Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

" Allah' a Hakkiyla İman "

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

İmam Gazali’nin ta o zamanlar bildirdiklerini açıklayalım:Allah zaman kavramı içinde değildir.Buna ihtiyacı yoktur.O bir yere, bir mekâna yerleşen bir molekül dahi değildir.Onun sonradan yaratılan mahlûklarla hiçbir münasebeti ve benzerliği yoktur. İnsanlar DNA’lardan meydana gelmiştir.Allah böyle bir varlık da değildir.
Âlemin yaratıcısının böyle olmadığına inanılır, yani Allah-u Teâla’nın bir mahlûkata benzetilmesi doğru olsaydı, güneşe ve aya da ilah olarak tapmak doğru olurdu.Yani Allah cisim olsaydı; Ay ve güneşte büyük cisimler; o zaman onlara, hatta puta vs. ibadet etmekte doğru olurdu. Ama Müslümanın ilk kelimesi nedir?”Lâilâhe illallah”, yani ibadet edilmeye lâyık sadece Allah-u Teâla’dır. Allah’tan başka ibadete lâyık ilah düşünülemez.Allah cisim olmadığına göre;bir Müslüman ne Allah-u Teâla’ya ait bir sıfatı insanlara benzetebilir, ne de yaratıkların sıfatları ile Allah-u Teâla’yı sıfatlandırabilir. Örneğin cep telefonunu icat eden kişi, cep telefonuna mı benziyor? Demek ki bir şeyi icat eden, icat ettiği şeye benzemiyor.Hâl böyle iken, Allah-u Teâla nasıl oluyor da yarattıklarına benzetiliyor?Nasıl yarattıkları gibi hayal ediliyor? Nasıl muhtaç ediliyor Allah-u Teâla mekânlara, yerlere?İsterse o yer kalp olsun.
Allah kalbimdedir sözleri çok söyleniyor ya.Burada bir girmek fiili de var. Girmek, çıkmak mahlûk fiilidir.Allah bu kalpleri yaratmadan önce de vardı. Yani Allah başka bir şekle mi girdi demek istiyor bunu söyleyenler? Haşa. Allah nasıl yarattığına muhtaç edilir?Muhtaç eden kişi İslâm dairesinden çıkmış demektir.
Yaratmak, Allah-u Teâla’ya ait bir fiildir.Bu insanlara mâl edilemez. Ama maalesef insanlarımız bunu sıkça yapıyorlar.Yaratmak kelimesi bugün siyasilerin ağzında adeta sakız olmuş durumda.Yazarlar da aynen öyle. Oysa bu Allah’a ait bir sıfattır.Ama Âlimler Dini o kadar güzel öğrenmiş ve öğretmişler ki, insanları bu gibi sözleri kullandıktan sonra, onları kurtaracak şeyleri (tevilleri) bile açıklamışlar.”Allah her yerdedir” diyene hemen kâfir dememeyi bildirdiler bizlere.Onu önce tanıyıp, onu kurtarabilecek bir niyetinin olup olmadığını öğrenmemizi, öğütlediler.
İnsanlar Allah’ın sıfatlarından olan,yaratmak kelimesini yaratılmışlar için kullanıyorlar.’İcat ediyor,üretiyor’ demek sanki zulüm geliyor bu insanlara. Oysa bu kelimeleri kullanılması onları kurtarır.Doğrusu da budur zaten. Hiç gerek yok imanını tehlikeye atmaya.Allah’a ait olan bir sıfatı insanlar için kullanmaya niye ihtiyaç hissediyor insanlar?Demek ki bilmiyorlar.Demek ki öğrenmemişler.
Demek ki Allah’a olan muhabbetleri, sevgileri ve korkuları zayıf. İnanmadıklarını da söylemiyorlar. Hristiyanlara bile sorsan,Allah’a iman ettiklerini söylerler. Fakat kafalarına göre iman ederler. Demek ki bir şeye inandığını bildirmek yetmiyor.Doğru inanmak gerekiyor.
Yani insanın inandığı şeyin Hak (doğru) olduğunu bilmesi gerekiyor.
Eğer Müslümanlar bu farz-ı ayn ilmi öğrenmezse (ki bilmemek mazeret değildir) aynı hataya onlarda düşerler.Düştüklerini de görüyoruz maalesef.

