Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yasin suresi

MAZLUME

New member
Katılım
17 Kas 2007
Mesajlar
12
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'an'ın kalbi de "Yâsîn"dir. Ümmetimden her insanın kalbinde bu sûrenin bulunması hoşuma gider.”

Yasin sûresinde öldükten sonra dirilme ve haşre iman, Âlemlerin Rabbinin birliğini gösteren kesin delillerdir ve birde belde halkının kıssası anlatılır..

Peki nedir bu ders almamız gereken enteresan kıssa ?

vahyi ve peygamberliği yalanlamanın sonucundan sakındırmak maksadıyle, peygamberleri yalanlamış olan Antakya beldesinin halkından ve kavmine nasihat eden, sonunda kavmi tarafından öldürülen ve Yüce Allah tarafından cennete sokulan mü'min davetçi Habîbu'n-neccâr'ın durumunu anlatır..



13. Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti.

Ey Peygamber! Seni yalanlayan kavmine, Antakyalıların kıssasını anlat. O kıssa enteresan oluşuyla, darb-ı ıesel ve hayret verici söze benzer. Hani, doğru yolu bulmaları için gönderdiğimiz peygamberler onlara gelmişti. Kurtubî şöyle der: Bu belde, bütün müfessirlerin görüşüne göre Antakya'dır. Allah onlara üç elçi gönderdi. Bunlar Sâdık, Masdûk ve Şem'ûn'dur. Rasulullah (s.a.v.)'a, kendilerine Allah tarafından üç elçi gönderilmiş olan belde halkı kâfirlerinin başına gelenlerin, müşriklerin de başına gelebileceğine dair onlari uyarması emrolundu. Bir görüşe göre bu gönderilenler İsa'nın (a.s.) elçileridir.

14. İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar "Biz size gönderilmiş elçileriz" dediler.

Onlara iki elçi gönderdiğimizde hemen Bunun üzerine onları üçüncü bir elçi ile takviye edip destekledik.
Dediler ki: "Biz Allah'ın elçileriyiz. Sizin doğru yolu bulmanız için gönderildik."

15. Dediler ki: Siz bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Rahman, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.

Kâfirler dediler ki, sizin bizden bir üstünlüğünüz yok. Siz de bizim gibi insansınız. Allah, bize değil de size nasıl vahyetti? Allah, vahy ve peygamberlik diye herhangi bir şey indirmedi. Siz, peygamberlik iddiasında yalancı olan bir topluluktan başka bir şey değilsiniz.

16. Elçiler: "Rabbimiz biliyor, biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.

Peygamberler onlara şöyle cevap verdi: Allah biliyor ki, biz, Onun size gönderilmiş peygamberleriyiz. Biz yalancı olsaydık, bizden çok şiddetli bir şekilde intikam alırdı. İbn Cüzeyy der ki: Elçiler burada münkirlere cevap verdikleri için, elbette gönderilmiş peygamberleriz" diyerek haberi, te'kit edatı ile pekiştirdiler. Birinci haber bunun gibi değildir. O, sadece olayı haber vermektir.

17. Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah'ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir" dediler.

Bize düşen, Allah'ın risâletini size, hiçbir kapalılık bulunmayacak şekilde apaçık olarak tebliğ etmektir. İnanırsanız mutluluk sizindir. Yalanlarsanız bedbaht olursunuz. Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyette müşrikler için bir tehdit vardır. "Belâğ" kelimesinin "mübîn" ile nitelenmesinin sebebi şudur: O tebliğ, onların peygamber olarak gönderildiğine şahit olan mucizelerle apaçık olmuştur. Nitekim bu kıssada, peygamberlerin doğruluğunu gösteren "anadan doğma körü ve alaca hastasını iyileştirmek, ölüleri diriltmek" gibi mucizeler anlatılmıştır.

18. Onlar da dediler ki: "Doğrusu biz sizin yüzü¬nüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi taşlarız. Ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur".

