırırlar.” (Nesei, Sehv, 46)

3.“Kim bana tek bir defa salât u selâm getirirse, Allâh da ona on defa salât eder.” (Dâvud, Vitr, 26; Dârimî, Rikâk, 58)

4. “Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavat edendir.”43

“Gerçek cimri, yanında anıldığım hâlde bana salavat etmeyendir.” (Tirmizi, Daavât, 110)

5. Bir gün Resûlullah sevinçli olarak geldi. Kendisine: “Sizi sevinçli görüyoruz!” denilince, şöyle buyurmuşlardır: “Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: “Ey Muhammed! Rabb'in diyor ki: “Sana salât eden herkese benim on rahmette bulunmam, selâm eden herkese de benim on selâm etmem sana (ikram olarak) yetmez mi?” (Nesei, Sehv, 55)

6. “Allah benim için iki melek görevlendirmiştir. Ben bir müslümanın yanında anıldım da bana salavat getirdi mi, mutlaka o iki melek ona: “Allah seni bağışlasın” derler. Allah Teâlâ ve diğer melekleri de o iki meleğe cevap olarak: “Amîn” derler. Bir müslümanın yanında adım zikrolunduğunda da bana salavat getirmedi mi, mutlaka o iki melek: “Allah seni bağışlamasın.” der. Yüce Allah ve öteki melekler de o iki meleğe cevaben: “Amîn” derler.” (Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 10/164-166) buyurmuşlardır.

Salât u selâm'ın Peygamberimiz’e ve bize olmak üzere iki yönü vardır: Bizim Allah Rasulü (s.a.s.) için getirdiğimiz salavat, Allah'ın, peygamberinin kendi katındaki değerini artırması içîn bir dua mahiyetindedir. Bu vesileyle bizim dualarımızla Efendimiz’in (s.a.s.) mertebesi devamlı olarak yükselmektedir. Burada hemen şunu ifade edelim ki, Allah Rasûlü’ne (s.a.s.) yapılan salât ü selam, onun aslında salâta olan ihtiyacından dolayı değildir. Bu, ancak O’na duyulan saygı, sevgi ve hürmeti ifade etmek içindir.

Salavatın mü'minlere bakan yönü de kulu Allah'a yakınlaştıran vesilelerden birisi olmasıdır. Nebiler Serveri’ne (s.a.s) bol bol salavat getiren bir kul, Efendimiz’e (s.a.s.) dolayısıyla da Allah’a yaklaşmış olacaktır. Nitekim “Ona yaklaşmaya vesile arayın” (Mâide, 5/35) ayeti, Allah’a yaklaşmak için vesileleri kullanmamızı emretmektedir. İşte Efendimiz’e (s.a.s.) getirdiğimiz salat ü selamlar bizi Allah’a yaklaştıran önemli vesilelerdendir.



 

hasret

New member
Katılım
26 Kas 2006
Mesajlar
709
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
37
"kendin için istediğini başkası için de iste, kendin için istemediğini başkası için de isteme"

bu sözü destekleyen güzel bir çalışma bekliyorum inşallah...
Efendimiz (sas)’in huzurunda bekleyen sahabi, bulduğu bir fırsatı değerlendirerek bakın neler soruyor, nasıl uygulaması çok kolay cevaplar alıyor.

1- Ya Resulallah, ben insanların hayırlısı olmak istiyorum. -İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır. Sen de başkalarına faydalı ol, en hayırlı insan olursun.

2- Allah’a en yakın kul olmak istiyorum. -Allah’ı en çok zikreden kul ol. En yakın kul olursun.

3- Ben insanların alimi olmak istiyorum. -Öyle ise Allah’tan en çok korkan insan ol. Çünkü Allah’tan en çok, alim insanlar korkar...)

4- İnsanların en adaletlisi olmak istiyorum. -Kendin için istediğini başkası için de iste. Kendin için istemediğini başkası için de isteme. O zaman insanların en adaletlisi olursun.

