Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yoldaki Denge

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
Bu akidenin ilk İslâm cemaati tarafından yürekten benimsenen vazgeçilmez bir dayanağı vardır. Gerçekten gönüllerine yerleşen, duygularına keyfiyet ve nefislerine kanaat veren hayatî bir dayanaktı bu.
"Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdikten sonra ne mü'min bir erkeğin, ne de mü'min bir kadının kendi işlerinde başka bir şeyi tercih etmesi mümkün değildir. Kim Allah ve Resulüne isyan ederse o, kesinlikle apaçık bir şekilde sapmıştır." (el-Ahzab: 36)
Bu hayati dayanağın anlamı -özetle- şudur:
Mü'minlerin nefisleri konusunda hiç bir yetkileri yoktur. İşleri konusunda bir tercih hakları da yoktur. Çünkü hem kendileri, hem de tüm varlıkları Allah'a aittir. Kendilerini dilediği yöne yönelten O'dur. O, mü'minler için dilediğini seçer.
Sonra mü'minler, evrensel kanun doğrultusunda seyreden varlık aleminin bir parçasından başka nedir ki?
Bu varlık aleminin yaratıcısı ve müdebbiridir her şeye hareket veren, insanları da evrensel varlıkla beraber yönlendiren; Varlığın büyük senaryosunda rolleri dağıtan O'dur. Varlığın büyük sahnesinde herkesin hareketini belirleyen de O'dur. Bu alandaki rollerini, bizzat seçme hakları bile yoktur. Çünkü onların hiç biri senaryoyu tam olarak bilmiyor. Hatta insanların hoşa gidebilecek hareketleri seçme hakları bile yoktur. Çünkü onların hoşuna gidecek hareket, kendilerine ayrılmış rolle bağdaşmayabilir. Ayrıca senaryo ve sahnenin sahipleri de kendileri değildir. Onlar sadece takdir edileni yapmakla görevli olanlardır.
Yani netice itibarıyla ne leh, ne de aleyhlerindeki bir durum söz konusudur. Bunu bilen mü'minler bu durumlarıyla Allah'a teslim olmuşlardır. Şahıslarına bir şey bırakmayan bir teslimiyettir bu. Kişilikleriyle evrensel fıtrat arasında ve hareketleriyle evrensel rolleri arasında uyum sağlanması, bu teslimiyetin bir sonucudur. Çünkü böylece onlar, kendilerine ayrılan yörüngede seyretmiş oluyorlar. Aynen diğer gezegen ve yıldızların kendi yörüngelerindeki seyirleri gibi.
Yörüngeden ayrılmaya çalışmak yok.
Evrensel varlıkla uyumu bozmamak için hızlanmak veya yavaşlamak da yok.
Öyle ki nefisler, İlahi kaderin getireceği her şeye razı olmuştur. Çünkü onlar, Allah'a bağlanmış bilinçaltı yetenekleriyle anlamışlardır ki; her şeyi, herkesi, her olayı ve her durumu yönetip yönlendiren, Allah'ın kaderidir. Kendilerini, kavrayıcı, rahatlatıcı, güven ve huzur verici bir bilgiyle İlahî kaderi karşılamaya hazırlamış kimselerdir bunlar. Eğitile eğitile başa gelen İlahî kaderi garipsemez ve bundan endişe duyup acılara gömülmez bir hale gelmiştir bu kimseler. Ayrı bir tavsiye ve sabır gerektiren söz konusu endişe, ve acıları aşmıştır bu kimseler.
Çünkü onlar, Allah'ın kaderini, duygu ve ruhuna yabancı olmayan bir işi bekleyip gözetleyen arif kimseler edasıyla karşılamaya hazırlanmışlardır. Gafil avlanmadan, irkilmeden ve garipsemeden...
Bundan dolayı kendilerinin bitirmek istediği bir konuda hükmetmek için yörüngenin devrini hızlandırmaya çalışmazlar. Hemen giderilmesini istedikleri bir ihtiyaçları var diye olayları yavaşlatmayı düşünmezler. Çünkü söz konusu olan davalarının zafer ve hükümranlığı bile olsa bu yollara başvurmazlar. Onlar sadece yollarında yürürler. İlahi kaderin getirdiği sonuç ne olursa olsun yollarında yürürler.
Rıza göstermiş ve rahatlamış olarak..
Canlarını feda ederek..
Mal ve emeklerini ortaya koyarak..
Daralmadan ve acele etmeden...
Minnet edip gururlanmadan..
Ahlar çekip üzüntüye kapılmadan..
Yani adımlarını yönlendirip hareketlerini yöneten İlahi kudrete mutlak bir teslimiyetle.. Kendilerini yöneten kudrete tam bir güven duyarak..
Emniyet, huzur ve inançla. Bunun yanında, kolaylık ve sadelikle yola devam ederek..
Ve tüm bunların yanında güç yetirildiği kadar çalışmak, elde mevcut tüm serveti harcamak, zaman ve emek kaybına izin vermemek, başvurulmadık çare ve vesile bırakmamak...
Ama güç yetirilmez işleri yüklenmemek, insanlıklarından ve insani özelliklerinden soyutlanmaya çalışmamak, yani insani yapıyı güç ve za'af noktalarıyla korumak...
Ayrıca yürekten benimsenmeyen samimiyetsiz duygu ve yetenekleri ortaya atmamak, yapılmayan bir şeyle övünmekten hoşlanmamak ve yapılandan fazlasını konuşmamak..
İşte denge budur. Hem Allah'ın kaderine mutlak bir teslimiyet, hem de olanca gücü ortaya koyarak çalışıp çabalamak..
Hem Allah'ın kaderine teslimiyet, hem de gönül huzuruyla karşı koymak (batıla)..
Yani teslimiyet ve çabayı dengelemek..
İşte ilk İslam cemaatinin hayat ve karakterine damgasını vuran işaret, bu dengeydi. Dağların yüklenemediği büyük akide emanetini taşımaya onları ehil kılan işaret buydu. Bu temel ve vazgeçilmez nitelikteki hayati dayanağın ruhun derinliklerine yerleşmiş olmasıydı ilk İslâm cemaatini başarıya götüren. Bu cemaatin kendi hayatında ve o zamanki insan toplumunun hayatında böylesine harikalar gerçekleştirmesini sağlayan dayanak buydu. Adım ve hareketlerinin evrensel varlıkla uyumunu sağlayan dayanak buydu. Zamanın akışına ayak uydurmasını sağlayan dayanak buydu. Evrensel yasalarla çatışmadan ve çelişmeden. Yani bu çelişme ve çatışma sonucu yavaşlama ve gecikmelere mey dan vermeden..
Zaten bunca emeği mübarek kılan da buydu. Çünkü bu, çok kısa denilebilecek bir zamanda verimli, bol ve tatlı meyveler veren bir çalışmaydı. Nefislerini öylesine değiştirmişlerdi ki bu insanlar, kendi hareketleriyle evrensel hareket arasında hiç bir tezat kalmamıştı. Kainatın tümünü yönlendiren Allah'ın kaderine uygun bir uyum içinde yaşıyorlardı.
Eğer bir kalb tam anlamıyla ilahî hidayeti benimsememişse, emeklerin tam olarak meyve vermesine imkan yoktur. Kişinin hareketiyle kainatın devri arasında uyum sağlanıp Allah'ın evrensel kaderi gönül huzuruyla benimsenmemişse meyve beklemeye imkan yoktur. Çünkü varlık aleminde İlahi takdirin doğrultusunu izlemeyen hiç bir şey yoktur.
Yüce Allah'ın aşağıdaki buyruğuyla belirlediği de budur:
"Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdikten sava ne mü'min bir erkeğin, ne de mü'min bir kadının kendi işlerinde başka bir şey tercih etmesi mümkün değildir."
İslam metodunun vazgeçilmez nitelikteki temel prensibi budur.

