sonosmanlý
New member
- Katılım
- 7 Şub 2006
- Mesajlar
- 54
- Tepkime puanı
- 2
- Puanları
- 0
yine bu forumun bu bölümünde "teymiyyecilik ve vehhabilik" başlıklı başlattığımız tartışma;çok sık yurt dışı seyehatleri ve ve başlığın altında yazılanların düzgün okunanamaması nedeniyle sona ermişti.
yine pek sık zamanımız olmamasına rağmen,2002 yılında değerli dostum NEZİH UZEL tarafından hazırlanıp yeni şafak gazetesinde yayınlanan,vehhabilik hakkında tarih bilgisi veren bir yazıyla foruma yeniden katılmış olalaım.
açılan konu,üzerinde hala tartışmaların bitmediği ve islam dünyasının birden fazla ihtilaf konularından sadece bir tanesi;en çok zarar vereni,en yıkıcı olanıdır.
konuya (şayet olursa) katılan müslümanların, yazdıkları yazıların slogan olmamasına hassasiyet göstermelerini,alıntılarını kaynaklarıyla belirtmelerini rica ediyorum.
Şu yaşadığımız günlerden iki asır doksan dokuz yıl önce, 1703'ün baharında Arab Yarımadası'nın ortasındaki Necid bölgesinde, bugünkü Riyad'a 70 kilometre uzaklıkta, Uyayne kasabasında, bir erkek çocuk doğdu. Yüzyıllar boyu bu yörede yaşayan Beni Teym kabilesinden Süleyman bin Abdülvahhab'ın oğlu olarak dünyaya gözlerini açan bu çocuğa Muhammed adını koydular.
Muammed bin Abdülvahhab (Abdülvahhab'ın oğlu Muhammed) olgunluk çağında Mekke'ye gitti. Medine'de iki yıl kaldı. Bu sırada İbni Teymiyye'nin (1263-1328) eserlerini okudu ve tesirine girdi. Muhammed bin Abdülvahhab ailece Hanbeli mezhebindendi. Bu yolda bilgilerini ilerletti ve Hanbelî hukuk ve dünya görüşü ile hayat tarzı konusunda mertebe kazandı.
Abdülvahhab dört yıl Basra'da kaldı. Daha sonra Hureymile'ye geldi. Burada Kitab-el Tevhid isimli eserini yazdı. Abdülvahhab bu eserde Kur'an ve Hadis dışındaki herşeyi reddetti. Din'e sonradan sokulan tüm gelenekleri tartışmasız küfür saydı. Bunların er veya geç yıkılacağını ilan etti. Dinin emirlerine uymayanı, bid'atlere sapanı, ibadette kusur edeni Müslüman saymayacağını ileri sürerek gereğinde bu gibilere karşı silah kullanacağını açıkça belirtti. İmanın amelde gizli olduğunu, iman sahibi olmak için kelime-i şehadet getirmenin yetmeyeceğini ve ameli ile imanını ispatlamayanın, canı ve malının helâl olduğunu açıkladı. Böylece ibadet etmeyen ve ameli zayıf olan kişinin dinden çıkmış sayılamayacağını, sadece kusurlu olduğunu kabul eden ehli sünnet anlayışına ters düştü. (n.u y.şafak2002)
(...)Muhammed bin Abdülvahhab Hureymile'de tanındı, az zamanda etrafına pek çok mürid toplandı, ancak kendisine bir fenalık yapılabileceğından kuşku duyan yakınları onu doğduğu şehir Uyayne'ye götürdüler. Muhammed bin Abdülvahhab burada bölgenin emiri Osman bin Hamr bin Muammer'in himayesine girdi. Bu sırada kadılık yapıyor, fetvalar veriyor, davet işine devam ediyordu. Bir süre sonra Emiri, Halife Ömer bin Hattab'ın 634'te Yemame harbinde şehit düşen kardeşi Zeyd'in, Der'iyye ile Uyayna arasındaki el-Cabila isimli köyde bulunan türbesini yıkmak için ikna etti. Zeyd'in türbesi yanında bulunan diğer şehitlerin mezarları ile birlikte yıkıldı, ağaçlar kesildi. Yakınlarda bulunan bir mağaranın girişi tahrip edildi.
