seyfullah putkýran
New member
- Katılım
- 30 Eyl 2005
- Mesajlar
- 5,807
- Tepkime puanı
- 205
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
- Konum
- Ruhlar Aleminden
- Web sitesi
- www.tevhidyolu.net
Ve yine Efendimiz SAS:
(İnnemâ ene beşerun mislüküm ağdabü kemâ yağdabül-beşer) [Ben de sizin gibi bir beşerim; beşerin kızdığı gibi ben de kızarım.] buyurmuştur. Ve bir hadîs-i kudsîde:
(Evliyâî tahte kıbâbî lâ ya'rifühüm gayrî) [Evliyâlarım benim kubbelerimin altındadır, onları başkası bilmez.] buyrulur. Burdaki (kıbâb) lafzından murad, bazılarına göre ancak sıfât-ı beşeriyyedir.
"Bir velîde tasarruf görüldükten sonra, sünnetlerden bir sünneti terk eylediğinden nâşi, veya bir mubah-ı şer'îyi, yâni şer'an mubah olan, yemesinde, giymesinde yasak olmayan bir şeyi işlediği için itiraz etmek cahillikten neş'et eder." demişlerdir. Mübaha itiraz ise, adet-i câhileyyedendir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde cahillerin adetlerinden bahsedip, İsâ AS hakkında ve dolayısıyla bütün peygamberler hakkında da cârî olan bir ayet-i celîlede:
(Mâli hâzer-rasûli ye'külüt-taàme ve yemşî fil-esvâk) buyurur. Yâni o zamanki cahil insanlar, peygamberlerine karşı: "Bu nasıl peygamber? Hem yemek yer, hem de sokak ve çarşılarda gezer; böyle peygamber olur mu?" demek isterler. (Furkan: 7) Halbuki gerek peygamber ve gerek evliyâ, hepsi de beşerdirler; tabiat-ı beşeriyye onlarda da carîdir.
Mürid mürşidiyle yemek yemeye; esvabını giymeye; ona mahsus olan kâseden su içmeye; hayvanına binmeye, yerine oturmaya; meğer ki bunların herbirine izin vermiş ola.
Mürşidin cemî ahvâlini taklid etmeye... Bazı muhakkıkîn, "Taklid, zındıklığı mûcib olur." demişlerdir. Zira ehlullahta bazı haller, işler olur ki, mahz-ı kudretten neş'et eder. Bu da sekr-i mânevî ve mağlubiyet hasebiyledir. Onlarda bazı fiiller vardır ki, hüküm ve maslahat icabı olmuştur. Nitekim, Mansur ve Bâyezid-i Bistâmî (kaddesallàhu sirrahümâ)'da görülen haller sekr-i mânevîdendir. Hızır AS'ın çocuğu öldürmesi, hikmet ve maslahat icabıdır. Eğer bunların fiillerini bir kimse taklid ederse, mülhidlerden ve helâk olanlardan olur.
Mürşidin tekdir ve tehdidini ve azarlamasını kötü görmeyip, belki lütuf ve maslahat addeyleye... Ve çok tevbe ve istiğfar eyleye. mürşidinin vefatından sonra zevcesini almaya. Mürşidi hayvanına binmeden kendi hayvanına binmeye. Mürşidi inmeden evvel inip, ona yardım ede.
Mürşidin hizmetinde ise, ondan evvel uyumaya. Helâya giderken yakınında durmaya ve onun helâsına girmeye. Velhàsıl mürşidinin kullandığı hiçbir şeyi kullanmaya.
Mürşidine tâzimen, her ne sorarsa saklamayıp doğru söyleye, hattâ günahı ve kabahati olsa dahi... Kalbinde olan şeyleri de gerek mürşidi, gerek tarikatı hakkında, tevbe ve istiğfar ile gideremediği takdirde, onların def'i için mürşidinden başkasına söylemeye ve ancak mürşidine söyleye... O hatıra kalbinde oldukça feyiz kapıları kapanır. İç hallerini de yalnız mürşidine söyleye.
