Kavram olarak zikir; Allahı anmak üzere söylenmesi ve yapılması tavsiye edilen, sözlü ve ameli eylemleri kapsayan davranışların tümüdür1.
Çok geniş bir anlam alanına sahip olan zikir kavramının manası, günümüzde daraltılmış ve sadece Allah'ın adını dil ile anmakla sınırlandırılmıştır. Oysa zikir, insana sevap kazandıran her türlü amelin genel adıdır2. Çünkü Zikir, Allaha itaattir. Bütün ibâdetlerin özü ve aslı, Allah Teâlâyı hatırlamak ve Ona itaat etmektir. Allaha itaat ise, Kurân veya hadislerde yer alan bir takım güzel sözleri sadece söylemek veya tekrarlamak değil; bilakis her halükârda Allaha kulluk şuuru içerisinde bulunmak ve tam bir teslimiyet göstermek, her hal ve şartta Onun sürekli bizi gözetlediğini zihnimize yerleştirmektir.
Zikir, şükür kavramında olduğu gibi hem dil, hem kalb ve hem de bedenen yani amellerle olmalıdır.
1. Dil ile zikir: Allah'ı isimleriyle anmak, hamd etmek, tesbih etmek, Kur'an okumak, Kurânı dinlemek ve dua etmektir. Dil ile yapılan zikir, kalbi zikre yol açmalıdır.
2. Kalb ile zikir: Kalbi zikir, bedenin zikrine yani ameli zikre zemin hazırlamalıdır. Ameli zikirden kastımız, Allahın yapmamızı istediği kulluk vazifeleri, bir başka ifadeyle ibadetlerdir.
Kalb ile zikir, Allah'ı gönülden anmaktır. Bu da üç çeşittir:
a) Allah'ın varlığına delalet eden delilleri düşünmek, O'nun isim ve sıfatlarını tefekkür etmektir. Allah'ın varlığına delalet eden deliller, başta Kurân ayetleri ve kâinattır. Kurânda ve kâinatta yer alan ayetlerin tümünde, Yüce Yaratıcıya götüren, Onun varlık ve birliğini haykıran, kuvvet ve kudretini gözler önüne seren sayısız alamet ve deliller mevcuttur.
b) İlahi hükümleri yani Allah'ın emir ve yasaklarını ve kulluk görevlerimizi ve bunlarla ilgili delilleri düşünmek. Yani bir gönül ve vicdan muhasebesi yapmak gerekir. Ne ile mükellefim, neyi ne kadar yapmam gerekir? İlahi teklifler benim için ne ifade ediyor? Sorularının cevaplarına kafa yormak
c) Benliğimizdeki ve evrendeki varlıkları ve bunların sırlarını tefekkür ederek, her zerrenin, "yücelikler âlemine ve Allah'ı gereği gibi bilmeye götüren birer ayna olduğunu görmek, idrak etmektir. Böyle bir zikirden alınacak zevkin bir göz açıp kapamak kadar olan zamanı bile cihanlar değer. İşte bu noktada insan kendinden ve âlemden geçer3.
3. Bedeni zikir: Vücudumuzdaki bütün organların, sorumlu oldukları vazife ile meşgul ve yasaklandıkları şeylerden de kaçınmalarıdır4. Bu noktada hem Allah ile ve hem de insanlarla olan muamelemizin dürüst ve samimi olması gerekir. Dolayısıyla yaptığımız her işi, ibadet şuuru içerisinde yapmalı ve aksi durumda hesaba çekileceğimiz endişesini taşımalıyız.
Zikir, dil ve beden ile yapılan kalbî bir uyanıklık içinde gerçekleştirilmelidir. Zira zikir, gaflet ve nisyanın yani unutmanın gafletin zıddı demektir. Bu anlamda zikir, Allahı unutmamak yani hiçbir hal ve şartta Ondan gafil olmamaktır. Dolayısıyla gafleti gidermeyen zikir, hakikatte zikir değildir.