5- İyi hal sahibi insan olmak istiyorum. -Öyle ise Allah’a ibadet ederken O’nu görür gibi ibadet et. O zaman en iyi hal sahibi insan olursun.

6- İnsanların zengini olmak istiyorum. -Kanaatkâr olursan, insanların en zengini olursun.

7- İmanımın mükemmel olmasını istiyorum. -Ahlakını güzelleştir. İmanın kemale ersin.

8- Allah’ın itaatli bir kulu olmayı istiyorum. -O halde farzları eksiksiz yerine getirmeye bak.

9- Rabb’imin huzuruna günah kirlerinden temizlenmiş olarak çıkmak istiyorum. -Cünüplük kirinden guslederek temizlendiğin gibi, günah kirlerinden de gözyaşlarıyla temizlenmeye bak. Tövbe, istiğfarla temizlenmeyi ihmal etme...

10- Mahşere giderken yolumun aydınlık olmasını istiyorum. -O halde burada kimsenin yolunu kesme, kalbini kırma ki mahşerde senin de yolun kesilmesin, aydınlığına mani olunmasın.

11- Rabb’imin bana merhametini arzuluyorum. -Rabb’inin yarattığı bütün canlılara burada merhamet eyle ki, orada merhamete layık görülesin.

12- Günahlarımın azalmasını istiyorum. -Bir daha yapmama konusunda azimli ve kararlı ol. Tekrar edilmeyen günah azalır, tekrar edilenler ise çoğalır.

13- Rabb’imin rızkımı bol vermesini istiyorum. -O halde abdestli bulunmaya devam et.

14- Ayıplarımın yüzüme vurulmamasını istiyorum. - Sen burada kimsenin ayıbını yüzüne vurmazsan, orada da senin ayıbını kimse yüzüne vurmaz.

15- Günah kirlerinden ruhumu temizlemek istiyorum?.. -Gözyaşını rahmet gibi yağdırdığın zaman ruhunu günah kirlerinden temizlemiş olursun...


inş. beğenirsin kardeşim...
selametle...
 

hasret

New member
Katılım
26 Kas 2006
Mesajlar
709
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
37
Tek Başına Hicret Eden hanım Kureyşli Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.a) hayatını anlatan bir yazı istiyorum...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
inş. beğenirsin kardeşim...
selametle...

beğenmemek mümkünmü? Allah C.C. razı olsun...

33-AHZAB:
36 - Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âşi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Tek Başına Hicret Eden hanım Kureyşli Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.a) hayatını anlatan bir yazı istiyorum...

          Ortalanmis Mesaj         


Ümmü Gülsüm Binti Ukbe (r.a.)

Tek Başına Hicret Eden Kureyşli...

Ümmü Gülsüm binti Ukbe radıyallahu anha Kureyşliler içinde yurdunu yuvasını bırakıp Medine’ye tek başına hicret eden bir hanım sahâbî!.. Allah’ ve Resûlüne hicret için evinden kaçan bir muhâcir hanım!.. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize Mekke’de biat eden kahraman hanımlardan!.. Medine-i Münevvere’ye hicret ettiğinde; “Beni müşriklere geri çevirmeyin” diye Efendimize sığınan, imanlı, yiğit bir hanım!.. Hz. Osman (r.a)’ın anne bir kızkardeşi!..

O Mekke’li olup Kureyş kabilesine mensuptur. Babası Peygamberimizin can düşmanı, Efendimizi boğmaya teşebbüs eden, azılı müşrik Ukbe bin Ebî Muayt’tır. Annesi, Ervâ binti Kureyz’dir.

Ervâ hatun, İslâm’ın ilk yıllarında müslüman olma seâdetine eren bir hanım. Resûl-i Ekrem (s.a)’in hala kızı, Hz. Osman (r.a)’ın da annesi olur. Erva hatunun annesi Beyzâ hanım Efendimizin halası olmaktadır.