seyyid kutub
 

berguzar

New member
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
112
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
59
Sevgili elifnisa:

"Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdikten sava ne mü'min bir erkeğin, ne de mü'min bir kadının kendi işlerinde başka bir şey tercih etmesi mümkün değildir."

Bu söylediğin sözü birer örnekle açıklayabilirmisin?
Hepiniz Allaha emanet olasınız...
 

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
"Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdikten sonra ne mü'min bir erkeğin, ne de mü'min bir kadının kendi işlerinde başka bir şeyi tercih etmesi mümkün değildir. Kim Allah ve Resulüne isyan ederse o, kesinlikle apaçık bir şekilde sapmıştır." (el-Ahzab: 36)

"İbn-i Kesir" tefsirinde şu satırları okuyoruz: "Allah ve Resulü bir işte hüküm verdiği zaman artık inanmış bir erkeğe ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur" ayeti hakkında Avfı, Abdullah b. Abbas'a dayanarak şu açıklamayı yapıyor: Peygamberimiz, bir gün Cahş kızı Zeyneb'i evlatlığı Zeyd b. Harise'ye istemeye gitti. Zeynep "Ben onunla evlenmem" dedi. Peygamberimiz "Hayır, onunla evleneceksin" dedi. Bununüzerine Zeynep "Öyleyse bu konuyu düşüneyim" dedi. Tam onlar bu konuyu konuşurlarkenyüce Allah, Peygamberimize "Allah ve Resulü bir işte hüküm verdikleri zaman..." diye başlayan ayeti indirdi. Bunun üzerine Zeynep, "Ya Resulallah, sen onunla evlenmemi uygun görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimizin "Evet, uygun görüyorum" demesi üzerine "Ben Allah'ın Resulüne karşı gelecek değilim, öyleyse onunla evleniyorum" dedi."

 

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
Bu ayetin iniş sebebi ister okuduğumuz belgelerdeki olaylar olsun, isterse Peygamberimizin Zeynep ile evlenmesi olsun, ortaya koyduğu temel kural, müslümanların vicdanlarında, pratik hayatlarında ve zihniyetlerinde derin etkiler meydana getiren, genel ve geniş kapsamlı bir devrim idi.
İslam inanç sisteminin bu ilk müslümanların vicdanlarına tam anlamı ile yerleşmişti. Vicdanlar bu ilkeyi özümlemiş, duygular bu ilkenin denetimine girmişti. Bu ilke şöyle özetlenebilir: Müslümanların ne öz varlıkları ve ne de davranışları kendilerine ait değildi. Hem öz varlıkları ve hem de ellerinde olan her şey yüce Allah'a ait idi. O dilediği gibi onları yönetir, kendileri için neyi isterse onu seçerdi. Onlar genel doğal yasalara göre işleyen şu koca evrenin bir parçası idiler. Evrenin yaratıcısı ve yöneticisi, onları bu evren ile birlikte hareket ettiriyordu. Koca evren senaryosu içindeki rollerini bölüştürüyor, evren sahnesindeki hareketlerini belirliyordu. Onlar bu sahnede oynayacakları rolü kendileri seçemezlerdi. Çünkü senaryonun tamamını bilmiyorlardı. Onlar canlarının istediği hareketi seçemezlerdi. Çünkü sevdikleri hareket, paylarına düşen rolle bağdaşmayabilirdi. Onlar ne senaryonun yazarları ve ne de sahnenin rejisörleri idi. Onlar sadece birer ücretli işçi idiler. Yaptıkları işe karşılık ücretlerini alacaklardı. Sonuç konusunda ne lehlerinde ve ne de aleyhlerinde bir rolleri yoktu.
 

