Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah Rızası için yardım edin imam nikahı hakkında

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

konuyu saptırmayın nezirin peygamberimiz olduğunu nereden çıkardınız önce bunu ispatlayın 2. si ben bu ayetle üstadıma atfetme imasında bile bulunmadım onuda nereden çıkardınız ayet diyorki emrimizle imamlar kıldık insanlar neden Allahdan emir alabilen imamlara danışmıyorlarda kendi heva ve heveslerine tabii oluyorlar
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
yok dedik iki ayrı nikah.Bayan arkadaşlara tavsiyemiz ikisini birlikte yaptırmalarıdır.Zira hukuksal sorunlar,üzücü durumlar yaşarsınız.Güvenebilirsiniz ama hakikat budur.Hukuksal olarakta dini olarakta bağlayıcılığı olmayan nikah İslami değildir.
 

abrec

New member
Katılım
21 Ağu 2006
Mesajlar
321
Tepkime puanı
2
Puanları
0
valla neler demek istemişiniz anlayamadım fakat şunu iyi bilmeliyiz ki
kayıtsız bir nikah kadının aleyinedir.
ama çoğu müslüman imam nikahını zinalarına kılıf uydurmak için kullandıkları için imam nikağının yapılış şeklini basitleştirmişlerdir.
islamda hiçbir şey insanların kişisel vicdanlarında değildir.
kadını boşadığında mehir vermiyormusun ya şahitler şaşarsa kabul etmezse ne olacak.
kadı nikahda bunları yazar çizer.

ama dedim ya günümüzdeki imam nikahı şekli hoşumuza gittiğinden böyle kabul ediyoruz.

çocuğun olursa ne olacak.
adam içip gezip karısını dövrse nikağı kıyan ve şahirtler yok olursa kim boşucak kadını kocasından

kadı yani günümüzdeki hakimin eskiden görevini yapan adam.


tabii nasıl işimize gelirse öyle devam.
flört edelim ama arkadaş arası bi nikah tamam vicdanlar rahat.
zinadan önce bir nikah 2 aylık 1 aylı ananın babanın annenin akrabanın haberi yok tamam vicdanlar rahat
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
...

...

arkadaşlar gene aynı meseleye geldik böyle önemli meseleler için evliyalara danışmak gerekir bakın herkez farklı çözümler getiriyor mantıksal açıklamalar veya farklı görüşteki fıkıh kitaplarına başvuruyorlar farklı cevaplar geliyor koca Türkiyede hiçmi Allah dostu yok ona sorulmuyor?

SECDE-24: Onlardan (insanlardan) imamlar kıldık, emrimizle insanları hidayete erdirsinler diye, sabırlarından dolayı ve âyetlerimize (Allah’ın âyetlerine) yakîn hasıl ettikleri için.

MULK-9: (Cehenneme atılanlar) derler ki: "Evet, andolsun ki bize nezir geldi. Ama biz, onu yalanladık ve Allah, hiçbir şey indirmemiştir, dedik ve siz, büyük bir sapıklık içindesiniz, dedik.”
 

yýldýz

New member
Katılım
22 Ağu 2006
Mesajlar
1,359
Tepkime puanı
8
Puanları
0
BAKARA SURESİ
237- Eğer onlara mehir tespit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri veya nikah bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tespit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.

NİSA SURESİ
25- İçinizden özgür mü'min kadınları nikahlamaya güç yetiremeyenler, o zaman sağ ellerinizin malik olduğu inanmış cariyelerinizden (alsın.) Allah sizin imanınızı en iyi bilendir. Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikahlayın. Onlara ücretlerini (mehirlerini) maruf (güzel ve örfe uygun) bir şekilde verin. Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı(nı uygulayın.) Bu, sizden günaha sapmaktan endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Nikah sözleşmesi ile ilgili bir ayet vardı lakin bulamadım. :(
 
Z

zeynep_hearty

Guest
bakara 235-Böyle kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya gönlünüzde tutmanızda size bir vebal yoktur. Allah biliyor ki siz onları mutlaka anacaksınız. Fakat örfe uygun konuşma dışında başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan iddet sona erinceye kadar da nikâh akdine azmetmeyin (kesin karar vermeyin). Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir. Öyle ise O’nun azabından sakının. Yine bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşaktır....
bu ayeti kerime olabilirmi ??emin olamadım yinede yazayım dedim ...selam ve dua ile..
 

yýldýz

New member
Katılım
22 Ağu 2006
Mesajlar
1,359
Tepkime puanı
8
Puanları
0
bakara 235-Böyle kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya gönlünüzde tutmanızda size bir vebal yoktur. Allah biliyor ki siz onları mutlaka anacaksınız. Fakat örfe uygun konuşma dışında başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan iddet sona erinceye kadar da nikâh akdine azmetmeyin (kesin karar vermeyin). Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir. Öyle ise O’nun azabından sakının. Yine bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşaktır....
bu ayeti kerime olabilirmi ??emin olamadım yinede yazayım dedim ...selam ve dua ile..


Olabilir kardeş. Tam hatırlamıyorum. Zaten Akid sözleşme demek sanırım.
 

yýldýz

New member
Katılım
22 Ağu 2006
Mesajlar
1,359
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Selamün Aleyküm.

Nikahlar, mekanlar, söylemler…
Hep içiçeyizdir nikah olgusu ile. Nikahın tarihi insanlık tarihiyle başlar. Tüm semavi dinler ise onu destekler ve kutsar.

Eski Türklerde bu akit değişiklikler gösterir. Örneğin; Yakut ve Altay Türkleri arasında tek meşru sayılan evlilik akdi kızın kaçırılması iken bu gelenek, boylar arasındaki huzursuzluk nedeniyle, daha sonraları karşılıklı anlaşma ve çeyiz (kalin) ödemesi ile şekil değiştirmiştir.

