Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yeryüzünde İmamlık konusunda Allah’ın kanunu

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
بسم الله الرحمن الرحيم



İçinde yaşadığımız şu kainatı Allah yaratmış ve şüphesiz her şey için muhalefeti mümkün olmayan belli bir kanun ve ölçü takdir etmiştir. Bu dünyada hiç bir şey istek ve arzu ile halis niyetlerle gerçekleşmez. Hiçbir şey kutsal ruhların bereketiyle semere vermez. Bu tür çalışmaların semere vermesi ve gerçekleşmesi için mutlaka Allah’ın koymuş olduğu şartların ve gereklerinin yerine getirilmesi iktiza eder. Mesela tarla ekiyorsan ne kadar iyi insan olursan ol, ne kadar çok tesbih çekersen çek ilahi kanunun gereklerini yerine getirmeden o tarladan tek bir tane dahi ürün çıkmaz. Çünkü tarlanın verimi için tohum ekecek, onu sulayıp gübreleyecek hasad edeceksin. Bunlar ilahi kanunlardır. Bunları yapmadan iyi niyyet ve iyi ahlak ile tarlanın ürün vermesi mümkün değildir. Aynı şekilde arzu ettiğiniz ve hasretle imamlık ve yeryüzü liderliğinin sadece dualar ve tatlı hayallerle gerçekleşmesi imkansızdır. Bu husustaki ilahi kanunu bilip gereklerini ve bütün şartlarını yerine getirmeniz lazımdır. Yeryüzünün hakimiyeti için gerekli şartları yerine getirmeniz şarttır. Bu çok önemli ve tehlikeli bir mevzudur. Yazdığımız bir çok yazı ve verdiğim konferanslarda bunu açıkladım. Fakat bu konuşmamda da aynı mevzuyu açıklayıp izah etmek istiyorum.
İnsan ve dünyadaki varlığı hakkında düşünürseniz birbirine zıt iki yönlü, ikisinin de bir arada bulunduğu bir varlık görürsünüz.
İnsanın birinci yönü, onun bir bedeninin bulunması ve bu alemdeki diğer canlıların tabi olduğu kanunların cereyan ettiği normal bir canlı varlık olmasıdır. Bu varlığın hayatı diğer canlı varlıkların hayatlarını sürdürdükleri normal araç gereç ve maddi asbaba bağlıdır. Bu varlığın tabi kanunlar çerçevesinde araç ve gereçler vasıtasıyla yapacağı işler dışında bir şey yapması mümkün değildir.
Diğer yönü ise sadece insan tecelli eden insanı diğer canlılardan ayıran yönüdür. O da insanın tabii olan şeylere boyun eğmeyen, aksine onlara hükmeden ahlaki varlığıdır. İnsan olmasıdır. Hatta bu yönü insanın bedenini bir alet gibi kullanır ve onun sayesinde bazı şeyler elde etmeye ve sebebler alemine hükmetmeye gayret eder. İnsanın çalışan güçleri ise Alah’ın ona bahşetiği ahlaki sıfatlarıdır. Burada ahlaki kanunlar hüküm sürer tabiat kanunları değil.

MEVDUDİ
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
بسم الله الرحمن الرحيم



Aynı şekilde arzu ettiğiniz ve hasretle imamlık ve yeryüzü liderliğinin sadece dualar ve tatlı hayallerle gerçekleşmesi imkansızdır. Bu husustaki ilahi kanunu bilip gereklerini ve bütün şartlarını yerine getirmeniz lazımdır. Yeryüzünün hakimiyeti için gerekli şartları yerine getirmeniz şarttır.
MEVDUDİ