berguzar

New member
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
112
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
59
Sevgili elifnisa:
Verdiğin hadisin tutarlığını bilmiyorum ancak şunu söyleyebilirim. Peygamberimizin bir beşer ve saygın bir kişilik olduğunu unutmadan, toplumda sözü dinlenen biri olduğunu bildiğimiz için bu dediğin doğru olabilir.
Benim esas vurgulamak istediğim örnekleyecek olursam:
Zina konusu, kuranda zinanın cezası yüz vuruştur, erkek-kadın, evli-bekar ayırımı yapılmaz. Peki bu ayete rağmen peygamber evliye ölüm, bekara yüz vuruş demişmidir?
Konu anlaşılmıştır umarım...
Hepiniz Allaha emanet olasınız...
 

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
peygaberimizin evliye ölüm ve bekara 100 vuruş dediğine dair bir bilgim yok abla... bilgisi olan arkadaşlar yazarlarsa daha açıklayıcı olur sizin için sanıırm.
saygılar.
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Asacağımız yazının Sayın bergüzara bir şey anlatamayıcağı kanısındayım.Zira mezhep ve hadise bakışı anladığım kadarı ile menfi.Biz yinede asalım olur ki faydalanan kardeşlerim bulunur.Dua ile [Zinânın Cezâsı; Yüz Celde ve Recm


Zinânın cezâsı, zinâ eden erkek veya kadının bekâr ya da evli olmasına göre değişiklik gösterir. Dayak, taşla öldürme, sürgün ve İslâm Devletinin koyacağı bir ta'zir cezâsı bunlar arasındadır.


1- Yüz Celde/Değnek Cezâsı: Bekâr erkek veya kadının zinâ cezâsı yüz değnek olup, Kur'ân-ı Kerîm'le belirlenen bir had cezâsıdır. "Zinâ eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun" (24/Nûr, 2).


Dayak cezâsı uygulanan zinâ suçlusunun, suçun işlendiği yöreden bir yıl süreyle sürgün edilmesi, İslâm'ın ilk dönemlerinde uygulanan bir cezâ türü idi. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bekâr'ın bekârla zinâsı için yüz değnek ve bir yıl sürgün. Dulun dulla zinâsı için ise yüz değnek ve taşla recm vardır." (İbn Mâce, Hudûd 7). Ancak bu uygulama Nûr sûresi inmezden önceye aittir. Bu sûre inince bekârlar için yalnız değnek (celde), evli (muhsan) olanlar için sünnetle recm cezâsı belirlenmiştir (es-Serahsî, el-Mebsût, 3. baskı, Beyrût 1398/1978, IX, 36 vd).


Hanefîlere göre celde cezâsına sürgün ilâve edilmez. Çünkü âyette celde zinâ cezâsının tümünü ifâde eder. Ancak sürgün bir had cezâsı değil, İslâm Devlet başkanının görüşüne bırakılan ta'zir cezâsı kabilindendir. O sürgünde bir yarar görürse uygular. Nitekim, zinâ edenin tevbe edinceye kadar hapsedilebilmesi de bu niteliktedir.


Şâfiî ve Hanbelîlere göre celde ve bir yıl sürgün birlikte uygulanır. Sürgün yeri seferîlik mesafesinden uzakta olmalıdır. Dayandıkları delil, yukarıda zikredilen sürgün bildiren hadistir. Ancak, kadın, kocası veya mahrem bir hısmı ile birlikte sürgüne gönderilir. Çünkü Hz. Peygamber; "Kadın, yanında kocası veya mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkamaz." (Buhârî, Taksîr 4, Mescidü Mekke 6, Sayd 26, Savm 67; Ebû Dâvud, Menâsik 3; Müslim, Hacc 413-434; Tirmizî, Radâ' 15) buyurmuştur.


Mâlikîlere göre ise yalnız erkek sürgün edilir, yani bulunduğu beldeden uzakta hapsedilir. Kadın gittiği yerde de zinâ etmemesi için sürgün edilmez. Diğer yandan, sürgün hadisinin sonundaki dul için öngörülen celde ve taşla recmin birlikte uygulanması dört mezhebe göre amel edilmeyen bir esastır. Çünkü muhsan (evli) için yalnız recm uygulaması bildiren hadisler daha sahihtir. Nitekim Ebû Hureyre ve Zeyd bin Hillit'ten bir topluluğun naklettiği işçi kıssası bunu ifâde eder. İşçisi ile zinâ eden evli kadın olayında Hz. Peygamber, bekâr olan işçi için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezâsına, kadın için ise recm cezâsına hükmetmiştir (es-Serahsî, a.g.e., IX, 37; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 39). Zâhirîlere göre, celde ve recm birlikte uygulanır. Onlar, sürgün hadisinin sonundaki "...evlinin evli ile zinâsına yüz değnek ve taşla recm vardır" kısmının açık anlamına dayanırlar.


2- Recm Cezâsı: Muhsan (evli) olan erkek veya kadının zinâsı için recm cezâsı konusunda İslâm bilginleri görüş birliği içindedirler. Delil; Sünnet ve İcmâ'dır. Hz. Peygamber'in evli olarak zinâ edene recm cezâsı uyguladığı tevâtüre ulaşan hadislerle sâbittir.


Bir hadiste şöyle buyurulur: "Müslüman bir kimsenin kanı şu üç durumda helâl olur. Zinâ eden evli kimse, nefse karşılık nefsi ve İslâm toplumundan ayrılarak dinini terkedeni öldürmek" (Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kasâme 25, 26; Ebû Dâvud, Hudûd 1; Tirmizî, Hudûd 15, Diyât 10; Nesâî, Tahrîm 5, Kasâme 6; İbn Mâce, Hudûd; Dârimî, Hudûd 2, Siyer 2).