Osmanlıda nikah akdi yürürlükte olan dini yasalarla, tanıklar huzurunda imam ya da başka bir kişi tarafından kılınırdı. Ayrıca bir işlem yapılmazdı. Cumhuriyetle birlikte nikah “Medeni Kanun” kapsamına alınmış ve belediye başkanları veya onların yetkili kıldıkları evlendirme memurları ile köy muhtarları, konsolosluklar ve devlet otoritesinden uzak vasıtalarda (örneğin gemilerde) kaptanlar tarafından kıyılır olmuştur. Hukuksal ve toplumsal açıdan nikahın ana esprisi, evliliğin yasayla hüküm altına alınması ve varlığı süresinde olduğu kadar nihayeti durumunda da aile bireylerinin medeni haklarının belirlenmesi, korunması ve tasnifine dayanak sağlıyor olmasıdır.

Toplumumuzda nikah, tarafların resmi memur önünde ve tanıklar huzurunda evlilik iradelerini beyan etmek suretiyle gerçekleştirdikleri bir akit olarak tanımlanmışsa da , uygulamada mekan, eylem ve söylem açılarından ortaya çıkan görüntü bazen işin “kutsiyet boyutu”nu “magazin boyutu” nun gerilerine taşıyabilmektedir.

Şimdi bu uygulamanın Bursa özeline kısacık bir göz atalım dilerseniz:

Mekanlar: Bursa kentinin 3 adet nikah dairesi (sarayı) var. Bunlardan ortada bulunan Kültürpark nikah sarayında 2 salon mevcut. Her salonda ilçe belediye başkanının kimliğini taşıyan bir çelenk ile bir de kutlama mesajı var.

Her nikah salonunda birer sahne var ve sahne üzerinde de birer nikah masası… Sadece Kültürpark içindeki 1 nolu salonda anlamı kolay çözümlenemeyen, tabiat bilgisi derslerinde gördüğümüz “terliksi hayvan” kesitine benzer bir “tablo” da bulunuyor duvarda. Bir de Nilüfer Belediyesinin Bursa Gazeteciler Cemiyeti Basın ve Kültür Sarayı içindeki Nikah Salonu, ünlü Nicky Martin Show’dan esinlenme, çiftleri yukarıdan aşağıya indiren bir biçimde mizansenlenmiş.

Bursa’daki tüm nikah mekanları iyi mekanlar, modern mekanlar.

Eylemler: Nikahlarda, malum, bazı tariflerde sayısı iki olması gereken tanıklar var. Bu sayı bazen herhalde “sosyal itibar”a endeksli olarak, iki katına, hatta üç katına çıkabiliyor… Evlenecek bir çift, altı tane de tanık…. Bunu çiftler ve düğün sahipleri nasıl yorumlarlar bilinmez ama, sahnedeki bu görsel manzara yansız bir izleyiciye “birazcık abartılı bir show “ gibi yansıyor.

Söylemler: Nilüfer’de Mustafa Bozbey Başkan kutlamayı “mutluluklar dileğiyle” diye sözlendirmişler. Kültürpark’ta Recep Altepe Başkan her iki salonda da “Hayatınızda açtığınız bu yeni sayfada sevgi, saygı ve hoşgörü olsun. Evlilik hayatınızda sağlık ve mutluluklar dilerim” ibareli kutlaması var. Yıldırım’da Özgen Keskin Başkan daha bir lirik söylemle katılmış kutlamaya: Gözleriniz aydın, nikahınız kutlu olsun. Evinize bereket, sağlık ve mutluluk dolsun!” diyor kutlama.

Nikah akitlerinin, malum, bir de yazılı metni var. Ama bu metne baktığınızda metnin dil bilgisi kuralları olarak da, içerik olarak da, anlam bilim sıralaması olarak da doyurucu olmadığını görürüz. Örneğin “sizleri karı-koca ilan ediyorum. Hayırlı olsun!” tümcesi, bize göre, metnin kapanış tümcesi olarak en sonunda olabilirdi.

Bir de o “heyecansal” eklemeler… Nikah memurunun, tanıkların ve çiftlerin o “spontan esprileri” … Tüm bunlar özünde ciddi olması gereken nikah akdini birazcık medyadaki “renkli hayatlar”a benzetiyor. Kayınvalide adları, akraba zevkleri soruları gibi.

Akitler ciddi olmak gerekir. Aşırı samimiyet biraz “cıvıtasyon” oluyor. İşin eğlence boyutu ile nikah akdinin ciddi ritüeli birbirinden kesinkes ayrılmalıdır diye düşünüyorum. Bu, hem nikah akdine özünde var olması gereken saygınlığı getirecek hem de değişik toplum katmanları arasındaki görsel farklılıkları ortadan kaldıracaktır. Böylece nikah herkesin saygı ortak katında birleştiği bir akit haline gelecektir.

Nikah akdi sadece bize değil tüm insanlığa özgü bir eylemdir. Acaba bu iş başka yerlerde nasıl olur diye düşünmeye gerek yok. Biraz belleğimizi zorlarsak hepimiz gördüğümüz film sahnelerinden aşağıdakine benzer bir nikah sahnesini anımsayacağız:

Çift ve tanıklar hakimin ya da din görevlisinin karşısındadırlar. Tek tek veya birlikte şu nikah aktini sesli olarak icra ederler.
“Ben…., sen……i, şu andan itibaren kendime yasal eşim, sürekli arkadaşım, sadakatli hayat ve sevgi ortağım olarak alıyorum. Tanrının, ailelerimizin ve dostlarımızın huzurunda senin; hastalıkta ve sağlıkta; iyi günde ve kötü günde; sevinçte ve kederde, sadık ortağın olacağıma and içiyorum ve hayatımız boyunca, seni kayıtsız koşulsuz seveceğime, hedeflerinde sana destek olacağıma, seni onurlandırıp sana saygı duyacağıma, seninle birlikte gülüp seninle birlikte göz yaşı dökeceğime ve seni daima aziz tutacağıma söz veriyorum.”

