Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Zekat Neyi Temizler; Malı mı Nefsi mi?

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Zekat Neyi Temizler; Malı mı Nefsi mi? (Değerlerin Derece Düzeni VII)

Kadim dillerde bir sözcüğün anlamı, çoğu zaman bulunduğu cümleye göre belirlenir. Bu işi kolaylaştıran hususlar da doğal olarak söz akışında aranır.

Kur’ân, ilk nazil olan pasajlarından birisinde, nefsin iki zıt telkininden söz eder. Umutsuzluğa sebep olacak saptırma ve örtme telkinine “tedsiye”, arındırma ve geliştirmeye sebep olacak telkinine ise “tezkiye” der. (Şems 91/019-10)

Zekât eylemi işte bu son telkinden doğar.

Ne var ki bu hususa dikkat etmeyenler, arınma ve gelişme durumunu mal veren nefse değil, verilen mala tahvil etmişlerdir.

Zekat işinde sözü edilen arınma ve gelişmenin malda değil de, kişinin kendisinde olacağını, nüzulü son döneme rastlayan şu ayet de açıkça göstermektedir:

“Mallarından, onları arındıran bir sadaka al, onunla onları tezkiye edersin.” (Tevbe 9/103, anlam için bkz. Zemahşerî.)

Burada istenen, herhâlde cami önlerindeki sadaka taşlarına bırakılan bir simit parası tutarı değildir. Nitekim bu pasajın biraz öncesinde, verme işine infak tabir edilmişken (Tevbe 9/99) bu ayette sadaka denmiştir. Çünkü sözü edilenler, tövbekar münafıklardır, verecekleri de dine gelişlerini “tasdik” eden bir “sadaka”ya dönüşecektir. Ayrıca bu sadaka, onları “tezkiye” edecek, geliştirip eğitecek, böylece sadaka da zekata dönüşmüş olacaktır.

Ayetin ikinci yarısı, bu anlam akışını doğrulamaktadır:

“Mallarından onları arındıran bir sadaka al, onları bununla tezkiye edersin. Bir de onlara salat et, çünkü salatın onlar için bir huzurdur.”

Başkası hakkında salat etmenin ne anlama geleceğine şimdi girmeyeceğiz. Fakat şunu hemen kaydetmemiz gerekir. Burada “tezkiye”den sonra salat fiiline geçiş yapılarak bu işin kişinin nefsinde olacağı teyit edilmiş, hem de dini ayakta tutacak olan salat-zekat ikilisi tamamlanmıştır.

Kur’ân, infakın ve sadakaların Allah katında kat kat artacağını söyler. (Bakara 2/261) Ayrıca sadakaları “Riba” ile karşılaştırır. (Bakara 2/276)

Kur’ân’ın riba ile karşılaştırdığı başka bir şey de zekâttır. Ayrıca onun da infak ve sadakalar gibi kat kat artacağını ifade eder. (Rum 30/39)

Şimdi bu durumda şu sorunun cevaplandırılması gerekir. Bir bağlamda sadaka, başka bir bağlamda infak olan şeyin zekatla ilişkisi nedir?

Sadaka, nafaka, salih amel, karz-ı hasen ve zekât gibi sözcükler, aynı eylemin farklı safhalarını nitelemektedir. Verme işi; ilahi emrin tasdik edilmesine nispetle sadaka, verileni geçindirmesi yönüyle nafaka, bir ihtiyacı gidermesi açısından salih amel, karşılığının öteki hayatta alınacak olmasına nispetle karz-ı hasen, arındırıp eğitmesine nispetle de zekâttır.

Burada önemli bir hususa daha işaret etmemiz gerekiyor. Kur’ân’ın zekât için kullandığı genel üslup “zekâtı vermek” şeklindedir. Ancak bir ayette bu üslubun dışına çıkılır ve müminler; “zekâtı yaparlar” ifadesi kullanılır. (Müminûn 23/4)
İlk dönem müfessirlerinden Ebu Müslim, bu ayetteki “zekât” sözcüğüne, salih amel anlamı vermiştir. Bu gerçekten yerinde bir tefsirdir. O zaman ayet; “Onlar salih amel yaparlar” şeklinde anlaşılır.

Buna göre; zekat, kimi zaman verilen miktarın adı olarak “arınmalık” demek olsa da, kimi zaman da verendeki ve verilendeki etkisi açısından “arınma” ve “salih amel” olur.

Verilenin türü ve miktarı ne olursa olsun, yolda halkın geçişine zarar veren bir unsuru gidermekten, cihada katkı sağlamaya kadar her şey böyledir. İman ailesine ve insanlara yapılan her hizmet nefsi arındırıp tezkiye eder.

Bu durumda, iman ailesinde dayanışma kapısı olan zekatın kapsamı, her mükellefin durumuna göre, miktarı ise her muhtacın durumuna göre değişecek demektir.

Yani salât, imanın kolaylaştırılmış bir simgesi olduğu gibi, zekât da salih amelin kolaylaştırılmış bir simgesidir.

Bu tespitle, ilk nazil olan pasajlarda salat ve zekâttan bahseden ayetlerin farziyet ifade edip etmeyeceği üzerine yapılan tartışmalar artık anlamsız kalacaktır.