2-Tekzip:
Tekzip, Kur’an-ı Kerimi ve Rasulullah’ın getirmiş olduğu kesin ahkâmları, kesin kuralları ve Din’den olduğu bilinen herhangi bir hususu, yalanlamak ve reddetmek demektir.Tekzip yalanlamak manasına gelir. Meselâ Din’le ilgili, Kur’anı Kerim’in veya Resulullah’ın bildirdiği ve Âlimlerinde açıklayıp, günümüze kadar ulaşmasını sağladığı bir konuyu reddetmek, yalanlamak tekziptir.
Kur’an da olan bir şeyi reddetmek tekzip olduğu gibi Kur’an da olmayan bir şeyi de Kur’an da varmış gibi göstermek de tekziptir. Dinimizde olan bazı şeyleri bazı insanlar kabul etmiyorlar. Mesela: ”Başörtüsü bağlamak farz değildir?” diyorlar.Başı açık gezmenin haram olduğunu kabul etmiyor bir kısım insan.Keşke kabul etseler .Hani deseler ki:”Tamam başörtüsü bağlamamak bir haramdır.Allah bizi affetsin” kendilerini kurtaracaklar. Ama bir kısmı bunu kabullenemediği için, bunu baskı unsuru bile yapıyorlar.Adeta diyorlar ki:”Herkesin başı açık olsun.”Hiç kimsenin başının örtülü olmasını istemiyorlar. Ellerinden gelse herkesin başını açacaklar. Fakat Müslüman da elinden gelse, herkesin başını örtmek ister.Birilerinin açtırmasına yol varda, Müslüman’ın örttürmesine nasıl yol olmuyor?Her şeyin bir zıttı vardır:
Gidin bir hristiyana sorun; ona göre, onun inancı dışındakilerin hepsi kâfirdir. Kendilerini Cennetlik, diğerlerini Cehennemlik görürler. Müslümanın da kaidesi aynıdır.Allah’a hakkıyla iman edene Müslüman diyoruz;”Lâilâhe illallah, Muhammedurresulullah” diyen Müslümandır. Bunu demeyenlerin tamamı kâfirdir.Yani onlar Cehennemliktir.Bunu Kur’an da böyle bildiriyor. Ama sıra Müslüman’a geldiğinde “Müslüman, kâfir olsun Müslüman olsun, bütün kulları sevecek.Onların inançlarına saygılı olacak” deniyor. Hani? Yahudilerde de var mı bu saygı? Bakın Müslüman kanı akıtıyorlar Filistin’de. Nerede bu saygı? Benim ecdadım kiliseleri bombalamadı ki.
Ellerinden geldiğinde kiliseleri mescit yaptılar. Nerede terkedilmiş, kullanılmayan bir bina var ise, orayı mescit yaptılar. Müslümanlar ibadet etsinler diye.İşte görüyoruz; bir çok kiliseden dönme cami var ülkemizde.Ama gelelim yahudi ve ingiliz askerlerine; bugün Irak’ta Müslümanların camilerini perişan ettiler.Sıra onlara geldiğinde saygıdan eser yok ama Müslümanlar herkese saygı duymalılarmış.Böyle bir tezadı benim aklım almıyor.
İlim ehlinin bildirdiklerini yalanlamakta tekziptir.Mesela ilim ehli diyor ki:”Cennet ve Cehennem’in fani olduğuna veya geçici bir yer olduğuna inanmak küfürdür” Bakın sonradan sözde Müslüman olan birisi, Müslümanların ülkesine geliyor ve diyor ki:”Cehennem ebedi değildir.” Bizim Profesörlerimizden bir tanesi de kalkıp ona,yanlış konuştuğunu söylemiyor. Adam Cehennem’in ebedi olmadığını söylüyor,gazeteler bunu manşet yapıyor, bununla ilgili kitaplar basılıyor ülkemizde.Ama bizim İslâm’ı temsil eden, resmi ve gayrı resmi kurumlarımızdan, bunları duydukları halde, hiçbir ses çıkmıyor. Herhangi bir tepki gelmiyor.Bu nasıl Din ilmi öğrenmek?İslam’ın temsilcilerine soruyorum:“Bakın Allah’ı yalanlayanlar var.Bir şeye benzetenler var.Allah’ın yaratıp, ebedi olarak muhafaza edeceğini bildirdiği Cennet ve Cehennem’in ebediliğini inkâr edenler var . Kendilerinizi koruduğunuz gibi, neden etrafınızdaki Müslümanları korumuyorsunuz?.Neden bu Din düşmanlarını,bu İslâm’ı tahrif edenleri Müslümanlara ilan etmiyorsunuz?Biz burada 15-20 kişi olduğumuz halde, Allah’ın nasip ettiği kadarıyla, bu yanlışları ilân ediyor, bildiriyoruz da, siz neden hâlâ susuyorsunuz?”
Düşünün ki bunca cemaatler var gruplar var;her biri bunu yapsa, sapasağlam, dimdik ayakta olurdu Müslümanlar.Ama Dini konularda susan bu insanlar, sıra dünyalık işlere geldiği zaman eleştirilerini hiç de esirgemiyorlar. Hele sıra bir de siyasete geldiği zaman eleştirmekte önlerine geçilmiyor. Gazeteler, basın, yayın hep bunlardan bahsediyor. Bu konularda eleştiride üzerlerine yoktur.Ama imanla alâkalı, küfürle alâkalı eleştiriye çok nadir rastlarsınız.“Aman, o konuya dokunma. Oraları karıştırma” tarzında yaklaşılıyor.Neden? Bunlar ince konularmış.Halbuki kendi imanları incelmiş, kopuyor da haberleri yok. İman ile irtibatı kopan kişiye, işin ne kadar önemli ve ciddi olduğunu gösterseniz de görmez.‘İnce konu’ derler, konuyu kapatırlar. Oysa Allah’a iman etmek ince konumudur?Değildir.Şeytanı görüyormusunuz, insana nasıl vesvese veriyor? ”Bunlar ince meseleler.Bunlardan herkes anlamaz” dedirtiyor.Bu sözleri müritlerine söyleyen sözde Din büyükleri, bu konuları kendileri anlamamışlar da, haberleri yok. Kendileri anlamıyorlar. Onlar bile mahrum bundan.Zaten bu nedenle öyle diyorlar.Çünkü yıllar geçmiş olduğu halde, bu itikat derslerini kendileri yapmamışlar.Bundan sonra da yapmaya kalkarlarsa, kendi müritlerinden kaçacak delik ararlar.
Çünkü müritleri onlardan hesap soracaktır.
İnanın çoğu insan arkadaşına itikat konularından bahsetmeye korkuyor.Hep sonraya bırakıyor.Önce ibadetleri aşılamaya çalışıyorlar. Hayır hasenat yaptırıyorlar.Bunu da kendilerince de süsleyip,”Önce sevdir“diye açıklıyorlar. Sanki Allah-u Teâla’yı tenzih etmeyi öğretmek, Dini’ni öğrenmek isteyenleri bu heveslerinden uzaklaştırıyor.Yani ben size burada bu konuları anlatarak, sizin bu meclisten uzaklaşmanıza mı sebep oluyorum?Ben burada Hakkı konuşuyorum.İlk önce öğretmem gerekeni öğretiyorum.Ben öğretmem gerekeni öğretiyorum diye giden olursa, varsın gitsin.Bu önemli konuları sonraya bırakmak doğru değil ki, bırakalım.
Çünkü bize önce İman lâzım.Biz burada konuştuklarımızı onun
bunun gönlünü hoş tutmak için değil, kendimizin ve sizin imanınızı koruyabilmek için konuşuyor, öğreniyoruz.Görsem ki bu itikat konularını sonraya bırakan hocalar artık itikat konularını öğretmeye başlamışlar, gidip onlardan özür diler, peşlerine takılır, bende öğrenirim. Onun müridi, talebesi olurum. Gerçekten var ise iman konularını işleyenler, gidelim hep beraber talebeleri olalım.Bunu samimi söylüyorum.Varsa bildiğiniz, Allah-u Teâla’yı tenzih edecek ilme sahip hocaların verdiği dersler, hemen oraya gidelim. Onlarında sözlerini kasete alıp, yazıp, yayalım.İslâm yayılsın.İslâm sessiz durmakla, zikir çekmekle yayılmaz.
Avrupa da zikir çeken çok sahtekârlar var; hristiyanlar şikâyetçiler o Müslümanlardan.”Müslümanlık böyle midir” diye soruyor oradaki avrupalılar. Orada en çok hırsızlık yapanlar Müslümanlar.Hile peşinde olan yine Müslümanlar.Demek ki amel, ancak Allah-u Teâla’yı hakkıyla tanıyıp ona iman ettikten sonra faydalı olur.Ve o insan için farz olan o ameller, ancak o zaman makbul olur. İmam-ı Gazali rahmetullahi âleyh öyle diyor:“Rabbini hakkıyla tanımayanın ibadetleri doğru değildir. Çünkü o gerçekte ibadete lâyık olan Allah’a değil, hayalinde, zihninde canlandırmış olduğu bir varlığa ibadet etmiş olur.”
Haydi gelinde bu sözü duyduktan sonra bu dersleri yapmayalım. Tekrarlıyorum tekzip, Kur’an ile,Hadis-i Şerifler ile,icma ile, bu güne kadar gelmiş olan İslâm Dini ile alâkalı (iman, küfür, farzlar, helâller ve haramlar) konulardan bir tanesini dahi inkâr emek, yalanlamak ve reddetmektir.Yani inkâr etmektir.Saydığımız bu önemli konuların bu gün geçerliliğinin olmadığını söyleyen kâfirdir.
Düşünün, bu gün diken üzerinde yaşıyor Müslümanlar da haberleri yok.Çok kolay küfre düşüyorlar.Bunun tek sebebi var; o da cahil olmalarıdır.Yani Dini’ni bilmiyorlar.Bakın ibadet yapmıyor demedik. Dini’ni bilmiyor dedik. Namaz kılıyor fakat Dini’ni bilmiyor.Oruç tutuyor ama Dini’ni bilmiyor. Zikirle çokça meşgul oluyor, ancak Dini’ni bilmiyor.Çok hayır hasenat yapıyor ama Dini’ni bilmiyor.İşte bu cehalet insanın ayağını kaydırır.Ne yapıyor bu cahil insanlar?İslâmi bir meseleyi ya kabul etmiyor, ya yalanlıyorlar.Ne diyorlar?Bu 1400 sene önce ki kanunlarla bu gün hareket edilmez olduğunu söylüyorlar.Bir de tarihini veriyorlar.Bre cahiller!Bunlar 1400 sene öncesinin kanunları değil ki.Bunlar ta insanlığın başlangıcı olan Adem aleyhisselâm zamanından gelen kanunlar.Allah’a hakkıyla iman etmek, Peygamberlere hakkıyla iman etmek, ahirete hakkıyla iman etmek; bunlar 1400 senelik kanunlar değiller ki.Bütün Peygamberlerin şeriatında namaz var, oruç var, zina haramdır, haksız yere adam öldürmek haramdır.Bütün temel haramlar vardır hepsinin şeriatlarında.Nereden çıkarıyorlar bu “1400 senelik kanunlarla hükmedilmez” lâfını?
İşte insanlar konuşuyorlar ama açıklamaya geldiği zaman, kendi konuştuklarını bile açıklayamıyorlar.Böyle gaflette insanlarımız.Allah bizleri bunların şerrinden muhafaza eylesin.Amin…
3-Tatil:
Bu tatil kelimesi bizim kullandığımız ‘tatil’ kelimesiyle aynı kökenden geliyor; yani yok sayma.”İş yok diyecek yerde, tatil” deriz.Tatil demek Allah-u Teâla’nın varlığını hiç kabul etmemektir; yani ateistliktir.Ateist tatil’in latincesidir.Bu küfür çeşidi, az önce saydığımız küfür çeşitlerinin en büyüğüdür.Çünkü tatil de, kökten yok saymak vardır.
Tatil küfrüne düşen bir kimse ile tekzip konusunu tartışmaya gerek kalmaz.O, Allah-u Teâla’yı bir şeylere benzetse de, Kur’an-ı Kerim’i reddetse de, Peygamberi inkâr etse de, onunla bu konuları tartışmanın bir anlamı yoktur. Çünkü o, zaten kökünden Allah’ın varlığını kabul etmiyor.Âlimler zamanımızı, bu gibi insanlarla harcamamızı söylüyor. Diyorlar ki: “Onun daha Allah’a imanı yok.Sen kalkmış onun kullandığı bir kelimenin tartışmasını yapıyorsun.” O insan da zaten küfrün en büyüğü mevcut. Böyle bir insanla Kur’anın hükümleri tartışılmaz.Önce ona Allah’ın varlığını nasıl anlatacağını düşünmek gerekir.Onun Allah’a inanmasını nasıl sağlayacağını düşünmeli. Tatil en büyük küfürdür.İlim ehli işlediğimiz bu önemli konuları öğrenmek istemeyenler veya bu
konularda eksik bilgiye sahip olanlara diyor ki:”Bu nev’i Kelâm ilmini değilde, bidatçıların, zındıkların Allah-u Teâla hakkında, Onun şanına yaraşmayan uygunsuz felsefi kelâmları, Âlimler tarafından kınanmıştır.”
Kelâm ilmi demek Allah-u Teâla’yı hakkıyla tanıyabilmek, anlayabilmek, hangi sözün hak, hangi sözün batıl olduğunu kavrayabilmek, demektir. Yani bizim işlediğimiz derslerde olduğu gibi kelâm ilmini işlemeyip de, bidatçıların, zındıkların Allah-u Teâla hakkında, Onun şanına yaraşmayan, uygunsuz felsefi kelâmlarına itibar edenleri kınamıştır Âlimler.
Şimdi de tam tersi oluyor.Tarih boyunca, Rasulullah aleyhisselâtu vesselamın vefatından bu yana, Âlimler tarafından kınanan kişiler kimlerdir?Uydurmacılardır, bidatçılardır, şeriatı yalanlayanlardır.Ama gelelim günümüze; üç gün boyunca bir sempozyumda bidatçılar bülbül kesildiği halde, hiç kimsenin sesi çıkmıyor.Hatta orada bulunan (çarşaflısı dahil) Müslümanlarımız alkışlıyorlar.Bu sempozyum
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