Ümmü Gülsüm, Mekke’de müslüman olarak Rasûlullah (s.a)’e biat etti. Diğer müslümanlar gibi o da işkencelere maruz kaldı. Başta babası olmak üzere müşriklerin ezâ ve cefâlarından nasîbini aldı. Dinden dönmesi için çok baskılar yapıldı. Fakat o bunların hiç birine aldırış etmedi. İnancından aslâ dönmedi. İmanından zerre kadar taviz vermedi.

Günler acı ve ıstırapla geçiyor, yıllar sıkıntılarla akıp gidiyordu. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicret etmişti. Onun ayrılışıyle Mekke âdeta boşalmıştı.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) doğup büyüdüğü şehirde ailesinin içerisinde idi. Fakat bir müslüman olarak kendini yalnız hissediyordu. Bunun için o da hicret etmek istiyordu. Babası izin vermediğinden Mekke’de kalmıştı. Müslüman kardeşlerinden ve Rasûlullah’tan ayrı kalmanın ıstırabıyla hayatına devam ediyordu. Sanki o öz yurdunda gurbet hayatı yaşıyordu. Bu ayrılığın bitmesi için Rabbimize duâ ediyor, hicret için fırsat kolluyordu.

O yedi yıl Rasûlullah’a kavuşma hasretiyle yandı. Müslüman kardeşlerinden ayrı kalmanın acısını yedi yıl kalbine gömdü. Nihayet Rabbımız ona bir fırsat lutfetti. Hergün gittiği yere gidiyormuş gibi bir plânla evden kaçtı.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) hicret mâcerâsını şöyle nakleder: “Mekke’den en son çıkış bölgesi olan Ten’im taraflarında kendimize ait bir bahçe vardı. Ev halkımızdan bazısı da orada otururdu. Buraya sık sık gider, üç dört gün kalır Mekke’ye dönerdim. Ailem benim oraya gitmeme mâni olmazdı. Buraya gidiş gelişi sıklaştırarak ev halkını alıştırdım. Artık Mekke’de durmak istemiyordum. Kendi kendime hicret etmeye karar verdim. Yolda karşılaşacağım sıkıntılara razı oldum.

Birgün bahçeye gidiyor gibi yine Mekke’den çıktım. Yolun en son noktasına, şehrin çıkışına vardım. Orada bir adamla karşılaştım. Bana: Sen nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Ben de: Sen kimsin? dedim. Huzâa kabilesinden diye cevap verdi. Bu kabile Rasûlullah (a.s) ile antlaşma yaparak sadakat göstermişti. Ona: “Ben Kureyşî’lerdenim Medine’ye gitmek istiyorum” dedim. O da: “Biz Huzâlılar gidilecek yolu iyi biliriz.” dedi. Bana yol klavuzu olabileceğini söyledi ve devesini getirip benim önümde ıhdırdı. Ben de deveye bindim. Huzalı devenin yularını tutup öne düştü ve Medine yoluna koyuldu.

Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) Allah ve Resûlü yolunda annesinden, babasından ve memleketinden ayrılıyordu. Bundan dolayı da hiç üzülmüyordu. Rasûlullah (s.a) Efendimize ve müslüman kardeşlerine kavuşmayı büyük bir seâdet biliyordu. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine karşıdan göründü.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’nın gönlü sevinç içerisindeydi. Mekke’de geçen sıkıntılı günler geride kalmıştı. Allah Rasûlüne kavuşma heyecanı kalbini sarmış, içi içine sığmaz olmuştu. Selâmet içerisinde Medine’ye ulaşmanın şükrü ile Rabbımıza hamdediyordu. Yol rehberi Huzâlı’ya duâ ediyordu. Allah o yoldaşı hayırla mükâfatlandırsın! Bir defa bile en ufak bir rahatsızlık verecek harekette bulunmadı. Huzâ kabilesi ne güzel kabiledir! diyordu.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) Medine’ye girince müminlerin annesi Ümmü Seleme (r.anhâ)’ya misâfir oldu. O sırada İki Cihan Güneşi Efendimiz evde yoktu. Annemiz ona ikramda bulundu. Hal hatırını sordu. Onun sevincini paylaşmak üzere birlikte oturup sohbet etti. Fakat o endişeli bir bekleyiş içinde görünüyordu.

Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz bu fedakâr, imanlı kardeşini rahatlatmak ve gönlündeki sıkıntı ve endişeleri gidermek için ona:

– “Ey Ümmü Gülsüm! Sen Allah’a ve Resûlüne hicret ettin değil mi?” dedi. O da:

– “Evet!” dedi. Fakat Ümmü Gülsüm (r.anhâ) rahat değildi. Düşünceliydi. İçinde sakladığı bir derdi, tasası vardı. Bunu açıklamak için bir fırsat kolluyordu. Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizin yakın ilgisinden cesâret alarak zihnini meşgul eden gönlünü sıkan korku ve endişeyi şöyle açıkladı:

– “Ey Ümmü Seleme! Hudeybiye antlaşması gereğince Mekke’den kaçıp Medine’ye gelenler Mekkelilere geri veriliyor. Müslüman olarak Rasûlullah’a sığınan Ebû Cendel (r.a) ile Ebû Basîr (r.a) iâde edilmişti. Efendimizin beni de geri çevirmesinden korkuyorum.

Ey Ümmü Seleme! Kadınların hâli erkeklerinki gibi değildir. Mekke’den ayrılışımın üzerinden sekiz gün geçti. Şimdi onlar beni arayacaklardır. Bulamayınca da buralara kadar geleceklerdir.” diyerek derd ve sıkıntısını dile getirdi.

Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) bu endişeler içerisinde heyecanlı bir şekilde beklerken İki Cihan Güneşi Efendimiz hâne-i seâdete teşrif buyurdu. Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz durumu Efendimize arzetti. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz bu fedakâr sahâbîsine “Hoş geldin” dedi.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) Rasûlullah (s.a) Efendimize heyecanlı heyecanlı Medine’ye geliş mâcerâsını anlattı. Sözlerini içindeki endişeyi de dile getirerek şöyle bitirdi:

“Ya Rasûlallah! Ben, dinim uğrunda hicret ederek sizin yanınıza geldim. Beni koruyun. Müşriklere geri çevirmeyin. Onlara iâde ederseniz, bana işkence ederler. Dinimden döndürmeye çalışırlar. Ben nihâyet bir kadınım. Bilirsiniz ki, kadınların hâli zayıfların hâline benzer.” diyerek derdini, sıkıntısını açıkladı.

İki Cihan Güneşi Efendimiz dikkatle Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’yı dinledi. Onu sevindirecek ve korkusunu giderecek bir üslûpla şöyle cevap verdi: “Yüce Allah muhakkak kadınlar hakkındaki ahdi bozar, hükümsüz bırakır.” buyurdu.

Efendimiz bu imanlı, fedakâr sahâbîsini bu sözleriyle rahatlattı. Rabbimiz de Habîbi’nin isteğini tahakkuk ettirdi ve hanımların müşriklere geri verilemiyeceğini belirten âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu. Yeni nâzil olan bu ilâhî müjde “imtihan edilen kadın” mânâsına gelen Mümtehine sûresinin onuncu âyeti idi. Meâlen:

“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.”

İki Cihan Güneşi Efendimiz vahiy tamamlanınca bu müjdeli haberi Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’ya bildirdi. Artık bundan böyle müşriklerin arasından kaçıp gelen imanlı hanımlar Mekke’ye geri verilmeyecekti. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz ilâhî emir gereğince onu ve daha sonraki hanımları soruşturdu ve:

“Allah’a yemin olsun ki siz, Allah ve Resûlünün sevgisi, bir de İslâmî vazîfeleri serbestçe yapabilmek için hicret etmiş bulunuyorsunuz. Yoksa ne koca ne de mal sebebiyle göç etmiş değilsiniz.” buyurdu.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) rahat bir nefes almıştı. Sevincinden gönlü uçuyordu. Yüce Rabbımıza hamdediyordu. Sevgili Peygamberimize sevinç göz yaşlarıyla cevap veriyordu. Ama dünya imtihan dünyasıydı. Sıkıntılar bitmiyordu. Bütün bu olup biten işler, akıp giden hâdiseler arasında babası Ukbe İbni Ebî Muayt kızının Medine’de olduğunu öğrendi. Oğulları Velid ve Umâre’yi kızkardeşlerini alıp getirmek üzere Sevgili Peygamberimize gönderdi. Medine’ye geldiklerinde Efendimizi buldular. Hudeybiye antlaşması gereğince kendilerinden emin olarak İki Cihan Güneşi Efendimize: “Aramızdaki antlaşmaya göre kızkardeşimizi bize teslim et!” dediler. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz onlara: “Allah Teâlâ o şartın hükmünü hanımlar hakkkında bozdu.” buyurdu. Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’yı onlara teslim etmedi. Velid ve Umâre elleri boş olarak Mekke’ye döndüler.

Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) henüz evlenmemişti. Medine’de kalması kesinleşince sahâbenin ileri gelenlerinden Zübeyr İbn Avvam, Zeyd İbni Hârise ve Abdurrahman İbni Avf (r.anhüm) efendilerimiz kendisine evlenme teklifinde bulundular. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) durumu kardeşi Hz. Osman (r.a) ile istişâre etti. O da Resûl-i Ekrem (s.a) efendimize sormayı tavsiye etti. Bu teklif Efendimize arzedilince Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’nın Zeyd İbni Hârise (r.a) ile evlenmesi uygun görüldü. Kısa zamanda iki fedâkâr sahâbisinin sıcak yuvaları kuruldu. Hz. Zeyd ile Ümmü Gülsüm (r.anhâ) mesud bir hayat yaşadılar. Fakat mutlulukları uzun sürmedi. Çünki kocası Zeyd (r.a) Mûte Savaşında şehid düştü. Bu evlilikten Zeyd isminde bir oğulları, Rukıyye adında bir kızları dünyaya geldi.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) kadere rıza gösteren imanlı bir hanımdı. Allah’tan gelen her şeye râzıydı. Kocasının şehid olmasını sabır ve metânetle karşıladı. İddet müddetini bekledikten sonra Zübeyr İbni Avvâm (r.a) ile evlendi. Ondan da Zeynep adında bir kızı oldu. Hayat sürprizlerle doluydu. Mutlu bir yuva devam ederken birden aralarında bir geçimsizlik baş gösterdi. O sıcak yuva yaşanmaz bir hal aldı. Uzun sürmedi. Kısa bir müddet sonra boşanmak zorunda kaldılar.

Hayat devam etmekteydi. İnsan yalnız yaşayamazdı. Ümmü Gülsüm de bunun farkında idi. Abdurrahman İbni Avf (r.a)’tan gelen teklif üzere onun ile evlendi. Bu evlilikten de İbrâhim ve Hâmid isminde iki oğulları dünyaya geldi.

Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) Rasûlullah (s.a) Efendimizin sohbetinden istifâde eden bilgili, imanlı bir hanımdı. Efendimizden on kadar hadis-i şerif rivayet ettiği nakledilir. Bunlardan bir tanesi şudur:

Ümmü Gülsüm binti Ukbe İbni Ebî Muayt radıyallahu anhâ, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“İnsanların arasını bulmak için hayırlı haber götüren (veya hayırlı söz söyleyen) kimse yalancı sayılmaz.” (Buhâri, Sulh, 2)

Müslim’in rivayetinde de:

“Ümmü Gülsüm dedi ki, Peygamber aleyhisselam halkın söyleyip durduğu yalanlardan sadece üçüne izin verdiğini işittim. Bunlar da:

1. Savaşta (düşmanı aldatmak için)

2. İki kişinin arasını bulmak maksadıyla,

3. Kocanın karısına, karının da kocasına (aile düzenini korumak düşüncesiyle) söylediği yalandır.” (Riyazussalihin Terc. ve Şerh. c.2, s.247).

Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) Abdurrahman İbni Avf (r.a)’ın vefatından sonra, ömrünün sonunu Amr İbn Âs (r.a) ile nikahlı olarak geçirdi. Onun nikâhında iken ahirete göç eyledi. Allah ondan râzı olsun.

Cenâb-ı Hak’tan onun fedakârlığından, gayretinden, imânî heyecanından hisseler alabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi niyaz ederiz. Amin.

Kaynak: Altinoluk dergisi, 12/2004

 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Maşaallah bu forumdaki güzellik ne kadar hoş.Eminim çok daha ileri gidecektir.Unutmadan ben şu caferinin kekini yapıyım.Sonra başımın kekini yemesin :D



Kardeş caferi buyur afiyet olsun
 

GEZGÝN

New member
Katılım
27 Nis 2007
Mesajlar
1,010
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Konum
Hacý Bayram diyarýndan.....
mücahid abi.....
anlarsın ya :)
neyse ben konuyu değiştirmeyeyim... :)

seyfullah kardeşim sen siz de birşey isteyin de biz de birşeyler yapalım inşallah...
hoş geç kalıyoruz genellikle ama nasip...
 

hannane

New member
Katılım
19 Ocak 2007
Mesajlar
1,172
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Konum
kayýp þehirden
bunlarin tam türkce karsiliklarinida yazarsaniz menmun oluruz...Ben bir cogunun Türkce karsiligini bilmiyorumda...
Abi siz bu kelimelerin karşılığını istemişsiniz arada kaynamış isteğiniz..Biraz dikkatli bakmış olsaydınız aslında çok da uzağınızda değilmiş hemen alttaki paragrafa anlamları ile birlikte düşülmüş...:eek:


Madem kimse bişey istemedi bende anlamlarını yanına taşıyarak sizin isteğinizi yerine getireyim:eek:

Essalâtü vesselâmü aleyke ya Rasulallah=Ey Allah’ın resulü salat ve selam sana!

Essalâtü vesselâmü aleyke ya Habiballah=Ey Allah’ın habibi salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Nebiyyallah=Ey Allah’ın Nebisi salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Halilallah=Ey Allah’ın Halili salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Safiyyallah=Ey Allah’ın Safisi salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Veliyyallah=Ey Allah’ın Velisi salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Hayra halqıllah=Ey Allah’ın Yarattıklarının en hayırlısı salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Nura arşillah=Ey Allah’ın Arşının nuru salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Emîne vahyillah=Ey Allah’ın Vahyinin emini salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Men zeyyenehullah=Ey Allah’ın Zinetlendirdiği salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Men şerrefehullah=Ey Allah’ın Şereflendirdiği salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Men kerremehullah =Ey Allah’ın Keremlendirdiği salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Men azzemehullah=Ey Allah’ın Azametlendirdiği salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Men allemehullah=Ey Allah’ın İlim verdiği salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Seyyidel mürselîn=Resullerin efendisi salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya İmâmel mütteqîn=Müttakilerin imamı salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Hâtemennebiyyîn=Nebilerin hatemi salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Rahmeten lilâlemîn=Alemlere rahmet salat ve selam sana!
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Şefîal müznibîn=Günahkarların şefaatçisi salat ve selam sana!

Essalâtü vesselâmü aleyke ya Rasûle rabbilâlemîn=Alemlerin rabbinin resulü salat ve selam sana!

Salavâtullâhi ve melâiketihî ve enbiyâihî ve rusulihî ve hameleti arşihî ve cemî’ı halqıhî alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmain=

Allah’ın, meleklerinin, peygamberlerinin, resullerinin, arşı taşıyan (meleklerin) ve tüm yaratılmışların salatları Hazreti Muhammed’in, alinin ve ashabının üzerine olsun! ...
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Seyfullah kardeşim...herşeyi cevaplamış..maşallah..Allah c.c. dogru ilim nasip etsin ve o ilmi yaymayıda nasip eylesin..yolunda daim kılsın....