Belde halkı onlara dedi ki: Bizi imana ve putlara ibadeti terketmeye davetinizden dolayı sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Tefsirciler şöyle der: Onların, peygamberlerin davetini kendileri için uğursuz saymalarının sebebi şudur: Peygamberler onları, takip ettikleri dinin dışında başka bir dine çağırdılar. Dolayısıyle onlar bu dini yadırgadı ve kötü buldular. Haktan sapmış olan tabiatları da ondan nefret etti ve neticede o dine çağıran kimselerin yüzünden uğursuzluğa uğradıklarını söylediler. Sanki şöyle dediler: "Bizi çağırdığınız şeyden Allah bizi korusun". Bundan sonra şöyle diyerek peygamberleri tehdit ettiler: Allah'a yemin olsun ki, eğer söylediklerinizden ve bizi Allah'ı birlemeye ve dinimizi terketmeye çağırmaktan vazgeçmezseniz, sizi ölünceye kadar taşa tutarız ve sizi en kötü bir şekilde öldürürüz.

19. Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa da mı?... Bilâkis, siz aşırı giden bir milletsiniz.


Elçiler (peygamberler) onlara dedi ki: Uğursuzluğunuz bizim yüzümüzden değildir. Uğursuzluğunuz sırf sizin kendiniz yüzünden, inkârınız, isyanınız ve kötü amelleriniz yüzündendir. Bu, bir şart cümlesi olup sözün akışından anlaşıldığı için cevabı söylenmemiştir. Yani, biz size hatırlattık, Öğüt verdik ve Allah'ı birlemeye çağırdık diye mi, bizim yüzümüzden uğursuzluğa uğradınız, taşlama ve işkence ile bizi tehdit ettiniz? Durum sizin iddia ettiğiniz gibi değildir. Aksine siz öyle bir kavimsiniz ki, isyan etme ve suç işlemede ile¬ri gitmek sizin âdetinizdir. Bu söz, sakındırma ve engelleme ile birlikte kınama ifade eder.

20. Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi "Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!"

Şehrin en uzak tarafından bir adam koşarak, hızlı adımlarla geldi. Bu zât Habibu'n-neccâr'dır. İbn Kesîr şöyle der: Belde halkı kendilerine gelen elçileri öldürmek istediler. Bunun üzerine şehrin en uzak tarafından, bu elçilere yardım etmek üzere Habibu'n-neccâr adlı bir adam koşarak geldi. Habibu'n-neccâr ipek elbise dikicisiydi ve ipek üzerinde çalışırdı. Çok sadaka verir; kazancının yarısını sadaka olarak dağıtırdı.

Kurtubî şöyle der: Habîb, cüzzamlı idi. Evi, şehrin en uzak kapısının yanındaydı. 70 sene, kendisine acırlar ve hastalığını giderirler ümidiyle putlara ibadet etmişti. Fakat putlar onun bu arzusuna cevap vermemişlerdi. Elçileri görüp de elçiler onu Allah'a davet edince: "Her hangi bir mucizeniz var mı?" diye sordu. Onlar da, "Evet, her şeye gücü yeten Rabbimize dua ederiz, o seni, içinde bulunduğun dertten kurtarır." dediler. Bunun üzerine Habîb, dedi ki: "Bu hayret verici bir şeydir. Ben, bu hastalığı benden gidermeleri için 70 yıldır şu ilahlara dua ediyorum. Fakat onlar bunu yapamadılar. Sizin Rabbiniz bir sabah vaktinde bunu nasıl yapacak? Dediler ki: "Evet, bizim Rabbimiz dilediğini yapabilir. Bu putlar, az da olsa, ne bir fayda sağlayabilirler. Ne de zarar verebilirler. Bunun üzerine Habîb iman etti, onlar da Rabblerine dua etti. Yüce Allah onun hastalığını giderdi. Kavmi, elçileri öldürmek isteyince koşarak onlara geldi ve Kur'an'ın anlattıklarını söyledi. Habîb dedi ki,
"Ey kavmim! Allah'ı birlemeye çağıran bu şerefli peygamberlere uyunuz. Habîb, onların kalplerini yumuşatmak ve nasihati kabule meylettirmek için "Ey kavmim!" diye hitap etti. Sonra sözü pekiştirmek ve sebebini açıklamak maksadiyle tekrar şöyle dedi:

21. "Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidâyete ermiş kimselerdir."