üç gün, kırk tane profesörün katılımıyla, Eresin Otel gibi bir yerde sürdüğü halde medyada hiç bahsedilmedi.Yalnızca bir gazetede bu konuyla ilgili bir köşe yazarının yazısına rastladık.Bu yazar diyor ki:”İmam-ı Azam en büyük imam demek. Ben böyle söylüyorum ve böyle inandım İmam-ı Azam Ebu Hanife hakkında.O sempozyumda bulunanlar İmam-ı Azam bile demediler.Ebu Hanife dediler. Ehli Sünnet Âlimlerinden biri olan İmam-ı Azam’ı ele almış, onunla ilgili tenkitler yaptılar.Bu tenkitleri yaparken, kullandıkları bazı övgü içeren sözleri iyi niyetle söylediklerini zannetmeyin. Mübarek imam acı ve sert şekilde tenkit edilmemişse, aziz ruhu ona şükretsin. Şükretsin ki onu Hasan-i Basri hazretlerini tenkit ettikleri gibi tenkit etmediler.Onun hakkında söyledikleri, hiç kabullenilecek gibi değildi.”
”O zamanının Âlimiydi, biz de zamanımızın Âlimleriyiz”, diyordu orada ki bir vehhabi profesör.Kendilerini bizlere bu şekilde kabûl ettirmeye çalışıyorlar. Türkiye deki ezici çoğunluğun Hanefi mezhebinden olduğunu bildikleri için, İmam-ı Azam Ebu Hanife’yi belli etmeden, sözde tatlılıkla, bir taraftan övüp, diğer taraftan eleştirdiler. Ondan, sanki sıradan bir adammış gibi bahsettiler. Ha biz, ha Ebu Hanife; aramızda bir fark yok, demek istediler.Bu yazarın yazısından başka bir yazıya rastlamadık, ehli Sünnet’e hakaretle geçen sempozyum hakkında.Halbuki tüm medyadan bangır, bangır sesler yükselmeliydi.Bu kadar suskun kalınmamalıydı.Oysa onlar bangır, bangır hakaretlerini (tatlı dille süsleyip) savurdular.Allah bizleri bu bidatçilerin şerlerinden korusun. Amin…
Gazetede okudum; dünyaca meşhur ateist bir filozof düşüne, düşüne bir gün bakıyorsunuz “bir tanrı olabilir” diyor.Yani dün inkâr ediyordu, bu gün olabilir diyor.Biraz önce işlediğimiz ‘tatil’ denilen küfür çeşidi ile meşhur bu insan. Allah’ı yok sayıyor.Bu ateistlerin görüşüdür.Bu ateistin aklı daha önce Allah’ın varlığını inkâr ediyordu.Şimdi ‘olabilir’ demeye başladı. Bakalım yarın kurtaracak mı kendisini.Kim bilebilir, belki de hidayet nasip olur.Ölüm Meleği gelene kadar vakti var.Allah hidayet versin.Amin…

“Ve sallallahu alâ seyyidina Muhammed ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim.”
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ

ŞAKASI OLMAYAN ÜÇ ŞEY:
NİKÂH,TALÂK VE KÜFÜR

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selâm efendimiz Muhammed aleyhisselâmın üzerine olsun.
Üç şeyin şakası olmaz dedi Resulullah:
1)Nikâh
2)Talâk (boşama)
3)Ridde (Küfür)

Nikâh:
Nikâh kadın ve erkeğin, iki Müslüman erkek şahidin huzurunda:”Ben seni hanımım (karım) olarak kabul ettim “karşı tarafında ”Ben seni beyim (kocam) olarak kabul ettim” demeleridir.Bunu şakayla demiş olsalar bile, nikâhlı olurlar. Cinsel manada beraber olsalar günaha girmezler.Yani, nikâhın şakası yoktur.
Boşama:
Boşama yetkisi:
Bir bayan nikâhı kıyılırken, boşama yetkisini eşinden isteyebilir.Erkek eğer izin verirse, kadında da boşama yetkisi olabilir.Boşama yetkisi olan kadın veya erkek şakayla bile olsa “Ben seni boşadım” derler ise, boş olurlar. Toplumun hukuku için boşanan kadın yakınlarına haber verdiğinde boşayan eş bunu doğrular ise, o zaman o yakınlar boşanmayla ilgili hukuki işlemleri başlatabilirler.
-“Boşadım” ile “boşuyorum” veya “boşayacağım” bir değildir.”Ben seni boşadım” dendiği zaman boş olunur.Veya “boş ol” cümlesi halk arasında “boşadım” ile aynı anlamda kullanılıyor ise “boş ol” diyerek de boş olunur.Bir tâlak gider.
Talâk:
Bir insan eşini üç talâk ile bir daha geri dönmeksizin boşayabilir.Birinci boşamadan sonra tekrar nikâhlanabilirler.İkinci kez boşarsa, yine nikâhlanabilirler.Fakat üçüncü talâktan sonra o eşiyle bir daha evlenemez.
Tek şart (Hulle) gerçekleşir ise boşanan eşlerin tekrar nikâhlanması mümkün olur.Bu da boşadığı hanımı başka bir erkekle kendi rızaları ile evlenir ve evlendiği erkek onu yine kendi rızası ile boşarsa, kadın tekrar ilk eşi ile nikâhlanabilir.

Batıl Hulle:
Boşanmak şartı ile ikinci eş ile evlenip tekrar ilk eş ile nikâhlanmaya denir. Bu nikâh geçerli değildir.
Küfür:
Alimler dediler ki:”Küfür üç çeşittir:
1)İtikâdi (inanç ile)küfür
2)Lafzi (söz ile) küfür
3)Fiili (hareket ile)küfür
İtikâdi küfre misal:
Bir insan Allah’ın sıfatlarından bir tanesine, Peygamberlerden bir tanesine veya meleklerin varlığına kalben inanmaz ise Dinden çıkar.
Lafzi küfre misal:
Bir insan Dini tahrif ederse, bir Ayeti yalanlar ise veya İslâm Dinini kabullenmez ise Müslümanlıktan çıkar.İster tiyatro oynasın ister piyes yapsın; bunların şakası olmaz.
Kitaba ve Dine sövüldüğünde kişiyi mutlaka sorguya almak gerekir. Yani:”Ne demek istiyorsun?”Diye sormalı.”Benim Dinim İslâm, kitabım Kur’an” dediğinde sövenin bunları kastettiği anlaşılırsa söven kişinin kâfir olduğuna hükmolunur. Fakat kitaptan kastı “Senin hayat tarzın” v.b. ise, bu ağır bir sözdür fakat küfür değildir.
Mesela bazıları “Allahsız, Kitapsız” diyorlar.Burada eğer bu söz “Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen.Onun kurallarını dikkate almayan” manasında söyleniyor ise, bu da yine küfür olmaz.Ancak eğer direkt olarak Allah’a sövülürse, o zaman zamir Allah’a isnat edilmiş oluyor.Bu küfürdür.Bunun tevili (açıklaması) yoktur.
Fiili küfre misal:
Bir kimse Kur’an-i Kerimi pis bir yere,çöpe atarsa veya ayağının altına alırsa, onu çiğnerse küfre düşer.Ehil olmayan kişilerin küfür konusunda hüküm vermeleri sakıncalıdır.Sakıncalı sözü söyleyen kişiyi kurtaracak tevili yapamaz ise, buda yine sıkıntılıdır.Fakat bazı küfürlerin tevili olmaz.Mesela “Ben Dinimi değiştirdim.hristiyan oldum” demek gibi.Veya “Ben on sene sonra İslâm dininden çıkacağım” demek gibi.Bunlar küfürdür.
Çünkü küfrü kendi nefsine yakıştırmış onu meşrulaştırmış olur.
Soru:
Bir kimse “Ben Dinimi değiştirdim.Hristiyan oldum” derse, bu kişinin iman ve buna bağlı olarak nikâh durumu ne olur?Böyle söyleyen erkeğin eşinin nasıl davranması gerekir?
Cevap:
-Dinimizde bir hanımın şahitliği ile hüküm verilmez.
-Telefonda erkek bile karşı tarafın küfür içeren sözlerine şahit olsa, sesin mutlaka konuşmak istediği kişiye ait olduğuna yüzde yüz emin olması gerekir.
-Yüz yüze yapılan konuşma ile telefonda yapılan konuşma bir değildir. Telefon belki yanıltabilir. Fesadı kaldırmak için sadece tam emin olunca hüküm verilir.
-Kim olursa olsun Müslümanken “Ben Dinimi değiştirdim. Ben hristiyan oldum” der ise o kimse Dinden çıkmıştır.Hanımıyla boş olmuştur.Hanımın evi hemen terk etmesi lâzımdır.Onunla bir arada durması zina halidir.Ne zaman ki yeniden Müslüman olur, o zaman hanımı dilerse, yeniden nikâhlanırlar ve beraberlikleri devam edebilir.
İmam-ı Şafii ile İmam-ı Hanefi’nin görüşleri, küfre düşme sonrası nikâh konusunda ihtilaflıdır:
-Hanefi mezhebi bu konuda hiç taviz vermemiştir.Hanefi mezhebine göre ister erkek Dinden çıksın, ister kadın Dinden çıksın (ikisinden biri Dinden çıkaran bir amel işlemiş veya söz söylemiş ise),diğerinin onunla beraber kalması doğru değildir. İlişkileri zina olur.Tek başına bir odada kalmaları halvet olur, haram olur.Ancak zaruri bir durum mevcut ise, ayrı odalarda kalabilirler.Hanefi mezhebine göre beraberliklerini sürdürebilmeleri için önce küfre düşen taraf tekrar Müslüman olması, sonra tekrar nikâh kıymaları farzdır.
-İmam Ebu Hanife , İmam Şafii gibi bu konuda mühlet vermemiştir.Yani bir insan küfre düştüğü andan itibaren nikâhı düşmüştür .Ve ”Yeniden Müslüman olup nikâhını da yeniden kıyması gerekir” hükmünü vermiştir.
-İmam Şafii de, Dinden çıkan kişi eğerki iddet müddeti içerisinde (yaklaşık dört ay kadar bir süre) Müslüman olursa ve eşi de Müslümanların yanında buna şahit olur ise, yeniden nikâh kıyma şartı yoktur.Bu sadece iddet süresi içerisinde Müslüman olursa böyledir.Yoksa iddet süresi geçtikten sonra tekrar Müslüman olursa,
mecbur yeniden nikâh kıyması gerekmektedir.
Nasıl kıyılır bu nikâh?
Aynı ilk nikâhtaki gibi :İki Müslüman erkek şahidin yanında erkek: “Seni nikâhım altına aldım”, kadında: “Kabul ettim” diyecekler.
Soru:
Cuma namazı için camiye gidildiğinde, hoca’nın söylediği bazı Âyetlerle, İmanın ve nikâhın tazelendiği söyleniyor. Bu yeterlimidir?
Cevap:
-Cumadaki nikâh tazelemenin küfre düşme durumundaki nikâh yenilemesi ile bir alâkası yoktur.Bu bir adettir.Bunu sadece zikir niyeti ile yaparlar.Bu Dinden çıkan kişinin tekrar Müslüman olmasını sağlamaz.
-Yine Dinden çıkan bir kimse namazda Tahiyyat’taki Kelime-i Şehâdeti söylemesi ile tekrar Müslüman olmuş sayılmaz.Çünkü dinden çıkış sebebini önce itiraf edecek, hatasını anlayacak ve Dinden çıkış sebebinden dolayı Kelime-i Şehadet getirerek tekrar Müslüman olacak.Yoksa zikir niyeti ile getirmiş olduğu Kelime-i Şehâdetin ona bir faydası olmaz.
Dinden çıkaran sözü kişi ister şakayla söylesin, ister ciddi söylesin, aynen ciddi hükmündedir.Dini konuların şakası da ciddi hükmündedir.
Bir erkeğin bir yerde Dinden çıktığına şahit olan kimseler, bunu derhal onun hanımına bildirmelidirler.Müslümanlar bu konuda iki sıkıntı yaşıyorlar. ”Şikayet olur” korkusu ile hanımına böyle şeyleri söylememeyi tercih ediyor.Veya “inanç özgürlüğü” bahanesi ile eşler arasında böyle bir nasihati yapmamayı uygun gösteriyorlar.Buradaki iki sıkıntıyı bir Müslüman’ın aşması lâzım.Ancak kendisine fiili bir zararın (ölüm tehdidi gibi) geleceğini biliyorsa susabilir.Burada susmasına bir derece ruhsat vardır.Ama bunların dışında yok “insanlar benim için ne derler”,yok “dedikodu üretirler” gibi bahanelerden dolayı susulmaz, tepkisiz kalınmaz. Neticede bu dedikoduları üreten insanlar zaten cahil insanlardır.Hem zaten bunlar aynı zaman da onu sevmeyen insanlardır da.Çünkü onun ahireti ile alâkalı bir konunun düzelmesini istememektedirler.Küfür gibi bir hataya düşen kişiyi en iyi etkileyecek kimse onun eşidir.Demek ki eşler ilim öğrenip, tavırları ile karşı tarafın düzelmesini sağlayacak.Siz istediğiniz kadar nasihat edin;size karşı o insanın bir gururu, kibri olabilir,sizi sevmeyebilir.Ama hanımına karşı öyle değildir.Hele hanımı o evi bir terk etsin; bakın ikinci gün nasıl Müslüman olup özür diliyor.
Çünkü Dinden çıkarak işlediği kusur en büyük kusurdur.Dinden çıkmak kadar büyük bir kusur, bir ayıp olamaz.
Bir hanımın eşi onu aldatmış ise ona sabretsin ve evi terk etmesin.Fakat kocası Dinden çıkmış, ona ise sabretmesin.Çünkü bir erkeğin hanımını aldatması büyük günahtır, fakat küfür değildir.Böyle olmasına rağmen bu konuda kadınlar çok şiddetli tepkiler verdikleri halde (evi terk etmek, ailesinden yardım istemek gibi) ,kocaları dinden çıktıkları zaman susuyor, tepki göstermiyorlar.Böyle yapan hanımlar çok cahildirler.Böyle hanımların mutlaka Dinlerini öğrenmeleri lâzımdır.Hatta bu konularda Müftülüklerden (Diyanet İşlerinden) yazılı cevap istesinler.Aynen durumu, eşinin söylediklerini,ilişkilerinin durumunu ve ne yapmaları gerektiğini sorsunlar. Yazılı cevap talep etsinler.İnşa Allah onlarda bu önemli meseleye acilen cevap verirler.Çünkü bu konu insanların ahireti ile alâkalı bir konudur.Bir kimsenin
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