Hz. Peygamber'in recm uyguladığı olaylar şunlardır:

a- Evli bir kadınla zinâ eden bekâr için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezâsı uygulanmıştır. Allah elçisi bir sahâbîyi kadına göndererek şöyle buyurmuştur: "O kadına git, eğer suçunu itiraf ederse, onu recmet" (Buhârî, Hudûd 3, 38, 46, Vekâlet 13; Tirmizî, Hudûd 5, 8).

b- Çeşitli yönlerden sâbit olan Mâiz olayı. Mâiz, zinâsını itiraf etmiş ve Rasûlüllah (s.a.s.) onun recmedilmesini emir buyurmuştur (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 95, 109; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd).

c- Gâmidiyeli kadın zinâsını ikrar etmiş ve doğum yaptıktan sonra recm uygulannııştır (İbn Mâce, Diyât 36; Mâlik, Muvattâ, Hudûd 2; eş -Şevkânî, Neylü'I-Evtâr, VII, 109).


İslâm ümmeti recmin meşrûluğu üzerinde icmâda bulunmuştur. Ancak Hâricîler ekolü recmi inkâr etmiştir. Çünkü onlar tevâtür sınırına ulaşmayan haberleri delil olarak kabul etmezler (es-Serahsî, a.g.e., IX, 36).
/B]
 

berguzar

New member
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
112
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
59
Bu, Bizim indirip farz kıldığımız sûredir. Öğüt alın diye indirdiğimiz apaçık ayetler var içinde (Nûr 1).



Zina eden erkek ve kadın... her birinin derisine yüz vuruş yapın. Allah’a ve ahrete inanıyorsanız ilahî cezanın infazında acımanız tutmasın. Ve bir grup inanan, infazı izlesin (Nûr 2).



Zina eden erkek, zina eden ya da ortak koşan kadınla yatar ancak. Zina eden kadın, zina eden ya da ortak koşan erkekle. Bu tür ilişkiler inanlara haramdır (Nûr 3).



--------------------------------------------------



Bu, Bizim indirdiğimiz sûre

Sûret un enzel na hâ


İlk ayette Biz öznesi vurgulanmış. "Sûreyi indiren Biziz; içindeki buyruk ve öğütleri veren Biz" anlamında. Bir bakıma ilahî telif hakkına dikkat çekilip "Buyruk ve öğütlerimizi yok saymayın; telif hakkımızı çiğnemeyin!" dendiği apaçık.



Ama ilginçtir; uyarının hemen ardından gelen ayet bazı İslam ülkelerinde yok sayılıp Allah’ın telif hakkı çiğnenir. Örneğin zina suçu işleyen kadınlar, taşlanarak idam edilir. Oysa sûrenin ikinci ayetinde "Zina yapan erkek ve kadının her birine yüz vuruş!" deniyor.



Allah’ın yüz vuruş hükmünü yok sayıp zina mahkumunu taşlamak suretiyle idam etmek elbet haddi aşmadır.



Ayette bir de "İlahî cezanın infazında acıyacağınız tutmasın!" uyarısı var. Ona takınılan vurdum duymaz tavra ne demeli?



*



İlahî cezanın infazında acıyacağınız tutmasın

La te’hüzküm bihima ra’fetün fî dinillah



Beşerin acıyacağı tutuyor mu tutmuyor mu. Ceza, hakkıyla infaz ediliyor mu edilmiyor mu? Bakalım.



Örnek olarak Mevdudi’nin Nûr 2’yle ilgili açıklamalarını alalım (Tefhimu’l Kur’an):



Kamçılamanın niteliğiyle ilgili ilk değini...



Allah cilde vuruş anlamında feclidu diyor; kamçı demiyor. Kamçı beşerî yorumla peydahlanan bir araç. O yüzden son derece keyfî.



Öyle ya, pek âlâ cop veya bel kemeri de olabilir; hattâ kamçıdan daha uygun olur bunlar çünkü özellikle insanlar içindir. Oysa kamçı atlar için.



Celd, deri anlamındaki "cild"den türemedir. O yüzden tüm dilciler ve yorumcular kamçılamanın etkisinin deriyle sınırlı kalıp alttaki ete geçmeyecek şekilde olması gerektiği anlamını çıkarmışlardır. Ette derin yaralar açan ya da onu yırtıp parçalayan kamçılamalar Kuran’a aykırıdır.



Tamam. Bu açıklama için Mevdudi’ye teşekkür.



Kamçılama da orta şiddette olmalıdır. Hz Ömer kamçıyı vurana, "Kendi koltuk altını göstermeden vur!" derdi. Yani tam bir güçle vurmak için kol alabildiğine kaldırılmaz. (Ahkâm’ü-Kur’an, İbn’ül-Arabî, II:84 ve Ahkâmül-Kuran, el-Cessas, III:332)



"Acımanız tutmasın!" diyen Allah’ın uyarısına ne oluyor bu durumda?



Vuruşlar hakkıyla yapılsa kamçılanan ölür; yumuşatılsa hayatta kalır ama bu kez de ilahî uyarı kâle alınmamış olur.



Peki, doğrusu nedir; adalet için hakkıyla vuruş mu, hakkıyla vuruş tehlikeli diye yumuşak vuruş mu?



Kamçılama anında kadın bütünüyle örtülü olmalı, elbisesi bedeninin hiçbir parçası açıkta kalmayacak şekilde bağlanmalıdır. Yalnızca kalın elbiseleri çıkarılabilir... erkekle ilgi olarak görüş ayrılığı vardır. Bazı fakihlere göre erkeğe yalnızca picamaları içinde olma izni tanınır...



