Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah a ulaşmayı dilemeyen Allah ın nazarında ölüden farksızdır

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Resul kavramını güvendiğiniz arapça bilen biriyle Kur'an-ı Kerim'den tetkik ediniz! Her resulun peygamber olmadığını öğreniniz ve bu konudaki yanlış bilgilerinizi düzeltiniz!

Tahsiye72, aşağıda rasul ve nebi kavramlarının nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir yazı asıyorum. Umarım okursun.

BİR BÜTÜNÜN İKİ CEPHESİ:
“RESUL VE NEBİ”
2:87.Musa'ya kitabı verdik ve ondan sonra ard arda elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık deliller verdik ve onu Kutsal Ruh ile destekledik. Hoşunuza gitmeyen bir şeyle ne zaman size bir elçi geldiyse büyüklük taslayarak onu yalanlamadınız mı veya öldürmediniz mi?
Yukarıdaki Ayette Musa’ya Kitabın verildiğinden bahsediyor. Daha Sonra ise Musa-İsa arası İsrail oğullarına yollanan Ve Tevrat’ın Ana metnine eklenen Vahiy sahipleri Elçiler yollanıyor. Üzeyr (Ezra), Eyyüb, Yunus, Zekeriya, Süleyman, Yahya (Allah’ın Selamı Hepsinin Üzerine olsun) vs.


Aşağıdaki ayette de Sözü geçen Resuller Musa (as) dan sonra İsrailoğullarına gönderilen Resul-Nebilerdir:

3:183.Onlar, "Ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir elçiye inanmamamız konusunda ALLAH bizden söz aldı," diyorlar. De ki, "Benden önce, apaçık delillerle birlikte bu dediğinizi de size getiren elçiler geldi. Sözünüzün eriyseniz niçin onları öldürdünüz?"

3:81.ALLAH nebilerden şöyle misak almıştı: "Size kitap ve hikmet vereceğim. Daha sonra, beraberinizdekileri doğrulayan bir elçi (resul) geldiğinde ona inanacak ve onu destekleyeceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi ve bu sözleşmeyi yerine getireceğinize söz verdiniz mi," demişti. Onlar "Kabul ettik," deyince, "Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahid olanlardanım," demişti.

37:37 Hayır; o, gerçeği getirmiş ve Resulleri de doğrulamıştı.


Yukarıdaki iki ayette de Nübüvvet sahibi Resullere “Kitap” verildiği açıkça belirtiliyor. Ve SonElçi Muhammed (as)’ın getirdiği, Tüm Kutsal Metinleri Doğrulayan Kur’an Mesajına şahid kılınıyorlar. Bu Şahidlik ise Kendi Kutsal metinlerinde (Tevrat ve İncil gibi) Kuran’ı ve Son Elçiyi Tasdik eden geleceğe dair bilgilere inanmaları. Bu konudaki 3:81’i Tefsir eden diğer ayetler şunlar: 2:97, 3:3, 4:47, 5:48, 6:92, 10:37, 12:111, 26:196, 35:31, , 37:18-19, , 37:37, 42:13, 46:30


3:184 Seni yalancı saydılarsa, Senden önce belgeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren resuller de yalanlanmıştı.

4:64.Biz her elçiyi, ALLAH'ın izniyle kendisine itaat edilsin diye gönderdik. Onlar, kişiliklerine zulmettikleri zaman sana gelip ALLAH'tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi, elbette ALLAH'ı Affedici ve Rahim bulacaklardı.

5:70.İsrail oğullarından söz almış, onlara elçiler göndermiştik. Her ne zaman hoşlarına gitmeyen bir şeyle onlara bir elçi gittiyse bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürdüler.

7:61.(Nuh)Dedi ki: "Halkım, bende bir sapıklık yoktur; ancak ben evrenlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim."
7: 67.Dedi ki: "Ey halkım, ben beyinsiz değilim; fakat ben, evrenlerin Rabbinden bir elçiyim."

7:158 De ki: "Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepiniz için gönderdiği Resulüyüm. Allah'a ve ümmi olan, Resul-Nebi’ye (Vahiy alan Elçi olarak ta çevrilebilir) (ki o da Allah'a ve sözlerine inanmıştır) inanın; ona uyun ki doğru yolu bulasınız."

10:47.Her bir ümmet için bir elçi vardır. Elçileri geldiği zaman adaletle yargılanırlar ve hiç zulmedilmezler.

15:11.Onlara her ne zaman bir elçi geldiyse onu alaya aldılar.

21:25. Senden önce bir elçi göndermedik ki kendisine, "Benden başka tanrı yoktur; sadece Bana kulluk ediniz," diye vahyetmiş olmayalım.



Resul ve Nebilik Seçilmiş kişinin iki ayrı sıfatıdır. Her Resul Nebi Her Nebi Resuldür:

19:51 Kitap'da Musa'ya dair anlattıklarımızı da an. O seçkin kılınmış bir insan, Resul -Nebi idi.


19:54. Kitapta İsmail'i an. O sözünde duran biriydi. Aynı zamanda Resul-Nebiydi.


22:52 Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul-nebi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun.

6:85.Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'a da... Hepsi de salihlerden idi.
6:86.İsmail, El-Yasa', Yunus ve Lut'a da... Hepsini halklara üstün kıldık.
6:87 Babalarından, soylarından, kardeşlerinden bir kısmını seçtik ve doğru yola eriştirdik.
6:88 Bu, Allah'ın kullarından dilediğini eriştirdiği yoludur. Puta taparlarsa amelleri boşa çıkar.
6:89 Kendilerine kitap, hüküm (elçilik) ve nübüvvet (nebilik) verdiklerimiz işte bunlardır. Kafirler onları inkar ederlerse, inkar etmeyecek bir milleti onlara vekil kılarız.
6:90 İşte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir, onların yoluna uy, "Sizden buna karşılık bir ücret istemem, bu sadece herkes için bir hatırlatmadır" de.

26:106-110 Kardeşleri Nuh, onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin" dedi.

26:125.(Kardesleri Hud)"Ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."(dedi)

26:143.(Kardesleri Salih)"Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." (dedi)

26:162. (Kardesleri Lut) "Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." (dedi)

26/178. (Kardesleri Şuayb)"Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." (dedi)

33:40.Muhammed, adamlarınızdan herhangi birisinin babası olmadı. Ancak o ALLAH'ın elçisi (resulü) ve son peygamber (nebi) oldu. ALLAH her şeyi iyi bilir.


91:13 (Salih) ALLAH'ın elçisi, onlara, "ALLAH'ın devesine ve onun suyuna dokunmayın," demişti.


6:83.Bunlar, halkına karşı kullanması için İbrahim'e verdiğimiz tartışma yöntemidir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Rabbin Bilgedir, Bilendir.