Mevdudi'nin yazısında ki, yukarıda ki şu kısmı anlayabildiniz mi, izah edermisiniz, nedir liderlik için gerekli ilahi kanunlar, bu kanunları her yapan lider mi olur, bunları yapmayan olamaz mı?
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
İşte bu iki yön insanda müşterek olarak çalışır. Ve genellikle insanın ilerlemesi ve gerilemesi maddi ve ahlaki güçlerin ikisine birden bağlıdır. Eğer başarıya ulaşmışsa bu iki güç ile olmuştur. Yok kaybetmiş ve gerilemişse bu iki gücün kaybedilmesiyle olmuştur. Yahut ta bu iki gücü başkalarına nisbetle zayıftır. Fakat sizler meseleyi iyice düşünür ve ölçerseniz hayatta başarıya götüren gerçek nüfuz edici gücün maddi değil ahlaki güç olduğunu göreceksiniz. Maddi esbabın elde edilmesi ve gerekli aletlerin istihdamı başarının şartlarından olduğunda şüphe yoktur. Çünkü insan bu alemde yaşadığı sürece bu alet ve edevattan ve şartlardan müstağni olamaz. Fakat bütün bunlarla beraber doğru olan şudur ki: insanı yücelten ve alçaltan, insanın saadeti ve şekaveti konusunda en büyük pay manevi kuvvetindir. İnsana, taşadığı beden ya da canlı olduğu için insan denilmediğini hepiniz bilirsiniz. İnsana diğer varlıklardan ayıran özellik bir bedeninin bulunması, nefes alıp vermesi, doğurması değildir. Aksine onu sair varlıklardan ayıran ve onlara üstün kılan özellik; insanı tabiattan ayrı bir varlık yapmakla yetinmeyip onu yeryüzünde halife yapan özelliği, sadece ahlaki ve manevi özelliğidir. Ahlak insanlığın özü ve işin başı olduğuna göre insan hayatının saadet ve şekavetinin ahlak ile olduğunu ikrar etmek, itiraf etmek lazımdır. İşte insanlığın ilerlemesi ve gerilemesine hükmeden kanunlar ahlaki kanunlardır.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İşte bu iki yön insanda müşterek olarak çalışır. Ve genellikle insanın ilerlemesi ve gerilemesi maddi ve ahlaki güçlerin ikisine birden bağlıdır. Eğer başarıya ulaşmışsa bu iki güç ile olmuştur. Yok kaybetmiş ve gerilemişse bu iki gücün kaybedilmesiyle olmuştur. Yahut ta bu iki gücü başkalarına nisbetle zayıftır. Fakat sizler meseleyi iyice düşünür ve ölçerseniz hayatta başarıya götüren gerçek nüfuz edici gücün maddi değil ahlaki güç olduğunu göreceksiniz. Maddi esbabın elde edilmesi ve gerekli aletlerin istihdamı başarının şartlarından olduğunda şüphe yoktur. Çünkü insan bu alemde yaşadığı sürece bu alet ve edevattan ve şartlardan müstağni olamaz. Fakat bütün bunlarla beraber doğru olan şudur ki: insanı yücelten ve alçaltan, insanın saadeti ve şekaveti konusunda en büyük pay manevi kuvvetindir. İnsana, taşadığı beden ya da canlı olduğu için insan denilmediğini hepiniz bilirsiniz. İnsana diğer varlıklardan ayıran özellik bir bedeninin bulunması, nefes alıp vermesi, doğurması değildir. Aksine onu sair varlıklardan ayıran ve onlara üstün kılan özellik; insanı tabiattan ayrı bir varlık yapmakla yetinmeyip onu yeryüzünde halife yapan özelliği, sadece ahlaki ve manevi özelliğidir. Ahlak insanlığın özü ve işin başı olduğuna göre insan hayatının saadet ve şekavetinin ahlak ile olduğunu ikrar etmek, itiraf etmek lazımdır. İşte insanlığın ilerlemesi ve gerilemesine hükmeden kanunlar ahlaki kanunlardır.

Bu yazdıklarınız benim sorumun cevabımı, yoksa Mevdudi'nin makalesinin devamı mı. Yahut ?..
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Mesela tarla ekiyorsan ne kadar iyi insan olursan ol, ne kadar çok tesbih çekersen çek ilahi kanunun gereklerini yerine getirmeden o tarladan tek bir tane dahi ürün çıkmaz. Çünkü tarlanın verimi için tohum ekecek, onu sulayıp gübreleyecek hasad edeceksin. Bunlar ilahi kanunlardır. Bunları yapmadan iyi niyyet ve iyi ahlak ile tarlanın ürün vermesi mümkün değildir. Aynı şekilde arzu ettiğiniz ve hasretle imamlık ve yeryüzü liderliğinin sadece dualar ve tatlı hayallerle gerçekleşmesi imkansızdır...

İmkansızdır ! diye bitiyor alıntı yaptığımız cümle. Yani; ibadet etsen de, zikirler çeksen de, arkasından bu yaptığın ibadetler sonucu dua etsen de, imkansız !