Bu da keyfî. Kalın elbiseler çıkarılabilir... Yani çıkarılmaya da bilir mi?



Giysi inceyse Allah’ın "Acımayın!" uyarısı kâle alınmış olur ama suçlu ölür; yok, kalınsa suçlu, yaşar. Ama bu kez de Allah’ın uyarısı kâle alınmamış olur.



Aynı soru:

Doğru olan hangisi; adalet için her zamanki giysi mi, her zamanki giysi tehlikeli diye daha kalın bir giysi mi?



Fakihler günde en az yirmi kamçı vurularak kamçılama cezasının uygulanabileceğini belirtmişlerse de cezanın tümü aynı zamanda uygulanırsa daha iyi olur.



Yüz vuruşun hepsi hakkıyla ve bir kerede infaz edilse suçlu ölür; yok, beş altı ay aralarla yirmişer vuruş olarak infaz edilse hayatta kalır ama bu kez de ilahî uyarı kâle alınmamış olur ve infaz cıvır.



Yine aynı soru:

Doğru olan hangisi; adalet için bir kerede yüz vuruş mu, hayır o tehlikekli diye bir kerede yalnızca yirmi vuruş mu?



Görüldüğü gibi "Acımanız tutmasın!" diyen Allah’a itaat edilemiyor. Yoksa yüz vuruşu yiyen, ölecek.



Demek ki bu cezada bir hatâ var.



Ama Allah hatâdan arınmış olduğuna göre ilahî buyrukta hatâ olamaz. Beşerin, buyruğu algılamasında bir hata var.



İslam hukuku profesörü Hayrettin Karaman’ın şu açıklamasına bakın (YENİ ŞAFAK 1 Nisan 2007):



Başka yorumlar da bulunmakla beraber klasik (yani gelenekçi HA) yorum ve hükmü ele alalım; buna göre:



Evli olmayan bir erkek veya kız zina yaptığında cezası yüz sopa vurmaktır. Sopanın mahkuma kalıcı zarar vermemesi şarttır. Bazı alimlere göre ise sopa semboliktir; (vuruş), dişi temizlemekte kullanılan misvak gibi bir şeyle dahi yapılabilir.



Zina yapan kişi ceza olarak diş çöpü ile dövülürmüş. Şu cıvıklığa bakın. Allah’ın Nûr 2’de bu cıvıklığı emrediyor olması mümkün değil.



İşte asıl soru bununla ilgili:



Ayet doğru okununca Allah ne diyor? Zina yapanlara Allah’ın biçtiği gerçek ceza nedir?



Lütfen dikkatli okuyun:



Zina eden erkek ve kadın... her birinin derisine yüz vuruş yapın. Allah’a ve ahrete inanıyorsanız ilahî cezanın infazında acımanız tutmasın. Ve bir grup inanan, infazı izlesin.








Zina eden erkek ve kadın... her birinin derisine yüz vuruş yapın. Allah’a ve ahrete inanıyorsanız ilahî cezanın infazında acımanız tutmasın. Ve bir grup inanan, infazı izlesin.



"Feclidû"nun doğru çevirisi yüz deri vuruşu ya da deriye yüz vuruş olabilir, ki bedenî acının deriyle sınırlı olduğunu gösterir.



İyi ama bedenî acıdaki bu sığlığın gerekçesi nedir?



Bir yandan zina mahkumiyetini dört tanık koşuluna bağlayıp nerdeyse imkansız hale getirmek, bir yandan da mahkuma bedenen çok az acı veren bir cezayla yetinmek...



Acaba asıl ceza bedenî değil manevî midir? Örneğin zina yapanın, infazı izleyen toplumun vicdanındaki mahkumiyeti; itibar kaybı?

Sevgi ile, Hasan Akçay




Sevgili Arkadaşlar:
Yukarıdaki alıntıladığım yazıya bakacak olursak ayetin verdiği hükümü ve esas amacını biraz anlamış oluyoruz. Mücahidin de dediği gibi kurana uymayan hadisi kabul etmem mümkün değil. Çünkü Allahın hadisleri koruyacağı konusunda bir sözü yoktur, ancak kuran için bu sözü mevcuttur. Ve şunu çok iyi ayırmak gerek, tek hüküm koyucu Allah diyorsak, bunun haricinde kimsenin hüküm koyma yetkisinin olmadığını biliyoruz. Peygamberin kuranda olmayan bir hükmü rivayet etmesi ve bunun arkasından gidilmesi akla aykırı, kurarın ruhuna aykırıdır, peygamberin elçilik sıfatına ve üstün ahlakına aykırıdır. Toplumlarda uygulanış biçimleri kuran eksenli olmayabilir, ancak bu kuran hükmünü değiştirecek nitelikte değildir. Örnek verecek olursam, Türkiye cumhuriyetinin resmi dili türkçedir der anayasada, ben bas bas bağırsam ben lazım benim dilim lazca diye, bu anayasanın o hükmünü değiştirebilir mi? Mücahidin yazdığı yazıda gördüğüm bir nokta ise, bekar bekara yüz vuruş, dul dula ölüm, konum itibarıyla her ikisi de bekar değilmi, peki o zaman neden bu farklılık, neden düşünmüyoruz bunlar üzerinde...
Bu yazdıklarımdan çoğunuzun zihninde ben mezhep karşıtı, hadis düşmanı hatta belki de peygamber redcisi olarak görünebilirim. Ancak bir kez daha yineliyorum, kuranın dışında bir hükmü, islamın muazzez peygamberi, benimde peygamberim dememiştir, bunu demekten ar etmiştir. Ben kuranla çelişmeyen herşeye varım, kuranla çelişen herşeye yokum. Sanırım çok net oldu.
Hepiniz Allaha emanet olasınız...
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
İslam hukuku profesörü Hayrettin Karaman’ın şu açıklamasına bakın (YENİ ŞAFAK 1 Nisan 2007):

Başka yorumlar da bulunmakla beraber klasik (yani gelenekçi HA) yorum ve hükmü ele alalım; buna göre:

Evli olmayan bir erkek veya kız zina yaptığında cezası yüz sopa vurmaktır. Sopanın mahkuma kalıcı zarar vermemesi şarttır. Bazı alimlere göre ise sopa semboliktir; (vuruş), dişi temizlemekte kullanılan misvak gibi bir şeyle dahi yapılabilir.