6:84.Ona İshak'ı ve Yakub'u bağışladık. Her birisine yol gösterdik. Daha önce de Nuh'a ve onun soyundan Davud'a, Süleyman'a, Eyyüb'a, Yusuf'a, Musa'ya ve Harun'a da yol gösterdik. Güzel davrananları işte böyle ödüllendiririz.

6:83’teki yol gösterme Her birine verilen Rehber olan Nübüvvet (Vahiy ve Hikmet)tir Bu özellik de Onları Nebi kılmaktadır.

Sonuç:

Nübüvvet ve Nebilik Allah- Resul arasındaki ilişkiyi
Resullük ise Nebi-Kavim arasındaki ilişkiyi belittir.
Dolayısıyla Allah’ın seçtiği Her kişi Öncelikle Allah’tan bir mesaj almıştır.

Bu Onu Nübüvvet sahibi (Nebi) yapar. Allah’tan alınan bu mesaj belgeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap (3:184) olabilir. Hz. İdris Temel Tevhid Vurgusu mesajını almışken Hz. Musa Tevrat kitabını almıştır. Ancak Hiçbir Müslüman Allahın Resulleri arasında ayrım yapamaz. (3:84) Bilakis Allah Bazı Elçilerine Daha fazla lütufta bulunabilir. (17:55)

Ayrıca Her Seçilen kul aldığı mesajı insanlara duyurmakla yükümlüdür. Bu Yükümlülük onları Resul kılar. Bu Yüzden Örneğin İsrailoğulları’na gelen Resul-Nebiler Canlarını bile vermişlerdir.


Görülüyor ki, Allahû Tealâ her an söylediklerini bu büyük veliye işittiriyor ve ondan inen, Allah’tan inen, nüzul eden bu sözler bir esas, usul oluşturuyor. Ve bu usul ile Eşref Rumi Hazretleri, “Divan”ını vücuda getiriyor. Yani Divan’ın esası, hep Allah’tan nüzul eden, indirilen sözler.

Subhanallah! Tahsiye72, ne dediğinin farkında değilsin anlaşılan. Biz Kur'an'ın Allah'ın son vahyi olduğunu biliyorduk. Bu gerçeği niye bizlerden sakladın bugüne kadar? Yoksa söylediğine sen de mi inanmıyorsun?

“Resul” kavramı gibi “vahiy” kavramı da bugün, Kur’an’daki muhtevasını kaybetmiş kavramlardan bir tanesidir. “Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez” demek, Allah’ın her devirde vazifeli kıldığı evliya resullerinin Allah’tan aldığı emir ve yetkiyi ortadan kaldırmak ve insanları hidayetten alıkoymak demektir!

En'am 93: ALLAH adına yalan uydurandan ve kendisine hiç bir şey vahyedilmediği halde, "Bana vahyediliyor," diyenden ve " ALLAH'ın indirdiği gibi ben de indireceğim," diyenden daha zalim kim olabilir! Can çekişmesi anında zalimleri bir görsen! Melekler, ellerini uzatmıştır: "Canınızı verin! ALLAH hakkında gerçek olmayanı söylemenizden ve onun ayetlerini (vahyini ve mucizelerini) kibir ve gururla karşılamanızdan dolayı bugün utanç verici azapla cezalandırılacaksınız. "
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

Herkes de inanmis ki, Allah, sadece peygamberlere vahyeder, peygamberlerden baskasina vahyetmez. Kur'ân-i Kerim de kesinlikle öyle olmadigini söylüyor. Allahû Tealâ'nin vahyettigi insanlarin peygamber olmasi gerekmiyor. Hatta Allahû Tealâ, insanlarin disinda; yerlere, göklere, arilara da vahyediyor.
Insanlarin disinda yerlere, göklere, arilara vahyeden Allahû Tealâ, insanlardan da peygamber olmayanlara rahatlikla vahyettigini söylüyor Kur'ân-i Kerim'de.
Ve sevgili kardeslerim, bâtil her zaman yok olmaya mahkûmdur. Hak geldiginde bâtil yok olacaktir.
Su anda bâtil olan su söz:
ALLAH, SADECE PEYGAMBERLERE VAHYEDER.
Simdi Hak (Kur'ân-i Kerim) geldi. "Allah, yalniz peygamberlere degil, baska insanlara da vahyeder." sözü Kur'ân'dan dogrulandi. Bâtil zail oldu.
Ne diyor Allahû Tealâ Yunus Suresinin 2. âyet-i kerimesinde?

10/ YUNUS-2: E kâne linnâsi aceben en evhaynâ ilâ reculin minhum en enzirin nâse ve bessirillezîne âmenû enne lehum kademe sidkin inde rabbihim, kâlel kâfirûne inne hâzâ le sâhirun mubîn(mubînun).
Onlardan bir adama insanlari uyarmasi, âmenû olanlari (ölmeden önce Allah'a ulasmayi dileyenler), müjdelemesi için vahyetmemiz insanlara acaip (garip) mi geldi? Muhakkak ki; onlar için Rab'lerinin yaninda (katinda) siddîkler makami vardir. Kâfirler söyle der: "Muhakkak ki; bu mutlaka apaçik bir sihirbazdir."

Allahû Tealâ'nin insanlarin içinden birisine vahyetmesi söz konusudur. Dün de böyle olmustur, bugün de böyledir. Allahû Tealâ diledigine vahyeder, yarin da böyle olacaktir, Allahû Tealâ diledigine gene vahyedecektir.
Vahiy, Allah'in insanlarla konusmasinin adidir.
Vahiy, Allah'in yerlerle, göklerle konusmasinin adidir.
Vahiy, Allah'in arilarla konusmasinin adidir.
Vahiy, Allah'in peygamberlerle (nebîlerle) konusmasinin adidir.
Vahiy, Allah'in resûllerle konusmasinin adidir.
Vahiy, Allah'in peygamber olmayan, resûl de olmayan insanlarla konusmasinin adidir.
Hadi gelin beraberce bu konudaki âyetlere bakalim sevgili okuyucular. Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-118: Ve kâlellezîne lâ ya'lemûne lev lâ yukellimunâllâhu ev te'tînâ âyeh(âyetun), kezâlike kâlellezîne min kablihim misle kavlihim, tesâbehet kulûbuhum, kad beyyennal âyâti li kavmin yûkinûn(yûkinûne).
(Gerçegi) bilmeyenler dedi ki: "Allah bizimle konussa ya." veya "Bize de bir âyet gelse ya." Bunlar gibi bundan öncekiler de onlarin dediklerine benzer (sözler) söyledi. Onlarin kalpleri (de ne kadar) birbirine benzer. Âyetlerimizi yakîne ulasan (üst seviyede hakikati bilip süpheden kurtulan) bir kavim için beyan etmisizdir (açiklamisizdir).