Efraill kardeşte bişey istememiş madem..Allah c.c. ondan da razı olsun....

Cihad askiyla dolu bir sahâbî...
Büreyde Ibni Husayb
radiyallahu anh

hakkında bilgi istiyorum....selametle
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Bureyde Ibn-i Husayb (r.a)

Bureyde Ibn-i Husayb (r.a)

Büreyde İbni Husayb radıyallahu anh cihad aşkıyla dolu bir sahâbî... islâm'ı yaymak için Medine'den kalkıp Horasan bölgesine kadar giden ve orada vefat eden bir yiğit... Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizle ilk karşılaşmasında zorlama olmadan kendi isteğiyle gönlünü islâm'a açan bir bahadır... Efendimizi öldürmeye giderken onun nuruyla dirilen bir kahraman...


O, Eslem kabilesinin Sehmoğulları koluna mensuptu. Ebû Sehl veya Ebü'l-Husayb künyesiyle anıldı. İslâm'la şereflenmesi şöyle oldu: "İki Cihan Güneşi efendimiz Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) ile Mekke'den ayrıldığında müşrikler sevgili Peygamberimizi yakalayıp öldürene büyük vaadlerde bulundu. Bu haber Mekke ve çevresinde süratle yayıldı. Büreyde de bu mükâfatlara kavuşmak isteğiyle kendi arazilerinden geçen insanları durdurup kimliklerini sorardı. Bir gün karşısına Allah rasûlü ile yâr-i gâri = mağara arkadaşı Hz. Ebu Bekir Sıddık çıktı. Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz ona "Sen kimsin?" diye sordu. "Büreyde" dedi. Efendimiz arkadaşı Ebû Bekir'e dönerek; "İçimiz serinledi", buyurdu. Sonra "Kimlerdensin?" dedi. "Eslem kabilesinden" dedi. Efendimiz yine arkadaşlarına dönerek: "Selâmetteyiz." buyurdular. Tekrar "Eslem'in hangi kolundan?" diye sordu. "Sehm kolundan" dedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz: "Yâ Ebâ Bekir senin nasibin çıktı." buyurdular. Büreyde bu tatlı konuşmalardan ve o nurlu insanlardan etkilenmişti. "Ya sen kimsin?" dedi. Sevgili Peygamberimiz: "Allah'ın resûlü Muhammed." diye cevap verince Büreyde'nin gönlü islâm'ın nuruyla aydınlanıverdi. Kendiliğinden: "Eşhedü enlâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" diyerek islâm'la şereflendi. Adamlarıyla birlikte peşinde namaz kıldı.


Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz ertesi gün hicret yolculuğuna devam etti. Büreyde (r.a.) O'nun Medine'ye bayraksız girmesini içine sindiremedi ve: "Ya Rasûlallah! Medine'ye sancak olmadan gitmeniz uygun değildir." dedi. Başındaki sarığı çözüp mızrağına bağladı ve arazilerinden çıkıncaya kadar onlara muhafızlık yaptı. Bir süre sonra o da hicret ederek Medine'ye yerleşti.


Büreyde (r.a.) Bedir ve Uhud gazvelerinde bulunamadı. Fakat, Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizle birlikte on altı gazveye iştirak etti. Çok önemli hizmetlerde bulundu. Müreysî Gazvesinden önce istihbarat görevlisi olarak düşmanın savaş hazırlıklarını tesbit etti. Savaştan sonra da esirlerin muhafazasına memur edildi. Hudeybiye'ye giden islâm ordusuna kılavuzluk yaparak orduyu Mekke keşif kollarının takibinden kurtardı. Mekke'nin fethi sırasında Eslem kabilesine ait iki sancaktan birini o taşıdı. Sevgili Peygamberimiz onu Eslem ve Gıfar kabilelerine zekât âmili olarak gönderdi.