Zina yapan kişi ceza olarak diş çöpü ile dövülürmüş. Şu cıvıklığa bakın. Allah’ın Nûr 2’de bu cıvıklığı emrediyor olması mümkün değil.

Bence Hayrettin Karaman hocanın bu açıklaması son derece mantıklıdır..Burada bahsedilen misvak, şu anda dişlerimizi temizlemek için paketlerin içine koyduğumuz küçük çaplı odun parçaları değildir.Diş çöpü hiç değildir.Bu cezanın yerine getirilmesi için özel bir ağacın dalı da belirtilmediğine göre herhangi bir ağacın dalı olabilir..Fakat kalıcı zarar vermemesi gerekmektedir..Zaten zarar veren odunun kendisi değil vuruş sayısıdır..Aynı bölgeye bir defa vurmak ile 100 defa vurmak arasında çok büyük fark vardır..Bu feci şekilde insanın canını acıtmaya yeter diye düşünüyorum...
 

berguzar

New member
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
112
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
59
Sevgili bcetin811:

O zaman bu cezanın esas amacının can yakmaktan öte kişinin toplumda itibar kaybetmesi, güvenilir durumunun sonlandırılması diyebilirmiyiz, bana göre en mantıklı açıklaması budur.
Sizin dediğiniz de doğrudur, yani bir yere bir kere ile 100 kere vurmak arasında fark vardır. Ancak bu 100 vuruşun tamamlanacağı sürede, kişinin edilebileceği kadar rencide edildiği, şahitler huzurunda üstelik uygulanması gerek bu cezanın, bu zaman diliminde, şahit olanların bu konudaki düşünceleri, aldıkları ibret vs. hepsini düşünmek gerekmez mi?
Hepiniz Allaha emanet olasınız...
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
Sevgili bergüzar tabiki bu cezayı hakeden kişinin düşünmesi gereken odun parçasının verdiği acı değil, toplumda kaybettiği itibardır..Siz çapkın bir yönetim kurulu başkanını herkezin gözü önünde 100 sopa cezasına çarptırırsanız elinde avucunda ne varsa heba olacaktır..Vucüdundaki yaralar bir süre sonra kapanacak fakat eski itibarına bir daha kavuşamayacaktır..

Zaten bizim dinimiz en güzel tarafı da "itibar"a değil, "takva"ya meyletmesidir..Bazı insanların aklını başına getirebilmek için canını yakmanız gerekmektedir..Çünkü zina aklı başında olan kişinin yapacak olduğu bir iş değildir..
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Asacağımız yazının Sayın bergüzara bir şey anlatamayıcağı kanısındayım.Zira mezhep ve hadise bakışı anladığım kadarı ile menfi.Biz yinede asalım olur ki faydalanan kardeşlerim bulunur.Dua ile [Zinânın Cezâsı; Yüz Celde ve Recm


Zinânın cezâsı, zinâ eden erkek veya kadının bekâr ya da evli olmasına göre değişiklik gösterir. Dayak, taşla öldürme, sürgün ve İslâm Devletinin koyacağı bir ta'zir cezâsı bunlar arasındadır.


1- Yüz Celde/Değnek Cezâsı: Bekâr erkek veya kadının zinâ cezâsı yüz değnek olup, Kur'ân-ı Kerîm'le belirlenen bir had cezâsıdır. "Zinâ eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun" (24/Nûr, 2).


Dayak cezâsı uygulanan zinâ suçlusunun, suçun işlendiği yöreden bir yıl süreyle sürgün edilmesi, İslâm'ın ilk dönemlerinde uygulanan bir cezâ türü idi. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bekâr'ın bekârla zinâsı için yüz değnek ve bir yıl sürgün. Dulun dulla zinâsı için ise yüz değnek ve taşla recm vardır." (İbn Mâce, Hudûd 7). Ancak bu uygulama Nûr sûresi inmezden önceye aittir. Bu sûre inince bekârlar için yalnız değnek (celde), evli (muhsan) olanlar için sünnetle recm cezâsı belirlenmiştir (es-Serahsî, el-Mebsût, 3. baskı, Beyrût 1398/1978, IX, 36 vd).


Hanefîlere göre celde cezâsına sürgün ilâve edilmez. Çünkü âyette celde zinâ cezâsının tümünü ifâde eder. Ancak sürgün bir had cezâsı değil, İslâm Devlet başkanının görüşüne bırakılan ta'zir cezâsı kabilindendir. O sürgünde bir yarar görürse uygular. Nitekim, zinâ edenin tevbe edinceye kadar hapsedilebilmesi de bu niteliktedir.