"Halbuki Rabbınız buyurdu: yalvarın ki bana size karşılık vereyim, çünkü benim ibadetimden kibirlenenler, yarın hor hakîr olarak Cehenneme girecekler." ( Mu'min : 60 )

"De ki; Rabbım size ne kıymet verir duanız olmasa ? Demek ki tekzib ettiler, o halde yarın ceza yapışacak" ( Furkan : 77 )

"Ve şayed kullarım sana benden sual ettilerse muhakkak ki ben çok yakınımdır, bana dua edince duacının duasına icabet ederim o halde onlar da benim da'vetime koşsunlar ve bana hakkı ile iman etsinler ki rüşd ile gidebilsinler" ( Bakara : 186 )

Bu ayetleri okuduğumuz zaman, "dua" nın ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Yerlerde ve göklerde her ne varsa, dua ile kaim olduğunu anlıyoruz.

Dua; taleptir, istemektir. Tarlayı ekmek de taleptir, ilahi nizama uygun istemektir. Velev ki, herhangiş bir sebepden dolayı ekemedik. Ne olacak ? Talep edememiş, İlahi nizama uygun adetullaha uygun isteyememiş mi olduk ? O zaman, yine duamıza başvuracağız. " Ya Rab ! şu nedenden dolayı ekemedim. Ama; biliyorsun ki bu nimete de ihtiyacım var." dedik. Rabbimiz, Kur'an da bahsettiği tabir ile büyük fazl'ın da sahibidir. O zaman Rabbimiz dualarımızın bereketi ile verir. İstenme makamı olduğu için verir.

Eğer istemeseydik de yine ihtiyaç sahibi olsaydık bu sefer ne olurdu ? Bu sefer de fazl'ından verirdi. Fazl burada ne demektir ? İstenmeden dahi olsa, Rabbimizin adetullah çerçevesinde istenmemiş olmasına rağmen, sadece zikr marifeti ile dua yolu ile talep edilene veya edilemeyene verilen rahmani cevaptır. "Çünkü Ehli kitab bilmiyecek mi ki Allahın fazl'ından bir şey'e güç yetiremezler ve hakikat fazl, Allahın yedindedir (elindedir), onu dilediğine verir ve Allah çok büyük fazı sahibidir." ( Hadid : 29 )

Şunu çok iyi bilmeliyiz, Rabbimiz dilemedikçe, bizler istemeyi dahi akıl edemeyyiz. Bırakın istemeyi, isteme düşüncesi var ya hani, işte onu dahi akıl edemeyyiz. Kafir dahi, istemediği halde, dua etmediği halde ve tarla da bahçe de ekmediği halde 3 öğün yiyeceğini ve belki daha fazlasını önünde buluyor. Bunun nedeni Rabbimizin büyük fazl sahbi olmasındandır. Adaleti gereği kafirlere bu dünyada fazl'ını gösteriyor ki ahirete isteyecek bir şey bırakmıyor, müğmine de ahirete saklıyor bu fazl'ını ki; bu dünyada kafire verdiğini, ahirette daha da artırarak müğmin kuluna vermeyi murad ediyor. Çünkü ahiret karı daha büyüktür bilen için:

"Bak! Bir kısmını diğerine nasıl üstün kılmışız; elbette ahiret hem dereceler bakımından, hem de üstünlük bakımından daha büyüktür." ( İsra : 21 )

Belki Mevdudi Üstad'ın yazısı bu kadar değildir önü ve arkası vardır ve muhakkak buralardan da bahsetmiş olabilir, ama yazının özü bu yönü itibari ile bu açıklamaya ihtiyaç duyuyor.
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
bismillah.mevdudinin anlattığı mevzu kavli duadır.fiili dua olmadan işler genelde gaye-i hayal olur.burda yeryüzü imamlığı dediği insanın halife oluşudur.ikinci kısımda cevap vermiş zaten. yazının başı bu.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
bismillah.mevdudinin anlattığı mevzu kavli duadır.

Tersi olmasın ? Neden böyle söyledim açıklayayım.

Eğer Mevdudi yukarıdaki açıklamayı kavli dua için söylemiş ise, bahsettikleri fiili dua için geçerlidir. Çünkü, kavli dua; sadece dil yada kalben istemek ile yapılan dua olduğu için, tarlayı ekse de, ekmese de yapılabilinecek bir duadır. Oysa, fiili dua da, adetullah gereği eylem gerekir. Örneğin, Rabbimiz Rezzak'tır, lakin çalışmak ile yani fiili dua ile Rezzak ismi şerifinin üzerimizde tecelli etmesini talep etmiş oluruz. Eğer Rabbimiz Rezzaktır diyerek sadece kavli dua ile ümid eder ve beklersek, tamam Rabbimiz birilerini vesile ederek fazl'ından yine rızkımızı gönderir ama; burada imtihan olunan ile imtihan edenin vasfı ve anlamı yer değiştirmiş olur. Bu da imtihan gerçeğine aykırı bir durumun oluştuğunu gösterir.