O her hizmete hazırdı. Mekke fethinden sonra iki Cihan Güneşi efendimiz onu Hz. Halid komutasında Yemen taraflarına gönderdi. Efendimizin rahatsızlığının son zamanlarında Üsâme (r.a.) kumandasında Şam tarafına giden orduda sancaktarlık yaptı. Hayber'in fethine katıldı. Surlarda açılan gedikten içeri dalan kahramanlar arasında yer aldı. Hatta o sırada Büreyde (r.a.)'in üzerinde kırmızı bir elbise bulunuyordu. Kendisi bu elbiseden farkedilmişti. O, sonradan islâm'in güzellikleriyle gönlünü doldurdukça bu hareketini tevâzuya aykırı buldu. Zira şöhret âfetti. Hizmette esas dikkat çekmemekti. Büreyde (r.a.) islâm'a girdikten sonra bu halinden daha büyük bir günahını hatırlamadığını anlatır.


O, iki Cihan Güneşi efendimizin bir sefer sırasında konakladıkları yerde kalan bazı eşyayı sırtına koyduğunu ve kendisine "yük devesi" diye iltifat ettiğini nakleder.


Ne irfan!.. Ne incelik!.. Ne dikkat!.. Ne titizlik!.. Ne muhabbet ve ne teslimiyet!.. Allah için olan her şey onun kabülüydü. Onun teslimiyeti ve sadakati böylesine güzeldi. İslâm tümüyle güzellik güzellikti...


Büreyde (r.a.)'ın gönlü o derece cihad aşkıyla doluydu ki, at sırtında düşmana saldırmaktan daha güzel bir hayat şekli olmadığını söylerdi. Ömrünü hep cihad aşkıyla geçirdi. Zaman zaman: "Benim damarlarımda cihad kanı akmaktadır. Hayatım at sırtında geçer" derdi. Arkadaşlarını hep hayırla anardı. Fitne fesat çıkarmak isteyenlere karşı: "Benim kılıcım müslümana karşı kınından çıkmaz." derdi. Müslümanlar arasında çıkan olaylara karışmadı. Hiç kimseye taraftarlık etmedi. Bir gün birisi ona Hz. Ali, Osman, Talha ve Zübeyr (r.anhüm) hakkında fikrini sordu. O da ellerini açarak; "Cenâb-ı Hak Ali'ye rahmet eyleye, Osman'a, Talha'ya, Zübeyr'e rahmet eyle..." dedi.


Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizin dâr-i bekâ'ya irtihallerinden sonra sahabenin çoğu hasretine dayanamayarak uzak bölgelerde cihada katılmış ve islâm'ı yaymak için etrafa dağılmışlardı. Büreyde (r.a.) da Hz. Ömer (r.a.) zamanında Basra'ya yerleşti. Hz. Osman (r.a.) zamanında Horasan tarafına gönderilen orduya iştirak etti. Orada islâm'ı yaymak için çalıştı. İnsanları tek tek Allah'a çağırdı. Onlara islâm'ı ve Kur'an'ı öğretti. Ömrünü bu şekilde dini tebliğ ile geçirdi. Bu bölgede en son vefat eden sahâbî oldu.


Yezid bin Muâviye döneminde 63 hicrî 682 milâdî senede vefat eden Büreyde İbni Husayb (r.a.) Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizden 164 hadis rivayet etti. Buharî'de bir, Müslim'de onbir rivâyeti bulunmaktadır. Bir rivâyeti şöyledir:


"Kim Kur'an-ı Kerim'i okur, onu dünya kazancı için vâsıta yaparsa, kıyâmet gününde, yüzü, etten soyulmuş bir kemikten ibaret olarak Arasat meydanına gelir."


Cenab-ı Hak, bizleri de Büreyde (r.a.) gibi gönlü cihad ruhuyla dolu kullarından olmayı ve şefaatlerine ermeyi nasib eylesin, Âmin.
 
Üst Alt