Sen yoktun Sultanım...
Hazreti Ademdeydi nurun.Önce cenneti,sonra yeryüzünü şereflendirdin.
Adem nuruna affedildi.Arafat bu affa şahitti
Sen yoktun...
Nuhun gemisindeydi nurun.Dalgalar yeryüzünü boğarken.Toprağın bağrındaki su gökyüzüyle buluşurken.Ve Bu bir ilahi azapderken.Allah nurunu taşıdı binbir sebeple.
Tufan nurunu selâmladı edeple.
Sen yoktun...
Hazreti İsmailin alnındaydı nurun.İbrahimi bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden.
!Rabbimiz!dedi.Onlara kendi içlerinden ,Senin ayetlerini okuyacak,kitap ve Hikmeti öğretecek onlara,onları temizleyecek.Bir elçi gönder
Amin dedi on sekiz bin alem.Nurunla aydınlanan,minicik ellerini semaya kaldırarak.Amin dedi İsmail.
Hira Nur Dağı Amin diyerek ayağa kalktı.
Medineden adı Uhud olan bir amin yankılandı.Sevr Dağında.Havarilerin yüzünü okşayan,
Ölüleri dirilten bir nefes oldun.
Ama,sen yoktun...
Yıllar yılıydı...
Çölde alevler ve küfürler kavuruyordu insanlığı.
Gün ortasında kızıl kayalara çarpan kan izlerini tutuşturmaktaydı nefesler dalga dalga.
Geceler büsbütün yalandılar;
belki hiç yaşanmadılar.
Sözcükler yetim, sevgiler hançer sokumlarına mahkumdu.
Körebeler çiziyordu gözlerini gerçeğin ve miller koyu grilerin katıksız acılarını besteliyordu kıymık kıymık yüreklerde.
Zamansız açan goncalardan kan akardı gülistanlara.
Çırçır böceklerinin rüya aralığında cinayetler işlenir; babalar kızlarını gömerdi toprağa.
Cinnet karargâhına dönen yüreklerde hep aynı boşluk; hep aynı sesin ağına düşmekte kadınlar; şirk yüzlerce dilden konuşmaktaydı her adımda.
Masum kelebekler çarmıha gerilmekteydi, yalnızca masum ve narin oldukları için. Güçsüzlerin gücünü emerek güçlenirdi güçlüler.
Yıllar yılıydı.
Ve bir gün, Ebabiller, kara yere kardılar Ebrehenin fillerini asit yağmurlarınca.
O gün, bir gonca, ana rahminde yetim kalmıştı ve Kabenin duvarını bir kırlangıçtı çığlık çığlığa kucaklayan Cebrail kanatlarıyla.
Bir şair kollarını açmış yalvarıyordu Ukaz panayırında:
!Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!
Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!
Sen yoktun...
Hazreti Abdullahın alnındaydı nurun
Başı eğik gezerdi mazlum.
Kuteyle göklerden seni sorardı,
Varaka seni arardı semada
Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler,
Ağlayarak süslediler ölüme.
Ağlayarak,Hadi dayına gidiyorsun. dediler.
Sen yokken sultanım.
Canlı canlı toprağa gömülmenin
Adıydı dayıya gitmek.
Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi
Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi.
En son çocuk atılırken çukura,
Annesinin suretinde bir melek tuttu onu
Ve tebessüm ederek Hira Nur Dağını gösterdi.
Melekler süslüyordu Hirayı
Efendisine hazırlanıyordu Cebel-i Nur
Efendisine hazırlanıyordu Mekke...
Alem efendisine hazırlanıyordu.
Senin hiç gülün oldu mu Hira Dağı?
Pınarın suyun oldu mu?
Kucağın hiç böyle nurlu muydu Hira Dağı?
Hiç böyle titredin mi derinden?Hiç üşüdün mü?Kalbin hiç böyle durdu mu,
Ey dağların bilgesi,Olmazları unut,
Unut şimdi bütün bildiklerini.
Mekke uyuyor musun?
başına devlet kondu, sen uyuyor musun?Talihin başa döndü, sen uyuyor musun?