Devam edecek

Ahmet BAYDAR
 

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
Zekât mallan temizler. Dolayısıyla toplumu da temizler. Zekât malı manevî kirlerden temizler. Bu sebeple zekât ne alan kişi için bir kirlenmeye sebeptir, ne de top*lumun kirlenmesine sebeptir. Zekâtın kiri malın içindedir. Eğer zekâtı verilirse o mal yıkanmış hale getirilmiş olur. Zekâtı alan kişi bundan zarar görmez. Zekât vermekle malın sahibi kirlerden temizlenmiş olur. Bu kirler de, çekememe, kıskançlık, düş*manlık gibi manevî kirlerdir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.) şöyle buyuruyor: "Bu sadakalar insanların kirlerinden başka bir şey değildir." (Müslim, K. Zekât: 168) Baş*ka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmak-tadır: "Allah Tealâ zekâtı, ancak geride ka*lan mallan temizlemek için farz kılmıştır." (Ebu Dâvud, K. Zekât'32)

Zekât mallan koruma altına alır. Hz. Peygamber (s.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: "Mallannızı zekât vererek ko*ruma altına alınız, hastalarınızı sadaka ve*rerek tedavi ediniz. Dalgalar halinde inen belâları Allah'a dua ve yakanşta bulunarak geri çeviriniz." (Terğîb: 1/520)
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Zekatta Hicret Yanılgısı
(Değerlerin Derece Düzeni VIII)


Esaslar arasında zekatı diğerlerinden daha anlamlı kılan en önemli husus, son derecede kolaylaştırılmış olmasıdır. Bu kolaylığı, Kur’ân’ın genel üslubudundan izleyebiliriz. Kur'ân, inkar psikolojisinin besleyicisi pintilik ahlakını kıran her türlü eylemi zekât cümlesinden sayar.

Bu konuda dikkat edilmesi gereken ilk husus her hâlde, Kur’ân’ın, zekatla sadakanın arasını açmaması, getirilmesini istediği zekata, yerine ulaştırılmasını isterken sadaka demesidir.

Kur’ân, bununla da kalmamış, bir pasajında, insanların arasını düzeltecek olan "emr-i bi'l-Maruf"u ve "emr-i bi'l-Islah"ı, sadakanın alaternatifi olarak göstererek (Nisâ 4/114) zekatın sınırlarını alabildiğine genişletmiştir.

Kur’ân'ın, kendisinden zekat alınacakları belirlemediği hâlde, verilmesi gereken sekiz sarf yerini tek tek sayması da üzerinde durulması gereken başka bir hussustur. Evet, Kur’ân, vermeyi belli bir zenginliğe ulaşanlara tahsis etmediği gibi, kime ne kadar verileceğini de belirlememiştir.

Bu durum, değişen şartlarda bir tarafın fazlalığının, diğer tarafın da ihtiyacının belirli olacağını akla getirmektedir. Kaldı ki zekat vermeyi sadece zenginlere ve daima muayyen bir orana tahsis etmek, “verebileceğinizi verin” fermanıyla (Bakara 2/219) çelişmektedir.

Açıkça söylemek gerekirse, zekatın, sadece “şeran zengin” sayılan az kimseye tahsis edilmesi sorunlu bir bakıştır. Çünkü Kur’ân, dini ayakta tutan iki esası vurgularken salatın yanına zekatı koymuş, önceki peygamberler zamanında zekâtın hep var olduğunu beyan etmiş, Hicret öncesinde inmiş pasajlarda bile bizzat zekat sözcüğünü seçmiştir.

Bu sarahate rağmen, Kur’ân’daki zekatı nafile ve farz şeklinde ikiye ayırmak, Elçilerin birbirini teyit eden sürekliliğini göz önüne almayan eksik bir bakıştır. Bu konudaki ihtilaf da, farziyetin başlangıcı olarak, nebevi uygulamaların Hicret’ten sonraki bir şeklini değişmez tek örnek kabul etmekten doğmaktadır.

Bütün bu durumlar, dini sadece Allah’a özgüleyen bir samimiyetle göz önüne alındığında; Hicret öncesinde nafile olduğu bilinen zekât ile Hicret sonrasında farz olduğu bilinen zekâtın değerleri arasında bir derece farkı olmadığı anlaşılacaktır.

Nitekim sahabenin bağışları aralıksız sürerken Hz. Peygamberin oransal bir tayinde bulunması, artırmaya değil, aksine azaltmaya sebep olmuştur. Ancak bugün sürekli değişen hadiselerin doğurduğu zaruretleri göz ardı ederek, zekat miktarının, tarihin belli bir dönemindeki vergilendirme ölçüsüne indirilerek değişmez kılınması, Kur’ân’ın tesis ettiği iman kardeşliği olgusuna cevap verecek güçte değildir.

Zekatın farz olabilmesi için, malın üzerinden bir yıl geçmiş olma şartının aranması da böyledir. Zayıf bir habere dayanan ve ihtiyaç durumunu hiç önemsemeyen bu bakışın da Kur’ân’ın tesis etmek istediği verme ahlakı açısından hiçbir değeri yok gibidir:

“Allah yolunda kapanmış fakırlere verin, şuraya buraya dolaşamazlar, istemekten çekindikleri için, bilmeyen, onları zengin zanneder, onları simalarından tanırsın, yüzsüzlük edip halkı rahatsız etmezler.” (Bakara 2/270-273)

Öyle görünüyor ki Kur'ân, mukaddes amacı doğrulayan, zaruri ihtiyaçları gözeten ve böylece kişilik gelişimini artıran sadakalara zekat demektedir. Cami önlerinde dilenme ahlakını tahrik eden ve büyüklenme ahlakını kamçılayan sıradan vermelere değil.

Devam edecek.

Ahmet BAYDAR
 
Üst Alt