Mürşidinin sevdiğini seve, sevmediğini sevmeye... Eh-i bid'atten ve erbâb-ı gafletten ve tarikatı inkâr edenlerden son derece kaçına... Müridlerin ecnebîlerden, yâni tarikat aleyhdarlarından ve şeriata aykırı giden ve muhalefet edenlerden, arslandan kaçar gibi kaçmaları ve ateşten sakınır gibi sakınmaları lüzumu rivayet olunmuştur. Zira bunların kalblerindeki kasvet, derhal müridin kalbine akseder ve hali perişan olur; gaflet, kasâvet, zikirde atàlet, tenbellik ve batàlet-i kalbe sebep olur. Ve bazan kalbi büsbütün zikirden men eder.
Ve dahi tarikatı inkâr edenin taamından yemeye. (Ya dini inkâr eden ehl-i fesadın yemeği yenir mi dersiniz?) Ehl-i inkârın yemeği, kırk gün feyiz kapılarını kapar. Ve ihlâs sahibinin yemeğini yiye. Lâkin onları pişirenlerin de tàhir ve abdestli olmaları lâzımdır. Ehl-i huzur olursa, daha efdaldir. Ve bu zikrolunanlar, o yemeklerin helâl ve şüpheden uzak olması suretindedir.
Yemekte ve içmekte bir lokma dahi olsa, israftan ve hırs ile yemek yemekten ve kalbi gàfil iken yemekten çok sakınmak lâzımdır. Zîrâ, "Gaflet lokması gaflet getirir, huzur ile yenen de huzur getirir." demişler.
Ve dahi nefsini gadab ve gülmeden muhafaza eyleye... Çünkü bunlar nisbet nurunu söndürür ve kalbi öldürmekte suyun ateşi söndürmesinden daha sür'atlidir. Böyle gülme ve gadab etme hallerinde, derhal bulunduğu yerden uzaklaşmalıdır.
Menhiyattan fazla olarak her mâlâya'nîyi, yâni bir işe yaramaz faydasız sözleri ve işleri terk ede... Çünkü bunların hepsi kıyamet gününde huzur-u Hakk'a arzolunur. Zîrâ ömür aziz, vakit cevher-i nefîs, fırsat ganimettir. Melik-i Cebbâr'dan bir daha mühlet verilmesi mümkün olmadığını düşünerek, her lahzayı ondan enfes olan zikrullaha ve Hak ile huzura sarf eyleye... Belki nefsini kefeni üzerinde meyyit halinde ve mezara girmiş addedip, haline merhameten zikrullah ile meşgul olup dura... Nitekim Peygamberimiz SAS Hazretleri, mürşidimiz, pîrimiz Ebûbekir RA (ruhum ona fedâ olsun) hakkında:
(Men erâde en yenzura ilâ meyyitin yemşî alâ vechil-ardı felyenzur ilâ ebî bekrinis-sıddîk) "Yeryüzünde yürüyen bir ölü görmek isteyen, Ebûbekir'e baksın!" buyurmuşlardır. Ve dahi:
(Kün fid-dünyâ bibedenike ve bikalbike fil-âhireti) [Bedeninle dünyada ol, kalbinle ahirette...] buyurmuşlar. Ve bu mânâya işareti zımnında üç kere buyurmuşlar ki:
(Kün fid-dünyâ keenneke garîbün ev âbiru sebîlin ve udde nefseke min ashàbil-kubûri) [Dünyada bir garip gibi veya bir yolcu gibi ol ve kendini kabirdekilerden say!]
Hak Celle ve A'lâ Hazretleri ise:
(İnneke meyyitün ve innehüm meyyitûne) [Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler!] buyurmuştur. (Zümer: 30)
Mürşid ile huzurda bulunma bahsinde kayda değer bir edebi de not olarak zikretmekte fayda gördük. Bu edeb şudur:
Bilhassa toplantı ve sohbetlerde hazır olan ihvânın, üçer beşer guruplara ayrılarak mâlâya'nî nevinden konuşmalara dalmaları, toplantının esas gàyesine uygun düşmüyor, aynı zamanda edebe de mugàyir oluyor. Bu gibi sohbetleri ganimet bilip, büyükler tarafından yapılan irşadı beklemelidir. Şayet bir konuşma yapılmıyorsa bile, sükût ve huzur içinde feyz-i ilâhînin gelişine intizarla oturmak gerektir. Zamanı, vakti, hattâ kalbi lüzumsuz konuşmalarla öldürmemek lâzımdır. Bu edebe muhalefet edenleri uyarmak ve sükûte davet etmek de, orada bulunanların vazifelerindendir.