Şâfiî ve Hanbelîlere göre celde ve bir yıl sürgün birlikte uygulanır. Sürgün yeri seferîlik mesafesinden uzakta olmalıdır. Dayandıkları delil, yukarıda zikredilen sürgün bildiren hadistir. Ancak, kadın, kocası veya mahrem bir hısmı ile birlikte sürgüne gönderilir. Çünkü Hz. Peygamber; "Kadın, yanında kocası veya mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkamaz." (Buhârî, Taksîr 4, Mescidü Mekke 6, Sayd 26, Savm 67; Ebû Dâvud, Menâsik 3; Müslim, Hacc 413-434; Tirmizî, Radâ' 15) buyurmuştur.


Mâlikîlere göre ise yalnız erkek sürgün edilir, yani bulunduğu beldeden uzakta hapsedilir. Kadın gittiği yerde de zinâ etmemesi için sürgün edilmez. Diğer yandan, sürgün hadisinin sonundaki dul için öngörülen celde ve taşla recmin birlikte uygulanması dört mezhebe göre amel edilmeyen bir esastır. Çünkü muhsan (evli) için yalnız recm uygulaması bildiren hadisler daha sahihtir. Nitekim Ebû Hureyre ve Zeyd bin Hillit'ten bir topluluğun naklettiği işçi kıssası bunu ifâde eder. İşçisi ile zinâ eden evli kadın olayında Hz. Peygamber, bekâr olan işçi için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezâsına, kadın için ise recm cezâsına hükmetmiştir (es-Serahsî, a.g.e., IX, 37; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 39). Zâhirîlere göre, celde ve recm birlikte uygulanır. Onlar, sürgün hadisinin sonundaki "...evlinin evli ile zinâsına yüz değnek ve taşla recm vardır" kısmının açık anlamına dayanırlar.


2- Recm Cezâsı: Muhsan (evli) olan erkek veya kadının zinâsı için recm cezâsı konusunda İslâm bilginleri görüş birliği içindedirler. Delil; Sünnet ve İcmâ'dır. Hz. Peygamber'in evli olarak zinâ edene recm cezâsı uyguladığı tevâtüre ulaşan hadislerle sâbittir.


Bir hadiste şöyle buyurulur: "Müslüman bir kimsenin kanı şu üç durumda helâl olur. Zinâ eden evli kimse, nefse karşılık nefsi ve İslâm toplumundan ayrılarak dinini terkedeni öldürmek" (Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kasâme 25, 26; Ebû Dâvud, Hudûd 1; Tirmizî, Hudûd 15, Diyât 10; Nesâî, Tahrîm 5, Kasâme 6; İbn Mâce, Hudûd; Dârimî, Hudûd 2, Siyer 2).


Hz. Peygamber'in recm uyguladığı olaylar şunlardır:

a- Evli bir kadınla zinâ eden bekâr için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezâsı uygulanmıştır. Allah elçisi bir sahâbîyi kadına göndererek şöyle buyurmuştur: "O kadına git, eğer suçunu itiraf ederse, onu recmet" (Buhârî, Hudûd 3, 38, 46, Vekâlet 13; Tirmizî, Hudûd 5, 8).

b- Çeşitli yönlerden sâbit olan Mâiz olayı. Mâiz, zinâsını itiraf etmiş ve Rasûlüllah (s.a.s.) onun recmedilmesini emir buyurmuştur (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 95, 109; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd).

c- Gâmidiyeli kadın zinâsını ikrar etmiş ve doğum yaptıktan sonra recm uygulannııştır (İbn Mâce, Diyât 36; Mâlik, Muvattâ, Hudûd 2; eş -Şevkânî, Neylü'I-Evtâr, VII, 109).


İslâm ümmeti recmin meşrûluğu üzerinde icmâda bulunmuştur. Ancak Hâricîler ekolü recmi inkâr etmiştir. Çünkü onlar tevâtür sınırına ulaşmayan haberleri delil olarak kabul etmezler (es-Serahsî, a.g.e., IX, 36).
/B]



Yorumsuz isaretlenmistir...
 

berguzar

New member
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
112
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
59
Merhaba Arkadaşlar:

Bu dosdoğru, apaçık bir kitaptır, akıl sahipler için öğüttür diyen ayetleri hatırlayın. Biz bunda eksik hiçbir şeyi bırakmadık diyen ayetleri hatırlayın ve peygamberde de dahil hepiniz bu kurandan sorumlusunuz diyen ayetleri hatırlayın.
Şimdi islamın muazzez peygamberi, kendiside bir hükümden sorumluysa, buna rağmen bu kişinin hüküm verme yetkisi varmıdır.
Bakın mücahidin astığı yazıya, tevatür hadis, sahih hadis ibareleri kullanmış. Bunların sahih olduğunun delilinin kuran olması gerekmezmi, biz o zaman onlara sahih diyelim.
Allah zina edene vurun ve toplumdaki güvenilirliğini kaybettirin diyor. Burdaki cezanın mantığını ve arkasını iyi düşünmek gerekmez mi. Kurana baktığımız zaman azap ayetleri vardır, ancak merhamet ve rahmet ayetleri belki azap ayetlerinin en az 3 katıdır. Allah bu kötü fiili işleyen kişiyi toplum içinde cezalandırın ancak öldürmeyin, o belki durumunu düzeltir, hakkı bulur diyor olabilir mi. Siz vurun dediğine Allah öldürün dedi derseniz (haşa), bunu da peygamber demiş derseniz, o mişler bizleri nereye sürükler, neden düşünmeyiz....
Hepiniz Allah emanet olasınız...
 

Muhabbetci

New member
Katılım
16 Ocak 2008
Mesajlar
44
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
49
Konum
Almanya/ Krefeld
Web sitesi
www.1webspace.biz
Eline yüregine saglik Bergüzar, aynen dediklerine katiliyorum....Dini islamda recm diye birsey yokdur, bu Yahudilikden kalma ve tevratdan alinma, bizede hadis diye yutturulmakda olan birseydir....