Allahû Tealâ'nin yakîn'den muradi; ilm'el yakîn, Ayn'el yakîn, Hakk'ul yakîndir. Ayn'el yakînde vahiy müessesesi mutlaka tahakkuk eder. Ayn'el yakînin özelligi, kisiyi hikmet sahibi kilan kademe olmasidir. 26. basamakta daimî zikirle baslar. Kim daimî zikre ulasmissa o kisi, Ayn'el yakînin sahibidir. O kisi, hikmet sahibidir. 4 temel vasfi vardir:
1- Daimî zikrin sahibidir.
2- Bu sebeple (daimî zikirde oldugu için) nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olmustur. Daimî zikir, onlarin hepsini yok etmistir.
3- Kalbi böyle oldugu için, kalp gözünü Allahû Tealâ açmistir.
4- Gene ayni sebeple kalp kulagini da açmistir.
Yani bu kisi, Allah'in söylediklerini kalp kulagiyla isitir, Allah ona vahyeder. Allah'in gösterdiklerini de kalp gözüyle görür. iste Allahû Tealâ'nin bu kisiye yaptigi konusmanin adi,VAHIY'dir.
Bu kisi, Allahû Tealâ ile her konuyu tezekkür etmek imkâninin sahibidir. Bu sebeple ehli tezekkürdür; Allah'in söylediklerini devamli isiten ve Allah'a soran, cevap alan birisidir.
Bu kisi, ehli hayirdir; daimî zikrin sahibi oldugu için her an derecat kazanmaktadir.
Bu kisi, ehli hikmettir. Kur'ân-i Kerim'in âyetleri, 28 basamaktan hangisine aittir, onlari bir defada derhal tespit edebilecek olan bir yetenegin, bir ilmin Allahû Tealâ tarafindan sahibi kilinmistir.
Öyleyse vahiy müessesesi, daimî zikre ulasan herkes için geçerlidir, sadece devrin imamina has bir olgu degildir.
Devrin imami, Allah'tan vahiy alir.
Bütün kavimlerdeki resûller, Allah'tan vahiy alir.
Iradelerini Allah'a teslim eden, Allah'in irsad makamina tayin ettigi mürsidler, Allah'tan vahiy alir.
Irsada ulasanlar, Allah'tan vahiy alir.
Nefslerini Allah'a teslim edenler, Allah'tan vahiy alir.
Daimî zikre ulasip da, bahsettigimiz 7 vasfin sahibi olan herkes, Allah'tan vahiy alir.
Öyleyse Ayn'el yakînin sahipleri de, Hakk'ul yakînin sahipleri de Allah'tan vahiy alirlar. Hepsinin de adi VAHIY'dir.
Demek ki Allahû Tealâ sadece peygamberlere vahyetmiyormus!
Allahû Tealâ'nin birakiniz insanlara vahyetmeyi, yere vahyettigini görüyoruz:

99/ZILZAL-5: Bi enne rabbeke ehvâ lehâ. Çünkü; Rabbin, yere vahyetti.

Allahû Tealâ semaya vahyeder:

41/FUSSILET-12: Fe kadâhunne seb'a semâvâtin fî yevmeyni ve evhâ fî kulli semâin emrehâ ve zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha ve hifzâ(hifzen), zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi).
Böylece onlari iki günde 7 (kat) sema haline getirdi. Ve semalarin hepsinde, emrini (isini, görevini) vahyetti. Ve dünya semasini kandillerle (yildizlarla) ve muhafaza ederek süsledik. Iste bu azîz ve alîm olan (Allah)in takdiridir.

Allahû Tealâ ariya vahyediyor:

16/NAHL-68: Ve evhâ rabbuke ilen nahli enittehizî minel cibâli buyûten ve mines seceri ve mimmâ ya'risûn(ya'risûne).
Rabbin bal arisina vahyetti ki; daglardan, agaçlardan ve kovanlardan evler edin.

Arkasindan da diyor ki, Allahû Tealâ:
"Ve insan için bir sifa olan bali üret!"
Demek ki Allahû Tealâ, insanlara vahyetmesini bir tarafa birakalim, arilara da vahyediyor. Yerlere de vahyediyor, göklere de vahyediyor ve Hz. isa'nin havarilerine de vahyediyor:

5/MAIDE-111: Ve iz evhaytu ilel havâriyyîne en âminû bî ve bi resûlî, kâlû âmennâ veshed bi ennenâ muslimûn(muslimûne).
Havarilere: "Bana ve resûlüme îmân edin." diye vahyettigim zaman onlar da: "Îmân ettik. Bizim (Hakk'a) teslim oldugumuza sahit ol." demislerdi.

Kimse havarilerin peygamber oldugunu iddia edemez. Allahû Tealâ diyor ki:

53/NECM-10: Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ.
Böylece kuluna vahyedecegi seyi vahyetti.
20/TAHA-38: iz evhaynâ ilâ ummike mâ yûhâ.
O zaman annene vahyedilecek seyi vahyetmistik.

Görüyoruz ki, Allahû Tealâ, Hz. Musa'nin annesine vahyediyor.
Görüyoruz ki, Allahû Tealâ, Hz. Isa'nin havarilerine vahyediyor.
Öyleyse Allahû Tealâ'nin vahiy müessesesinin sadece peygamberleri kapsadigi konusu sadece insanlarin uydurdugu bir yalan; ispati mümkün olmayan bir zavalli iddia...
Âlimlere sualler soruyorlar, müktesabatlarinda olmayan seyi de cevap olarak söylüyorlar. Oysa ki: "Bunu bilmiyorum, incelemem gerekir." diyebilseler zaten problem çözülecek. Kur'ân-i Kerim, bu konulara açiklik getirecek.
Bu açikladigimiz âyetler sevgili kardeslerim, bir kesinlik getiriyor konuya. Allahû Tealâ, Hz. Musa'nin peygamber olmayan, üstelik de bir kadin olan annesine de vahyetmistir. Kadin peygamber hiç olmamistir.
Yetmez, Hz. Isa'nin havarilerine de Allahû Tealâ vahyetmistir.

42/SURA-51: Ve mâ kâne li beserin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hicâbin ev yursile resûlen fe yûhiye bi iznihî mâ yesâ'(yesâu), innehu aliyyun hakîm(hakîmun).
Allah'in hiçbir insanla konusmasi olmamistir, illâ vahyile veya perde arkasindan veya diledigine izniyle vahyetsin diye resûl (melek) göndererek. Allah, bilir ve hikmet sahibidir.