kalbinden eşinin küfrüne rıza göstermesi kendisinin de Dinden çıkmasına sebep olur.

“Ve sallallahu alâ seyyidina Muhammed ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim.”
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ

Miraç

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selâm efendimiz Muhammed aleyhisselâmın üzerine olsun.
Miraç konusunu Müslümanlar ne kadar doğru öğrenirlerse, o gecelerin kıymetini de o kadar güzel yerine getirmiş olurlar. Miraç denildiği zaman insanların içlerinde bir duygu ve bir hakikat anlaşılıyor. Ve bu hakikate de insanlar inanmak mecburiyetindedirler. Çünkü Allah-u Teâlâ Miracı Peygamber efendimize yaşatmış,ve bunun ilk bölümünü de Âyet’le bize bildirmiştir.
Miraç ne demektir?Önce bunu bir anlayalım. Miraç lûgat manası olarak yükselmek, şereflenmek, pâyelenmek ve harikulade olayların ve harikulade hadiselerin yaşanması manasına gelir.Allah-u Teâlâ Peygamber efendimiz aleyhisselâtu vesselâma hiçbir kuluna, ki bu kullara büyük Meleklerde dahildir(O Melekler ki en büyüğü Cebrail aleyhisselamdır).Cebrail aleyhisselâm dahil hiçbir Peygamberine nasip etmediği sadece ve sadece Muhammed aleyhisselâtu vesselâma nasip etmiş olduğu bir mucizedir.Bu mucize ile Allah-u Teâlâ Peygamber efendimizi insanların arasından seçtiğini ve en üstün varlık olduğunu da ortaya koymuştur.Demek ki Miraç, sadece Peygamber efendimize nasip olan bir olaydır.Onun için bizim, Miraç olayını çok iyi öğrenmemiz gerekir.Burada iman edilecek önemli konular vardır. Miracın başlangıcı olan İsra olayı,Kur’andaki bir Surenin adıdır.’İsra’ gece yolculuğu demektir.Bu Sure, gecenin bir vaktinde, bir an içerisinde Peygamber efendimizin yaptığı yolculuktan bahseder.




İsra Suresinin 1.Âyetinde Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
سُبْحَانَ الَّذى اَسْرى بِعَبْدِه لَيْلا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الاقْصَاالَّذى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ ايَاتِنَا اِنَّهُ هُوَالسَّميعُ الْبَصيرُ
Meâli:”Bir gece kendisine Ayetlerden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed aleyhisselâtu vesselâmı),Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren Allah,
noksan sıfatlardan münezzehtir.”
Bu Âyete inanmak farzdır.Kim ki bu Âyete “Benim aklım ermez, kanaatim yoktur” derse kâfirdir.Çünkü Âyet çok açıktır.Allah-u Teâlâ bu Âyette insanların aklının alamayacağı bir olayı Peygamber efendimize yaşatmıştır. Buna inanmak farz-ı ayndır.Fakat bundan sonraki ikinci bölüm olan Miraç ise (yükselme) Mescidi Aksa’dan, Allah-u Teâlâ’nın sadece Peygamber efendimiz için yaratmış olduğu bir makama bir mekâna çıkmasıdır.Bu da Kur’an-i Kerimde, bu Âyet gibi açık olmamakla beraber,zikredilmiştir. Açık izahatı olan birkaç Ayeti bütünleştirdiğimiz zaman Miraç olayının da hak ve gerçek olduğuna biz Müslümanların inanması gerekir.
İşte o Âyetlerde Necm Suresindeki 13./14. Âyetlerdir.Bu Âyetlerde Allah-u Teâlâ Peygamber efendimiz için şöyle buyuruyor:
وَلَقَدْ رَاهُ نَزْلَةً اُخْرى عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهى
Meâli:”Andolsun ki Cebrail aleyhisselamı Sidretül Münteha’nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.”
Yani demek ki Peygamber efendimiz Cebrail aleyhisselâmı asıl suretiyle, yani aslıyla gördü. Bunu Allah ona nasip etti.Onu ilk görmesi dünyada gerçekleşti .Cebrail aleyhisselâm ‘Ecyad’ denilen yerde, kanatları doğuyla batıyı kapatacak şekilde geldi.Orada ilk Âyeti ve Peygamberliğini, Peygamber efendimize bildirdi.
Âyet kapalı gibi görünse de, aslında gayet iyi anlaşılıyor(”Bir defa daha görmüştü” sözü demek oluyor ki,Sidretül Münteha Allah’ın yaratmış olduğu mübarek bir ağaçtır.Ve bu Âyet Peygamber efendimizin, Cebrail aleyhisselamı o mekânda bulunur iken, onu asıl suretiyle görmüş olmasına delildir.Bu nedenle kim ki bu Âyeti duyduktan ve manasını da anladıktan sonra inkâra giderse,bu o insanın küfrüne sebep olur.Ama birincisi gibi değil.Çünkü İsra Suresindeki Âyet açık yani muhkem bir Ayettir.İsra Âyetlerini bir kimse inkâr ederse küfre düşer.Demek ki Peygamber efendimiz gecenin kısacık bir bölümünde, bedeninin sıcaklığı yatağından gitmeden, Mescidi Haram’a, oradan da Mescidi Aksaya ve Miraca çıkıp geliyor.Bu olay Allah-u Teâlâ’nın Peygamber efendimiz için yaratmış olduğu bir mucizesidir.
Miraç, Allah’ın Peygamberimize onu şereflendirmek, ona en üstün pâyeyi vermek, onun en üstün bir varlık olduğunu ortaya koymak için yaşatmış olduğu bir olaydır.
Ve bu olay dünya gözüyle, ruhen ve bedenen yaşanmıştır.Yani bir rüya haliyle değil.Çünkü insan rüyayı ruhen yaşar. Uyandığı zaman şunu gördüm bunu gördüm diye hatırlar.Ama bu öyle bir olay değil. Bedenen olmuş bir olaydır.Onun için bir mucizedir.Bunu bize Peygamber efendimiz aleyhisselâtu vesselâm Miraçtan dönüşünde uzunca bir Hadis-i Şerifi anlatarak bildirdi. Konuyla ilgili bir çok Hadis-i Şerifler var.Bunların bir bölümünü özetleyelim. Ondan sonra asıl sıkıntı olan sözde din alimlerinin hatalarını ortaya koyalım ki, bizde bu hataları işlemeyelim. İşlediysek de tövbe edelim.
Peygamber efendimiz buyurdu ki:”Bana Burak adında bir hayvan getirildi. ”Bu hayvanı getiren Cebrail aleyhisselâmdır.Bu Burak denilen hayvanın bir tarifi de vardır: Beyaz,eşekten büyük, katırdan küçük, uzunca bir hayvandır. Ama bu hayvanın şöyle bir özelliği vardır ki, onun atmış olduğu bir adım kendi görüş mesafesinin vardığı yere kadardır. Yani düşünün ki bir insanın ufka baktığı mesafe kadar.Yani bu kadar hızlı bir hayvan.Olayı ve bir de kat edilen mesafeyi düşünün.Yedi kat göklerin üstüne bir insanın çıktığını düşünün.Ve Mekke ile Mescid-i Aksa kuş uçuşu ile takriben yaklaşık 2000 km kadar bir yol.Böyle bir mesafeyi gidip geliyor.İşte bu mesafeyi gidebilmesi için Burak gibi mesafe kat eden bir hayvan vardı.
“Bu hayvana bindim ve Beytül Magdis’e (Mescid-i Aksa) geldim” dedi Resulullah. Burak’ı Mescid-i Aksada ki bir halkaya bağladı.Bütün Peygamberler Mescid-i Aksa’da idi ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onlara imamlık yaparak iki rekat namaz kıldırdı.
“Ve Cebrail gelip bana birinde şerbet diğerinde süt bulunan iki kadeh sundu.Ben sütü tercih ettim.Cebrail bana:”Sen temiz fıtratı seçtin” dedi.”Ve beni alıp gök yüzüne çıkardı” buyurdu Resulullah.Cebrail aleyhisselâm Sidretül Müntehaya kadar Resulullah ile yolculuk yaptı. İşte bu yolculukta Peygamberimiz diğer Peygamberlerin makamlarını yerlerini gördü. Birinci gökte Adem aleyhisselâmı, ikinci gökte İsa ve Yahya aleyhisselâmı, üçüncü gökte Yusuf aleyhisselâmı, dördüncü gökte İdris aleyhisselâmı, beşinci gökte Harun aleyhisselâmı, altıncı gökte Musa aleyhisselâmı ve en son yedinci gökte İbrahim aleyhisselâmı gördü. Hepsiyle müşerref oldu selamlaştı ve artık öyle bir yere geldi ki, o yere,sadece ve sadece kendisinin gitmesi nasip oldu.
İşte o mekân da Sidretül Münteha denilen yerdir.
Kısaca böyle tarif ettikten sonra, insanların bu konuyu bizlere yanlış olarak nasıl anlattıklarına biraz değinmek istiyorum.
Eğer biri Miraç’ta (sözde Müslüman olan biri, çünkü böyle inanırsa o insan Müslüman değildir) Resulullah aleyhisselâtu vesselâmın, Allah-u Teâlâ’nın zatının bulunduğu bir mekâna çıktığını kabul ederse, kâfirdir. Yani Allah-u Teâlâ’nın sanki bir makamı var, bir yeri var, Peygamberi de o yerine getirtmiş gibi bir düşünceye sahip olan,Mirac’a böyle inanan insanlar Allah-u Teâlâ ya küfretmişlerdir.Çünkü Allah-u Teâlâ mekândan münezzehtir. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın bir mekânı, yeri yoktur.Böyle düşünen insanlar ve bu Miraç olayını böyle anlatan insanlar kâfirdir.Onlar anlatmak istediklerine de bir müteşâbih Âyeti delil gösteriyorlar.
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

