Selamün Aleyküm.
Nikahlar, mekanlar, söylemler…
Hep içiçeyizdir nikah olgusu ile. Nikahın tarihi insanlık tarihiyle başlar. Tüm semavi dinler ise onu destekler ve kutsar.
Eski Türklerde bu akit değişiklikler gösterir. Örneğin; Yakut ve Altay Türkleri arasında tek meşru sayılan evlilik akdi kızın kaçırılması iken bu gelenek, boylar arasındaki huzursuzluk nedeniyle, daha sonraları karşılıklı anlaşma ve çeyiz (kalin) ödemesi ile şekil değiştirmiştir.
Osmanlıda nikah akdi yürürlükte olan dini yasalarla, tanıklar huzurunda imam ya da başka bir kişi tarafından kılınırdı. Ayrıca bir işlem yapılmazdı. Cumhuriyetle birlikte nikah “Medeni Kanun” kapsamına alınmış ve belediye başkanları veya onların yetkili kıldıkları evlendirme memurları ile köy muhtarları, konsolosluklar ve devlet otoritesinden uzak vasıtalarda (örneğin gemilerde) kaptanlar tarafından kıyılır olmuştur. Hukuksal ve toplumsal açıdan nikahın ana esprisi, evliliğin yasayla hüküm altına alınması ve varlığı süresinde olduğu kadar nihayeti durumunda da aile bireylerinin medeni haklarının belirlenmesi, korunması ve tasnifine dayanak sağlıyor olmasıdır.
Toplumumuzda nikah, tarafların resmi memur önünde ve tanıklar huzurunda evlilik iradelerini beyan etmek suretiyle gerçekleştirdikleri bir akit olarak tanımlanmışsa da , uygulamada mekan, eylem ve söylem açılarından ortaya çıkan görüntü bazen işin “kutsiyet boyutu”nu “magazin boyutu” nun gerilerine taşıyabilmektedir.
Şimdi bu uygulamanın Bursa özeline kısacık bir göz atalım dilerseniz:
Mekanlar: Bursa kentinin 3 adet nikah dairesi (sarayı) var. Bunlardan ortada bulunan Kültürpark nikah sarayında 2 salon mevcut. Her salonda ilçe belediye başkanının kimliğini taşıyan bir çelenk ile bir de kutlama mesajı var.
Her nikah salonunda birer sahne var ve sahne üzerinde de birer nikah masası… Sadece Kültürpark içindeki 1 nolu salonda anlamı kolay çözümlenemeyen, tabiat bilgisi derslerinde gördüğümüz “terliksi hayvan” kesitine benzer bir “tablo” da bulunuyor duvarda. Bir de Nilüfer Belediyesinin Bursa Gazeteciler Cemiyeti Basın ve Kültür Sarayı içindeki Nikah Salonu, ünlü Nicky Martin Show’dan esinlenme, çiftleri yukarıdan aşağıya indiren bir biçimde mizansenlenmiş.
Bursa’daki tüm nikah mekanları iyi mekanlar, modern mekanlar.
Eylemler: Nikahlarda, malum, bazı tariflerde sayısı iki olması gereken tanıklar var. Bu sayı bazen herhalde “sosyal itibar”a endeksli olarak, iki katına, hatta üç katına çıkabiliyor… Evlenecek bir çift, altı tane de tanık…. Bunu çiftler ve düğün sahipleri nasıl yorumlarlar bilinmez ama, sahnedeki bu görsel manzara yansız bir izleyiciye “birazcık abartılı bir show “ gibi yansıyor.
Söylemler: Nilüfer’de Mustafa Bozbey Başkan kutlamayı “mutluluklar dileğiyle” diye sözlendirmişler. Kültürpark’ta Recep Altepe Başkan her iki salonda da “Hayatınızda açtığınız bu yeni sayfada sevgi, saygı ve hoşgörü olsun. Evlilik hayatınızda sağlık ve mutluluklar dilerim” ibareli kutlaması var. Yıldırım’da Özgen Keskin Başkan daha bir lirik söylemle katılmış kutlamaya: Gözleriniz aydın, nikahınız kutlu olsun. Evinize bereket, sağlık ve mutluluk dolsun!” diyor kutlama.
Nikah akitlerinin, malum, bir de yazılı metni var. Ama bu metne baktığınızda metnin dil bilgisi kuralları olarak da, içerik olarak da, anlam bilim sıralaması olarak da doyurucu olmadığını görürüz. Örneğin “sizleri karı-koca ilan ediyorum. Hayırlı olsun!” tümcesi, bize göre, metnin kapanış tümcesi olarak en sonunda olabilirdi.
Bir de o “heyecansal” eklemeler… Nikah memurunun, tanıkların ve çiftlerin o “spontan esprileri” … Tüm bunlar özünde ciddi olması gereken nikah akdini birazcık medyadaki “renkli hayatlar”a benzetiyor. Kayınvalide adları, akraba zevkleri soruları gibi.