Tomurcuk güle döndü, Hira bir misk ambarı,
Üstüne açılırken kelâmın kapıları
Mekke uyuyor musun?
Hira!!
Bezmi Elestten hâtıra!Bir dost sofrası,Rüyaların söylediği visâl yeri burası,
Akıllara sığmayan rüyaların!Üç yıldır Muhammedi sınayan rüyaların.
Hakikat eşiğinde beklenmiyor
Gel ey Dost!
Hasretinin Hira bile çekemiyorSeni ister istemeyi bilenler
Gel ki can bulsun tenler, gel ey Dost!Sen isimsiz yârisin Muhammedin
Hem dilisin cânısın Muhammedin,Bir işaret vermeye gel!
Yalnız adını öğretmeye gel ey Dost!
Kainatın gözü Hazret-i Aminedeydi,
Toprak yalvarıyordu Rabbine
GEL!diye ağlıyordu mazlumlar gözleri semada
Ve bir gelişin vardı;Ya Rasulallah!
Bir inişin vardı yeryüzüne...
Önünde Cebrail,ardında yalın kılıç melekler.
Bir inişin vardı yeryüzüne...
Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de,
Öksüzler annelerine sarıldı doya doya.
Sonra bu sessizlik kapladı seher vaktini
Her şey sus-pus olmuştu.
!HADİ! diyordu yıldızlar,
!HADİ! diyordu Ay,
Kainat bir isim duymak istiyordu,
Miâdı dolmakta,fâni zamanın.Vâdesi doldu dolacak dünyanın.
Uğultusu duyuluyor ûkbanın.Bengisu ol,şehâdet kanalım GÜL.
Âsân eyle,bitmez yolları bize.Süreyyâyı indirelim gönüle.
Kıskandıralım ayını güneşe.Esirgeme mâh cemâlini GÜL
Sancısıyla beklenmekte sabahlar.Gelsin nevbahar,boyansın hadralar.
Nûra bürünsün ziyâsız simâlar,O GELİYOR ! dedik ,bekletme GÜL.
Ve Bir Ses Yükseldi Aminenin Evinden!!!!
Ve bir ses yükseldi Aminenin evinden;
!!!MUHAMMED!!!
Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini,
!!MUHAMMED!!!
Melekler öptü o nurdan ellerini,
!!!MUHAMMED!!!
Seni yaratan Allaha kurbanız ey dürri yekta
Sana o adı veren Rahmana kurbanız.
Artık sen vardın
Susuz topraklara rahmet indi seninle,
Annenden sonra anne Halime sevindi seninle...
Bir goncaydı; inciler kokulu. Hiçbir gül fidanı dökmemişti bunca kutlusunu goncanın, ve hiçbir gülde bir araya gelmiş değildi bunca güzellik.
Bir goncaydı; dışından içi görülüyor, zâhirinden bâtını okunuyordu.
Bir goncaydı; yeşil kundağında güli rânâ; belki berrak sadefinde düri yektâ...
Avizesi cevzâ, ışığı dolunay idi gecenin. Melek kanatlarıyla döşendi Sündüs.
Ve Gül, yıllar yılı, çağlar çağı beklenen Gül, fani can taşıyan kimseciklerden habersiz, kuytu bir iklimde, nazenin fidanının üzerinde açıverdi.
Her an yapılan ve yeniden yıkılan köhne dünya, haberi olmasa da nesîmi câvidân bulacaktı. Ve bekleyenler, kaç bin yıldır Onu beklemekteydiler oysa.
Âhir zaman kokusu yayıldı kuzeylere ve güneylere, mağrib ve maşrıklara.
Biz senin için (mutluluğun) göğsünü açmadık mı?
Senden yükünü indirmedik mi?O senin sırtını ezen yükü.Senin şanını yüceltmedik mi?
Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.Evet, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul.
Ancak RABBİNE YÖNEL!
İnşirah(1,7)
Bana adını yazmak düşmüş bu beyaz kağıtlara ey sevgili...