Inanmayan tevrati acip okusun...

22: 22 eğer bir adam başka birinin karısıyla yatarken yakalanırsa, hem kadınla yatan adam, hem kadın, ikisi de öldürülecek. israil'den kötülüğü atacaksınız.

22: 23 eğer bir adam kentte başka biriyle nişanlı ergen bir kızla karşılaşır ve onunla yatarsa,

22: 24 ikisini de kentin kapısına götürecek, taşlayarak öldüreceksiniz. çünkü kız kentte olduğu halde yardım istemek için bağırmadı; adam da komşusunun karısıyla ilişki kurdu. aranızdaki kötülüğü ortadan kaldıracaksınız.

Tevrat, tesniye, 22/22-24


Ve aynisin bugün fikih kitaplarini acin , bilakis aynisini bulacaksiniz....Kurani kerimde recm diye bir ayet yokdur, isaret bile edilmiyor...

Zaten Kurani kerimde her günah affedilebilir denmiyormu? 70 sene puta tapmis biri bile 70 sene sonra Tövbe ettim derse , 70 senelik günahi siliniyor...Nasil oluyorda bir yanlisa kapilmis ve zina etmis biri ölümü hak ediyor??? Nice sahabeler vardiki Peygamber efendimize küfür etmislerdir, Savas etmislerdir ama yinede Müslüman oldukdan sonra kabul buyurulmusdurlar...Simdi bunu göz önünde bulundurursak, recm nasil Islam ahlakina uyacak?

Asil fikihi kitaplarda recm yüzünden cikan sapikligi göstermis olsam, sizlerde sasar kalirsiniz....bir kac örnek vereyim ben ....


6- Zina edilen kadının ergin veya kendisine cinsel
istek duyulan bir yaşta olması gerekir. Küçük kız çocuğu ile zina edilmesi halinde zina eden
erkeğe de kıza da had cezası gerekmez. Ergin olmayan çocukla cinsel temasta bulunan
kadına da had uygulanmaz.(samil islam ansiklopedisi.)


Dogru okudunuz, cocuk ile zina eden (yani cocuk irzina gecen) recm cezasini birakin had cezasi bile gerekmiyor...Bumu Ehli sünnetin Islam anlayisi????

9- Kadının diri olması. Çoğunluğa göre, ölü kadınla
cinsel temasta bulunana had gerekmez. Mâlikîlerde meşhur olan görüş bunun aksinedir.(samil islam ansiklopedisi.)


4- Zinanın istekle yapılmış olması. Çoğunluğa göre zinaya
zorlanana had uygulanmaz. Hanbelîler aksi görüştedir. (samil islam ansiklopedisi.)


Sanirim bu kadar yeter, nede olsa bayanlar var burda...Edebim öteki terbiyezilikleri yazmaya izin vermiyor...Bakin bu kaynaklar ne alevi , ne sii, ne kafir, ne Atheist kitablarindan, bilakis ehli sünnetin güvendigi kaynaklardan biri ....Kurban oldugum kurani kerim söyle dedigi aklima geldi simdi:" Ey insanlar aklinizi halen kullanmicakmisiniz??"

vesselam
 

berguzar

New member
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
112
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
59
Sevgili Muhabbetci:

İşte apaçık ortaya dökmüşsün ilmihal kitaplarının durumunu. Ben de bir ilmihal kitabında okumuştum, gusülle ilgiliydi, hemde çok itibar edilen bilmenin kitabı. Orda da şu ibare vardı ve gözlerime inanamıştım, eğer ergen olmayan birinin şu kadarına değmişseniz abdest gerekmez, bunlara inanmayanlar bu kitaplara açıp bakabilirler. Bu kitaplar kendi sapkınlıklarına dine boca etmek isteyen ahmakların işi diyorum...
Yani düşünün ergen olmayan biri çocuktur ya, bundan ötesi var mı... Bu hangi ahlak anlayışına sığıyor..

Hepiniz Allaha emanet olasınız...
 

Muhabbetci

New member
Katılım
16 Ocak 2008
Mesajlar
44
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
49
Konum
Almanya/ Krefeld
Web sitesi
www.1webspace.biz
Sevgili Muhabbetci:

İşte apaçık ortaya dökmüşsün ilmihal kitaplarının durumunu. Ben de bir ilmihal kitabında okumuştum, gusülle ilgiliydi, hemde çok itibar edilen bilmenin kitabı. Orda da şu ibare vardı ve gözlerime inanamıştım, eğer ergen olmayan birinin şu kadarına değmişseniz abdest gerekmez, bunlara inanmayanlar bu kitaplara açıp bakabilirler. Bu kitaplar kendi sapkınlıklarına dine boca etmek isteyen ahmakların işi diyorum...
Yani düşünün ergen olmayan biri çocuktur ya, bundan ötesi var mı... Bu hangi ahlak anlayışına sığıyor..

Hepiniz Allaha emanet olasınız...

Malesef bergüzar, aynen dedigin gibi durum bu....Sonra birseyde deyince hemen ya dinsiz ilan ediliyoruz, yada cahil...Acaba bu ilmihalleri yazanlar bunu yazarken akillarinimi kulannmiyorlar yoksa bildikleri haldemi yaziyorlar bir türlü anlayamadim gitti....

Daha gecenlerde biri bana diyordu:" Sen ilmihalli oku dinini cok güzel yasarsin!" tuttum bunu gösterdim, bu seferde diyorki ictihat konusuymusmus :D


ne güzel ya, islerine gelince hemen ictihat....

aslinda böylelerine sadece su ayeti kulaklarina küpe olsun diyorum...

Ve derler ki: “Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.”
33 Ahzab Suresi 67

Vesselam
 
Üst Alt