O ihlaslı ve salih elçilere uyun. Onlar imanınızın karşılığında sizden herhangi bir ücret istemiyorlar. Sizi Allah'ın birliğine davet etmeleri hususunda hidayet ve basiret üzeredirler.

22. "Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibâdet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O'na döndürüleceksiniz.

Bu ifade, Habîbu'n-neccâr'm onları irşat hususundaki nezaketini gösterir. Sanki o kendine nasihat ediyor ve kendisi için tercih ettiğini onlar için tercih ediyor. Bunda, yaratıcılarına ibadetî terk etmelerinden dolayı bir nevi azarlama vardır. Yanı, beni yoktan yaratan yaratıcıma ibadet etmekten beni alıkoyan nedir? Öldükten sonra sizin dönüşünüz de O'nadir. O herkese amelinin karşılığını verecektir.

23. O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların şefaati bana hiç bir faide vermez, beni kurtaramazlar da.

Bu, bir istifhâm-ı inkârıdır Yani, Allah'tan başkalarını nasıl ilah edineyim? Onlar ne işitir, ne fayda sağlar, ne de kendilerine ibadet edenin herhangi bir ibadetini karşılar. Onlar o derece hor ve basittirler ki, eğer Allah bana bir eziyet, ve zarar indirmek istese, onlar da bana şefaat etseler, şefaatleri fayda vermez ve beni kurtaramazlar. Nasıl kurtarsınlar ki, onlar işitmeyen, fayda sağlamayan ve şefaat edemeyen taşlardır. Onlar beni Allah'ın azabından kurtaramazlar.

24. İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum.

Allah'tan başkasına ibadet ettiğim ve putları ilah edindiğim takdirde ben apaçık bir ziyanda olurum. Habîb, nasihat ve hatırlatma yaptıktan sonra, müslüman olduğunu ilan etti ve imanını açıklamak üzere şöyle dedi:

25. Şüphesiz ben, Rabbinize inandım, beni dinleyin."

Şüphesiz ben, sizi yaratan Rabbinize iman ettim. Sözümü dinleyin, nasihatimi tutun.

Tefsirciler şöyle der:

Habîb onlara bunu söyleyince ve nasihat edip imanını açıklayınca hep birden üzerine çullandılar ve onu öldürdüler. Onu, eziyetlerinden kurtaracak hiç kimsesi yoktu.

Taberî de şöyle der: Onun üzerine çullandılar ve Ölünceye kadar ayaklarıyla çiğnediler. Bir rivayete göre de onu ölünceye kadar taşladılar.


26. "Gir cennete!" denildi. "Keşke, dedi, kavmim bilseydi...
27. Rabbinıin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını!"
Ölünce Allah ona şöyle dedi: Sadık imanının ve şehitliğe nail olmanın karşılığı olarak iyi şehitlerle birlikte cennete gir.

İbn Mesûd şöyle der: Onlar Habîb'i ayaklarıyle o kadar çiğnediler ki, bağırsakları dübüründen çıktı. Yüce Allah ona, "cennete gir" dedi. O da girdi. O, cennette rızıklandırılıyor. Kuşkusuz Allah ondan dünya hastalığını, üzüntüsünü ve yorgunluğunu giderdi. Cennete girip de, imanının ve sabrının karşılığı olarak orada yüce Allah'ın, kendisine ikram ettiği şeyleri görünce, kavminin kendi halini bilmesini temenni etti ki, vardığı güzel sonucu bilsinler. Yani, keşke onlar, Rabbimin benim günahlarımı bağışlamasının ve bana naim cennetlerine girmeyi nasip etmesinin sebebini bilselerdi, dedi.