Adını yazmak , Ademin müjdelediği,
Bahiranın beklediği ,Veda Tepesinden doğan ay gibi
İsmuhû Ahmet deryasının ,dalgalarının parlattığı adını...
Adını yazmak,
Gemisinde Nuhun,Süleymanın rüzgarlarında
Cömertliğinde İbrahimin,Teslimiyetiyle İsmailin ,Yunusun balığıyla ,
Yakubun Külbei Ahzânında, Yalnızlığının kuyusunda Yusufun,Mizmarlarıyla Davutun ,
Musanın Yedi Beyzâsıyla ,Meryemiyle İsanın,
Adını yazmak...
And içeriz..
Sevinçte ve tasada,Sıkıntıda ve rahatlıkta,Seninle birlikte olacağımıza and içeriz. diyen
Akabe erlerinin parmaklarıyla seni yazmak,Sürekânın geri dönen atının tutkusuyla seni yazmak...
Sen güneşsin,Sen aysın,Sen nur üstüne nursun diye ağlayan,
Ensarın bekleyişleriyle seni yazmak
Seni yazmak, Bedir kuyularında bıraktığın umut güneşiyle,
Seni yazmak...
Uhud günü sevdasıyla Hamzanın, Seni yazmak.
Hendekleriyle Selmanın ,içine sabrı, içine sevdasını,doldurduğu hendekleriyle.
Huneynle seni yazmak,Tebukle, Muteyle seni yazmak,
Zeydin sadakati,Caferin özlemi,
Abdullahın tereddüdüyle seni yazmak...
Allahım
nurlarının denizi,
esrarının madeni,inayetinin gözdesi,hidayetinin güneşi,hazirei kudsün nişanlı gözdesi,
huzurundakilerin imamı,mahlukatının en hayırlısı,
mahlukatının Sana en sevimlisi,kulun,habibin,Rasulun ve kendisiyle nebilere ve Rasullere hatime çektiği ümmi nebi
efendimiz Hz.Muhammed ve sair enbiya ve Rasullerin üzerine Onun ali ve bütün ashabının üzerine
melaikei mukarrabinin,semavat ve arzdaki salih kullarının üzerine salat eyle,Amin
Ve hamd alemlerin Rabbi Allaha mahsustur.Allahın rıdvanı onların ve bizim hepimizin üzerine olsun.
Avizesi cevzâ, ışığı dolunay idi gecenin.
Bir Gül açtı, ve yeminler edildi ömrüne.
Bir Gül açtı, taşırdı sevinç ırmaklarını.
Bir Gül açtı, ve dünya ilk kez dünya olduğunu hissetti.
Bir Gül açtı, varlık doruğa ulaştı.
Bir Gül açtı, ve önünden sonu hayırlı oldu beşeriyetin.
Yeleleri rüzgâra yaslanmış küheylanlar şaha kalktılar sonra, Semaveden Saveye,Bahiradan,Nuşirevana, haberler ilettiler dört bir yana.
Muştular size ve bize! dediler, Muştular toprağa ve suya! Kadim haberlerin haberi geldi. Karanlık gecenin kara bulutlarına dolunay doğdu.
Feleğin sazendesi kudûmuna sevinçle vurdu ve Arşı âlâda melekler gülbanga başladılar hep bir ağızdan Hicaz faslında:
Zaman o gül gibi gül görmedi zaman olalı
Gülün güzelliği dillerde dâsitân olalı
SENDİN GELEN
Arşın kubbelerine adı nurla yazılan
İsmi semâda Ahmed, yerde Muhammed olan
Yedi katlı göklerde Hak cemâlini bulan
Evve lahir yolcusu yâ Hazreti Muhammed
Sağnak nur yağmurları inerken yedi kattan
O gece sendin gelen, ezel kadar uzaktan
Melekler her zerreye müjde verirken Haktan
O gece sendin gelen yâ Hazreti Muhammed
Güneşler, o gecenin nuruna secdederken
Yıldızlar meşk içinde, kâinat vecdederken
Bütün hamd ü senalar Yüce Rabbe giderken
O gece, sendin gelen, yâ Hazreti Muhammed
O çok yakınımda; ama ben uzağındayım onun
Oysa, o bana güneşten bile yakın. İçimi ışıtıyor.