Bu hataya yahudiler düştüğü için "lanetlenmişlerdir". Hz. Musa (a.s.) 'a "Rabbine sor bakalım biz ne yiyeceğiz" dediklerinde, bir nevi de "hadi bakalım Rabbin bizi nasıl doyuracak bu çöl ikliminde ? göstersin hele bir kudretini" anlamında sorgu ile rızkın nasıl geleceğini bilmedikleri ve inanmadıkları için görmek istemişlerdir. Ve her gün gökten inen bıldırcın ve kudret helvasını yedikleri ve nasıl geldiğini de gördükleri halde, bir de nimete nankörlük edip "her gün aynı şeyi yemekten bıktıklarını, soğan, sarımsak, kabak, mercimek gönderse a !" gibi bir de beğenmemezlik ifade ederek nankörlük sonucu laneti haketmişlerdir. Bakara suresinde örneği verilen bu durum kavli duanın tecelllisidir ve hiç bir fiilde bulunmadan istediklerinin de fazlasına kavuşmuşlardır. İşte bizim anlattığımız kavli dua neticesinde Rabbimizin fazl'ından vermesi bunun gibi bir şeydir.

O nedenle sizin bahsettiğiniz
fiili dua olmadan işler genelde gaye-i hayal olur
sözü muhaldir. Mevdudi böyle bir cümle kurmaz. Ya bu cümle size aittir meramınızı anlatmak için bir an yazmış bulundunuz, yada Mevdudi'nin dir ama önü veya arkası muhakkak vardır ama siz buraya almadınız. Çünkü, cümlenin varacağı nokta biraz küfr kokuyor. Rabbimizin kudretine sanki bir nevi sınır tayin ediyor.

burda yeryüzü imamlığı dediği insanın halife oluşudur.ikinci kısımda cevap vermiş zaten. yazının başı bu.

İnsanın yeryüzü imamı olması kendi ihtiyarı değildir. İlahi Takdirdir. Çünkü, kendi ihtiyarı olsaydı; Adem (a.s.) çok pişman olup nedamet getirmiş olduğu için affedilmesi gerekirdi, çünkü, hem kavli hem fiili dualarda yüzyıl bulunmuştur. Fakat kabul edilmemiştir. Çünkü; İlahi Kudret böyle takdir buyurmuştur. Levhi mahfuz'a "kalem" ile böyle yaz demiştir.

Hz. Adem (a.s.), yeryüzüne indiği ilk yer olan serendip adasında, geldiği yöne gözlerini çevirip (arş), yüzyıl boyunca ayakta gözyaşları içinde hiç bir şey yemeden ve içmeden dua etmiştir. Bu kavli dua bölümünü gösterir. Daha sonra, dünya yaşantısına alışıp da rızkını çıkarmak için avlanması, Cebrail (a.s.) ile beraber ekin ile uğraşması, işte burası fiili dua bölümünü oluşturur.

Ama, sizin buraya taşıdığınız yazı eksik biraz. Bu anlamda değil.
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
bismillah.. sizin bahs ettiğiniz kutret helvası mucize veya keramettir ki bu olağan dışıdır.burada da bir küfr aramak yersizdir.yoksa Allah cc şanı yücedir,kudreti sonsuzdur amenna.insanın ilahi kanunlar esbab a uymak zorunluluğu vardır.buradaki ikinci yön ise onun halife oluşudur.onun için bir hayvan gibi kaderine razı yaşamıyor,belki cüzzi iradesiyle herşeye bir tesir vermek istiyor,esbaba uyarak tabii.işte mevdudi diyorki burada ahlaki yasalar önemlidir.buda son olan kurani yasadır.yani kuran ahlakıyla ahlaklanmak.insan bu ahlak ile ahlaklanırsa halifeliğinin hakkını verir terakki eder yoksa tedenni eder.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Bahsettiğimiz, Bakara suresinde geçer ve mucizedir, keramet değildir. Rabbimiz Kur'an da da göreceğimiz gibi bir çok yerde kullarına bu mucizeleri bahşetmiştir. Mucize de Rabbimizin adetullahı'ndandır. Kimse de küfr aramıyor. Mucizesi, fazl'ıdır diyoruz zaten. Ama, mucizenin anlatıldığı surede kulların küfrü var mesela. Yahudi kavmi, verilen nimeti beğenmeyerek, hatta bıkkınlık göstererek nimete ve Rabbimize karşı bir küfran da bulunuyor. "Yerin bitirdiklerinden, soğan, sarımsak, kabak, mercimek..." gibi, fiili dua da gerektiren (yani bilakis çalışmak ile istenebilecek) nimetleri talep etme hali ile giriyor bu küfre. Demek ki, bir konu hakkında kavli dua gerektiği zaman aynı zamanda fiili duaya da ihtiyaç duymaktayız. Mesela, siz benden namazımın arkasından, hakkınızda dua etmemi rica ettiniz. Kalben benim için dua edin dediniz. Bunda dahi benim bir eylemim sözkonusudur. İşte bu sebeple yazıyı eksik buldum. Veya, anlatılanı belki ben anlamadığım için eksiklik gördüm yazıda. Benim inandığım şudur ki; gerek kavli dua olsun, gerek fiili dua olsun her ikisi de aynı yerde bulunur. Birbirinden ayırt edilmesi mümkün değildir. Tek başlarına bir işe yaramaz mı dersen, elbette yarar, işte o zaman sizin bahsettiğiniz olağandışı mucizeleri gerektirir.