(İnnemâ ene beşerun mislüküm ağdabü kemâ yağdabül-beşer) [Ben de sizin gibi bir beşerim; beşerin kızdığı gibi ben de kızarım.] buyurmuştur. Ve bir hadîs-i kudsîde:
(Evliyâî tahte kıbâbî lâ ya'rifühüm gayrî) [Evliyâlarım benim kubbelerimin altındadır, onları başkası bilmez.] buyrulur. Burdaki (kıbâb) lafzından murad, bazılarına göre ancak sıfât-ı beşeriyyedir.
"Bir velîde tasarruf görüldükten sonra, sünnetlerden bir sünneti terk eylediğinden nâşi, veya bir mubah-ı şer'îyi, yâni şer'an mubah olan, yemesinde, giymesinde yasak olmayan bir şeyi işlediği için itiraz etmek cahillikten neş'et eder." demişlerdir. Mübaha itiraz ise, adet-i câhileyyedendir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde cahillerin adetlerinden bahsedip, İsâ AS hakkında ve dolayısıyla bütün peygamberler hakkında da cârî olan bir ayet-i celîlede:
(Mâli hâzer-rasûli ye'külüt-taàme ve yemşî fil-esvâk) buyurur. Yâni o zamanki cahil insanlar, peygamberlerine karşı: "Bu nasıl peygamber? Hem yemek yer, hem de sokak ve çarşılarda gezer; böyle peygamber olur mu?" demek isterler. (Furkan: 7) Halbuki gerek peygamber ve gerek evliyâ, hepsi de beşerdirler; tabiat-ı beşeriyye onlarda da carîdir.
Mürid mürşidiyle yemek yemeye; esvabını giymeye; ona mahsus olan kâseden su içmeye; hayvanına binmeye, yerine oturmaya; meğer ki bunların herbirine izin vermiş ola.
Mürşidin cemî ahvâlini taklid etmeye... Bazı muhakkıkîn, "Taklid, zındıklığı mûcib olur." demişlerdir. Zira ehlullahta bazı haller, işler olur ki, mahz-ı kudretten neş'et eder. Bu da sekr-i mânevî ve mağlubiyet hasebiyledir. Onlarda bazı fiiller vardır ki, hüküm ve maslahat icabı olmuştur. Nitekim, Mansur ve Bâyezid-i Bistâmî (kaddesallàhu sirrahümâ)'da görülen haller sekr-i mânevîdendir. Hızır AS'ın çocuğu öldürmesi, hikmet ve maslahat icabıdır. Eğer bunların fiillerini bir kimse taklid ederse, mülhidlerden ve helâk olanlardan olur.
Mürşidin tekdir ve tehdidini ve azarlamasını kötü görmeyip, belki lütuf ve maslahat addeyleye... Ve çok tevbe ve istiğfar eyleye. mürşidinin vefatından sonra zevcesini almaya. Mürşidi hayvanına binmeden kendi hayvanına binmeye. Mürşidi inmeden evvel inip, ona yardım ede.
Mürşidin hizmetinde ise, ondan evvel uyumaya. Helâya giderken yakınında durmaya ve onun helâsına girmeye. Velhàsıl mürşidinin kullandığı hiçbir şeyi kullanmaya.
Mürşidine tâzimen, her ne sorarsa saklamayıp doğru söyleye, hattâ günahı ve kabahati olsa dahi... Kalbinde olan şeyleri de gerek mürşidi, gerek tarikatı hakkında, tevbe ve istiğfar ile gideremediği takdirde, onların def'i için mürşidinden başkasına söylemeye ve ancak mürşidine söyleye... O hatıra kalbinde oldukça feyiz kapıları kapanır. İç hallerini de yalnız mürşidine söyleye.
Mürşidinin sevdiğini seve, sevmediğini sevmeye... Eh-i bid'atten ve erbâb-ı gafletten ve tarikatı inkâr edenlerden son derece kaçına... Müridlerin ecnebîlerden, yâni tarikat aleyhdarlarından ve şeriata aykırı giden ve muhalefet edenlerden, arslandan kaçar gibi kaçmaları ve ateşten sakınır gibi sakınmaları lüzumu rivayet olunmuştur. Zira bunların kalblerindeki kasvet, derhal müridin kalbine akseder ve hali perişan olur; gaflet, kasâvet, zikirde atàlet, tenbellik ve batàlet-i kalbe sebep olur. Ve bazan kalbi büsbütün zikirden men eder.