İbn Abbas şöyle der:

Habîb kavmine hayatında da nasihat etti, ölümünden sonra da nasihat etti. Ebussuûd şöyle der: Habîb kavminin kendi halini bilmelerini temenni etti ki, bu bilgi onları, inkârdan tevbe etmek ve imana girmek suretiyle sevap ve mükafat kazanmaya şevketsin. Onun bu hali, evliyanın, düşmanlarına merhameti hususundaki âdetleri üzere cereyan etmiştir.

28. Biz ondan sonra, onun milletini helak etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik.

Biz ondan sonra kavmini helak etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik. İndirecek de değildik. Bu ifade onların şanını küçültme ve onları tahkîr ifadesidir.

29. (Onları helak eden), korkunç sesten başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler.

Onların cezası, bir tek sayhadan başka bir şey değildi. Bu sayhayı onlara Cebrail haykırdı. Onlar hemen ha¬reket etmeyen ölüler haline geldiler. Nefesleri kesilmiş, alevi giden sön¬müş ateşe döndüler.

Tefsirciler şöyle der:
Bu âyette, onların yok edilmesinin basit bir şey olduğu ifade edilmektedir. Onları yok etmek için melek göndermeyecek kadar, Allah katında zelil ve hakirdirler. Rivayete göre, Habibu'n-Neccâr öldürülünce, Yüce Allah bu duruma gazab etti ve onları hemen cezalandırdı. Cebrail'e emretti, o da tek bir sayha ile onlara haykırdı. Öyle bir haykırdı ki, hepsi öldüler. Yüce Allah, onların kökünü sayha usulüyle kesti. Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurdu:

30. Ne yazık şu kullara! Onlara bir peygamber gelmeye dursun, ille de onunla alay etmeye kalkışırlardı.

Allah'ın peygamberlerini yalanlayan ve âyetlerini inkâr eden o kimselere yazıklar olsun. Ne yazık onlara! Onlara bir peygamber gelmeye dursun, ille de onu yalanlarlar ve onunla alay ederlerdi. Her zaman ve her yerde kâfirlerin âdeti böyledir.

Beyzâvî Hâşiyesi'nin yazarı şöyle der: Onlar kendilerine üzülmeye veya başkalarının onlara üzülmelerine layıktırlar. Çünkü durumun şiddeti ve büyüklüğü o dereceye ulaşmıştır ki, kendisinde acıma hissi bulunan herkes, onların peygamberlerle alay etme durumlarını gördüğünde onlar için üzülür ve şöyle der: Bu kâfirlerin kaybı ve ziyanı ne büyük! Çünkü onlar imanı küfürle, saadeti de bedbahtlıkla değiştirdiler.
Bu âyette, Kureyş kâfirlerine tariz vardır. Çünkü onlar peygamberlerin efendisini yalanladılar. Yüce Allah, Mekke kâfirlerinin durumunu Antakya halkının durumuna benzettikten sonra, kendilerinden öncekilerden ibret almadıklarından dolayı müşrikleri kınamak üzere şöyle buyurdu:

31. Müşrikler görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice kavimler helak ettik. Onlar, tekrar dönüp de bunlara gelmezler.

O müşrikler , kendilerinden önce peygamberleri yalanlayan, dolayısıyle Yüce Allah tarafından helak edilen kimselerden ibret almıyorlar mı? O yok olanların, helak olduktan sonra tekrar dünyaya dönmediklerini bilmiyorlar mı?

32. Elbette onların hepsi karşımızda hazır bulunacaklar

Geçmiş ve gelecek bütün milletler, hesap ve ceza için kıyamet günü, hâkimler hâkiminin huzuruna getirileceklerdir. O, onlara, bütün amellerinin, iyilerinin ve kötülerinin karşılığım verecektir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu cümlenin, onların yok edilmelerinin anlatılmasından sonra gelmesi, Yüce Allah'ın, helak edilenleri başı boş bırakmayacağını, bilakis helakten sonra onları toplayıp hesaba çekeceğini, iyilere sevap kötülere ceza verileceğini açıklamak içindir.........

 
Üst Alt