Akitler birer sosyal sözleşmedir. Ciddi tutulmalıdırlar. Ciddi tutulmalılar ki bozan bedelini ödesin.

Bir de nikahta keramet vardır, diye bir söz var. Var mıdır, yok mudur? Herhalde ciddi akdedilen nikahlarda daha bir keramet vardır.

Ama yine de işi sadece keramete yıkmamak gerekir.

Neden mi? Nedenini ünlü düşünürümüz Hacı Bektaşi Veli’nin şu dörtlüğünde arayalım:

“Hararet nardadır, sacda değildir,
Keramet baştadır, taçda değildir.
Her neyi ararsan kendinde ara,
Mekke’de, Kudüs’te, Hac’da değildir”

Tüm nikahlananlara mutluluklar dileriz.
İyi pazarlar.

(ALINTIDIR)

--------------------------------------

Maide Suresi



Bu sûrenin diğerlerinde bulunmayan onsekiz farzı içine aldığı açıklanıyor. Ebu Hayyan'ın kaydettiği üzere, Arapların ilk filozofu meşhur el- Kindi'ye öğrencileri: 'Ey filozof, bize şu Kur'ân'ın bir dengini yapıver' demişler. O da: 'Peki, hepsinin değil ama, bir kısmının benzerini yapayım' demiş. Ve bir çok günler çekilip kapanmış, sonra çıkmış: 'Vallahi demiş buna ne bizim kudretimiz yetecek, ne de başka birinin. Mushaf'ı açtım, Mâide suresi çıktı, baktım vefa (sözde durma)yı söylemiş, dönekliğ i yasaklamış, bir genel tahlil yapmış, sonra bir istisna istisna eylemiş, sonra da kudret ve hikmetinden haber vermiş ve bütün bunları iki satıra sığdırmış, bunu ise hiç kimse ciltlerle yazı yazmadan ifade edemez.'

UKUD: Akdin çoğuludur. Akd, belgeye bağlanmış anlaşma demektir ki, bir şeyi diğerine sağlam şekilde bağlayan bağ ve düğüme, mesela ip düğümüne benzetilmiştir. Yani anlaşma asıl lugatta sıkı bağlamak ve düğümlemek, sağlam bağ ve düğüm demek olup, bundan nakledilerek bir kimsenin bir şeyi beni m semesi veya başkasını susmaya mecbur ederek kendini veya diğerini bağlamasına veya karşılıklı bağlanmalarına akid adı verilmiştir ki, itikad da bundandır. Şu halde her akid icab ve kabule dayanmayıp, bazıları yalnız razı olmakla da anlaşma yapılmış olur k i, adaklar ve gelecekle ilgili yeminler bu türdendir

AHİD de asıl lugatta bir şeyi halden hale saklayıp gözetlemektir. Böyle gözlenmesi istenen, gerekli görülen belgelere de ahid (anlaşma) ismi verilir. Bu ölçü ile ahid ve akid anlamdaş demek iseler de, akid kelimesi, 'misâk' gibi daha

çok ihkâm (sağlamlaştırma) ifade eder.

VEFA ve İFA ise ahid ve akdin gereğini yerine getirmek, icabını tamamen icra eylemektir. Burada çoğulu muhallâ bi'l-lâm (lâm harfiyle süslenmiş yani harfi tarifli) olan , 'el-ukud', istiğrak ifade eder ki, gerek Allah Teâlâ'nın kullarına gerekli kıldığı ve anlaşma yaptığı teklifleri ve dine ait hükümleri gerek kulların kendiliklerinden Allah'a karşı bağlandıkları adakları ve yeminleri, gerekse insanların kendi aralarında sahih olarak anlaştıkları emanetler, muameleler ve diğerleriyle ilgili her çeşit akidleri içine alır. Hatta harb ehli, zimmet ehli, Haricîler ve diğer insanlar ile yapılan anlaşmalar da dahildir. Şu halde bundan şu kural ortaya çıkar ki, 'akidler de aslolan sıh h attir, meğer ki bozulmasına bir delil gelmiş olsun'. Bunun için herhangi bir akidde söz, sıhhat davacısının,delil fesad davacısınındır. Meğerki o akidde fesadın batıl olmasından başka bir mânâ ifade etmemiş olsun. Çünkü batıl olma iddiası, akdin yokluğunu iddia ve varlığını inkâr demektir. Bunda ise delil, vücut ve sıhhat iddiacısına yönelir. Çünkü emri yerine getirmek, sahih olarak mevcut olan akde yöneliktir. Akid, sabit ve aktedilmiş değilse yerine getirilecek bir şey yoktur. Ebu Bekir Râzî bu fıkhî mân â ile 'Ahkâm-ı Kur'ân'da der ki: 'Akidleri yerine getirin', ukud (akidler) isminin ulaşmış olduğu bütün akidlerin yerine getirilmesini gerektirir. Şu halde herhangi bir akdin caiz olması veya fasit olmasında veya her hangi bir adağın sıhhat ve lüzumunda a nlaşamadığımız zaman ilâhî sözü ile delil getirmek sahih olur'. Fakat akidler her çeşit dini sorumluluklardan daha genel olduğu ve halbuki dini teklifler içinde mendublar ve müstehapların da varlığı bilindiği için, bu 'îfâ ediniz' emrinin de vücub ve n e dben daha genel bir mânâya yüklenilmesi gerekeceğinin de unutulmaması lazım gelir. Nitekim bunu Ebu's-Suud açıkça göstermiştir. Netice olarak dinin özünün, Allah ve kullarla sağlam birtakım anlaşmalar ve mukaveleler yapmak ve sahih olarak aktedilen anlaşm a lar ve akidleri ifa etmek suretiyle hükmünü yerine getirmek demek olduğu bu sûrenin başında genel bir esas olarak özetlenip buyurulmuştur ki:

Ey iman etmiş olan müminler, bağlandığınız bütün akid (anlaşma)leri ifa ediniz. Yani ilk önce iman bir akiddir. Ve siz bu akid ile Allah'a karşı bir takım sözleşmeler ve akidler yaptınız, bağlandınız. Sonra kendiliğinizden veya kendi aranızda veya bütün insanlar arasında birtakım akidler daha yapar bağlanırsınız. İşte bütün bu akidleri ifa ediniz. Dinin kökü, imanın hükmü, Allah'ın emri kısaca budur. Şimdi sûrenin ismiyle

uyuşmuş olmak üzere önce geçim vasıtalarından başlıyarak bunun biraz açıklamasına gelelim:

Size çeşitli hayvanlar helal kılındı. Bunlardan faydalanır ve helal helal yiyebilirsiniz. Ancak haram olması okunan veya aşağıda geleceği üzere okunacak olanlar müstesna. Ki bu cümleden olarak gelecektir.

Daha önce bilhassa şu dikkat çekicidir ki siz ihramlı iken avlanmayı helal kılamayacağınız, ihram halinde avlanmayı ve av eti yemeyi caiz göremeyeceğiniz halde çeşitli hayvanlar, bazı müstesna ile helal kılındı. Yani ey müminler, siz hayvan öldürmek caiz olmayan ihram halinde avdan ve av eti yemekten yasaklanmışsınız. Fakat bu halde bile bir akdin meyvesi olmak üzere et yemekten mahru m bırakılmadınız. Siz ihramlı iken, av olmamak şartıyla ihramda bulunmayanların kestikleri hayvanlardan yiyebilirsiniz ki, bu helal ve haram olma birer ilâhî akiddir. Ve böyle başkasının kestiği hayvanın etini yiyebilmeniz, herhalde kendi aranızda yapacağı n ız alış-veriş ve hibe gibi bir akdin meyvesidir. Şu halde bununla akidlerin faydalarını ve İslâm dininde geçiminizin nasıl genişletildiğini takdir edin ve bu helal ve haramı ifa eyleyin de helali haram, haramı helal yapmayınız. İlerde âyetinde açıkça g örülecektir ki, ihram halinde haram olan av, deniz avı değil kara avıdır. Buradaki av da kara hayvanları, demek olan behime-i en'âmdan istisna yerinde bulunmak bakımından buna bir işareti içerir. 'Behime', esasen aklı olmayan herhangi bir hayvan demektir k i 'İbham' (kapalı bırakma) mânâsından alınmıştır. Sonra bu isim kara ve denizde yaşayan dört ayaklı hayvanlarda daha çok kullanılarak onlara tahsis edilmiştir. Burada helal kılınan ise mutlak behâim (hayvanlar) değil, kara ve denizde yaşayan dört ayaklı h ayvanlardır.

ALINTIDIR, DEVAM EDECEK İNŞALLAH
 

yýldýz

New member
Katılım
22 Ağu 2006
Mesajlar
1,359
Tepkime puanı
8
Puanları
0
'EN'AM' da (ne'am) ın çoğulu olup, En'am sûresinde: 'Hayvanlardan da kimi yük taşır, kiminin tüyünden döşek yapılır. Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin' (En'âm, 6/142), 'Sekiz çift (hayvan), koyundan iki, keçiden iki'. (En'âm, 6/143) 'Ve deveden iki, sığırdan iki' (En'âm, 6/144) diye açıklandığı üzere ehli hayvanlardan deve, sığır, davar, yani koyun ve keçiye söylenir ki, yumuşaklık mânâsına olan 'nu'ûmet'den alınmıştır. Pençeliler şöyle dursun beygir, katır, eşek gibi 'hafir' d enilen tek tırnaklı hayvanlar bile 'en'âm'da dahil değildirler. Nitekim Nahl sûresinde 'Hayvanları da yarattı.