(...)İslam dünyasında Vahhabi'lerin ilk yıktıkları türbe ve mezarlık budur. Emire sözünü geçiren Abdülvahhab'ın şöhreti artmıştı. Ancak verdiği sert fetvaları ve aldığı katı kararlarıyle korku ve kuşku uyandırmaya başladı. Halk Necid'in güçlü kabilelerinden Beni Halid'in emirine şikayette bulununca bu kabilenin emiri yardımda bulunduğu Uyayna emiri Osman'dan Abdülvahhab'ı hemen bölgesinden uzaklaştırmasını istedi.
Muhammed bin Abdülvahhab Uyayna'dan ayrılarak Der'iyye'ye geldi. Burada Emir Muhammed bin Suud'la tanışarak O'nun himayesine girdi. Bu karşılaşma ve tanışma daha sonra krallığa dönüşerek ikiyüz elli yıl sürecek ve günümüze kadar ulaşacak Vahhabî-Suudî emirliğinin başlangıcıdır.
(...)Abdülvahhab, ibni Suud'la 1744 yılında bir araya gelmişti. Araştırmacılar bu tarihi Suudî ailesinin siyaset sahnesine çıkışı sayarlar. Nitekim aynı yıl sözkonusu beraberlik aile bağları ile de güçlenmiş ve ibni Suud, Abdülvahhab'ın kızı ile evlenerek O'na damat olmuştur. Bir başka rivayete göre de Abdülvahhab, ibni Suud'un kızkardeşiyle evlenmiştir. Muhammed bin Abdülvahhab Der'iyye'den Necid bölgesi emirlerine, din bilginlerine ve Medine ileri gelenlerine davet mektupları gönderiyor ve mezhebini savunan kitaplar yazmaya devam ediyordu. Bu arada Osmanlı Sultan III. Selime de bir mektup gönderdi. O çağda iç meselelerle uğraşan Osmanlılar buna pek aldırmadılar. Abdülvahhab Mısır'ı ele geçiren Napolyon Bonapart'a da yazmıştı. Bonapart'ın Akka savaşı sırasında Vahhabî'lerle ilişki kurduğu söylenir. Ancak bu konu Fransız ordu arşivi dosyaları arasında kaybolup gitmiştir.
(...)On sekizinci yüzyılın sonunda, Arab yarımadasının çöllerle kaplı Necid bölgesinde, siyasi reaksiyoner Vehhabî mezhebinin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab, 1744'ten sonra kendisini himayesi altına alan De'riyye Emiri Muhammed bin Suud'la birleştikten sonra vaazları, nasihatları ve davet mektuplarıyle mezhebini yaymaya devam etti. Dinden uzaklaşan Müslümanlar'la kafirleri bir tutup bunların can ve mallarını helal sayan yeni mezhep-devlet hızla yayıldı. Onbeş yıl içinde Necid, Asir ve Yemen Vehhabi oldu. Abdülvehhab, İbni Suud'la beraber cihat saydığı savaşlara katılıyordu.
Bu sırada Vehhabi-Suudî alanı içine giren her yerde tam bir devlet gücü kullanıldı. Muhammed Bin Abdülvehhab'ın ele geçirilen şehirlere tayin ettiği Vehhabi kadılar, mezhebin hukukunu geliştirdiler. Vehhabi valilerinin görevlendirdiği kolluk kuvvetleri halkın başına tam bir din polisi kesildiler. Tütün içmek, çalgı dinlemek, ipek elbise giymek yasaktı. Din polisi yasaklara uymayanı yakalıyordu. Sabah namazından sonra camilerde yoklama yapılır üç defa özürsüz olarak camiye gelmeyene, içki içene yapıldığı gibi kalabalığın önünde kırk değnek vurulurdu. Muhammed Bin Abdülvehhab kendi şehrinde oturanlara ensar dışardan gelenlere muhacirin derdi. Bu tutumundan dolayı kardeşi Süleyman bin Abdülvehhab ona bir reddiyye yazdı. (bu reddiye kendisine yazılan ilk reddiyedir.teymiyyeye yazılan reddiyelerle karıştırılmamalıdır-sonosmanlı-)
(...)Muhammed bin Suud 1766'da öldü. Yerine oğlu Abdülaziz bin Suud geçti. Devletin manevi lideri Muhammed Bin Abdülvehhab o sırada hayattaydı. 26 yıl daha yaşadı ve 1792'de öldü. Vahhabi-Suudi devleti 1790'dan sonra güçlendi. Şeklen Osmanlı'ya bağlı olduğu halde başkent İstanbul'a uzaklığı dolayısıyle merkezi otoriteden sıyrılan bu bölgede gelişen yeni siyasi birlik, arka arkaya zaferler kazanıyordu. Abdülaziz cıhat adını verdiği savaşlardan elde edilen ganimeti eski Osmanlı pençek usulüyle beşe böler, bir bölümünü kendi alır kalanı adamlarına dağıtırdı. Bu yöntem savaşların çekiciliğini artırıyordu.
13 Mayıs 1802'de, Emir Abdülaziz'in oğlu Suud'un kumandasında Vehhabi savaşçıları Kerbela'da 10 Muharrem ayini yapan Şiiler'in üzerine saldırdılar... Bir rivayete göre 2000, bir başka anlatıma göre 10 bin Şii bu saldırıda öldü. Hz. Hüseyin'in türbesi yağma oldu. Kerbela yandı, yıkıldı, tarihte bir kere daha(ikinici ağır matem-s.o) mateme büründü. Bu savaşta ölen bir Şii'nin yakını daha sonra 4 Ekim 1803 günü mescitte namaz kılan Abdülaziz'i sırtından hançerleyerek intikamını alacaktı. Vehhabiler, ortaya çıktıkları ilk yıllardan itibaren, İslam'ın içinde eski Sasani imparatorluk gelenekleriyle yaşayan İranlılar'ı en büyük düşman bellemişlerdi.
Vehhabiler'in asıl amaçları İslam'ın merkezini ele geçirmekti. Mekke ve Medine üzerinde ağır baskıları Muhammed Bin Abdülvehhab'ın İbni Suud'la birleşmesinden on yıl önce başlamıştı. Abdülvehhab'ın yandaşları 1733 yılında Mekke Emiri bin Said'den hac izni istemişlerdi. Otuz kişiydiler. Emir bunları Haremeyn'in alimleriyle münazaraya davet etti. Kabul ettiler, ancak bilginlerle baş edemediler. Yenildiler. Mekke kadısı küfürlerine hüküm verdi. Bazıları hapse atıldı, bazıları kaçmayı başardı. Bu olaydan sonra Hicaz bölgesi Vehhabîler'e kapandı.
yine pek sık zamanımız olmamasına rağmen,2002 yılında değerli dostum NEZİH UZEL tarafından hazırlanıp yeni şafak gazetesinde yayınlanan,vehhabilik hakkında tarih bilgisi veren bir yazıyla foruma yeniden katılmış olalaım.
açılan konu,üzerinde hala tartışmaların bitmediği ve islam dünyasının birden fazla ihtilaf konularından sadece bir tanesi;en çok zarar vereni,en yıkıcı olanıdır.
konuya (şayet olursa) katılan müslümanların, yazdıkları yazıların slogan olmamasına hassasiyet göstermelerini,alıntılarını kaynaklarıyla belirtmelerini rica ediyorum.
Şu yaşadığımız günlerden iki asır doksan dokuz yıl önce, 1703'ün baharında Arab Yarımadası'nın ortasındaki Necid bölgesinde, bugünkü Riyad'a 70 kilometre uzaklıkta, Uyayne kasabasında, bir erkek çocuk doğdu. Yüzyıllar boyu bu yörede yaşayan Beni Teym kabilesinden Süleyman bin Abdülvahhab'ın oğlu olarak dünyaya gözlerini açan bu çocuğa Muhammed adını koydular.
Muammed bin Abdülvahhab (Abdülvahhab'ın oğlu Muhammed) olgunluk çağında Mekke'ye gitti. Medine'de iki yıl kaldı. Bu sırada İbni Teymiyye'nin (1263-1328) eserlerini okudu ve tesirine girdi. Muhammed bin Abdülvahhab ailece Hanbeli mezhebindendi. Bu yolda bilgilerini ilerletti ve Hanbelî hukuk ve dünya görüşü ile hayat tarzı konusunda mertebe kazandı.
Abdülvahhab dört yıl Basra'da kaldı. Daha sonra Hureymile'ye geldi. Burada Kitab-el Tevhid isimli eserini yazdı. Abdülvahhab bu eserde Kur'an ve Hadis dışındaki herşeyi reddetti. Din'e sonradan sokulan tüm gelenekleri tartışmasız küfür saydı. Bunların er veya geç yıkılacağını ilan etti. Dinin emirlerine uymayanı, bid'atlere sapanı, ibadette kusur edeni Müslüman saymayacağını ileri sürerek gereğinde bu gibilere karşı silah kullanacağını açıkça belirtti. İmanın amelde gizli olduğunu, iman sahibi olmak için kelime-i şehadet getirmenin yetmeyeceğini ve ameli ile imanını ispatlamayanın, canı ve malının helâl olduğunu açıkladı. Böylece ibadet etmeyen ve ameli zayıf olan kişinin dinden çıkmış sayılamayacağını, sadece kusurlu olduğunu kabul eden ehli sünnet anlayışına ters düştü. (n.u y.şafak2002)
(...)Muhammed bin Abdülvahhab Hureymile'de tanındı, az zamanda etrafına pek çok mürid toplandı, ancak kendisine bir fenalık yapılabileceğından kuşku duyan yakınları onu doğduğu şehir Uyayne'ye götürdüler. Muhammed bin Abdülvahhab burada bölgenin emiri Osman bin Hamr bin Muammer'in himayesine girdi. Bu sırada kadılık yapıyor, fetvalar veriyor, davet işine devam ediyordu. Bir süre sonra Emiri, Halife Ömer bin Hattab'ın 634'te Yemame harbinde şehit düşen kardeşi Zeyd'in, Der'iyye ile Uyayna arasındaki el-Cabila isimli köyde bulunan türbesini yıkmak için ikna etti. Zeyd'in türbesi yanında bulunan diğer şehitlerin mezarları ile birlikte yıkıldı, ağaçlar kesildi. Yakınlarda bulunan bir mağaranın girişi tahrip edildi.
(...)İslam dünyasında Vahhabi'lerin ilk yıktıkları türbe ve mezarlık budur. Emire sözünü geçiren Abdülvahhab'ın şöhreti artmıştı. Ancak verdiği sert fetvaları ve aldığı katı kararlarıyle korku ve kuşku uyandırmaya başladı. Halk Necid'in güçlü kabilelerinden Beni Halid'in emirine şikayette bulununca bu kabilenin emiri yardımda bulunduğu Uyayna emiri Osman'dan Abdülvahhab'ı hemen bölgesinden uzaklaştırmasını istedi.
Muhammed bin Abdülvahhab Uyayna'dan ayrılarak Der'iyye'ye geldi. Burada Emir Muhammed bin Suud'la tanışarak O'nun himayesine girdi. Bu karşılaşma ve tanışma daha sonra krallığa dönüşerek ikiyüz elli yıl sürecek ve günümüze kadar ulaşacak Vahhabî-Suudî emirliğinin başlangıcıdır.
(...)Abdülvahhab, ibni Suud'la 1744 yılında bir araya gelmişti. Araştırmacılar bu tarihi Suudî ailesinin siyaset sahnesine çıkışı sayarlar. Nitekim aynı yıl sözkonusu beraberlik aile bağları ile de güçlenmiş ve ibni Suud, Abdülvahhab'ın kızı ile evlenerek O'na damat olmuştur. Bir başka rivayete göre de Abdülvahhab, ibni Suud'un kızkardeşiyle evlenmiştir. Muhammed bin Abdülvahhab Der'iyye'den Necid bölgesi emirlerine, din bilginlerine ve Medine ileri gelenlerine davet mektupları gönderiyor ve mezhebini savunan kitaplar yazmaya devam ediyordu. Bu arada Osmanlı Sultan III. Selime de bir mektup gönderdi. O çağda iç meselelerle uğraşan Osmanlılar buna pek aldırmadılar. Abdülvahhab Mısır'ı ele geçiren Napolyon Bonapart'a da yazmıştı. Bonapart'ın Akka savaşı sırasında Vahhabî'lerle ilişki kurduğu söylenir. Ancak bu konu Fransız ordu arşivi dosyaları arasında kaybolup gitmiştir.
(...)On sekizinci yüzyılın sonunda, Arab yarımadasının çöllerle kaplı Necid bölgesinde, siyasi reaksiyoner Vehhabî mezhebinin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab, 1744'ten sonra kendisini himayesi altına alan De'riyye Emiri Muhammed bin Suud'la birleştikten sonra vaazları, nasihatları ve davet mektuplarıyle mezhebini yaymaya devam etti. Dinden uzaklaşan Müslümanlar'la kafirleri bir tutup bunların can ve mallarını helal sayan yeni mezhep-devlet hızla yayıldı. Onbeş yıl içinde Necid, Asir ve Yemen Vehhabi oldu. Abdülvehhab, İbni Suud'la beraber cihat saydığı savaşlara katılıyordu.
Bu sırada Vehhabi-Suudî alanı içine giren her yerde tam bir devlet gücü kullanıldı. Muhammed Bin Abdülvehhab'ın ele geçirilen şehirlere tayin ettiği Vehhabi kadılar, mezhebin hukukunu geliştirdiler. Vehhabi valilerinin görevlendirdiği kolluk kuvvetleri halkın başına tam bir din polisi kesildiler. Tütün içmek, çalgı dinlemek, ipek elbise giymek yasaktı. Din polisi yasaklara uymayanı yakalıyordu. Sabah namazından sonra camilerde yoklama yapılır üç defa özürsüz olarak camiye gelmeyene, içki içene yapıldığı gibi kalabalığın önünde kırk değnek vurulurdu. Muhammed Bin Abdülvehhab kendi şehrinde oturanlara ensar dışardan gelenlere muhacirin derdi. Bu tutumundan dolayı kardeşi Süleyman bin Abdülvehhab ona bir reddiyye yazdı. (bu reddiye kendisine yazılan ilk reddiyedir.teymiyyeye yazılan reddiyelerle karıştırılmamalıdır-sonosmanlı-)
(...)Muhammed bin Suud 1766'da öldü. Yerine oğlu Abdülaziz bin Suud geçti. Devletin manevi lideri Muhammed Bin Abdülvehhab o sırada hayattaydı. 26 yıl daha yaşadı ve 1792'de öldü. Vahhabi-Suudi devleti 1790'dan sonra güçlendi. Şeklen Osmanlı'ya bağlı olduğu halde başkent İstanbul'a uzaklığı dolayısıyle merkezi otoriteden sıyrılan bu bölgede gelişen yeni siyasi birlik, arka arkaya zaferler kazanıyordu. Abdülaziz cıhat adını verdiği savaşlardan elde edilen ganimeti eski Osmanlı pençek usulüyle beşe böler, bir bölümünü kendi alır kalanı adamlarına dağıtırdı. Bu yöntem savaşların çekiciliğini artırıyordu.
13 Mayıs 1802'de, Emir Abdülaziz'in oğlu Suud'un kumandasında Vehhabi savaşçıları Kerbela'da 10 Muharrem ayini yapan Şiiler'in üzerine saldırdılar... Bir rivayete göre 2000, bir başka anlatıma göre 10 bin Şii bu saldırıda öldü. Hz. Hüseyin'in türbesi yağma oldu. Kerbela yandı, yıkıldı, tarihte bir kere daha(ikinici ağır matem-s.o) mateme büründü. Bu savaşta ölen bir Şii'nin yakını daha sonra 4 Ekim 1803 günü mescitte namaz kılan Abdülaziz'i sırtından hançerleyerek intikamını alacaktı. Vehhabiler, ortaya çıktıkları ilk yıllardan itibaren, İslam'ın içinde eski Sasani imparatorluk gelenekleriyle yaşayan İranlılar'ı en büyük düşman bellemişlerdi.
Vehhabiler'in asıl amaçları İslam'ın merkezini ele geçirmekti. Mekke ve Medine üzerinde ağır baskıları Muhammed Bin Abdülvehhab'ın İbni Suud'la birleşmesinden on yıl önce başlamıştı. Abdülvehhab'ın yandaşları 1733 yılında Mekke Emiri bin Said'den hac izni istemişlerdi. Otuz kişiydiler. Emir bunları Haremeyn'in alimleriyle münazaraya davet etti. Kabul ettiler, ancak bilginlerle baş edemediler. Yenildiler. Mekke kadısı küfürlerine hüküm verdi. Bazıları hapse atıldı, bazıları kaçmayı başardı. Bu olaydan sonra Hicaz bölgesi Vehhabîler'e kapandı.