Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Vefa

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

VEFA

Görülen iyilikleri unutmama, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık vermeye devam etme. Böyle olanlara vefakâr denir.
Bir Müslümanda bulunması gereken güzel huylardan biri olan vefakârlığın zıddı nankörlük olup, iyiliğin kadrinin bilinmemesi veya kötülükle karşılık verilmesidir. Allah insanların birbirlerine iyilik yapmasından hoşlanır. İyilikler karşılıklı olarak devam eder, iyilik yapanlar mûhataplarından kötülük görmez, yine iyilik görürse bu, başkasına da güzel örnek olur ve cemiyete huzur ve güven duygularının sağlanmasına yardım eder. En büyük vefâkarlık, yaratanını tanımak, kulluk görevlerini yapmak, verdiği nimetlerin kıymetini bilmektir. En büyük nankörlükte kulun, Rabbı'nı inkâr etmesi, O'nun yüceliğini tanımamasıdır. İnsan, Allah'a ibadet etmek suretiyle, Elest bezminde yaptığı ahde vefasını gösterdiği gibi, kendisine iyilik yapanlara da vefakâr olmalıdır. Fertleri arasında vefâkarlık olmayan toplumlarda güven ve itimat sarsılır, sosyal bir çözülme başlar. Vefakârlık, dostlukların devamını sağlayacağından, sosyal dayanışmayı daha güçlü kılar. İnsanlar arasında olduğu gibi, cemiyet ve devletin de, kendisine hizmet etmiş kişilere vefakâr davranması, onların kıymetini takdir etmesi gerekir.
Vefâkarlığın da en güzel örnekleri Peygamber (s.a.s)'de görülmektedir: Hz. Peygamber, kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen'i, ücret karşılığı da olsa yıllarca kendisine bakan süt annesi Halime'yi, süt kardeşi Şeyma'yı, çocukluğunu yanında geçirdiği Ebû Talib'in hanımı Fatıma'yı:. ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlara ilgilenmiş, yardım etmiştir. Mekke mürşiklerinin zulmünden kaçan Müslümanlara kucak açan Habeş Necaşi'sini daima hayırla yadetmiş, öldüğünde dua etmiş, yıllar sonra oğlu Medine'ye geldiğinde, babasına hürmeten bizzat kendi eliyle ona hizmet etmiştir.
Verilen söz ve yapılan anlaşmalarınız gereği olan ahde vefa ise islam ahlakının en önemli umdelerinden biridir. Ferd ve cemiyet hayatının gelişmesi karşılıklı ilişkilere, ilişkiler de çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın sosyal ve ekonomik hayatın gelişmesi mümkün değildir. Yapılan sözleşmeye uymayı istemek kazanılmış bir hak, onu yerine getirmek de kabul edilmiş bir görevdir. Verdiği sözü tutmayan; böylece, karşı tarafın hakkım ve kendi vazifesini yerine getirmemiş olur. Bu nedenle, verilen sözün tutulmaması münafıklığın üç alametinden biri sayılmış ve Müslümanlar bundan sakındırılmıştır.
Arif KÖTEN
 

yavuzburak

New member
Katılım
1 Nis 2007
Mesajlar
417
Tepkime puanı
74
Puanları
0
Vefa konusunu işlemekten ve okumaktan hep haz duymuşumdur... Kulun Allah'a karşı vefası Efendimize (as) karşı vefamız, aile ve yakınlarımıza karşı vefamız...
Eğer vefa önemli olmasaydı Allahın bir ism-i Celili de El-Vafi olmazdı...



Vefâ, dost ikliminde yetişen güllerdendir

YUSUF ALATAŞVefa hissi, duyguda, düşüncede, tasavvurda aynı şeyleri paylaşanların etrafında efil efil eser. Kinler, nefretler, kıskançlıklar ise onu bir an olsun iflah etmez, yok eder.
Vefayı, insanın, gönlüyle bütünleşmesi şeklinde tarif edenler de vardır. Doğrusu, kalbî ve ruhî hayatı olmayanlarda vefadan bahsetmek bir hayli zordur. Konuşurken doğru beyanda bulunma, verdiği sözlerde, ettiği yeminlerde vefalı olma gönül hayatının temizliğine bağlıdır. Kendini yalan ve aldatmadan kurtaramayan; her an verdiği söz ve yeminlere muhalif hareket eden ve yüklendiği mesuliyetlerin ağırlığını hissetmeyen ikiyüzlü ve müraî tiplerin gönül hayatları olabileceğine ihtimal vermek, sadece bir aldanmışlıktır. Böylelerinden vefa beklemek ise tamamen safderûnluktur.