Onlarda sizin için ısınmanızı sağlayan şeyler ve daha bir çok yararlar vardır. Ve onlardan kimini de yersiniz' (Nalh, 16/5), 'Binmeniz ve süs için atları, katırları ve eşekleri ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır'. (Nalh, 16/8) buyurulmuştur. Şu halde 'behimetü'l-en'âm' terkib-i izâfi (isim tamlama)si ya 'çam ağacı' gibi izafet-i beyaniyye olup 'en'âm denilen kelimeler' deme k tir ki, bu şekilde diğer bir âyetteki 'Size okunup açıklananlar dışındaki hayvanlar sizin için helal kılınmıştır'. (Hacc, 22/30) gibi doğrudan doğruya en'âmın helal oluşu nasla bildirilmiş ve bunlara benzeyen ceylan, geyik ve diğerleri gibi av hayvanları en'âma katılarak helal kılınmış olur. Veya 'behime' den maksad en'âmın dışından olarak izafet-i lâmiye-i teşbihiyye ile 'en'âm gibi olan behâim' demektir ki, bu şekilde de geviş getirmek ve köpek dişleri olmamak bakımından en'âme benzeyen geyik ve diğer v ahşi hayvanların helal olduğu ve helal olma sebebine işaret edilmiş olur. En'âmın helal olması ise daha önce diğer nass (dinî metin) ile açıklanmış olduğu gibi, buradan da müşebbehün bih (benzetilen) bir asıl olmak üzere yine bi'l-işâre (işaretle) anlaşı l ır. Ve bundan 'avı helal saymaksızın' hâl kısmı ile avın istisnası (hariç tutulması) bir istisnâ-i muttasıl (bitişik istisna) yerinde bulunacağı 'behîme' kaydı da te'kide değil, te'sise sarfedilmiş olup fazla bir menfaat ifade edeceğinden bazı tefsirci l er bu şekli tercih etmişlerdir. Fakat bunda ihram durumuna bakarak kelâmı, sırf haram kılmaya yöneltmek vardır. Ki, 'akidleri ifa edin' sözünün akışına pek de uygun değildir. Zira vahşi hayvanlardan faydalanmak ava dayandığı için, bunu müteakip ihram h alinde avın yasaklanması açıklanırken ihram haline göre bu helal olmanın hiç hükmü kalmamış ve o halde kelamın gelişi büsbütün haram bulmaya yönelmiş ve şu halde bu yasaklama halinde en'amın helal olmasından faydalanma ve anlaşmaların semerelerinden isifa d e etme hususu nasla bildirilmemiş ve bu İslâm nimeti ile başa kakma mânâsı gösterilmemiş olacaktır. Gerek bu ince beyan zevki ve gerekse en'amın aslında helal oluşunun bilinmesi sebebiyle tefsircilerin çoğu da birinci izafet-i beyaniyye şeklini tercih e t mişlerdir. Ki bunda 'behime' lafzı helal olma sebebini araştırmamakla beraber, buna işaret etme nüktesinden de uzak değildir. Vahşi hayvanların bunun hükmüne girmesine vasıta olur. Ve her iki takdirde behime-i en'am (kara hayvanları), deniz hayvanlarını içine almaz.

Şimdi bu ilâhî nimetlere karşı acaba bu helal ve haram olma niçin böyle oluyor? Niçin hayvanlar, ihramlı ve ihramsız bütün hallerde mübah kılınır da, avlanmak bazan mübah, bazan haram oluyor? Hayvanların hepsi can değil midir?

Nasıl oluyor da ilâhî hükümde bu hayvanların, isterse bazıları insanlara helal olabiliyor, gibi birtakım düşüncelere de gerek yoktur. Helal ve haramın hükümlerini sebeplerini aramaktan çok Allah'a kullukla yerine getirmelidir. Zira şüphe yoktur ki Allah neyi irade e derse onu hükmeder. Hükmünde serbesttir. Yani esas itibarıyla bütün hükümler onun istek ve iradesine tabidir. İlâhî irade üzerinde tesir icra etmesi düşünülen hiçbir sebep, hiçbir kuvvet yoktur. Gerçi birçok defalar geçtiği üzere Allah Teâlâ hikmet sahi b i olduğundan Allah'ın tekliflerinin dayanağı da kulların iyilikleri ve menfaatleridir. Ve şu halde bu helal ve haram da birçok yüksek hikmetleri içermektedir. Fakat bütün bu hikmetler, ilâhî iradenin meyveleri ve sıralanmış hükümlerinden başka bir şey değ i ldirler. Asıl hükmün sebebi, o hikmetler, o iyilikler değil, Allah'ın iradesidir. Mesela insan, hayvanlara tercih edilmiş ve en'am (hayvanlar) insana mahsus hayatın iyiliğine diğerlerinden daha elverişli yaratılmış ve bu gibi fıtri hikmet ve iyiliklerden d olayı en'am helal kılınmış denebileceği farzedilsin. Fakat buna karşı acaba bu hilkat, bu nizam niye böyle olmuş? Bunda ne zaruret varmış, sorusu derhal ortaya çıkar. Bunun ise tek cevabı Allah'ın böyle istemiş ve böyle hükmetmiş olmasıdır. Şu halde esas itibariyle bunların hiç birinde özel zaruret yoktur, hepsi mümkün olan şeylerdendir. Bütün gerekliliğin, zaruretin ve güzelliğin kaynağı Allah'tır. Hüküm, hikmet, hukuk, şeriat hep bu iradenin ortaya çıkmasıdır. Ve bunun için tekliflerin güzel ve çirkin o l uşu da her şeyden önce yaratan ve yaratılan, Allahlık ve kulluk ölçüsüyle Allah'ın iradesine dayanmaktadır. İlim ve hukuk hikmeti ne kadar derinleştirilirse derinleştirilsin, esasında hukuk konusundan dışarı çıkamaz.

2-Asıl hikmet eşyanın tabiatı değil, onların yaratıcısı ve 'her şeyi kuşatıcı' olan Allah'ındır. Din açısından bu helal ve haram da sırf onun iradesinin eseridir. Bunun için: Ey iman edenler ne Allah'ın şeâirine, yani iradesini gösteren merasim ve dini sorumluluklarına, ibadet ve taatlarına nişane olanı işaret edici alâmetlerine, mesela hacc için ihram , mikatlar, cemreler, Safa ve Merve, Meş'ar-i haram, Arefe ve rükun, tavaf ve sa'y, kurban, traş olma ve ıhlal gibi menasik denilen şiarlara ve ne bu alâmetlerden sayılan haram aya, yani savaş haram olan receb, zilkade, zilhicce, muharrem dört aydan birine (Bakara Sûresi 2/194. âyetine bkz.) ve ne hedye, yani Kabe'ye hediye edilen kurbanlıklara, ne de kılâdelere, yani kurbanlık nişanesi olmak üzere kurbanlıklara herhangi bir şeyden ta k ılan gerdanlıklara ve özellikle bunların takıldığı gerdanlıklı kurbanlıklara, ve Kabe'ye doğru gelenlere, Rabblarından hem bir fadl (dünyaya ait bir ticaret)