Ve dahi tarikatı inkâr edenin taamından yemeye. (Ya dini inkâr eden ehl-i fesadın yemeği yenir mi dersiniz?) Ehl-i inkârın yemeği, kırk gün feyiz kapılarını kapar. Ve ihlâs sahibinin yemeğini yiye. Lâkin onları pişirenlerin de tàhir ve abdestli olmaları lâzımdır. Ehl-i huzur olursa, daha efdaldir. Ve bu zikrolunanlar, o yemeklerin helâl ve şüpheden uzak olması suretindedir.
Yemekte ve içmekte bir lokma dahi olsa, israftan ve hırs ile yemek yemekten ve kalbi gàfil iken yemekten çok sakınmak lâzımdır. Zîrâ, "Gaflet lokması gaflet getirir, huzur ile yenen de huzur getirir." demişler.
Ve dahi nefsini gadab ve gülmeden muhafaza eyleye... Çünkü bunlar nisbet nurunu söndürür ve kalbi öldürmekte suyun ateşi söndürmesinden daha sür'atlidir. Böyle gülme ve gadab etme hallerinde, derhal bulunduğu yerden uzaklaşmalıdır.
Menhiyattan fazla olarak her mâlâya'nîyi, yâni bir işe yaramaz faydasız sözleri ve işleri terk ede... Çünkü bunların hepsi kıyamet gününde huzur-u Hakk'a arzolunur. Zîrâ ömür aziz, vakit cevher-i nefîs, fırsat ganimettir. Melik-i Cebbâr'dan bir daha mühlet verilmesi mümkün olmadığını düşünerek, her lahzayı ondan enfes olan zikrullaha ve Hak ile huzura sarf eyleye... Belki nefsini kefeni üzerinde meyyit halinde ve mezara girmiş addedip, haline merhameten zikrullah ile meşgul olup dura... Nitekim Peygamberimiz SAS Hazretleri, mürşidimiz, pîrimiz Ebûbekir RA (ruhum ona fedâ olsun) hakkında:
(Men erâde en yenzura ilâ meyyitin yemşî alâ vechil-ardı felyenzur ilâ ebî bekrinis-sıddîk) "Yeryüzünde yürüyen bir ölü görmek isteyen, Ebûbekir'e baksın!" buyurmuşlardır. Ve dahi:
(Kün fid-dünyâ bibedenike ve bikalbike fil-âhireti) [Bedeninle dünyada ol, kalbinle ahirette...] buyurmuşlar. Ve bu mânâya işareti zımnında üç kere buyurmuşlar ki:
(Kün fid-dünyâ keenneke garîbün ev âbiru sebîlin ve udde nefseke min ashàbil-kubûri) [Dünyada bir garip gibi veya bir yolcu gibi ol ve kendini kabirdekilerden say!]
Hak Celle ve A'lâ Hazretleri ise:
(İnneke meyyitün ve innehüm meyyitûne) [Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler!] buyurmuştur. (Zümer: 30)
Mürşid ile huzurda bulunma bahsinde kayda değer bir edebi de not olarak zikretmekte fayda gördük. Bu edeb şudur:
Bilhassa toplantı ve sohbetlerde hazır olan ihvânın, üçer beşer guruplara ayrılarak mâlâya'nî nevinden konuşmalara dalmaları, toplantının esas gàyesine uygun düşmüyor, aynı zamanda edebe de mugàyir oluyor. Bu gibi sohbetleri ganimet bilip, büyükler tarafından yapılan irşadı beklemelidir. Şayet bir konuşma yapılmıyorsa bile, sükût ve huzur içinde feyz-i ilâhînin gelişine intizarla oturmak gerektir. Zamanı, vakti, hattâ kalbi lüzumsuz konuşmalarla öldürmemek lâzımdır. Bu edebe muhalefet edenleri uyarmak ve sükûte davet etmek de, orada bulunanların vazifelerindendir.