Sevgili okuyucular, görülüyor ki vahiy müessesesi her devirde geçerlidir, her zaman geçerlidir ve Allah diledigine vahyeder.
Allah'in resûlleri ise (Allahû Tealâ tarafindan risalete seçilmis olan insanlar) her zaman Allahû Tealâ ile konusma halindedirler. Allahû Tealâ buyuruyor:

21/ENBIYA-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes'elû ehlez zikri in kuntum lâ ta'lemûn(ta'lemûne).
Senden önce sadece kendilerine vahyettigimiz erkekler gönderdik (vazifeli kildik). Bilmiyorsaniz zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine, ulûl'elbaba) sorun.

Ehli zikir, ehli tezekkürdür. Daimî zikrin sahipleri, hepsi Ayn'el yakînin sahipleridir, hepsi Allahû Tealâ ile konusur, ehli tezekkürdür. Sualler sorarlar, cevaplar alirlar.
Ehli tezekkür, Allah ile her zaman konusabilen, tezekkür edebilen, müzakere edebilen kisileri ihata eder ki; bu nokta, Allahû Tealâ'nin vahiy müessesesinin kesin olarak basladigi noktadir. Kisinin kalp kulagi açilmistir, Allah ile konusur. Allah'in bütün söylediklerini isitir. Allah'in bütün gösterdiklerini de görür.
Demek ki, 28 basamaklik bir skalada 26. basamakta müktesep hak olarak vahiy müessesesi, Allahû Tealâ tarafindan mutlaka kullanilmaktadir. Allahû Tealâ o insanlara vahyediyor. Hangi sartlar içinde? O insanlar, daimî zikre ulastiklari zaman hem kalp kulaklari açiliyor hem kalp gözleri açiliyor. Sadece Allah'in vahyini isitmiyorlar, o vahye dayali olarak gösterdigi herseyi de görüyorlar.
Peki, bir de ilham var. ilham da bir konusma türü müdür?
Ilhamda karsilikli bir kelimeye dayali alis-veris söz konusu olmaz. Yani kisi, Allah ile tezekkür etmek yetkisinin sahibi degildir.
Allahû Tealâ diyor ki:

91/SEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Yemin ederim ki; o nefs, sevva edildi (7 kademede).
91/SEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Ona (o nefse), (Allah'in) takvasi ve (seytanin) füccuru ilham edilir.
91/SEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Andolsun ki; nefsini tezkiye eden, felâha erer (cennete girer).

Öyleyse bir kisi, Allahû Tealâ tarafindan kendisine ilham verilmeye baslandigi bir noktaya ulasabilir. O noktada o kisi, Allah'in ilhamina muhatap olur. ilham, kisinin bir yerlerde ulasamadigi bir dizayni, meselâ siir yazan bir insanin, bir satirda duraklamasi, oraya uygun bir sey yerlestirememesi halinde Allahû Tealâ'dan kendine ulasan bir kelime, bir cümle "Ilham"dir.
seytanin ilhami, devamli o kisiyi rahatsiz etmek istikametinde kullanilir. seytanin bir tek muradi vardir: Herkesi mutsuz ve huzursuz kilmak. Bunun için vardir iblis; bütün gayreti buna dayalidir.
Ve Allah, baslangiçta insanlara ilham etmez. Allahû Tealâ'dan ilham almaya basladigimiz yer, nefs tezkiyesindedir.
Evet, söz konusu olan Allahû Tealâ'nin vahiy müessesesi, Allah'in bir büyük ni'meti olarak degerlendirilmelidir. Öyleyse Allahû Tealâ, kisiyle karsilikli konusur mu? Konusur.
Suallere cevap verir mi? Verir, dilerse kisi sormadan da Allahû Tealâ, ona diledigi herseyi vahyeder. Öyleyse önemli olan Allah'in vahyine müyesser olmak, Allah'in vahyine ermek. Hamdolsun ki, bizim aramizda çok sayida kardesimiz bu istikamette Allah'tan vahiy alabilecek noktaya geldiler. Bu açidan Allahû Tealâ'ya hamdedecek, sükredecek çok seyimiz var sevgili okuyucular.
simdi bu açidan meselemize bakiyoruz. Allah'in vahyettigi kisiler kimlerdir? Vahyin bir müktesep hak olarak baslangiç noktasi, daimî zikirdir. Nefsin kalbindeki bütün afetlerin yok olmasi, kalp kulaginin açilmasi, kalp gözünün açilmasi... Böylece Allahû Tealâ'nin kisiyi irfan sahibi kilmak için o kisiyle Kendi arasinda, kalp gözü ve kalp kulagini açarak, bir köprü kurmustur. Allahû Tealâ diyor ki:

3/AL-I IMRAN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu mutesâbihât(mutesâbihâtu), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ tesâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te'vîlih(te'vîlihi), ve mâ ya'lemu te'vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlune âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
O (Allah) ki; Kitab'i sana O indirdi. O'nda bir kismi muhkem (mânâsi açik, yorum götürmez, süphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levh-i Mahfuz'daki) ümmülkitapta (yer alan açik ve kesin âyetler)dir. Digerleri ise mütesabih (mânâsi kapali, açiklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde egrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çikarmak ve (kendi yararina uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (kitabin) mütesabih olan kismina uyarlar. Halbuki onlarin tevîlini, kimse bilmez, ancak Allah bilir. ilimde derinlesmis olan RASIHUN (rusuh sahipleri) ise derler ki: "O'na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katindan (indirilme)dir." Bunu kimse tezekkür edemez, ancak ulûl'elbab tezekkür edebilir.

Kimdir bu tezekkürün sahibi? Vahyin sahibi olan ulûl'elbabtir. Tarif getiriyor Allahû Tealâ:

3/AL-I IMRAN-190: inne fî halkis semâvâti vel ardi vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ûlil elbâb(elbâbi).
Hiç süphesiz göklerin ve yerin yaratilisinda, gece ile gündüzün birbiri ardinca gelisinde, elbette ulûl'elbab için nice deliller vardir.
3/AL-I IMRAN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkis semâvâti vel ard(ardi), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtilâ(bâtilen), subhâneke fe kinâ azâben nâr(nâri).
O (ulûl'elbab) ki; (lübblerin, Allah'in sir hazinelerinin sahipleri) onlar, ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah'i zikrederler. Göklerin ve yerin yaratilisi hakkinda tefekkür ederler (ve derler ki:) "Ey Rabbimiz! Sen bunlari bâtil olarak (bosuna) yaratmadin. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi ates azabindan koru."
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
İSKENDER EL- EKBER’E AİTTİR


RİSALET NURLARI

7 Safer 1396

8 Şubat 1976











Bİ İZNİLLAHİ TAALA MÜNZELDİR.