ve hem hoşnutluk ümit ederek ziyaret kastedenlere hürmetsizlik etmeyin. Yani bütün alametlere hürmet edin, hürmeti terketmeyin. Bu cümleden olarak haram aya savaş ve nesi' (haram ayı tehir etmek) sûretiyle riayetsizlikte bulunmayın, hediye kurbanlık ve gerdanlıkların hürmetini ihlal etmeyin, diğerlerinin sevk ettiklerine hücum etmeyin. Kendinizi n kurbanlık götürüp, ona bir nişane takmanız da ihramlının yapacağı işlerdendir. Öyle ise bozmayın, derhal elbisenizi çıkarıp ihrama girmekle ve bundan sonra bunların etlerini sadaka olarak vermekle bu hürmeti koruyun. Hem ziyaret, hem ticaret kastıyla Kab e 'ye gelenleri yasaklamayın, hacıların yolunu kesmeyin. Kabe'ye dışardan gelenler de Mekke'ye ihramsız girmesin. Avlanacaksanız ihramdan ve Harem'den çıkıp, hılle (harem dışına) girdiğiniz zaman avlanın. O zaman Harem dışında avlanmaya izin var. Fakat har e m avı, ne ihramlı, ne ihramsız hiç bir halde caiz değildir.

Bir zamanlar sizi Mescid-i Haram'dan yasaklamaları sebebiyle bir kavme olan buğz (kızgınlık) sizi kendilerine taarruz ve tecavüzünüzle günaha sokmasın, şeârie hürmetsizlik etmek cürmüne düşürmesin. İbnü Kesir ve Ebu Amr kırâetlerinde 'hemze'nin esreriyle okunduğuna göre: Bir toplum sizi Mescid-i Haram'dan men ederlerse, onlara buğz ve kininiz şeâire hürmetsizlik ederek kendilerine tecavüz etmeniz suretiyle sizi günaha sokmasın. iyi l ik ve takva üzerinde yardımlaşın da, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın, ve Allah'tan korkun, bu emirlere karşı gelmekten çekinin. Çünkü Allah'ın azabı çok şiddetlidir, dayanılır şey değildir.

Rivayet edildiğine göre bu âyetin başlıca iniş sebebi Benu Dubey'a b. Sa'lebe'den Hutam b. Hindi Bekri olayı olmuştur .Bu Hutam Medine'ye gelmiş, atlarını Medine dışında bir yere bırakmış, yalnızca Peygamberimizin huzuruna varmış, bir kavmin davetçisi olduğunu ve arkadaşlarıyla beraber gelip müs l üman olacaklarını vaad etmiş. Çıktığı zaman Resulullah: 'Bu adam bir günahkar yüzüyle girdi ve bir hain kafasıyla çıktı' buyurmuş. Sonra Medine'den çıkmış, Medine halkının yayılmakta olan develerine rastgelmiş sürmüş götürmüş ve şu recez bahriyle söylenmiş şiiri söyleyerek gitmiş:
 

yýldýz

New member
Katılım
22 Ağu 2006
Mesajlar
1,359
Tepkime puanı
8
Puanları
0
(1)

Haber alınınca takip edilmiş, yetişilememiş, ertesi sene yani kaza Umresi senesi Bekir b. Vail hacıları yanında Yemâme'den çıkmış, hacca gelmiş ve beraberinde hayli ticaret malı varmış. Sürüp götürdüğü develerden bir çoğunu gerdanlıklarla süsleyip Kabe'ye hediye olarak sevk etmiş. Müslümanlar karşıdan bunların geldiklerini işitince karşılayıp vurmak için Resulullah'tan izin istemişler, bu âyet inmiş, izin verilmemiştir.

Kaza Umresi zilk ade ayında vaki olduğundan 'eş-Şehra'l-Haram' önceden ve bizzat buna işaret demektir. Diğer taraftan İbnü Zeyd'in rivayetine göre Mekke'nin fethi senesi müşrikler de Kabe'yi ziyarete geliyorlar ve Umre'ye giriyorlardı. Müslümanlar, 'ey Allah'ın Resulü bu n lar müşrik, biz de bunları bırakmayalım baskın edelim' demişler. 'Kabe'ye doğru gelenlere engel olmayın' âyeti nazil olmuş, Hudeybiye'yi hatırlatan kısmı da buna daha çok yatkındır.

Bu rivayetlerde gösterilen nüzul sebebine göre yalnız müslüman hacıların değil, müşriklerin bile Kabe'yi ziyaretten yasaklanmamalarını emreder ve hoşnutluk isteği kendi mezheplerine göre 'kendi kanaatlarınca' demektir. O halde Berae sûresinde: 'Müşrikler, nefislerinin küfrünü göre göre Allah'ın mescidlerini onar a mazlar' (Tevbe, 9/17), 'Müşrikler pisliktir, artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar' (Tevbe, 9/28) âyetleriyle hicri dokuzuncu seneden sonra müşrikler Mescid-i Haram'a yaklaşmaktan yasaklandıkları zaman bu umûm neshedilmiş, yal n ız müslüman hacılara mahsus kalmıştır.