Zikir, bütün kısımlarıyla birlikte kalple, ruhla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Zira yapılan ameller, kalbi, ruhu müsbet ya da menfî bir şekilde etkileyecektir. Çünkü insanın maddî ve mânevî yönü arasında bir ilişki vardır. Bu ilişki sebebiyledir ki ruhta meydana gelen bir eserin, eylemin bedene birtakım etkileri olur. Aynı şekilde bedende birtakım fiil ve davranışın tekrarından da nefiste kuvvetli bir meleke meydana gelir ki bu da bedenden ruha çıkan eserler, etkilerdir... Bu yüzden insanda hüsn-i tefekküre engel olmayacak şekilde ve kendisine işittirecek kadar dil ile zikir yapıldığı zaman, bu dil ile yapılan zikirden dolayı hayalde bir etki oluşur. Ve bundan ruha bir nûr yükselir. Sonra bu nurlar, ruhtan dile, lisandan hayâle, hayalden akla yansır. Karşılıklı aynalar gibi birbirini takviye ve biri diğerini geliştirerek kemal noktasına eriştirir. Bunun mertebelerine son yoktur. Marifet yolculuğu, işte bu nihayetsiz deryada Hakkın isteğine doğru yürümektir...5
Zikir, dil ve beden ile yapılan kalbî bir uyanıklık içinde gerçekleştirilmelidir. Zira zikir, gaflet ve nisyanın yani unutmanın gafletin zıddı demektir. Bu anlamda zikir, Allahı unutmamak yani hiçbir hâl ve şartta Ondan gafil olmamaktır. Dolayısıyla gafleti gidermeyen zikir, hakikatte zikir değildir. Nitekim Allah'ı zikir için farz kılınan namazı gafletle edâ edenler kınanırken (Mâûn, 107/ 4-5), onu huşû içinde yerine getirenler övülmüştür (Mü'minûn, 23/1-2) . Yine aynı şekilde "Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki yanlarında Allah zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine Onun âyetleri okununca bu, onların imanlarını artırır ve yalnız Rablerine güvenip dayanırlar..." (Enfâl, 8/2) âyeti, zikrin gönlü titretecek derecede bir şuur ve uyanıklık içinde yapılması gerektiğine dikkat çeker.
Müminler, inandıkları, her an tesbih ettikleri ve önünde kulluk yaptıkları Rablerini hiç bir zaman unutmaz ve Ondan gafil olarak hareket etmezler. Yüce Allaha karşı duydukları sevgi ve takva duygusu, sürekli onların içindedir. Onlar devamlı bir şekilde Allahı zikrederler. Bu zikir (anma), sadece unutulan şeyin tekrar akla getirilmesi değil, bilakis; sürekli kalpte ve benlikte olan Allahın varlığını tekrar hatırlamak, Onun nimet verici olduğunu itiraf etmek, Onun büyüklüğünü ve yüceliğini dile getirmek ve ibadeti yalnızca Ona yaptığını amelleriyle göstermektir.
Kurân, zikrin her durumda yapılabileceğini belirtmektedir:
Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler: 'Ey Rabbimiz! Sen bunlarıın hiç birini anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!' (Âl-i İmrân, 3/191).
Ayette görüldüğü gibi zikir, belirli bir zaman, mekân veya ibadete özgü değildir. Yüce Yaratıcı, her halimizde Onunla birlikte olmamızı emretmektedir. Çünkü Allah'ı anmak demek, ona kalpten bağlanmak, sürekli olarak onun gözetimi ve denetimi altında yaşadığımızın farkında ve şuurunda olmaktır.
Ayetlere baktığımız zaman, en büyük zikir olarak Kurânın gösterildiğini görmekteyiz.
"İşte bu (Kur'ân), bizim indirdiğimiz bir zikirdir. Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?" (Enbiya, 21/50).
Hiç şüphesiz Zikri (Kurânı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz. (Hicr, 15/9).
Kurân, kendisine zikir demektedir ki, O, baştanbaşa bir öğüt, hatırlatma, insanlarla ilgili her önemli şeyi açıklayan bir ilâhî bildiridir6. O, aynı zamanda sürekli Allahı hatırlatan ayetlerden meydana gelmektedir. Bu manada kalpler, Kurân ile huzur ve sükûn bulur. İnsanlar, onun ayetlerini tefekkür ve tedebbür7 etsinler ve dosdoğru yolda hidayet üzere yaşasınlar diye Kurân gönderilmiştir.