O müteşâbih Âyet En Necm Suresinin 9. Âyetidir :
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنى
Meâli:”Sonra Muhammed’e yaklaştı,daha da yaklaştı, o kadar ki birleştirilmiş iki yay mesafesi kadar yakın oldu”
Bu Âyetin ,Allah ile Peygamber arasında oluşmuş olan bir mesafe ile, bir hudutla alâkası yoktur.Çünkü bunu En Necm Suresinin ondan sonraki Ayetler de, Cebrail aleyhisselamla alâkalı Âyetler doğrulamaktadır.Demek ki iki yay mesafesi kadar o makama yaklaşan varlık (Peygamber efendimizin çıkmış olduğu mekâna) Cebrail aleyhisselâmdır.Bir başka ifadeyle Allah-u Teâlâ Cebrail’e ,o kadar yaklaşmayı nasip etmiştir.Çünkü Cebrail’in bile gidemeyeceği bir yer sadece Resulullah aleyhisselâtu vesselâmın çıktığı makamdır.Yani Âyet‘ten anlaşılması gereken konu budur.İki yay mesafesi kadar yaklaşan varlık Cebrail aleyhisselâmdır. Kim ki bunu böyle kabul etmeyip de,Allah ile Peygamber yaklaştı derse kâfirdir.
Öyle ise bir Müslüman da yaklaşmak, uzaklaşmak, hudut ve mesafenin de yaratık olduğunu bilmesi gerekir.Bunlar mahlûklar için geçerli şeylerdir. Allah hakkında mekân, hudut, sınır,mesafe düşünülmesi mümkün değildir. Çünkü Allah hiçbir şeye benzemez. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.
Demek ki Miraç hadisesine doğru inanmak isteyen insan, Allah-u Teâlâ’nın sıfatlarının manalarını güzel bilmiş olacak ki, aldanmamış olsun, yaldızlı sözlere kanmasın.Çoğunluk ne olursa olsun aldanmamak lazım.Çünkü bizi aldatan şey burada nedir?
Cahil Müslümanların burada kandığı şey nedir?Allah-u Teâlâ yı tenzih edecek kadar Allah’ın sıfatlarını bilmemektir.
Bu gece nice camilerde bu hatalar yine aynı şekilde söyleniyor.Hatta televizyonlarda da bir kısım diyanet görevlisi bunu böyle söylüyor. Yani, anlatılış şekillerinden, dinleyen adeta bu küfür olan manayı anlıyor.
Buna bir örnek:
Hakikat kitap evinin basmış olduğu bir kitapta:”Hakikat ve dalaleti bilmemiz lâzım. İmanla küfrü öğrenelim” diyor.Sözde iyi bir niyetle yazılan bir kitap.
Kitapta işlenen konu, Müslümanlar arasında çok yaygın olduğundan dolayı, bu küfrün tehlikesini Müslümanların çoğu anlamamaktadır.Müslümanlar ilk görevlerini, ilk farzlarını yerine getirmediklerinden dolayı, bu hataya düşmektedirler.
Burada Miraç ile alâkalı şöyle diyor:”Miraç gecesinde Rabbine öyle yaklaştı ki, aradan bütün perdeler kalktı ve huzuru ilahiye kabul buyuruldu.”Bakın olduğu gibi okuyorum ki, anlaşılması gereken şeyi siz iyi anlayın ve değerlendirin.Bu kitapta Miraçtan bahsederken diyor ki:”Rabbine öyle yaklaştı ki, aradan bütün perdeler kalktı ve huzuru ilahiye kabul buyuruldu.Zamandan ve mekândan münezzeh olan Cenabı Hakkın sohbeti ile ve Cemali Bakemali ile müşerref oldu.Onu baş gözü ile yalnız ve yalnız Habibi Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem gördü.Habibini cemal nurundan yarattığı için, o nur, nuru görmeye takat getirebildi.”
Bakın bu paragraf içerisinde anlatılan ifadeler dinleyenlerin ve okuyanların beyinlerinde nasıl bir çağrışım yapıyor ?Hep Allah-u Teâlâ’nın sıfatlarına yakışmayacak bir şekil çağrışımı yapıyor. Şimdi biraz açalım bu sözleri.Ne diyor bu insan? Diyor ki “Rabbine öyle yaklaştı ki” diyor. Yaklaşan Peygamber efendimiz.”Aradan bütün perdeler kalktı” diyor.”Ve huzuru ilahiye kabul buyuruldu.”Bu perdelerin kalkması ne demek?Yani,Allah-u Teâla’yı Peygamber efendimizle karşı karşıya getirmiş oluyor.Nasıl ki bir kralın huzuruna bir insan çıkar, Peygamberimizi de huzuru ilahi kelimesi ile ne yapıyor?O aradan perdelerin kalkmasıyla karşı karşıya gelen iki varlık yerine koymuş oluyor.İşte bu birinci küfür.
İkinci sözüyle bu birinci sözü arasında tezat da çıkıyor.Diyor ki ”Zamandan ve mekândan münezzeh olan cenabı hakkın sohbeti”.Allah için “zamandan ve mekândan münezzehtir” diyerek, doğru bir söz söylüyor. Peki, yeri olmayan bir varlık Peygamber efendimizi nasıl huzuruna alsın?Bunu yazan kişi aynı zamanda Peygamberi de bir an bile olsa, zamandan ve mekândan münezzeh durumuna sokmuş oluyor. Peygamberi Allah’ın sıfatlarından biriyle sıfatlandırmak ise yine küfürdür.
Allah’ın sıfatlarını Peygamber dahi olsa ,insanlar için kullanmak küfürdür. Yazar söze doğru sözlerle başladığı için ilk başta kulağa hoş geliyor.Fakat uyanık olmak lâzım, çünkü devamı küfür içeriyor.
Üçüncü hata Allah için sohbet kelimesini kullanmasıdır.Sohbet kelimesi mahlûklar için kullanılır.Allah için kullanılmaz.Allah’ın kelâmı sohbet diye ifade edilmez, ses ile ifade edilmez.Ama Peygamber efendimiz Allah’ın kelâmını o makamda iken duymuştur.Allah ona duyurmuştur. Kelâmını aracısız olarak, Cebrailsiz olarak Muhammed aleyhisselâma vahyetmiştir. Bu sözü böyle söylemek yerindedir.Allah vasıtasız olarak kelâmını Peygamber efendimize duyurdu.Duyurdu ne demek?Yani Peygamberimiz vahyi anladı. Allah’ın kelâmını anladı.Ne gibi?
Huzuru ilahiyi anlamak gibi.Mesela diyoruz ki, Müslümanlar mahşerde Allah’ın huzuruna çıkacaklar.Buradaki huzur kelimesini nasıl ki müteşâbih bir kelime olarak kullanıyorsak, Miraçtaki huzur kelimesini de bu şekilde anlamamız gerekir.Anlamamız gereken mana: Allah-u Teâlâ mahşerde bütün kullarına kelamını duymayı nasip edecektir.Kullar bunu işitip anlayacaklar. Çünkü elde, ayakta konuşacak. Düşünün Allah kudreti ile, bu azaların bile, anlamalarını sağlayacak.Allah’ın kelâmı tarif edilmez!
Allah-u Teâlâ bütün kullarını aynı anda sorgulayacak.Yani kelâmını keyfiyetsiz işittirecek ve onun bütün hayatını, başta inancı olmak üzere, zerresinden kürresine, yapmış olduğu bütün amellerin hesabını soracaktır. Üstelik aynı anda.Yoksa bir kadı’nın karşısında hesabını verip geçmek gibi değil. Mahşerdeki hesap vermek buna benzemez.Bunu böyle bilmek küfür olur.
Miraçta da bu böyledir.Allah kelâmını Cebrailsiz olarak Resulullah’a duyurdu demektir.Yani o onu bildi, yani anladı demektir.Görmesi de böyledir. Peygamber efendimiz Allah-u Teâla’yı gördü ama baş gözüyle, zahiren görmek gibi değil.Kalp gözüyle gördü.Yani gördüğünü bildi anladı demektir.