Aynı şekilde hükmü de Bakara sûresinde açıklandığı üzere 'Onları nerede yakalarsanız öldürün' (Bakara, 2/191) gibi genelleştirme

âyetleriyle neshedilmiştir. Âlimlerin çoğunluğunun görüşü de budur. Fakat bazı âlimler haram ayda hücum harbinin yasaklanmasının baki olduğuna ve taarruzu yasaklayan hükmünün kaldırılmadığı görüşüne sahip oldukları gibi, esasen de müslümanlardan başkasına şamil olmadığına ve çünkü sevap arzusu ve ilâhî rıza mânâsıyla müm i nlerin şiarında açık bulunduğuna, dolayısıyla müşriklerin yasaklanmasını emreden Berâe âyetlerinin bununla ilgisi olamayacağı görüşüne sahip olmuşlardır. Bunun için Hasen (r.a.), 'Mâide sûresinde neshedilmiş âyet yoktur' demiş. Ebu Meysere'nin, 'Bu sûred e onsekiz farz vardır ve bunda neshedilmiş âyet yoktur' dediği de nakledilmiş ve bu konuda yukarda anılan: 'Mâide sûresi, nüzul bakımından Kur'anın sonlarındadır, helalini helal, haramını haram kabul edin.' hadis-i şerifi ile de delil getirilmiştir ki, bunlar sûrenin tamamının Veda haccı senesinde inmiş olduğu rivayetine taraftar olmuşlar demektir. Bununla beraber Mâide sûresinin iki âyetinin dışında neshedilmiş âyet bulunmadığı hakkında da bütün tefsircilerin ittifakı vardır. Hz. Ebu Bekir'in hacc ile g örevlendirildiği hicri dokuzuncu seneye kadar Arap müşriklerinin hacdan yasaklanmadıkları bilinmektedir. Zikredilen Berâe âyetlerinin inişi üzerine bu seneden sonra yasakladıklarında ve hicrî onuncu senesinde Resulullah'ın bizzat başkanlık yaptığı Veda ha c cında kâfirlerden hiç birinin yaklaştırılmadığında da ihtilaf yoktur. Fakat mesele bundan önce kâfirlerin yasaklanmaması, yasaklanmaya dair bir emir varid olmamasından mıdır? Yoksa yasaklanmamaları bu âyet ile emredilmiş olmamasından, yani kâfirleri de i ç ine almış bulunduğundan mıdır? İşte ihtilaf bu noktadadır. Ve bilinmektedir ki nesih, nassın kalanındakinin kesinliğine zarar vermeyeceğinden, her iki şekilde kısmının önce ve sonra müslüman hacıların hacdan yasaklanmaları hükmündeki hükmü kat'i ve muh k emdir. Berâe âyeti de müşrikler aleyhinde muhkemdir. Ve bugün ihtilafın semeresi, ancak 'haram ay' meselesinde açıkça olabilecektir. Zira bazı âlimlerin dediği gibi burada nesih yoksa müslümanlar 'haram ay' denilebilen dört ayın hiçbirinde saldırıcı olara k harp ilan etmeye izinli değillerdir. Çoğunluğun dediği gibi nesih varsa, lüzumuna göre, gerek savunma ve gerek saldırı savaşı edebilmek için bu dört ay da diğer aylar gibidir. Daha önce mevcut olan 'haram aylar' kaydı bugün kaldırılmıştır. Biz de çoğunlu k ile beraber bu kanaatteyiz.

Sonra bu âyetin hacc aylarında asayişin korunmasına her zamandan çok ve özel bir şekilde dikkatli davranılması gerektiğine çok ciddi olarak işaret ettiğinde de şüphe yoktur.

'Siz ihramlı olduğunuz zaman avlanmayı helal saymanız hariç' istisnasına dair olan bu açıklamadan sonra, 'haram oldukları size okunacak olanlar müstesna' istisnasının açıklanmasına gelelim:

3- 'Çeşitli hayvanlar size helal kılındı', fakat size şunlar haram edildi.

1. Meyt e, (leş yani, kesilmeden ölen, daha doğrusu tezkiyesiz ölen.) Meyte, canlı karşılığı ölü demek değil, hiç bir haricî tesir olmadan ölen demek de değil, mezbuh (kesilmiş) karşılığı ölü, 'kesilmeden ruhu ayrılan' tam şer'i mânâsıyla söylenecek olursa k arşılığı ölüdür ki, aşağıda gelecek olan 'ancak tezkiye ettikleriniz' ifadesi bu karşılığı gösterecektir.

2- Dem, yani kan ki, maksad akıtılmış kan olduğu diğer bir yerde, bu cümleden olarak En'am sûresi 145. nci âyette açıklanmıştır. Meyte (leş) meyte, kan da kan olduğu için bizzat kendileri pis ve haramdırlar. Fakat kanın böyle haram oluşu şunu anlatır ki, leşin haram olmasında, akabilecek kanın tamamen içinde kalmış olmasının da az çok bir hissesi vardır. Ve leşin mânâsına bu dahildir. Bazı m ü şrikler leşi yerler ve 'Kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz da Allah'ın öldürdüğünü niçin yemiyorsunuz?' derlermiş. Aynı şekilde kanı barsaklara doldururlar ve kızartır misafirlerine yedirirlermiş.

3- Domuz eti, ki, En'am sûresinde 'Muhakkak o pistir' (En'am, 6/145) buyurulduğu üzere domuzun kendisi aynen pistir. Domuz eti de, domuz eti olduğu için bizzat haramdır. Domuz kendisi genel mânâda haram olduğu halde, burada denilmeyip de (domuz eti) denilmesi aşağıdaki tezkiye istisnasına bunun için bir i lgisi olamayacağını iyice anlatmak içindir.

4- Kesilirken üstüne Allah'tan başkasının ismi çekilen' ve mesela 'bi'smi'l-lâti ve'l-uzzâ' (Lât ve Uzzâ'nın ismiyle) denilen ki, beraberinde 'Bismillah' gerek denilsin ve gerek denilmesin. Bu da Allah'dan başkası adına kesildiği için haramdır. Hayvanı yaratan, insanın emrine veren ve buna onu kesmek hak ve kudretini lütfeden Allah olduğu halde, o hayvanı Allah'tan başkasının adına kesmek büyük bir zulüm, bir şirktir. Böyle kesilen bir hayvan

da manevî ve h ukukî durumuyla murdar ve haramdır.

Bu dört, esastır. Bundan sonrakiler, dinen bunların şumülüne dahildir. Onun için bir çok âyetlerde yalnız bunların zikredilmesiyle yetinilmiştir. Fakat cahiliye devrinde bir takım kimseler leşi yemedikleri halde, leşi 'bir harici tesiri olmaksızın kendi kendine ölen' diye kabul ederler ve gerçekte leş kabilinden olan, gelecekte görüleceği üzere ölüleri yerlerdi ki, müslümanlar dışında böyle kimseler hala vardır. Şu halde burada dini bakımdan leşin kısımlarından bazı l arı şu şekilde açıklanıyor:

5 - Boğulan, yani gerek takıldığı iple ve gerek kemend ile ve gerek el ile ve gerek ağaç ve taş arasına sıkışarak, özetle herhangi bir şekilde nefesi tıkanarak boğulup ölen.

6- Vurulmuş, yani yakından veya uzaktan her hangi bir darbe ile vurulup ölmüş olan.

7- Tereddi eden, yani yüksekten aşağı veya bir kuyuya, bir suya düşüp ölen.

8- Tosuşan, yani süsülmüş ve süsmüş olan. At veya diğer bir hayvan tekmesiyle ölen de bu mânâda olmakla beraber, daha önce mevkûze (vurulmuş) de dahildir.

9- Canavarın yediği, yırtıcı bir hayvan tarafından telef edilen. Belki bundan maksat hayvanın boğazına giden değil, artığı ve hatta yırttığıdır.

--------------------------------------------

Bu yazı devam ediyor. Başka yere yazmaya karar verdim. Lakin önemli yerleri işaretleyeceğim. Sözün özü olarak,

Akitler birer sosyal sözleşmedir. Ciddi tutulmalıdırlar. Ciddi tutulmalılar ki bozan bedelini ödesin.



AHİD de asıl lugatta bir şeyi halden hale saklayıp gözetlemektir. Böyle gözlenmesi istenen, gerekli görülen belgelere de ahid (anlaşma) ismi verilir. Bu ölçü ile ahid ve akid anlamdaş demek iseler de, akid kelimesi, 'misâk' gibi daha

çok ihkâm (sağlamlaştırma) ifade eder.


Hak vermemek elde mi ki rahmetli büyüğümüze. Zamanının en iyisi. Belki de günümüzü de kapsıyor. ALLAH TEALA bilir.
 

khan19556

New member
Katılım
11 Ocak 2007
Mesajlar
992
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Sancaðýn düþtüðü yerden
Ecdadımız nikahı nefsi galeyanlarına alet edecek kadar hiç bir zaman alçalmamıştır.

Amma bu asrın insanı bırakın nikahı Kur anı dahi nefsi hesabına istimal etmektedir.

Söz meclisten bizzat içeridir...
 

yýldýz

New member
Katılım
22 Ağu 2006
Mesajlar
1,359
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Ecdadımız nikahı nefsi galeyanlarına alet edecek kadar hiç bir zaman alçalmamıştır.

Amma bu asrın insanı bırakın nikahı Kur anı dahi nefsi hesabına istimal etmektedir.

Söz meclisten bizzat içeridir...

Sözünüz bize midir? Eğer öyleyse, sebebini sormamda sakınca yoktur inşallah.
 

khan19556

New member
Katılım
11 Ocak 2007
Mesajlar
992
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Sancaðýn düþtüðü yerden
SORU: Evlenmek istediğim kızla rahat görüşebilmek için, evlilik hayatına başlamadan önce dinî nikâh yapabilir miyim; böyle bir şey olur mu?..

CEVAP: Nikâh nikâhtır. Bunun birkaç çeşidi yoktur. Nikâhlandı mı, bunlar evli olurlar, mehir tahakkuk eder. O zaman istedikleri gibi rahat konuşabilirler birbirleriyle; nikâhlı insanlar olurlar.

Ama nikâlanmadan da bu işler olur. Asırlar boyu böyle devam etmiştir, bir mahzuru yoktur. Hiç görmeden de birbirleriyle evlenenler olmuştur. Anneler, akrabalar gelirler, giderler hallederler.

Buna bir cevap olarak başka bir soru var; bu da diyor ki:

SORU: Biz bir oğlan ve kız arasında şer'î nikâhı yaptık. Arada ihtilâf oldu, büyüdü, bozuşma durumuna geldi. Kız tarafı biz boşuyoruz diyor, oğlan tarafı boşamam diyor. Hüküm nedir?

CEVAP: Boşanamazlar!.. İşte böyle ihtilâflar çıkar. Millet bu nikâhın önemini bilmiyor. Hadi bir şer'î nikâh yapıyorlar, karı-koca oluyorlar. Düğün yapılmamış bir karı-kocalık hâli oluyor. Ondan sonra bozuşuyorlar; o başkasıyla evleniyor, öbürü başkasıyla evleniyor. Halbuki başkasının hanımı...

Bu nikâh oyuncak değildir. Ya bunu ciddî olarak tatbik etsinler, nikâhlılarsa ona göre hareket etsinler, ayrıldıkları zaman mehrini vermek şartıyla... Ya da yapamayacaklarsa; o zaman nikâhlanmadan, nişanlılık durumuyla, resmî bir tarzda, bu işleri evleninceye kadar yürütsünler.

M.Esad COŞAN
 

mer@kli

New member
Katılım
6 May 2007
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
bu konu hakkında bilgi vermeniz çok iyi olmuş teşekkürler
 
Üst Alt