Akitler ciddi olmak gerekir. Aşırı samimiyet biraz “cıvıtasyon” oluyor. İşin eğlence boyutu ile nikah akdinin ciddi ritüeli birbirinden kesinkes ayrılmalıdır diye düşünüyorum. Bu, hem nikah akdine özünde var olması gereken saygınlığı getirecek hem de değişik toplum katmanları arasındaki görsel farklılıkları ortadan kaldıracaktır. Böylece nikah herkesin saygı ortak katında birleştiği bir akit haline gelecektir.
Nikah akdi sadece bize değil tüm insanlığa özgü bir eylemdir. Acaba bu iş başka yerlerde nasıl olur diye düşünmeye gerek yok. Biraz belleğimizi zorlarsak hepimiz gördüğümüz film sahnelerinden aşağıdakine benzer bir nikah sahnesini anımsayacağız:
Çift ve tanıklar hakimin ya da din görevlisinin karşısındadırlar. Tek tek veya birlikte şu nikah aktini sesli olarak icra ederler.
“Ben…., sen……i, şu andan itibaren kendime yasal eşim, sürekli arkadaşım, sadakatli hayat ve sevgi ortağım olarak alıyorum. Tanrının, ailelerimizin ve dostlarımızın huzurunda senin; hastalıkta ve sağlıkta; iyi günde ve kötü günde; sevinçte ve kederde, sadık ortağın olacağıma and içiyorum ve hayatımız boyunca, seni kayıtsız koşulsuz seveceğime, hedeflerinde sana destek olacağıma, seni onurlandırıp sana saygı duyacağıma, seninle birlikte gülüp seninle birlikte göz yaşı dökeceğime ve seni daima aziz tutacağıma söz veriyorum.”
Akitler birer sosyal sözleşmedir. Ciddi tutulmalıdırlar. Ciddi tutulmalılar ki bozan bedelini ödesin.
Bir de nikahta keramet vardır, diye bir söz var. Var mıdır, yok mudur? Herhalde ciddi akdedilen nikahlarda daha bir keramet vardır.
Ama yine de işi sadece keramete yıkmamak gerekir.
Neden mi? Nedenini ünlü düşünürümüz Hacı Bektaşi Veli’nin şu dörtlüğünde arayalım:
“Hararet nardadır, sacda değildir,
Keramet baştadır, taçda değildir.
Her neyi ararsan kendinde ara,
Mekke’de, Kudüs’te, Hac’da değildir”
Tüm nikahlananlara mutluluklar dileriz.
İyi pazarlar.
(ALINTIDIR)
--------------------------------------
Maide Suresi
Bu sûrenin diğerlerinde bulunmayan onsekiz farzı içine aldığı açıklanıyor. Ebu Hayyan'ın kaydettiği üzere, Arapların ilk filozofu meşhur el- Kindi'ye öğrencileri: 'Ey filozof, bize şu Kur'ân'ın bir dengini yapıver' demişler. O da: 'Peki, hepsinin değil ama, bir kısmının benzerini yapayım' demiş. Ve bir çok günler çekilip kapanmış, sonra çıkmış: 'Vallahi demiş buna ne bizim kudretimiz yetecek, ne de başka birinin. Mushaf'ı açtım, Mâide suresi çıktı, baktım vefa (sözde durma)yı söylemiş, dönekliğ i yasaklamış, bir genel tahlil yapmış, sonra bir istisna istisna eylemiş, sonra da kudret ve hikmetinden haber vermiş ve bütün bunları iki satıra sığdırmış, bunu ise hiç kimse ciltlerle yazı yazmadan ifade edemez.'
UKUD: Akdin çoğuludur. Akd, belgeye bağlanmış anlaşma demektir ki, bir şeyi diğerine sağlam şekilde bağlayan bağ ve düğüme, mesela ip düğümüne benzetilmiştir. Yani anlaşma asıl lugatta sıkı bağlamak ve düğümlemek, sağlam bağ ve düğüm demek olup, bundan nakledilerek bir kimsenin bir şeyi beni m semesi veya başkasını susmaya mecbur ederek kendini veya diğerini bağlamasına veya karşılıklı bağlanmalarına akid adı verilmiştir ki, itikad da bundandır. Şu halde her akid icab ve kabule dayanmayıp, bazıları yalnız razı olmakla da anlaşma yapılmış olur k i, adaklar ve gelecekle ilgili yeminler bu türdendir
AHİD de asıl lugatta bir şeyi halden hale saklayıp gözetlemektir. Böyle gözlenmesi istenen, gerekli görülen belgelere de ahid (anlaşma) ismi verilir. Bu ölçü ile ahid ve akid anlamdaş demek iseler de, akid kelimesi, 'misâk' gibi daha
çok ihkâm (sağlamlaştırma) ifade eder.