Cennet ehlinin, Allah’ın cemalini görecekleri söyleniyor.Buradaki cemal, asla yüz manasında değildir.Yani Allah’ın varlığı görülecek manasındadır. Bütün Cennet ehli Allah’ın kudretiyle Allah’ı görecektir demektir.Yoksa Allah Cennete inecek veya Ârş’ta ay gibi gözükecek manasında değil. Bu küfürdür. Böyle bir tabir olamaz. Çünkü Allah mekândan münezzehtir.Oysa Arş’ta bir mekândır, Cennet de bir mekândır.Allah bu mekânları yaratmadan öncede mekânsız olarak vardı.
Allah bu mekânları Cennet de dahil, Cehennem de dahil, Sidretül Münteha da dahil,yeryüzü ve her şey dahil , bunları yaratmadan öncede vardı,bunları yarattıktan sonrada yine mekânsız olarak vardır.İşte bu kaideyi biz doğru öğrendiğimiz zaman, ister Cennet hakkında konuşalım, ister Miraç hakkında konuşalım, ister rüya hakkında konuşalım, bunların hepsinden Allah’ın sıfatlarına ters düşen bir mana çıkıyorsa, o zaman hemen oradaki tehlikeyi anlamış oluruz.Ve bunun da küfür olduğunu bilelim. İşte bu Miraç gecesinde, doğru söz ile yanlış mana eşleştiği zaman,neticede yanlış ortaya çıkar.Yani bir tane doğru kelime vardır diye aldanmamak lazım.Doğru olan söz nedir? ”Zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah” cümlesidir.Allah’tan başkasına “zamandan ve mekândan münezzehtir” sözleri isnat edilemez. Bunu yapan kimse Müslüman değildir.İşte bu insanda Peygamber efendimizi böyle bir duruma sokuyor.
Diğer bir hatası da: baş gözüyle görme meselesi.Bu diğerlerine göre daha küçük bir kusur.Yani kalp gözüyle mi gördü,baş gözüyle mi gördü? Neticede görmek tarif edilmeyecek bir durumdur.Yani şekli, şemali tarifi yok.Şöyle gördü, böyle gördü diye bir tarif yok.Kim ki böyle bir tarif yapar ise ,o Müslüman değildir.Çünkü yapmış olduğu, tarif bir yaratıktır.Akılda yaratıktır. Akıl ilah değildir.Bu bir kaidedir. Akıl latif bir varlıktır.Öyleyse aklın ürettiği her şeyde yaratıktır.
Demek ki aklın ortaya koyduğu, ismini ister söylesin, ister söylemesin, ister hayal olsun,ister tasavvur olsun,ne olursa olsun,aklın ve düşüncenin ortaya koyduğu her şey yaratıktır. İşte bu kaideyi de öğrendiğimiz zaman.Allah-u Teâlâ’nın tarifi hiçbir zaman bu üretimlerle, aklın ortaya koyduğu fikir ve düşüncelerle mümkün değildir.Tarif eden kişi, Allah’ı tanımamış demektir.
Ve ifadedeki en büyük kusur:”Habibini ,cemal nurundan yarattığı için” diyor.Dikkat edin bu söz çok çirkin bir küfürdür. Yukarıda ne diyordu? ”Cemali Bakemaliyle müşerref oldu” diyordu.
Yani, kemal sıfatları olan Allah’ın varlığıyla, diyordu.’Bakemal’ demek, kemal sıfatları olan varlık demek.O da Allah-u Teâlâ’dır.
Ve Peygamberimiz için: “Onu cemal nurundan yarattığı için, O nur,nuru görmeye takat getirebildi” diyor.Bu ifadede nur kelimesi iki varlık için söyleniyor.Dikkat edin. “Habibini cemal nurundan yarattığı için” diyor. Burada “o nur” Peygamber. İkinci ifade,siyah puntolarla kalın yazmış. ”Nuru görmeye takat getirebildi”.O zaman görülen kim?
Allah-u Teâlâ.Onu da nasıl tarif etti?Nur kelimesiyle tarif etti.İşte en çirkin küfürlerden bir tanesi de budur.
Demek ki, kim burada olduğu gibi, Allah-u Teâlâ’yı nurani bir varlık yerine koyarsa kâfirdir. Çünkü nuru yaratan Allah’tır.Allah’ın Esma-ül Hüsnasın da (isimlerinin içerisinde) ve sıfatlarının içerisinde, ifade edilen ‘En Nur’ ismi Allah’ın nurani bir varlık olduğunu izah etmiyor bize.Allah’ı bu isminden dolayı nur zanneden yanılmıştır.Çünkü nur lâtif bir yaratıktır. Üstelik, Allah Melekleri nurdan yaratmıştır. Böyle de inanıyoruz.Meleklerin sıfatlarını öğrendiğimiz zaman,nasıl iman ediyoruz? Meleklerin nasıl varlık olduklarına inanıyoruz? Melekler nurani varlıklardır.Demek ki Allah’ın yaratmış olduğu nurdan ,yine Allah Melekleri yarattı demektir.Allah’ın nurundan yarattı demeyi bırakın; bir insan dese ki:” Meleklerin yaratılmış olduğu nurdan Allah Peygamberi yarattı “,bu da hatadır.Çünkü o zamanda Peygamberlerle Meleklerin sıfatını aynı sıfata yerleştirmiş olur.Bu da Kur’ana zıttır.Allah insanı topraktan ve sudan (alâktan) yarattı . İnsanların yaratılışı böyledir. Söylenilen söz, bu seferde bu Ayete zıt olacak.
Demek ki Melekler ile Peygamberin yaratılışını aynı göremeyiz..Ama insan cahil ise, öyle zavallı bir varlıktır ki,nur kelimesi hoşuna gider.
Zanneder ki Peygamber nurdan yaratılır ise daha güzel olur. Hoşuna gider. Sanki, Peygamberin topraktan, babasının menisinden annesinin yumurtasından yaratılması, hafiflik veya bir aşağılıkmış gibi görünür ona. Yani kıymetsiz zanneder onu.Halbuki toprak da kıymetlidir.Yani nur’u da, toprağı da Allah yaratmıştır.Kıymetleri neden farklı olsun?
Demek ki konuya felsefi olarak yaklaşan bir takım insanlar nurdan yaratılan varlıkların en üstün varlıklar olacağını zannedebiliyor.İşte böyle felsefelere de insanlar aldanıyorlar maalesef.Ve aldatılıyor da. Kimisi bilerek, kimisi de ehlinden ilim almadan dini öğrettiği için, böyle yanlış öğretiyor.Burada küfür olan neydi?”Allah-u Teâlâ habibini cemal nurundan yarattığı için” demişti. Yani sanki Allah kendi nurundan bir parça yarattı. Sanki kendisi nurani bir varlık ve Peygamberi de kendi nurundan yarattı.
Bu küfürdür.Kim ki Allah’a bunları isnat ederse, o kâfirdir.
”Hazret-i Allah kudretiyle yokluk karanlığından açığa çıkardığı ilk şey, onun nuruydu” diyor(Buradaki bazı edebi kelimelere aldanıp yanlışları anlamazlık etmeyelim) Demek istiyor ki: .Burada karanlık kelimesi, hiçbir şey yok iken,yani ilk yarattığı şey onun nuruydu.Onun nuru ne demek?
Yani Allah’ın yarattığı ilk şey Peygamberimizdi, demek istiyor.Şimdi asıl küfür olan boyutuna bakalım.Ne diyor sonra?
Diyor ki:”Kendi nurundan en evvela Habibi Ekrem’in nurunu yarattı” Böylelikle yokluk karanlığını kendisi açıklamış oldu.Ve burada en büyük kusuru işlemeye başladı.”Kendi nurundan” diyerek, Allah nurani bir varlık durumuna sokuyor.Ve Peygamberi de bu nurdan yarattığını söylüyor.İşte bu küfürdür.
Halbuki Allah Şura Suresinin 11.Âyetin de:
لَيْسَ كَمِثْلِه شَىْءٌَ
Meâli:”Allah hiçbir şeye benzemez.”
Allah ne nur’a benzer, ne başka bir şeye benzer. Ne şudur, ne budur. Allah yaratılan hiçbir şey değildir.Çünkü şey olan her
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