Allaha gereği gibi kul olma inancıyla hareket eden kişinin, yaptığı her meşru iş ve söylediği her güzel söz nerede ve ne zaman olursa olsun zikirdir, ibadet niteliğindedir. Bize Allahı hatırlatan, Ona davet eden her şahıs, ders, faaliyet, gayret, konuşma ve çalışma da zikirdir. Caddede yürürken, ahlâki kurallara riayet eden, ticaretinde dürüst davranan, insani ilişkilerinde kul hakkına riayet edenler zikir halindedir ve onlar zikir ehlidirler
Çünkü onlar, zikri benimsemiş ve ona uygun olarak hareket etmişlerdir.
İnsan her durumda Allahı zikretmekle mükelleftir. Bir kulu, Allahı zikirden alıkoyacak hiçbir sebep olmamalıdır. Mümin, rahatlık ve afiyette Allahı zikrettiği ve şükrettiği gibi; musibet, afet ve felâketler zamanında da Allah'a sığınmak, Onun yardımını istemek mecburiyetindedir. Müminin bu sığınışı ve yapmakla Allah'ın rızasını kazanacağı her ameli, bir zikirdir.8
Kurân ayetlerine baktığımızda zikir kavramının oldukça geniş bir anlam sahası mevcuttur9. Bu çalışmada gördüğümüz gibi zikir kavramı ile zikrullah terimi, sadece dil veya kalple Allahı hatırlamak veya bazı zikir ifadelerini belirli sayılarda söylemek değildir. Zikretme ibadetini bu şekilde anlamak, Kurânın zikir ve zikrullah terimlerinin anlamını oldukça daraltmak olur.
Hakikate ulaşmak, cüzî veya kısmî bakış açısıyla değil, ancak bütüncül olarak bakmakla mümkündür. Binaenaleyh, namaz kılmak, namazda ve namaz dışında Kurân okumak, Kurânda ve evrende mevcut olan ayetleri tefekkür ve tedebbür etmek, Allaha itaat etmek; Kurânın hükümlerini öğrenmek, öğretmek, yaşamak, yaşanmasına yardımcı olmak gibi dil, kalp ve bedenle yaptığımız ibadetlerin tümü zikirdir.
Kısaca her halimizde Allahı hatırlama ve hatırlatmaya yönelik olarak gerçekleştirdiğimiz bütün davranışlar, zikir kavramının anlam alanı içerisindedirler.
DİPNOTLAR
1. Bkz. Elmalılı, I, 540-543.
2. Bkz. Elmalılı, I, 540-543.
3. Elmalılı, I, 540-543
4. Elmalılı, I, 540-543
5. Elmalılı, IV, 2362-2363
6. Kurânın zikir olduğunu ifade eden ayetlere ilişkin olarak bkz. Al-i İmran, 3/58; Maide, 5/91; Araf, 7/63; Yusuf, 12/104; Hicr, 15/ 6, 9; Nahl, 16/43,44;Enbiya, 21/2,24,36,50; Tâhâ, 20/ 99;Furkan, 25/18,29; Şuara, 26/5; Yâsin, 36/11; Sad, 38/1,8,87;Fussilet, 41/41 Necm, 53/ 29; Zuhruf, 43/5,36,44; Kamer, 54/25; Kalem, 68/51,52; Mü'minûn: 74/71;Tekvir, 81/27; Talâk: 100/10
7. Tefekkür, tedebbür ve diğer ilim ifade eden Kurânî kavramlar için bkz. Musa Bilgiz, Kurânda Bilgi Kavramsal Çerçeve ve Bilgi Türleri, İnsan Yay. İst. 2003.
8. Ali Ünal, Kurânda Temel Kavramlar, s. 21; Resul Bozyel, Zikir Üzerine, Haksöz Sayı: 8 (Kasım 91), s. 7
9. Zikr kavramıyla ilgili bazı ayetler için bkz. (Bakara, 2/114,152, 231, 239; Âl-i İmrân, 3/41, 135, 190-191; Nisâ, 4/103; A'râf, 7/200-201, 205; Enfâl, 8/2, 45; Rad, 13/28; İsrâ, 17/44; Kehf, 18/24, 28; Tâhâ, 20/41-43, 124; Hacc, 22/34-35)
Yrd. Doç Dr. Musa Bilgiz