VEFA ve İFA ise ahid ve akdin gereğini yerine getirmek, icabını tamamen icra eylemektir. Burada çoğulu muhallâ bi'l-lâm (lâm harfiyle süslenmiş yani harfi tarifli) olan , 'el-ukud', istiğrak ifade eder ki, gerek Allah Teâlâ'nın kullarına gerekli kıldığı ve anlaşma yaptığı teklifleri ve dine ait hükümleri gerek kulların kendiliklerinden Allah'a karşı bağlandıkları adakları ve yeminleri, gerekse insanların kendi aralarında sahih olarak anlaştıkları emanetler, muameleler ve diğerleriyle ilgili her çeşit akidleri içine alır. Hatta harb ehli, zimmet ehli, Haricîler ve diğer insanlar ile yapılan anlaşmalar da dahildir. Şu halde bundan şu kural ortaya çıkar ki, 'akidler de aslolan sıh h attir, meğer ki bozulmasına bir delil gelmiş olsun'. Bunun için herhangi bir akidde söz, sıhhat davacısının,delil fesad davacısınındır. Meğerki o akidde fesadın batıl olmasından başka bir mânâ ifade etmemiş olsun. Çünkü batıl olma iddiası, akdin yokluğunu iddia ve varlığını inkâr demektir. Bunda ise delil, vücut ve sıhhat iddiacısına yönelir. Çünkü emri yerine getirmek, sahih olarak mevcut olan akde yöneliktir. Akid, sabit ve aktedilmiş değilse yerine getirilecek bir şey yoktur. Ebu Bekir Râzî bu fıkhî mân â ile 'Ahkâm-ı Kur'ân'da der ki: 'Akidleri yerine getirin', ukud (akidler) isminin ulaşmış olduğu bütün akidlerin yerine getirilmesini gerektirir. Şu halde herhangi bir akdin caiz olması veya fasit olmasında veya her hangi bir adağın sıhhat ve lüzumunda a nlaşamadığımız zaman ilâhî sözü ile delil getirmek sahih olur'. Fakat akidler her çeşit dini sorumluluklardan daha genel olduğu ve halbuki dini teklifler içinde mendublar ve müstehapların da varlığı bilindiği için, bu 'îfâ ediniz' emrinin de vücub ve n e dben daha genel bir mânâya yüklenilmesi gerekeceğinin de unutulmaması lazım gelir. Nitekim bunu Ebu's-Suud açıkça göstermiştir. Netice olarak dinin özünün, Allah ve kullarla sağlam birtakım anlaşmalar ve mukaveleler yapmak ve sahih olarak aktedilen anlaşm a lar ve akidleri ifa etmek suretiyle hükmünü yerine getirmek demek olduğu bu sûrenin başında genel bir esas olarak özetlenip buyurulmuştur ki:
Ey iman etmiş olan müminler, bağlandığınız bütün akid (anlaşma)leri ifa ediniz. Yani ilk önce iman bir akiddir. Ve siz bu akid ile Allah'a karşı bir takım sözleşmeler ve akidler yaptınız, bağlandınız. Sonra kendiliğinizden veya kendi aranızda veya bütün insanlar arasında birtakım akidler daha yapar bağlanırsınız. İşte bütün bu akidleri ifa ediniz. Dinin kökü, imanın hükmü, Allah'ın emri kısaca budur. Şimdi sûrenin ismiyle
uyuşmuş olmak üzere önce geçim vasıtalarından başlıyarak bunun biraz açıklamasına gelelim:
Size çeşitli hayvanlar helal kılındı. Bunlardan faydalanır ve helal helal yiyebilirsiniz. Ancak haram olması okunan veya aşağıda geleceği üzere okunacak olanlar müstesna. Ki bu cümleden olarak gelecektir.
Daha önce bilhassa şu dikkat çekicidir ki siz ihramlı iken avlanmayı helal kılamayacağınız, ihram halinde avlanmayı ve av eti yemeyi caiz göremeyeceğiniz halde çeşitli hayvanlar, bazı müstesna ile helal kılındı. Yani ey müminler, siz hayvan öldürmek caiz olmayan ihram halinde avdan ve av eti yemekten yasaklanmışsınız. Fakat bu halde bile bir akdin meyvesi olmak üzere et yemekten mahru m bırakılmadınız. Siz ihramlı iken, av olmamak şartıyla ihramda bulunmayanların kestikleri hayvanlardan yiyebilirsiniz ki, bu helal ve haram olma birer ilâhî akiddir. Ve böyle başkasının kestiği hayvanın etini yiyebilmeniz, herhalde kendi aranızda yapacağı n ız alış-veriş ve hibe gibi bir akdin meyvesidir. Şu halde bununla akidlerin faydalarını ve İslâm dininde geçiminizin nasıl genişletildiğini takdir edin ve bu helal ve haramı ifa eyleyin de helali haram, haramı helal yapmayınız. İlerde âyetinde açıkça g örülecektir ki, ihram halinde haram olan av, deniz avı değil kara avıdır. Buradaki av da kara hayvanları, demek olan behime-i en'âmdan istisna yerinde bulunmak bakımından buna bir işareti içerir. 'Behime', esasen aklı olmayan herhangi bir hayvan demektir k i 'İbham' (kapalı bırakma) mânâsından alınmıştır. Sonra bu isim kara ve denizde yaşayan dört ayaklı hayvanlarda daha çok kullanılarak onlara tahsis edilmiştir. Burada helal kılınan ise mutlak behâim (hayvanlar) değil, kara ve denizde yaşayan dört ayaklı h ayvanlardır.
ALINTIDIR, DEVAM EDECEK İNŞALLAH