Karanlıkta kalmış duygularım, onun getirdiği hakikatın nuruyla nurlanıyor.
Biliyorum ki, nurlu akılların, münevver kalblerin, nurlanmış aczlerin sırrı onun nurunda gizli. Ama 'sebepler gecesi'ndeyim. 'Celb-i rızk' için, 'geçim' için, 'kendini kanıtlamak' için, şunun-bunun için toprağa eğilmiş nefsimin gözü, o semavî kandili göremiyor
Yağmura mı ihtiyaç var ;
Kaldır şehadet parmağını
Yağmurları salsın Allah!
Sonra tut ağacın yaprağını
Köklerini çıkartıp yanında yürütsün Allah.
Yeter ki sen iste,
sen iste Ya Rasulallah;
De ki ; Ben kimim ?
Dağlar,taşlar dile gelsin.
Dilsiz çocuklar ellerinden tutup;
!Ente Rasulullah ! desin.
Nefsim karanlığın getirdiği evham ve hayallerle beslenirken, gecede daralan ruhum sabaha hasret. Arasıra gece gurbetinden çıkıp sabah buluşmaları yaşamıyor değilim. Zaman zaman onun nuru şöyle bir dünyama uğruyor.
Ne ki, karanlığa alışmış gözüm, gündüz güneşiyle kamaşıyor, yumuluyor, kapanıyor. Gözlüksüzüm de. Gecenin bir vaktinde, narin bir dalın yahut bir çiçeğin taçyaprağının ucuna tutunan; güneş doğar doğmaz 'nâr-ı aşk' ile yanıp ışık merdiveniyle sevgili güneşine koşan bir reşha-misal değilim.
Onun getirdiği nurun önüne çöküp latif, şeffaf ve nuranî olmak vardı. Ama hâlâ karanlık dehlizlerde iz sürüyorum. Sönük kafa fenerim önümü görmeye yetmiyor lâkin. Sağa-sola yalpalayıp, aklî ve kalbî yaralar alıyorum.
Sen ki; doğum kundağı, ak bulutla örülen
Doğar doğmaz, Allaha secde emri verilen
Doğudan ve Batıdan, her mahlûkça görülen
Kainat efendisi, yâ Hazreti Muhammed
Sen ki; asâletine, ezelden hükmedilen,
Tertemiz rahimlerle, lekesiz soydan gelen,
Beşerî şüpheleri, Kurân ilmiyle silen,
Seçilen sevgilisin, yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; büyük yargıda, şefaat müjdecisi,
Bunca âciz beşerin, mahşer günü bekçisi,
Sen ki; Kurân şahidi, Allahın son elçisi,
Kurtuluş habercisi, yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki; Âdem neslini, uçurumdan döndüren,
Zulüm sancılarını, şefkatiyle dindiren,
İnkâr yangınlarını, irfânıyla söndüren,
Âlimlerin sultanı, yâ Hazreti Muhammed.
Sen ki güzel huyların, ahlâkın meşalesi
Sabır doruklarında beşerin en yücesi
Senin cennet mekanın, fakirlerin hanesi
Gönüller hazinesi yâ Hazreti Muhammed
Sana şâhit sonsuzlar, ezelden beri her an
Sana şahit ayetler her zerre ve her mekan
Senden uzak kalmaya nasıl dayanır ki can
Sen, her canda cânânsın yâ Hazreti Muhammed
Kokunu ver bana Gülüm, boyanı ver bana! Mahmurluğuma ıtır ıtır sabûh, dimağıma elvan elvan lezzet ol. Seninle kendimi bulayım ya, ya kendimden geçeyim yeniden. Yani ki ya renginle boyanayım, ya rengin girsin yeniden rüyama; ve bir daha mahşerde uyanayım.
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammedsin efendim!
Haktan bize sultân-ı müeyyedsin efendim!