şey yaratıktır. Ancak ‘her şey’ derken, varlık manasını anlıyorsak, ancak o zaman, Allah’ı bu şekilde zikredebiliriz. Çünkü varlık olmayan bir şeye inanılmaz.Ama Allah’tan başka her şey neticede nedir?Yaratıktır.Onları Allah yaratmıştır.Ama Allah yaratık değildir.
İhlas Suresi’nin3.-4.Âyetlerinde Allah şöyle buyuruyor:
لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ
Manası:”Ne bir şeyden olmadır,ne de ondan bir şey olmuştur.”
“Ondan bir şey olmamıştır” diye iman ettikten sonra “Kendi nurundan Peygamberi yarattı” demek hiç olur mu?Böyle tezat olur mu?
Ve yazar daha da tehlikeli boyuta girerek şöyle diyor:”Onun nurundan da âlemleri halk etti.” Yani demek istiyor ki:”Peygamberi Allah kendi nurundan yarattı,sonrada o Peygamberin nurundan da bütün âlemler yaratıldı.Yani her şey ondan yaratıldı yani bütün her şey Peygamberin nurunun bir parçası. Peygamberin nuru da Allah’ın bir parçası olduğuna göre, neticede her şey Allah’ın bir parçası.” Yani silsile yoluyla bu anlaşılıyor.Bu da Kur’an-a ve Peygamberlerin inancına ne kadar zıt, çirkin bir küfürdür. Ardından da yine edebi kelimelerle devam ediyor: ”Mükevvenatı (bütün kainatı) onun nuru ile donattı.Nereye baksan hep o nur.”Bu tam ‘Hululiye’ Akidesidir. Alimlerin bize yasaklamış oldukları ‘Hululiye Akidesi’ şudur: Allah’ın varlığına yaratmış olduğu eşyayla birlikte iman etmek.İster latif cisimler olsun ister kesif cisimler olsun.
Lâtif cisim:El ile tutulmayan, fakat varlığına inanılan şeyler: ruh gibi, nur gibi, hava gibi vs.
Kesif cisim:El ile tutulan, el ile hissedilen katı maddeler: eşya gibi insan gibi, dağlar gibi vs.
Bu yanlışın Türkçe de sık kullanılanı ise “Allah her yerdedir” sözüdür.Bu söz işte bu inançtan türemedir.Kim ki Allah-u Teâla’yı böyle her yerde hayal eder,tasavvur ederse,o Allah’a şirk koşmuştur.O Allah’ı tanımamıştır.
Miraç olayına da ”Peygamberin, Allah-u Teâlâ’nın bulunmuş olduğu bir mekâna, çıkması, yükselmesi demektir” diyenler,bu manayı anlatmaya çalışanlar Müslüman değildir.Kim ki bunlara aldanarak, denilenlere inanırsa, o da Müslüman değildir.Böyle yanlışlara inanıldığında, cehalet fayda vermez. Çünkü cehalet kusuru bu inançtan da önce gelen bir kusurdur.Neydi bu kusur? Allah-u Teâlâ’nın sıfatlarını öğrenmeme kusuru. Çünkü aldanmasının sebebi de budur : “Hoca söyledi de inandım” demesi mazeret değildir.Asıl kusuru nedir?O hocayı dinlemeden, o kitabı okumadan önce, Allah-u Teâlâ yı tenzih edecek Dini bilgiyi ehlinden almamış olmasıdır.
Allah hakkında konuşurken, bu mutlaka Onu tenzih etmiş bir biçimde olması lâzımdır.Eğer tevilli (iki ve ondan daha fazla manası olabilecek) bir kelime kullanıyorsak mutlaka bunu açıklamamız gerekmektedir. Çünkü karşımızdaki insan, çocuğumuz olabilir, cahil bir insan olabilir; bu kişiler küfür olan manayı anlayabilirler.Bu nedenle kullanılan tevilli kelimenin doğru olan manası derhal açıklanmalı.
Mesela ‘huzur’ kelimesi tevilli bir kelimedir.Bu huzur kelimesiyle ilgili yaşanan bir olayı da örnek gösterebiliriz:
Bir işyerinde ders yaparken tevafuk oldu ve Tahtakale deki meşhur bir caminin imamı da oraya teşrif etti.Konu “Miraç” idi ve işyerinin sahibi durumu iyi anlamak için, o saygı duyulan imama, Resulullah’ın Miraçta ‘Allah-u Teâlâ’nın huzuruna çıkma’ ile kastedilen manayı sordu.
Hoca ”Tabi” dedi,”neticede Peygamberimiz Miraç da Allah’ın huzuruna çıktı”.Böyle söyleyince bizim anlattıklarımızla bir çelişki çıktı ortaya. Arada bakışmalar gerçekleştikten sonra ben hocaya huzur kelimesinden ne anladığını sordum.”Bildiğimiz huzura çıkmaktır işte” dedi. Karşılık olarak ona tekrar şu soruyu sordum: ”Biz şu an Allah’ın huzurunda mıyız?”Şu an Allah’ın huzurunda nasıl bulunuyor isek Miraçta da, mahşerde de bu şekil ‘huzurunda’ bulunmaktır kast olunan . Bunun neden bu şekilde açıklamadığını söyledim, saygı gören bu hocaya.Hoca kızardı ve o toplum içerisinde mahcup oldu.Allah’a dua etsin ki ahirette rezil olmaktan kurtuldu.Birkaç insana karşı rezil olmak ne ki?
Batıl bir şekilde Dini anlatanları, derhal uyarmamız gerekir.Ama ehil değilsek nasıl uyaracağız? Bu uyarmakta, uyarılan için rahmettir.
Hatalarımızdan ötürü bizi uyaranlara teşekkür etmemiz gerekir.Bu bizim için rahmettir.Bunu böyle bilmeli.Bunda enaniyet, bunda kibir olmaz. Ahiret boyutunu düşünmeli insan.
Ahiretteki rezaletimi insanı düşündürmeli, yoksa otuz sene insanlara yanlış bir şey öğretmiş olmanın verdiği rezaletimi? Bir insanın bu konuda tevazu göstermemesi, onun ne kadar cahil olduğunu ve ilminin de ne kadar batıl olduğunu gösterir.Onun için bir insan çocuğuna, eşine, sevdiklerine karşı tevilli bir kelime kullanacak ise, o zaman o tevilli kelimeyi mutlaka açıklasın! Açıklamaz ise ne olur?Mesela zanneder ki Allah’ın bir yeri var veya Allah Cennet’e inecek veya Musa için ”Tur-u Sina ya indi, dağ kül oldu,Musa aleyhisselam da gördü parçalandı”. Burada tevilli bir kelime olan ‘tecelli’ kelimesi yanlış anlaşılmıştır. ”Allah dağa tecelli etti” meâlindeki Âyetin bir manası var.”Turu Sina’ya tecelli etti” cümlesinin farklı bir manası vardır. “Allah dağa görme kudreti nasip etti” demektir.Allah inen, çıkan varlık değildir.İster Türkçe olsun, ister Arapça olsun kullanılan kelimenin doğru manasının açıklanması çok önemlidir.İmanda budur zaten.Yani hakikatin gerçek manasını bilmek demektir.Ve ona iman etmek demektir.

“Ve sallallahu alâ seyyidina Muhammed ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim.”
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

"allah Tealaya Hakkiyla Iman"

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ

Lafzi küfre örnek:Süleyman Ateş’in dalaletlerinden bir örnek

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selâm efendimiz Muhammed aleyhisselâmın üzerine olsun.
Süleyman Ateş Kur’an tefsirinde:”Allah Arşa oturdu” diyor.Bu söz
küfürdür.Bunu bu insan cehaletten yazmış olabilir mi?Ona bu cehalet yakışır mı?Yakışmaz.Çünkü meâl yazacak seviyeye gelmiş,profesör olmuş, diyanet işleri başkanlığı yapmış, kendini senelerce bu işlere adamış bir insan.İnsanlar onun bu vasıflarına güvenip, ondan Dinini öğreniyor.Böyle bir insana bilmemeyi yakıştıramıyoruz.Bunu onun kendisine sorsak ki “Allah Arş’a oturdu” demenin küfür olduğunu bilmiyor musun, bu ‘bilmemeyi’ kendisine yakıştırır mı?Yakıştırmaz. Hemen kibirlenir ki:”Ben Allah’ın sıfatlarını tanımayacağım ama meâl yazacağım.”
Çünkü Allah’ı tanımak en önemli mesele.Allah’ı tanımamak en büyük kusurdur.Bundan daha büyük bir eksiklik olabilir mi.Bize birisi dese ki:”Sen daha Allah’a inanmıyorsun” ona çok kızar belki de döveriz.Biz bile böyle tepki verirken, bir ilahiyat profesörünün cehaleti kabul etmesi beklenemez.
Allah insanı şaşırtmasın.Gaflette bulunup çok kötü durumlara düşebiliyor insan.Bu insanın bu duruma düşmesi, Allah’ın sıfatlarını ehlinden öğrenmemesinden kaynaklanıyor.İbni Teymiyye gibi insanların kaynaklarından ilim öğrenip,milyonlarca insanın zehirlenmesine sebep oluyor.Kendisini helâk etmekle birlikte, kitaplarıyla nice insanlarında helâkına sebep olmuş oluyor.Bu sorumluluğun altından nasıl kalkacak. Allah onu tövbekar etsin.Ona yeniden iman etmeyi nasip etsin.İnsanlara da bu hatasından döndüğünü ilan etsin.İlan etsin ki onun yanlışlarına iman edenlerde imanlarını düzeltsinler.
Allah-u Teâlâ meâlen “Bu dünyadan Müslüman olarak ayrılın” buyuruyor. Bizde bunu dileriz.Bir insanın her türlü hataya düşmesi mümkündür. Önemli olan ölüm Meleği gelmeden iman etmiş olmasıdır. Ve bu iman üzere ölmesidir. Demek ki ölüm anına kadar ateist için de bir fırsat vardır, bir putperest için de bir fırsat vardır,yahudi ve hristiyanlar için de bir fırsat vardır, Dinden çıkmış bir Müslüman için de bir fırsat vardır.Bu fırsat nedir?Yeniden Müslüman olmaktır. Bunu da Allah’ın dilediğine nasip ettiğine iman ederiz.Herkes Müslüman olacak diye bir şart söz konusu değildir.Çünkü yeryüzünde imanı da Allah yarattı, küfrü de Allah yarattı.Bunları Allah dilediğine nasip edecektir.Bize düşen vazifemizi yapmaktır. Müslüman olan usulüne göre Dinini öğrenecek, usulünce yaşayacak ve usulüne göre öğretecek.Müslümanlar arasında İslâm’ı öğreten bir kısım insanların bulunması farzdır.Bunlar insanları hatalarından dolayı uyarırlar.İster geçmişte yaşamış insanların hataları olsun, ister kendi dönemlerinde yaşamış olan insanların hataları olsun.Daha önce bunu ehli sünnet alimleri yaptılar zaten.
İbn-i Teymiyye vehhabilerin hocası (lideridir).Onların fikir babasıdır. ”Allah arşta oturdu” diyen ilk kişidir.Aynı zamanda bu inanç yahudilerin inancıdır. Düşünün İbn-i Teymiyye hapiste öldü.Üç sefer küfürden dolayı idama mahkûm oldu.Alimler onun küfrüne şahit oldular ve onu hapse attılar.Kelime-i Şehâdet getirince hapisten çıkardılar. Yoksa öldürülecekti. Fakat dördüncüsünde hapiste öldü.Allah ona nasip etmedi.
İbn-i Teymiyye’nin delaletini o zamanın alimleri bildiriyor. Onu en iyi kendi döneminde yaşayan insanlar bilir.Her insanı kendi döneminin insanları daha iyi tanır.Sonra gelen nesiller değil.Bu insanlar korkmuyorlar mı?21.yüzyılda böyle yanlış şeyler yazarsa 22.yüzyılda okuyan insanların hali ne olacak?İşte İbn-i Teymiyye de böyle yaptı zamanında.Bundan yaklaşık 600-700 sene önce yaşamış bir insan.Bugün hâlâ onun kitaplarından okuyup sözde ilim öğrenip, zamanımızın cahil Müslümanlarını zehirleyenler var.Biz de bu zamanın Müslümanları olarak bunların küfür içeren sözlerinin yanlışlığını ortaya koyuyoruz. Bunların bu sözleri ne akla uyar, ne nakle uyar.Çünkü Allah hiçbir şeye benzemez. Bunu da bize Allah bildiriyor.Allah-u Teâlâ, kendisini mahlûk sıfatlarıyla sıfatlandıranın, kâfir olacağını bildiriyor.
Allah-u Teâlâ İhlas suresinin 4.Âyetinde şöyle buyuruyor:
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ
Meâli:”Allah’ın dengi yoktur.”
Bunlar nasıl ‘oturma’ kelimesini Allah için kullanarak onu bir insanın hatta hayvanın sıfatıyla sıfatlandırıyorlar?
Allah-u Teâlâ yine Eş Şura Suresinde buyuruyor:
لَيْسَ كَمِثْلِه شَىْءٌ َ
 Meâli:"Allah hiçbir şeye benzemez."
Bizim ilk dersimiz neydi?Allah'a hakkıyla iman.Bir Müslüman’ın ilk dersi, Allah'a hakkıyla imandır.Bundan mahrum olan bir insanın başka şeylerden mahrum olmasından bahsedilebilir mi?Az önce söylediğimiz gibi, birisi bize dese ki:"Sen Allah'a doğru dürüst iman etmiyorsun", öfkeleniriz.Çünkü bu kabul edilebilecek bir ifade değildir.Bunu kabullenmek epey bir düşündürür muhatabını, "Acaba niye böyle diyor bana" diye.Ve ondan kendisini böyle bir şeyle neden suçladığına dair delil ister."Benden ne gördün de, beni Allah'a doğru dürüst iman etmemekle suçluyorsun?" der.
Bazıları televizyonda, üstelik papazların sorularını cevaplarken Allah için "her yerde hazır ve nazırdır" diyor.Peşinden hiçbir açıklamada yapmıyor. Hristiyanlar "Göksel babamız" derler. İsa aleyhisselâma ilah olarak inanıyorlar,o da onlara göre göklerde yaşıyor.Bizim İslâm’ı savunan insanımızda "Olur mu öyle şey Allah her yerdedir.Allah her yerde hazır ve nazırdır" diyor.Meâlinde de "oturdu" diyor.Buna ben kulağımla duyuyor, gözümle şahit oluyorum.Ve bir Müslüman olarak diyorum ki:"Bu söyledikleri küfürdür." Bu insan Allah'ı tenzih etmemiş demektir.
Buyursun cevabını kendisi versin, kendisini kurtarsın.Bir insana kâfir demek basit bir şey değildir. Fakat bir kimsenin açık küfrüne şahit olan bir Müslüman da "o insan kâfir değildir" veya "bilmiyorum kâfir mi" dese kendisi kâfir olur. Çok ağır gibi geliyor insana fakat bir Müslüman hak ile batılı ayırt etmekle mükelleftir."Ben diyemem" de diyemez.
Çünkü Allah'ı tenzih etmek her Müslüman’ın vazifesidir.Bu bizim birinci vazifemiz olduğuna göre başka birisinin bunu yerine getirmediğine şahit olduğumuzda, "O kimseye kâfir diyemem.Bu çok zordur. Mesuliyeti ağırdır" diyerek kendi imanımızı tehlikeye atmamalıyız.Hak geldikten sonra batıl zaildir ve o reddedilir.Çünkü Müslüman hakkı bilmekle mükelleftir.Yoksa Dinini muhafaza edemez. Dinini muhafaza etmenin birinci hedefi kendi nefsidir.Yani kendi inancını muhafaza etmelidir.Ondan sonra sevdiklerini, çevresindekilerin Dinini muhafaza edecek.Kendisini koruduğu gibi Dininin sahibi, temsilcisi olacak.Yeri geldiğinde:”Benim inancımda, İslâm inancında böyle bir sözün yeri yoktur.Kim ki İslâm inancında böyle bir inancı ortaya koyarsa, o İslâm’ı tahrif etmiştir” diye delilleriyle bunu anlatacak.Yukarıda zikrettiğimiz iki Ayet-i Kerime yetmiyor mu bizim için?Oturmak, kalkmak kimin sıfatı?Yemek, içmek kimin sıfatı?Bunlar Allah’ın yaratmış olduğu varlıkların sıfatı.Bakın burada bir değil, iki tane küfür var.Bir insan “Allah Ârş’a oturdu der ise,İki sebepten dolayı kâfir olur:
1)Kullanmış olduğu fiil ile mahlukata benzettiğinden dolayı
2)Allah’a mekân isnat ettiğinden dolayı
Neden küfre düşmüş oluyor?Allah’ın bütün yaratmış olduğu varlıkların mutlaka bir mekânı vardır.Yani bir varlık oturuyor, kalkıyorsa, muhtaç ise, mutlaka bir şeyin üzerine oturuyordur.Bir eşyaya muhtaçtır.İşte bu sebeplerden dolayı, bu cümleyi kullanan insan küfre düşmüş oluyor.
Doğrusu şudur:Hazret-i Ali radiyallahu anh’ın buyurduğu gibi:Allah-u Teâlâ hiçbir şeyi yaratmadan önce var idi.”Allah kainatı altı günde yarattı, sonra Ârş’a istiva etti” Âyet meâli müteşâbih bir Âyettir,çünkü istiva kelimesi farklı manalara gelir.Allah-u Teâlâ oturulan şeyleri ve Arşı yaratmadan oturdu denebilir mi?Akla bu gelebiliyor mu?O zaman Allah-u Teâlâ ya nasıl değişkenlik isnat edilebiliyor.Nasıl Allah için “yeryüzünü altı günde yarattı, sonra Ârş’a oturdu” deniliyor? Arş’ı yaratan Allah, yarattığı şeye muhtaç ediliyor.Bunu akıl alıyor mu?Hiç Allah muhtaç olur mu?
Allah İhlas suresini 2.Âyetinde şöyle buyuruyor:
اَللّهُ الصَّمَدُ
Meâli:”Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.”
Yani her şeyi Allah yarattı ve yarattığı hiçbir şeye muhtaç değildir.Es Samed’in manası budur.Tekrar ediyorum: es Samed’in manası “Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.Her şey Allah’a muhtaçtır.” Çünkü her şeyi yaratan Allah’tır ve elbette ki yaratılan yaratana muhtaçtır.Böyle olduğu halde nasıl Allah yarattığına muhtaç ediliyor?Arş’ı yaratmadan önceki hali tarif edilebiliyor mu ki,Ârş’ı yarattıktan sonra tarif ediyorlar?İşte nakil ve delil. Bunu ne akli deliller kabul eder, ne de nakli deliller bize bunu doğrular.
Onun için bir Müslüman mutlaka hak ile batılı ayırt edebilmeli. Ayırt edebilecek kadar ilmi, ehlinden talep etmeli.Bu ona farz-ı ayndır.Talep etmez ise ne olur?Böyle bir kimsenin bir ayağı sürekli çukurda olabilir. Ne zaman düşeceğini de Allah bilir.Belki de düşmüştür de, farkında değildir.
İmam Tahavi rahmetullahi aleyh “Akidetul Tahavi” adlı kitabında şu kaideyi bildirmiştir:”Kim Allah’ın sıfatlarını mahlûkatın sıfatlarıyla sıfatlandırırsa mutlak küfre düşmüştür.”
Biz derslerimizde birçok kez yeniden Müslüman olan büyük ve küçüklerimize rastladık. Allah’ı tenzih etmeyi öğrendikten sonra, o zamana kadar Allah’a mekân isnat ettiğini itiraf eden insanlar tanıdım.İtiraf ettikten sonra tövbe edip Müslüman oldular.Demek ki Allah dilediğine imanı, nasip ediyor.Bu imana götüren sebepleri yaratıyor.Allah hayırlı sebepleri bizler için yaratsın.Amin.
Söz ile küfre en bariz örnek bu misaldir.
“Ve sallallahu alâ seyyidina Muhammed ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim.”
SÜLEYMAN ATEŞ’İN KUR’AN TEFSİRİ
 
Üst Alt