28 Muharrem 1396
31 OCAK 1976




1- İNZAL SURESİ

Bismillahirrahmanirrahim

BU KİTABÜL KERİM ITLA İT TÜRK İSKENDER-EL-EKBER KULUMUZA İNDİRDİĞİMİZ BİR İHSANDIR. BU KİTAP LEHFİ MAHFUZDA, ÜMMÜL KİTAB'IN İÇİNDE MEVCUT OLUP, KUR'AN-I KERİM'DEN SONRA DÜNYAYA İNDİRMEKTE OLDUĞUMUZ İLK KİTAPTIR. CİBR İL EMİN VASITASIYLA DEĞİL, O'NUN NEZDİMİZDE BULUNAN AZİZ RUHU TARAFINDAN DOĞRUDAN DOĞRUYA O'NUN KALBİNE İNDİRİLMEKTEDİR. BİZ O'NU MEHDİ OLARAK VAZİFELİ KILDIK. BU KİTAP KATIMIZDAN EMİR GELENE KADAR KENDİSİNE İTTIBA EDENLERDEN BAŞKASINA SIRDIR. BU KİTABIN HER SAHİFESİ, İNDİRİLENE KADAR LEHFİ KAHFUZDA AÇIK KALACAKTIR.

O'NUN GÖZYAŞLARI NEZDİMİZDE KIYMETLİ BİR HAZİNEDİR.

29 MUHARREM 1396
31 OCAK 1976

Yorumsuzdur.
http://www.mihr.com/turkce/yazili.htm sitesinden alıntıdır.
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
E R H A N' Alıntı:
O Beklenen M ehdi
Zamanımızın İ mamı
Devrimizin H alifesi
Mehdi R esuldür

Bilgi için sağol ERHAN,

Bunlar da rasulünüze vahyedilen bir kısım ayetler değil mi?


2-ANLAŞMAZLIK SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
ONLARA BİRLİĞİ VE BERABERLİĞİ MÜJDELE.

1 SAFER 1396
2 ŞUBAT 1976

ONLARA ARALARINDAKİ ANLAŞMAZLIKLARI HALLETMELERİNİ SÖYLE. AYRI AYRI TOPLANTI TERTİP ET. SONRA DEMİREL, ERBAKAN, TÜRKEŞ VE FEYZİOĞLU KULLARIMIZLA TOPLAN. ÖNCE EVVELDEN İTTİBA ETMİŞ OLAN ZEKİ KULUMUZU AL. SONRA TAHSİN VE SONER KULLARIMIZ İTTİBA EDECEKLER. ERBAKAN DA İTTİBA EDECEK.

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. RAHİM VE RAHMAN OLAN ALLAH’IN HUZURUNDA KENDİSİNE KİTAP, TAHT, SANCAK, NUR VE KILIÇ İHSAN EDİLMİŞ OLAN MEHDİ HAZRETLERİNE İTTİBA EDİYORUM. BU İTTİBA CÜMLESİDİR. BU RABBİNİZİN HUZURUNDA BİR AHİDDİR.
ARTIK RABBİNİZİN KATINDAN ALDIĞINIZ EMİRLERİ İFAYA BAŞLAYINIZ.


Alıntıdır: http://web05.mihr.com/turkce/yazili.htm
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

CEVAPLAR:
Cevaplar aşağıdadır.
Önce ifadeler yazılmış, sonra cevaplar sunulmuştur.