Sizin haklı olarak mucizeleri olağan dışı yorumlamanıza bir sözümüz yok buraya kadar, olamaz da zaten. Ama, bu olağan dışı mucizeler; gerek insanlık ve gerekse de dünya tarihine birebir etki etmiştir. Bu mucizelerin gerekliliğini de düşündüğünüz zaman, hem kavli hem de fiili dualar bu mucizeleri bir nevi davet etmiştir. Küfr, bir nevi bela için davetiyedir. Günah içeren eylemleri de fiili davet olarak kabul edersek, o zaman bahsi edilen bu yere bir bela gelmesi adetullah gereğidir. Lut (a.s.) kavmini hatırlayın, bir gecede yerin üstü altına geçirildi. Konunun bu yönü mucize gibi görünse de, esas mucize Lut (a.s.) ile kızlarının o bela inen yerden kıllarına dahi zarar gelmeden çıkmalarıdır. Yerin üstünün altına gelmesi olayı ise, sadece Rabbimizin kudretinin tecellisidir. Oysa Lut (a.s.) ve kızlarının kurtulması ise mucizedir. İşte bu da; Allah'ın (Celle celaluhu) fazl'dır.

Kul, elbette esbab'ı mucibince mükelleftir. "Talebena, vecedana" emr'i gereği taleb edecek. Gerek kavli, gerekse de fiili duaları ile sebepler dairesinde de istemekten vazgeçmeyecek.

Halifelik konusu ise, Kur'an ahlakı ile birebir ahlaklanmış kullar için geçerlidir ki, sizde burada aynı şeyi söylediniz. Yazının bu tarafına zaten bir itirazımız olmadı.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
" Ey o bütün iman edenler! Alay etmesin bir kavm bir kavm ile belki kendilerinden daha hayırlı olurlar, ne de bir takım kadınlar diğer kadınlarla, belki onlardan daha hayırlı olurlar, hem kendilerinizi ayıblamayın ve kötü lakablarla atışmayın, imandan sonra fasıklık ne kötü isimdir, her kim de tevbe etmezse artık onlar kendilerine zulmedenlerdir." ( Hucurat : 11 )

Mübarek ayetin bu konumuz ile ilgisi nedir ?
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
selamun aleyke.
Allah kainatta âdetullah ile iş görüyor. Yani ezeli iradesi ile her şeyi bir kanun tahtında tedbir ve idare ediyor. Ve bu kanunlar sabit ve daimidirler. Allah bu kanunları değiştirip bozmuyor. Buna tekvini veya fıtri şeriat deniyor.Mucize, kural dışı ve kuralı delmek demektir. Allah’ın kainatta değişmeyen ve değiştirmediği adet ve kuralları vardır. Bu kurallar ancak özel durumlarda ve özel kullar için deliniyor ve değiştiriliyor. İşte peygamberlerin mucizeleri, evliyaların kerametleri bu kuralların delinmesi ve o adetlerin geçici bir şekilde rafa kaldırılması anlamındadır ki, buna hilaf-ı adet denir.