İnsan, vefa duygusuyla emniyet ve itimada liyakat kazanır madden ve manen yükselir. Bir aile, vefa duygusu üzerine kurulmuş ise devam edebilir, bir millet bu yüce duygu ile faziletlere erebilir. Bir devlet, kendi milletine kar*şı ancak bu duygu ile itibarını koruyabilir. Vefa düşüncesinin yitirildiği bir ülkede, ne olgun insandan, ne huzur soluklanan yuvadan, ne de istikrarlı ve güvenilir bir devletten bahsetmek mümkündür. Böyle bir ülkede insanlar birbirlerine karşı kuşkulu; aileler kendi içinde huzursuz, devlet halkına karşı korkular âbidesi ve her şey birbirine karşı yabancıdır.

Vefa ne demek?

Vefa, Arapça bir kelime olup sözlüklerde, sözünü yerine getirme, sözünde durma, borcunu ödeme; sevgi, dostluk ve bağlılıkta sebat; yetme, yetişme (Örn.: Ömrü vefa etmedi.) gibi anlamlarda kullanılmıştır
Huzurun iksiri vefa hissidir


Vefa duygusu, bireylerin birbiriyle kaynaşıp bütünleşmesini temin eder. Vefa sayesinde ayrı ayrı parçalar bir araya gelerek birliğe ulaşır. Vefa duygusu sonsuzluk ve hesap duygusuyla birleşince ötelerden gelen tayflar, kitlelerin yolunu aydınlatır ve toplumun önünü kesen bütün tıkanıklıkları açar. Elverir ki o toplum, vefa duygusuyla olgunlaşmış ve onun kenetleyici kollarına kendini teslim etmiş olsun.

Bir düşünceye gönül mü verdin; bir ideale mi bağlandın; varıp biriyle dostluk mu kurdun, gel! Fakat vefalı ol! Zira Hakk katında da halk katında da en çok itibar gören “vefa” ve vefalılardır.

Bütün yükselenlerin hasenat defterleri, vefa ile kapanıp vefa ile mühürlendi. Bütün yolda kalmışlar ise vefasızlık damgasını yedi, onunla damgalandı. Evet, üzerlerine aldıkları mükellefiyetleri, iki adım öteye götürmeden vefasızlık edip bir kenara çekilenler, zillet ve hakaret damgasını yiyerek aşağıların aşağısına itildiler.

Merhum İstiklal şairimiz yaşadığı dönemde İslam’a yapılan vefasızlıkları şöyle tarif ediyordu:

"Ne tüyler ürperir, ya Rab! Ne korkunç inkılâb olmuş:
Ne din kalmış, ne iman, din harâb imân serâb olmuş."


Rabb’imiz (cc) vefalı olanı sever



Cenab-ı Allah, (cc) biz kullarına karşı çok vefalıdır. Allah’ın (cc) kullarına karşı olan vefası, kullarına yardım etmesi, dualarına karşılık vermesi, onlara özel ikramda ve lütuflarda bulunması demektir. Allah’ın bir ismi de “el-Vâfî”dir ki bu anlattığımız manaları içine almaktadır. Allah’ın cömert kullarına karşı, harcadıklarından daha fazlasını vermesi O’nun bir vefasıdır. Rabb’imiz’in, Efendimiz’e (sas) özel ikramlarda bulunması, ona şefaat hakları vermesi de yine Allah’ın bir vefasıdır. Allah; ihlas, istikâmet, sabır, oruç, tevekkül, tövbe ve zikir gibi değerlerle hayatını ihya eden kullarını da eli boş bırakmaz, onlara karşı da vefa ile mukabelede bulunur. Ayrıca hastalığa uğramış, zulme maruz kalmış, şehadet mertebesini kazanmış olanlara karşı da çok vefalı davranır.

Mevzu ile ilgili olarak, Hz. Enes (ra) şöyle bir kutsî hadis rivayet etmektedir: “Ben Resûlullah’ı şöyle buyururken dinledim: “Allah Tealâ, ‘Ey âdemoğlu! Sen Bana dua ettiğin ve Benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.

Ey âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar olsa, sen Benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim. Ey âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat bana hiçbir şeyi ortak tutmamış, şirke bulaşmamış olsan, Ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.’ buyurmuştur. ( Tirmizi, Daavât 98)”

Kul, Rabb’ine dua ettiği, O’na şirk koşmadığı, O’ndan başka hiçbir güç ve mercie “eyvallah” etmediği ve günahına rağmen affedilmesini umduğu sürece, işlediği günahlar ne kadar çok olursa olsun, Rabb’imiz onları bağışlayacağını bildiriyor. Öyle ise, şu hususu hiç akıldan çıkarmamak gerekmektedir: “Dua edeceğiz; ama bunun yanında bağışlayıcı bir Rabb’imizin olduğunu düşünüp, ümidimizi hiç yitirmeyeceğiz.”


Şefaat hakkı ve salavâtlar


Rabb’imizin Efendimiz’e vefasının bir örneği de Mahşer günü O’na şefaat hakkı tanımasıdır. Ayrıca, Efendimiz’e (sas) yolladığımız salât ü selâmların kendisine ulaştırılması, O’nun memnun edilmesi de Rabbimizin en büyük vefasındandır.


Yüce Rabb’imizin (cc) Efendimiz’e vefası


Efendimiz’e (sas) yapılan iltifat, diğer peygamberlere yapılanlardan çok farklıdır. Efendimiz’in isminin kelime-i tevhidde zikrini mecbur tutması, Hz. Muhammed’e ve O’nun risaletine iman edilmeden yapılmış imanı kabul etmemesi en büyük vefasıdır. O’nu nurdan bir helezonun zirvesine çıkarmış, O’nu peygamberlikle serfirâz kılmış ve Mirac-ı Ekber ile O’nu Zât’ına muhatap kılmıştır.

Cenab-ı Allah bir âyet-i kerimede: “Ey Resulüm, de ki: ‘Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, Bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir.” (Âl-i İmran, 3/31) Buyurarak bizlere şunu anlatmaktadır: Allah’ı sevmek, insanın yaratılışının en yüce hedefi, dolayısıyla İslâm’ın insanları kendisine doğru sevk ettiği en yüksek gayedir: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, Habîbullah’a uyacaksınız. O’na uyulmazsa, demek ki Allah’ı sevmiyorsunuz.”


Bir Rahmani vefa tablosu



Enes b. Mâlik (ra) şöyle bir hâdise anlatmaktadır: Ben bu ümmetin üç hâdisesine şâhit oldum ki; eğer bu hâdiseler İsrâiloğulları arasında geçseydi, onlarla diğer ümmetler yarışamazlardı. Bunlardan biri şudur: ‘Biz, Suffe’de Resûlullah’ın yanında bulunuyorduk. Bir kadın yeni hicret etmiş olarak Resûlullah’a geldi, yanında, buluğ çağına ermiş bir oğlu vardı. Allah Resulü kadını kadınların yanına, oğlunu da bizim yanımıza yolladı. Çok geçmedi, kadının oğlu Medine vebasına yakalandı, birkaç gün hasta yattıktan sonra öldü. Allah’ın Resulü çocuğun gözlerini kapadı ve yıkanıp kefenlenmesini emir buyurdu. Cenazeyi yıkayacağımız sırada Resûlullah;

- Enes, git annesine haber ver, buyurdu.

- Ben de gittim, kadına haber verdim. Kadın geldi, oğlunun ayak ucunda oturup, ayaklarını eline aldı ve:

- Allah’ım! Kendi arzumla Müslüman oldum, yüz çevirip putları boynumdan çıkardım. Seni arzulayarak hicret ettim. Beni belaya uğratıp da putperestleri şâd eyleme Allah’ım! Taşıyamayacağım bu yükü bana yükleme, diye yalvardı.

- Vallahi, kadın duasını bitirir bitirmez, oğlu ayaklarını kıpırdattı; yüzündeki örtüyü açtı ayağa kalktı. Bu genç, Resûlullah’ın (sas) vefatından sonra da yaşadı, hatta annesi de kendisinden önce öldü.” (Kandehlevî, Hayatu’s Sahabe, IV/292)


Cennet, vefalı gönüller diyarıdır


Rabb’imiz, insanlar ibadet ediyor, emrettiği şeyleri uygularken sıkıntılar çekiyor, ölüyor, öldürüyor, işkencelerden geçiyor diye insanlara cennetine almak mecburiyetinde değildir. Mesela kölelik döneminde devletin ya da şahsın elinde köle olan bir insan yapmaya mecbur olduğu şeyleri yaptığı için ödüllendirilmezdi. Çünkü, “köle” idi ve hiçbir söz hakkı yoktu. En yenmeyecek ve giyilmeyecekler ona verilir, hiçbir hürmeti olmazdı. Ne kadar başarılı olursa olsun. Aynen bunun gibi Rabb’imize karşı bir “köle”den farkımız yoktur. Ne amelimize, ne de niyetimize bakarak O’na karşı cenneti “hak ettiğimizi” iddia edebiliriz. Cennet, “ibadetlerimizin karşılığı değil, Rabb’imizin bizzat lütfu, keremi ve sabırlı mü’min kullarına vefasıdır.”


Rabb’imiz kullarına karşı vefalıdır


Sabır; ağrı, acı, tahammülü güç ve katlanması zor hâdise ve vak’alar karşısında dişini sıkıp dayanma mânâlarına gelmektedir. Yine Hud Sûresi’nde Cenab-ı Allah, “Resulüm! Sabret, zira Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.” (Hud, 11/115) buyurmaktadır. Bir kutsi hadiste sabredenlerin mükâfatı şöyle açıklanmaktadır: Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas): “Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Dünyada sevdiği bir dostunu aldığım zaman, (sabredip) ecrini Allah’tan bekleyen mümin kulumun katımdaki karşılığı cennettir.” (Buhârî, Rikâk 6) Yine Enes İbni Mâlik’in (ra) Efendimiz’den (sas) rivayet ettiği bir kutsî hadis ise şu şekildedir: “Allah Teâlâ buyuruyor ki: Kulumu, iki gözünü kör etmekle imtihan ettiğim zaman sabrederse, gözlerine karşılık olarak cenneti veririm.” (Buhârî, Merdâ 7)


Aile fertleri vefakâr olmalı


Aile; bireylerden oluşmaktadır. Aile fertlerinin birbirlerine karşı sevgi saygı göstermesi gerektiği gibi, birbirlerine karşı vefalı olmaları da gerekmektedir. Aile içinde en önemli konulardan birisi, aile içi sırların muhafaza edilmesidir. Bu konuyla ilgili olarak şu hadis zikredilebilir: Ebû Saîd el-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sas) şöyle buyurmaktadır:

“Kıyamet gününde Allah Teala’ya göre en fena insan, karısıyla mahremiyetini paylaştıktan sonra onun sırrını ifşa eden kimsedir.” (Müslim, Nikâh 123,124)

Bir aileyi ayakta tutan en hassas konu güven duygusudur. Bunun oluşması, sağlamlaşması için gerekli olan en önemli husus, aile içi sırları muhafaza etme, mahremiyetleri başkalarına anlatmamaktır. Eşlerin gözlerini haramdan sakınmaları, birbirlerine emanet ettikleri para vs’yi yerinde ve yeteri kadar harcamaları, birbirlerinden habersiz gündemlere sahip olmamaları vefa duygusuyla izah edilebilir.


Anne-babaya vefalı olalım


Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de anne-babaya itaat etmekle ilgili olarak şunları bildirmektedir: “Rabb’in şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa, sakın onlara ‘Off!’ bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle.” (İsra, 17/23)

Allah (cc) önce kendisine ibadet etmeyi, ardından ana-babaya itaati emretmiştir. Bu gerçekten çok manidardır.

Ahkaf Sûresi’nde, “Biz insana, anne ve babasına güzel muamele etmesini emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımış ve nice güçlüklerle doğurmuştur. Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer. Nihayet insan, gücünü kuvvetini bulup daha sonra kırk yaşına girince ‘Ya Rabb’i’ der, ‘Gerek bana gerek anneme, babama lütfettiğin nimetlerine şükür yoluna beni sevk et. Senin razı olacağın makbul ve güzel iş yapmaya beni yönelt ve bana salih, dine bağlı, makbul nesil nasip eyle! Rabb’im! Senin kapına döndüm, ben Sana teslim olanlardanım.” (Ahkaf, 46/15) denilerek doğumdan sonra anne ve baba tarafından bakıma muhtaç olan insanın, ebeveynine güzel muamele etmesi emredilmektedir.

Anne-babaya yapılan en küçük bir vefa hareketi karşılıksız kalmayacak; hem bu dünyanın, hem de âhiretin imâr edilmesine vesile olacaktır. Çünkü, Rabb’imiz mü’min anne-babasının helalliğini alamamış kullarına rahmetiyle muamele etmeyecektir.


Tövbe etmemiz, vefa gereğidir

Bir günahın işlenmesi sonucunda insanın tövbe, istiğfar etmesi gerekmektedir. Hadis-i şerifte, günah işlemiş bir insanın yaptıklarını affettirebilmesi “pişmanlık” içinde bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Çünkü, günah işlenerek vefasızlık yapılmış, tövbeyle de vefa adına yeni yelkenler açılmıştır.


Sahabe-i kiram vefanın şahikasındaydı


Mekkeli ve Medineli ilk Müslümanlar vefa konusunda dünya çapında örnek şahsiyetlerdir. Efendimiz’in canı, kanı, haysiyeti ve namusunu kendi namusları gibi görmüş ve hayatları pahasına savunmuşlardır. O’na verdikleri söz gereği vefatının üzerinden 40 yıl geçmeden Doğu’dan Batı’ya bütün dünyayı hem madden hem de manen fethetmişlerdir. “Îsar” yani kendisi için iyi olan şeyi önce Müslüman kardeşi için istemek ve fedakârlıkta bulunmak demek olan fazilet duygusu sahabenin en önemli özelliği idi.

Mesela, Ebû Ubeyde (ra) Uhud’un en dehşetli sahneleri yaşanırken Efendisi’ni bırakmamış, O’nun yüzüne saplanan miğferi iki dişini kaybetme bahasına dişleriyle çıkarmıştır. Onlar, “Anam-babam, canım, malım, her şeyim sana fedâ olsun Ya Resûlallah(sas)” derken bu gerçeği ifade ediyorlardı.


Îsar hasleti ve vefa

Îsar, Kur’an’ın sahabenin şahsiyetinde övdüğü bir haslettir. Kur’an onları şöyle övmektedir: “Kendileri ihtiyaç içinde bile olsalar kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler.” (Haşr: 9) Abdullah ibni Ömer bu konuda şu hatırasını anlatıyor: “Biri, bir sahabeye hediye olarak bir koyun başı verdi. O sahabe; ‘Benim falan arkadaşımın daha fazla ihtiyacı var, çünkü ailesi kalabalık ve daha fazla muhtaç!’ diyerek koyun başını ona göndermişti. O da üçüncü kişi hakkında aynı şeyi düşünerek ona göndermiş, kısaca bu şekilde koyun başı yedi evi dolaşarak ilk sahabenin evine geri gelmişti.”


Sünnet-i seniyyeye uymak vefadır


Sünnet, tutulan “yol”, “tarz” anlamlarına geliyor. Biz kimin yolunu ve tarzını devam ettirip uygulayacağız? Dünya hayatı bir mayın tarlasından ya da bir bataklıktan geçmek gibi zorluklarla dolu, eğer doğru yerlere basabilirsek, cennete ulaşabiliriz. Peki bastığımız yerin “yaş tahta” olup olmadığını nereden bileceğiz? Tabii ki İlahi yardımla. Efendimiz (sas), O’nun kutlu sahabileri ve onları izleyen kutlu kervanın mübarek yolcuları bir adımlarını bile boşa basmadan bu imtihanı başarıyla vermişler ve güzergâhla ilgili haritayı da başta Kur’an’ımız olmak üzere bize gayet sağlıklı bir şekilde ulaştırmışlardır. İşte vefa duygusuna sahip gerçek Müslüman, Efendisi’nin yolundan gider, O’nun izini takip eder. Başka yollara sapmaz, bid’at denilen yanlışlıklara itibar etmez.


Rabb’imize verdiğimiz söze vefalı olalım


Kur’an-ı Kerim’de sözünde durma, ahdini yerine getirme ile ilgili bir âyet-i kerimede, “Ey iman edenler! Bağlandığınız ahitleri yerine getiriniz...” (Mâide, 5/1) buyurulmaktadır. Bu âyetin tefsirinde, Elmalılı Hamdi Yazır şunları söylemektedir: “Ey iman etmiş olan müminler, bağlandığınız bütün akid (anlaşma)leri ifa ediniz. Yani ilk önce iman bir akiddir. Ve siz bu akid ile Allah’a karşı birtakım sözleşmeler ve akitler yaptınız, bağlandınız. Sonra kendiliğinizden veya kendi aranızda veya bütün insanlar arasında birtakım akitler daha yapar bağlanırsınız. İşte bütün bu akitleri ifa ediniz. Dinin kökü, imanın hükmü, Allah’ın emri kısaca budur.”

Bir mü’min, öncelikle Rabb’imiz ruhları toplayıp da, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediği zaman, “Evet, Rabb’imizsin” dediği için o günkü sözüne sadık olmalıdır. Daha sonra insanlara verdiği sözleri de yerine getirmeli, değilse boş yere söz vermemelidir.

Rabb’imiz, “Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluk gerektirir.” (İsrâ, 17/34) buyurmuştur.




--------------------------------------------------------------------------------


[
 
Üst Alt