1-"BU KİTABÜL KERİM (terkib yanlışı) İTLA'İT TÜRK (ne demekse) İSKENDER EL EKBER KULUMUZA İNDİRDİĞİM İZ BİR İHSANDIR. BU KİTAP LEHF-İ (Bu yanlışlık metinden) MAHFUZ'DA ÜMMÜL KİTAB'IN İÇİNDE MEVCUT OLUP KUR'ÂN-I KERİM'DEN SONRA DÜNYAYA İNDİRMEKTE OLDUĞUMUZ İLK KİTAPTIR."
a- Bu alıntı Kur'ân-ı Kerim'den sonra artık bir kitap indirilmez zannına dayalıdır.
Acaba Kur'ân-ı Kerimde Kur'ân-ı Kerim'den sonra yeryüzüne bir kitabın indirilmiyeceğine dair bir hüküm mü var? Eğer varsa, lütfen bize de göstersinler de ilmimiz artsın. Yoksa Kur'ân-ı Kerîm, zannedilenin tam aksine, bütün zamanlarda o zamana ait kitapların hep var olacağını mı ifade ediyor?
"Ve lekad erselnâ rusülen min kablike ve ce'alna lehüm ezvâcen ve zürriyyeh, ve mâ kâne liresûlin en ye'tiye biâyetin illâ bi'iznillâh, likülli ecelin kitâb." Rad-38
And olsun, senden önce de biz resuller gönderdik onlara eşler ve çocuklar kıldık (verdik). Allah'ın izni olmaksızın bir resul için ayet gelmesi mümkün değildir. Her ecel (zaman) için bir kitap vardır.
Görülüyorki her ecel (vade, zaman) için bir kitap vardır. Tabii yaşadığımız zaman için de bu husus geçerlidir. Ne varki bu kitap (Risalet Nurları) bir şeriat kitabı değil, Mesnevi gibi, Eşref Rumî Hazretlerinin dîvanı gibi bir sohbet kitabıdır. Ve bir peygambere değil, Allah'ın bir Velîsine indirilmiştir. Şeriat açısından bir değer taşımadığı cihedle de neden Velî ye indirildiği açıklık kazanmaktadır.
Son Nebî (Peygamber) olan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e indirilen Kur'ân-ı Kerîm, bütün şeriat hükümlerini kapsıyan ve hükümleri kıyamete kadar devam edecek olan son şeriat kitabıdır. Ve kıyamete kadar sadece Kur'ân-ı Kerîm'le amel olunacaktır.
b- Bu alıntı, Bu kitap Ümmül Kitabın içinde değildir zannına dayalıdır.
"Yemhûllahü mâ yeşâü ve yüsbit, ve indehû ümmül kitab" Rad-39
Allah dilediğini ortadan kaldırır ve bırakır. Kitabın anası (bütün kitapları ihtiva eden) onun katındadır. Bütün kitaplarla birlikte Kur'ân-ı Kerim'in de içinde bulunduğu Ümmül Kitap (Kitapların anası) Allah'ın katındadır. Ümmül Kitabın içinde "Risalet Nurları" nın bulunup bulunmadığını anlamak için Ümmül Kitabı görebilecek kalp gözünün sahibi olmak, yani arif olmak, yani irfana sahip olmak, yani Velî olmak, yani sadece ilmel yakîne değil, ayn'el yakîne ve hakkâl yakîne sahip olmak gerekir... Yetmez, 10 katlı bir apartman büyüklüğünde olan Ümmül Kitabın altındaki kürsüde ders veren zatı görmek ve kim olduğunu tanımak da gerekir.
c- Peygamber Efendimiz (S.A.V) son Peygamberdir. Dolayısıyla" O'ndan sonra asla Peygamber gelmeyeceğine göre, kitap da indirilmeyecek" tarzındaki bir hüküm ise Kur'ân-ın temel hükümlerine uymamaktadır. AllahûTeala sadece Peygamberlere değil Peygamberlerin dışındaki insanlara da ayet indirdiğini açık bir şekilde beyan etmektedir ki bu ayetler sureleri, sureler de kitabı oluşturacaktır. İşte Araf Suresi 175.âyet–i kerime, Allahû Teala buyuruyor:
"Vetlü aleyhim nebe'elleziy âteynâhü âyâtina fenseleha minhâ fe'etbe'ahüşşeytânü fekâne minelgaâviyn"
"Onlara O kimsenin haberini oku ki kendisine âyetlerimizi vermiştik te o bunları inkar ederek imandan çıkmıştı, böylece şeytan onu arkasına takmışta azgınlardan olmuştu."
Değil sadece herhangi bir Allah'a inanan insana, şeytana uyan insana bile Allahû Teala'nın ayet indirdiği açık bir şekilde Kur'ân-ı Kerim'de ifade edilmektedir.
Görülüyor ki Peygamberlerin dışındaki insanlara da ayet indirilmektedir.
d- Meseleye baştan, kapak sayfasından başlarsak Allah'ın kitap için "Biiznillâhi-Tealâ indirilmiştir" (Allahû Teala'nın izniyle indirilmiştir) ibaresini neden koyduğu da açıklık kazanıyor.
"Ve mâ kâne liresûlin en ye'tiye biâyetin illâ bi'iznillâh." Rad-38
Allah'ın izni olmaksızın bir resul için ayet gelmesi mümkün değildir.
Hamdolsun Diyanet İşleri Teşkilatının, üst seviyedeki yetkililerinden biri olan Sayın İsmail Özer, en azından, artık Resullerin bir kısmının Peygamber olmadığına dair olan Kur'ân gerçeğini kabul etmiş görünüyor. Öyle görünüyor, çünkü bu konuyu da alabildiğine Arena'ya sürmesi için elindeki kitapta bol malzeme mevcuttu... Bahsetmediğine göre bir tek konuda bile olsa anlaşmaya varabilmemiz mutluluk verici bir olay. Sayın Öner'in okuduğu bütün kitaplarda, bütün Resullerin Peygamber olduğuna dair kesin hükümler var. Bunlara rağmen Kur'ân’a uyabilmeyi, hiç değilse bu konuda sağladığı için ÖNER'i hasseten tebrik ederiz.
Acaba bu kadar âyet–i kerimeden sonra birinci alıntının ve kapak sayfasındaki yazının "Kur'ân-ı Kerîm'in temel hükümlerine kesin olarak aykırı" olduğu iddiası bir balon gibi sönmemişmidir?
"İslâm dininin değişmez esaslarına da kesin olarak aykırı" olduğu iddia edilen alıntının, "İslâm dininin değişmez, esasları" Kur'ân-ı Kerîm'e aykırı olmayacağına göre, bu hükmün sahibi olan âlimi bu yazıyı okuyunca mahcub etmiyecekmidir? Sayın Başkan hani ifadeler Kur'ân-a (kesin olarak) aykırıydı...
e- "Kitabül Kerîm" ifadesinin yanlış bir terkip olduğu söyleniyor. Muhakkak bize doğru söylenmiştir de biz yanlış yazmışızdır. Itla kelimesinin manâsını ise biz o zaman bilmiyorduk, acaba Sayın Yüksek Kurul Başkanı nasıl oluyor da halâ bilmiyor? Yoksa Osmanlıcada "Ittılaına arzetmek" diye bir deyim yok mu? "Ittılaınıza arzedilir" diye bir cümleyle üstadımız hiç karşılaşmamış mı?
Aklı başına 1973 yılında gelen ve o zaman Allah'ın yoluna giren bizim gibi birisinin, sözü geçen ifadelerdeki terkipleri ve Levh kelimesinin asli yapısını bilmesine imkân yok iken, bunları kendiliğinden yazabileceğine acaba nasıl inanılıyor?
2-"ARTIK RABBİNİZİN KATINDAN ALDIĞINIZ EMİRLERİ İFAYA BAŞLAYINNIZ."
3-"HABİBİM SEN EMRİMİZİ TEBLİĞ ET."
4-"VAHİY GELDİĞİNDE SUSUP DİNLE VERDİĞİMİZ SURELERİ ÖĞREN VAKTİGELİNCE YENİLERİ BİLDİRİLİR."
3 alıntı da vahiyle ilgili. Bu hükmü veren zat Peygamberlerden başkasına vahiy gelmeyeceğinden o kadar emindir ki, bunları Kur'ân-ı Kerime aykırı beyanlar olarak kabul etmektedir. Oysa ki, Kur'ân-ı Kerim bu konuda son derece açık olarak Peygamberlerin dışındaki insanlara da hattâ hayvanlara da vahiy gelebileceğini ifade buyurmaktadır. Ama bizim din alimleri ilmi Kur'ân-ı Kerîm'den değil Allah'ın EMANİYE adını verdiği kitaplardan alırlar. Gel görki o kitaplarda sadece Kur'ân-ın aşağıdaki hakikatlerine ters düşen bilgiler yer alır. Ve bu bilgilerin doğruluğundan emin olarak hüküm veren Yüksek Alimlerimiz de aşağıdaki ayetleri okuyunca... ne olurlar dersiniz?
Nahl Suresi 68. âyet–i kerime "Rabbin bal arısına vahyetti."
Zilzal Suresi 5. âyet–i kerime "Çünkü Rabbin yere vahyetti."
Şura Suresi 51. âyet-i kerime "Allah'ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır illa vahiyle"
Maide Suresi 3. âyet–i kerime "ve o zaman havarilere Allah vahyetmişti."
Taha Suresi 38. âyet–i kerime "O zaman annene vahyedilecek şeyi vahyetmiştik."
Bu son âyet-i kerime Hz. Musa'nın annesiyle ilişkili. Hiç kimse havarileri veya Hz. Musa’nın annesini Peygamber diye düşünemez. Öyleyse Allahû Teala'nın Peygamber dışındaki kişilere, (kadın veya erkek) vahyettiği açık bir hükmüdür Kur'ân-ı Kerim'in. Kaldı ki Allah gördüğünüz gibi arıya bile vahyetmektedir. Allah'ın bir Velîsinin bir Arı kadar Allah'ın katında kıymeti olmadığını mı sanıyorsunuz Sayın ÖNER?
Ayrıca Eşref Rumi Hz.nin, Yunus'un, Ahmet Yesevi Hz. nin Allahû tealayla devamlı konuştukları kendi ifadeleriyle sabittir. Her birinden birer örnek vermekle yetineceğiz.
Eşref Rumi Hz. şöyle buyuruyor:
"Ol dost Sultandır ben ona kul,
Her dem yeni, yeni nüzul.
Andandır bu cümle usul,
Andandır her bahşişimiz."
Görülüyor ki Allahû Teala her an söylediklerini bu büyük veliye işittiriyor ve O'ndan inen O'ndan nuzuleden sözler bir esas usul oluşturuyor. Ve bu usulle Eşref Rumi Hz. Divanın vücuda getiriyor Yani divanın esası hep Allahû Teala’dan nuzul eden (indirilen) sözler.
Yunus Emre ise şöyle buyuruyor:
"Çalaptır, (Allahtır) söylettirir.
Yunus bilmez kendi hal"
Düşmüş idik Hak kaldırdı
Birliğin bize bildirdi.
İçimize aşk doldurdu,
Dürüst oldu imanımız.
Ahmet Yesevi Hz. ise şöyle buyuruyor:
"Garip fakir yetimleri kılsen şamdan,
Parçalayıp aziz canın eyle kurban,
Yiyecek bulsan cemil ile kıl sen ihsan,
Haktan işitip bu sözleri dedim işte."
Abdülkadir Geylani Hz. SOHBETLER kitabında (Sayfa 578) şöyle buyuruyor.
Sayfa 578- Allah'ın gayrı şeylerden kopup ona yönelen ve meleklerle ünsiyeti neticesi onların sözlerini işitmeye ve muhtelif suretlerde kendilerini görmeye başlayan kişi, meleklerin sözlerine iyice alıştığı ve yüzlerini görmeye iştiyak duyduğu anda kendisi ile onlar arasında perde kaldırılır. Kalp bu safhaya geldikten sonra tekrar Allah onu perdeler kendi yakınlığının ünsiyetine getirir. Burada ise sûkuttan sonra olanlar olur. Allah onun kalbine vahyedeceğini vahyeder. Tıpkı Musa A.S ın annesine vahyettiği gibi.
Demekki Allahû Teala'dan Allah'ın sözlerini işitmek, emir almak, sadece Peygamberlere has bir olgu değildir. Kur'ân-ı Kerîm'imiz de böyle söylüyor. Allah'ın velileri de böyle söylüyor. Yoksa siz Allah'ın evliyasının sizlerden birazcık farklı olmalarına ihtimal vermiyor muydunuz Sayın Başkan?
Acaba halâ Allah Peygamberlerinden başkasına vahyetmez diye düşünmeye devam ediliyor mu?
Eğer Allah'ın emirlerin tebliği açısından Kur'ân-ı Kerîm'e veya İslâm dininin değişmez esaslarına aykırılık iddia ediliyorsa bu iddia Kur'ân-ı Kerîm'e ters düşmektedir.
"Ve cealna minhüm eimmeten yehdune biemrina lemma saberu ve kânu biayatina yukinun." Secde-24
Ve onlardan (insanlardan) imamlar kıldık, emrimizle (insanları) hidayete ersinler diye, sabırlarından dolayı ve ayetlerimize yakîn hasıl etmelerinden dolayı.
Görülüyorki Allah'ın insanları hidayete ulaştırmakla vazifeli kıldığı mürşidler (imamlar) bu görevlerini Allah'tan aldıkları emirleri tebliğ suretiyle yapmak mecburiyetindedirler. Sakın bunlar Peygamberdir deyip yeni bir çam devirmeyin. Çünkü aksi hemen ispat edilir... Ve gene mahcup olursunuz. Ama meydan sizin...
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
bu tamamen istege göre ayetlerden mana cikarmaktir olmayani olmus demektir ve yanlistir bu yanlisliklara hüküm vermek bana ait degildir hüküm allahindir
 