bizler o ayeti size göndermedik içimizden geldi bir kardeşimize gönderdik.yoksa konumuzla alakası var demedim.aslında bu ayette münazara kurallarına işaret vardır ama neyse.ayrıca biz sizin gibi ilim ile mücehhez değiliz biraz mürekkep yaladıksada sözlerimiz müphem ve muallak kalabilir.yazılar aşina olup beğendiğimiz kimselerdendir. lafın kısası,köprü gibiyiz.
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Mucizelerin verilmesinin hikmeti ise, peygamberlerin diğer insanlardan imtiyazlı ve Allah tarafından seçilmiş elçiler olduklarını gösterip ispat etmek içindir. Yoksa, onların imtiyaz ve elçilikleri bilenemezdi. Bu noktadan bakacak olursak, mucize de bir âdetullahtır. Yani Allah’ın seçtiği elçileri sair insanlardan mucizeler ile temyiz etmesi de bir adet, bir sünnetullahtır. Dolayısı ile ayette ifade edilen değişmemezlik ifadesi mucizeler için de caridir. Hasılı, Allah’ın, makbul kulları için adetlerini delmesi ve değiştirmesi umumi bir kaide ve sağlam bir teamüldür.
 

CENGÝZHAN

New member
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
297
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Konum
Ankara
Mucizelerin verilmesinin hikmeti ise, peygamberlerin diğer insanlardan imtiyazlı ve Allah tarafından seçilmiş elçiler olduklarını gösterip ispat etmek içindir. Yoksa, onların imtiyaz ve elçilikleri bilenemezdi. Bu noktadan bakacak olursak, mucize de bir âdetullahtır. Yani Allah’ın seçtiği elçileri sair insanlardan mucizeler ile temyiz etmesi de bir adet, bir sünnetullahtır. Dolayısı ile ayette ifade edilen değişmemezlik ifadesi mucizeler için de caridir. Hasılı, Allah’ın, makbul kulları için adetlerini delmesi ve değiştirmesi umumi bir kaide ve sağlam bir teamüldür.


Sinang kardeş,

Mevdudi'den alıntı yaptığınız mükemmel ve basit yazınızın anlaşılmaması ve de,
yazınızın:


Bunlar ilahi kanunlardır. Bunları yapmadan iyi niyyet ve iyi ahlak ile tarlanın ürün vermesi mümkün değildir. Aynı şekilde arzu ettiğiniz ve hasretle imamlık ve yeryüzü liderliğinin sadece dualar ve tatlı hayallerle gerçekleşmesi imkansızdır...


Cümlesine yapılan itirazları da anlayabilmiş değilim.Bu nedenle ben başlıktaki yazınızdan ne anladığımı
belirtmek istiyorum:

Yüce Allah insanı fiziksel bir bir madde, gövde, BİR VÜCUT olarak yaratmış, sonra da insana bir de RUH vermiştir.Yani insan varlığı iki kısımdır VÜCUD ve RUH, diğer bir ifade ile MADDESEL ve ruhsal varlık.

Yüce Allah insanın bu iki yönlü varlığına karşı iki KANUNLAR koymuştur:

1) İnsan vücuduna yani maddesel varlığına hitap eden MADDESEL KANUNLAR ki bunlar kainatı ,dünyayı idare eden fiziksel kanunlardır.
2) İnsan ruhuna hitap eden RUHSAL KANUNLAR..yani dini kanunlar..

Yazıda kısaca anlatılmak istenen şu:

Önce yaşamını devam ettirebilmek için Allahın MADDESEL KANUNLARINA uyacaksın,yani:

Tarlanı,önce süreceksin,sonra tohumunu ekeceksin,sonra sulayacaksın...Bunları yaptıktan sonra:
Allahın manevi kanunlarına yönelecek ve DUA EDECEKSİN...

Eğer önce Allahın maddesel kanunlarına uymaz, tarlanı sürüp,ekip.sulamazsan..
İstediğin kadar dua ve zikirlerle tarlandan hiçbir ürün alamazsın..

Diyor yazınız..

Teşekkürler..
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
aleykum selam.valla arkadaslar anlamamış biz izahta bulunmaya çalıştık dilimiz döndüğünce.yeryüzü halifeliği ahlak kurallarına göre gerçekleşir deniyor.yani dürüstlük,çalışkanlık,vefa v.b kurallar bunlar.bir kişi veya toplumda bu ahlak kuralları tesis edilmedikçe halife olunmaz.yazı bekir kardeşe derin geldi.radikal kardeş de küfür kokuyor dedi.anlayışlarına saygı duymaktan başka bişey denemez.biz hüccet değiliz.
 
Üst Alt