E R H A N

New member
Katılım
14 Ocak 2005
Mesajlar
555
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
46
Konum
istanbul
Web sitesi
www.hidayetcagý.com
sevgili kardeşlerim Uyanın artık bumu islam sizin yaşantınızmı
neden o zaman mutsuz ve karanlık iran ırak suriye ürdün filistin veya lübnan
neden güçsüzler
Allah demiyormu eğer siz Allah ın dostuysanız Allah a herşeye yeter
1 milyonluk Çeçenistan koca rusyaya neden yenilmiyor da
arap dünyası perperişan
cahiliye döneminden farkları yok
çarşaf giymek sakal bırakmak kelle almak el kesmek canlı bomba olmak değildir islam
İslam Osmanlının sahabenin yaşadığı tasavvuf tur
Çağımız hidayet çağıdır ALLAH NURUNU TAMAMLAYACAKTIR
KAFİRLER İSTEMESEDE
dileyen dilediği tarafta yer alsın
Biz Allah ı dileyenlerin tarafındayız inşaalah
 
S

seha

Guest
Erhan Kardeşim demiş ki, İslam Osmanlının sahabenin yaşadığı tasavvuf tur
Yukarıdaki yazında söylediklerine katılıyorum,ama kırmızı ile alıntıladığım cümlene bir itirazım var kardeşim. Osmanlını mesleği ,yaşadığı tasavvuftu. Tasavvuf ise haktır. İmanı kurtarmak için güzel bir yoldur. Lakin, tek yol değildir. Sahabenin mesleği ise tasavvuf değildi. Zira tasavvuf uzun süreler terbiyeyi gerektiren, muhtelif hatvelere sahib bazıları uzun, bazıları kısa tarikat ehlinin yürüdüğü bir iman caddesidir. Lakin; sahabelerin bu uzun ve meşakatli yolda ilerlemesine luzum yoktur. Onlar bilgilerini direk hakikat güneşi Rasulullah'tan almıştır. Tarikatte olan nefis terbiyesi hatvelerine lüzüm yoktur. Sahabeler Rasulullah'ı taklid etmiştir. Ehl-i Tarik ışığını güneşten alanların ışığından alarak taklit etimştir. Sahabenin yolu acz,fakr, tefekkür, şefkattir. Ehl-i tarikin yolu seyr-i sülük ile aşktır. Cezbe ile zikirdir.Şefkat dahi aşktan üstündür. Aşk yanlış demiyorum.Aşk dahi güzeldir.Şefkat en kısa yoldur,diyorum. Sahbede en kısa yolu tercih etmiş olması iktiza eder değil mi?
Selam ve dua ile
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

1. Tasavvuf Kur’ân-ı Kerim’in bütünü ile amel etmektir. Kur’ân-ı Kerim’in sadece fizik vücudumuzu alâkadar eden âyetleri ile değil, nefsimizi ve ruhumuzu vazifeli kılan âyetleri ile de amel etmektir.
2. Tasavvuf, Peygamber Efendimiz S.A.V. ve sahâbenin yaşadıklarını yaşamaktır. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler ve onlara tâbî olanların da yaşadıkları hayat da tasavvuftu.
3. Tasavvuf, Allah’ın bize tevdi ettiği 3 emaneti de (Ruh, Fizik vücut ve Nefs) Allah’a teslim etmektir. İrşad’a ulaşmaktır. Bu ise İslâm olmaktır.
İslâm kelimesinin ilk muhtevası tek Allah’a inanmak, ikinci muhtevası teslim, üçüncü muhtevası ise sulh ve sükûndur. Kim İslâm olmak şerefine ulaşmışsa, o kişi üç açıdan sonsuz saadete erişmiş olur.
1. İç âlemde, ruhun bütün hasletleri nefse geçtiği için sulh ve sukûna ulaşılmıştır. Çünkü artık nefs ve ruh arasında çatışma yoktur.
2. Dış âlemdekilerle sulh ve sukûna ulaşılmıştır. Çünkü nefsin afetleri artık yoktur ki diğer insanlarla anlaşmazlıklar olsun.
3. Allah’u Tealâ Hz. ile en iyi ilişki kurulmuştur. Yüce Rabbimizin her emri yerine getirilmekte ve her nehyinden kaçınılmaktadır. Artık nefsin sahip olduğu faziletler (yani ruhun hasletleri) emirleri yapmaya büyük arzu duymakta, nehiyleri (yasakları) ise hiç işlememektedir. Çünkü nefsteki yasakları talep eden afetlerin hepsi yok olmuştur.
Görülüyor ki İslâm bir sonsuz saadetin (Fussilet-35), hazzül aziymin oluşması için ulaşılması gereken bir merhaledir.
Allah insanlardan başka yarattığı her şeyi insan için yarattığı cihetle (Casiye-13) en çok insanı sevmektedir. En çok sevdiği mahlûkunun mutlu olmasını istemesi ise tam olarak yerli yerine oturmaktadır. İşte bu sebeple Allah, insanın irşada ulaşmasını emretmektedir (Bakara-186, Şura-47). Çünkü ancak irşada ulaşan kişi İslâma ulaşmıştır, ve de sonsuz mutluluğa ulaşmıştır. İnsan-ı Kâmil olmanın son aşamasına varmıştır. Saadet açısından insan-ı kâmil olmuştur. Velâyetin kademeleri olan ,
1. Fenâ (Ruhun Allah’a teslimi)
2. Bekâ
3. Zühd
4. Teslim (Vechin, fizik vücudun teslimi, muhsin olmak)
5. Ulûl Elbab
6. İhlâs kademeleri tamamlanmıştır.
İnsan-ı kâmil olmanın ikinci ve asıl muhtevası “İrşad edebilme” yeteneğidir. Bu yetenek, insanın kendisinde mevcut olduğu kanaatinde olması ile mevcut olmaz. “Mürşid” olabilmek, ihlâs’a ulaştıktan sonra, Tövbe-i Nasuh’a (Tahrim-8) Allah’u Zülcelâl Hz. tarafından davet edilmek ve yüce Rabbimiz tarafından salâha ulaştığının tebliğ edilmesi ile gerçekleşir. Ve gönül gözü açık olanlar onun başının üzerindeki nuru görürler (Tahrim-8).
Unutulmamalıdır ki daha hikmetin ilk kademesi olan “Ulûl Elbab” (Lübb-ün sahibi olmak) kademesinden başlayarak son üç kademede (daimî zikir) “zikri daim” asıldır (Al-i İmran-190,191). Salâhta ise “zikri külli” (vücudun bütün azalarının Allah’ı zikri) esastır.
7. Böylece salâh kademesi (7. kademe) oluşur. Salâh’ın son üç kademesinden ilk ikisinde, iradenin Allah’a bağlanması ve ref edilmesi yaşanır. Salâhın son kademesinde ise Allah her devirde sadece bir kişiyi tasarrufu altına alır.
Görülüyor ki sadece fizik cesedimize ait vazifelerin değil, nefsimize ait ve ruhumuza ait vazifelerin de ifa edilmesi farz kılınmıştır. Bu ise Allah ile kul arasındaki ilişkiler açısından kitabın bütününe tâbi olmaktır (Al-i İmran-119). Bu açıdan kitabın bütününe tâbî olmak Kur’ân-ı Kerim’in bütününe tâbî olmaktır. İslâm olmak ise, gördük ki ancak Kur’ân-ı Kerim’in bütününe tâbî olmakla gerçekleşebiliyor.
Kitabın bütününe tâbî olmak ruhun, fizik vücudun ve nefsin, bize verilen 3 emanetin de Allah’a teslim edilmesidir. Bu 3 emanetin, Allah’a teslimi işlemi ise Tasavvuftur. Peygamber Efendimiz ve sahabenin ulaştıkları merhaledir ve yaşadıkları hayattır, İslâm şerefine ermektir. Tasavvuf ; Allah’a teslim olmak, İslâm’ı, Kur’ândaki İslâm’ı yaşamaktır. Tasavvuf, İslâm’ın hayata geçirilmesidir.
Öyleyse İslâm = Tasavvuftur.
Madem ki Allah irşadı farz kılmıştır (Bakara-186 ve Şura-47); İrşad 3 cesedin de Allah’a teslimidir, İslâm olmaktır, tasavvuftur.
 
S

seha

Guest
Bu meseleyi tasavvufa karşı olduğum düşünülmesin diye tartışmıyorum.
Tasavvuf hakikattir. İslam'ın hak mesleklerinden bir meslektir. Tek hak meslek değildir. Tasavvuftan düşen şeriate düşer, şeriatten düşen nereye düşer. Son yazdığım anlayanlar için -riya olmasın- icazlı bir sözdür.
Baki selam
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
E R H A N' Alıntı:
tasavvuftan düşen şeriata değil cehenneme düşer
tasavvuf şeri hükümleride içierir
kuranı yaşamaktır tasavvuf

Bu söylediklerine delil olarak Kur'an'dan ayetler verebilir misin?
 

Karababa

Member
Katılım
22 Şub 2005
Mesajlar
661
Tepkime puanı
10
Puanları
18
Konum
Bursa
Web sitesi
mantolamabursa.tk
Mehdi Konulari Hakkinda Uyari

--------------------------------------------------------------------------------

Bu Forumda Bundan Böyle Mehdi ve Ali Iskender Mihr`le Ilgili Konular Acilmayacaktir Kardesler Rica Ediyorum, Simdiye Kadar Acilmis Konulari Arsiv Bölümüne Gönderecegim. Bu Kurala Uymayan Üyelerin Üyelikleri Silinecektir.

Saygilar.

http://www.islamforum.net/showthread.php?t=932
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt