Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Vahdeti vucud inanci

Katılım
27 Eki 2007
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
EŞYANIN VARLIĞI

Eşyanın iyisini de kötüsünü de, hayrını da şerrini de yaratan Allah’a (c.c.) hamdolsun. O, hak ehli katında eşyanın dışındadır, eşyanın kendisi değildir.

Eşyanın yararların ve hayrını açıklayan Rasulullah’a (s.a.v.), Ehl-i Beytine, ashabına, tabilerine ve Rasulullah’ın (s.a.v.)çizgisinde yürüyenlere salat ve selam olsun.

Bazı cahil tasavvuf erbabı, müride tevhid kelimesini telkin ederken, “Tüm eşya batın (iç yüzleri) bakımından Allah (c.c.) ile birleşiktir; fakat zahir (dış görünümleri) bakımından, O’ndan ayrıdır” görüşüne inanmalarını istiyorlar.

Bu söz, vahdet-i vücud görüşüne varan bir ifadedir. Nitekim ilhad (dinden dönme) ehlinin de görüşü böyledir.

Yüce Allah her şeyden münezzehtir. Zira Allah (c.c.) varken, O’nunla birlikte başka hiç birşey yoktu, sadece O vardı. O’ndan önce de herhangi bir varlık yoktu. Kaldı ki Onun önceliği yoktur. Ehli sünnet alimleri bu konuda icma etmişlerdir.(1) Ancak bazı felsefeciler ile baz hüküm sahipleri bundan farklı görüşler sergilemektedirler. Kimisi alemin ve bazı şeylerin öncesinin olmadığını iddia etmektedir. Oysa bu, batıldır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Allah, her şeyin yaratanıdır.” (Rad: 13/116, Ziimer: 39/62)

Yani şu görülen varlık dünyasında herşeyin yaratanı O’dur. Dolayısıyla (soanradan varolan)bir şeyin öncesi olmayan ve herşeyi yaratan varlıkla bitşik olması imkansızdır. Kaldı ki böyle bir görüş, tevhid inancına aykırıdır. çünkü ikilik vahdete aykırıdır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“iki ilah edinmeyin.”(Nahl: 16/51)

İki ilah edinmek yasakken nasıl olur da bir çok ilahlardan söz edilebilir?

Sofilerin büyükleri şöyle diyorlar; “salik (mürid) için önemli olan husus; tevhid kelimesini söylediği sırada, La ilahe esnasında Allah’tan (c.c.) başkalarını reddetmeli, yok say-malı; “İllallah” dediği zaman, yalnızca Allah’ı (c.c.) sabit ve baki kabul etmelidir.”

Akaid ilminde kesin olan bir gerçek vardır: Herşeyden yüce ve münezzeh olan Allah (c.c.), sonradan olan varlıklar için bir yer değildir, sonradan olanlar O’na nüfuz edemez. Çünkü sonradan var oluş, kendisine verilen bir vücud’tan ve geçmişte de yokluktan ibaret bir şeydir. Dolayısıyla öncesi olmayan zata bitişik olması, sonradan olana uygun değildir.

Hak ehlinin de belirttikleri gibi eşyanın varlığı sabittir. Eşyanın varlığını kabul etmemekte, aslında onun varlığının gerçekliği yatar; ancak sofistler buna karşı çıkıyorlar. Onlara göre; eşyanın gerçekliği diye birşey yoktur. Bunlar bir takım hayali şeylerdir. Vücudiye mezhebi bağlıları da bunlara katılıyor. Onlar da eşyayı, yaratanın dışında, bunların iç durumlarına bakarak “birtakım itibari fazlalıklardır” görüşünü savunuyorlar. Bu kişiler hem hisse hem duyulara dayalı şeyleri hem de şeriatçe bilinen delilleri reddetmiş olduklarından dolayı İslami çizgiden ayılmışlardır.

Alemin sonradan var olduğuna dair icma bulunmaktadır. Allah’ın (c.c.) sıfatları ne zatın aynısı ve ne de zattan başkasıdır. Bu, ehl-i sünnetin görüşüdür. Mutezile ise, temelden sıfat ve isimleri kabul etmiyor. Gerekçe olarak da, bunların kabulü halinde, kadim (daimi, ezeli) olanların sayılarının çoğalacağını ileri sürüyor. Vahdeti vücut düşüncesi, bazı felsefecilerin ileri sürdüğü, eşya kendi itibariyle ezeli, sıfatları yönünden de sonradan olma görüşüne dayanmaktadır. Bu, aynı zamanda Dehriye mezhebi savunucularının şüphelerine benzer bir teşbihtir.

Tevhid:

Tevhid lugatta; zihinlerde düşünülen herşeyi reddetmek,

demektir.

Tevhid; Allah’ı zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birleyip, bütün ibadetleri O’na yapmaktır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “O herşeyin yaratıcısıdır. O’na kulluk edin” (En’am: 6/102)

Kul için öncelikli olan şey, tevhid ilmini öğrenmektir. Tevhid ise, iman, tasdik, ikrar ve amelden ibarettir.

Ali’ye (r.a.), “Tevhid nedir?” diye sorulunca, şu cevabı vermiştir:

“Allah, senin hatırına gelebilen. ya da hayalinde yaşattığın veya herhangi bir durumda düşündüğün tüm şeylerin ötesindedir. Çünkü 0, hiçbir hayalin ve düşüncenin içinde olamaz.”

Cüneyd şöyle demiştir: “Tevhid ezeli olanı sonradan olanlardan ayrılmaktır. Çünkü insanın aklına ne gelirse, tümü, sonradan varolandır. Ezeli olanın tekliği sebebiyle, yüce Allah’ın ne zat (öz. kendi) bakımından ne de sıfatları yönünden hiçbir mevcuda benzememesine hüküm vermektir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“O’na benzer hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura: 42/11)

İşte bunun içindir ki. “Allah bir tektir” sözünün manası: O’nun zatı yönünden kısımlara ayrılmayacağı, O’nun hakkında benzetme yapılamayacağı zatı ve sıfatları yönünden eşi, benzeri ve ortağı olamayacağıdır.

Sofiler derler ki: “Mürid olan kimse, henüz müridlik makamındayken, tevhid kelimesini söylerken içinde öncelikle şunu söylemelidir: “La Mabude illallah” (Allah’tan başka hiçbir mabud yoktur). işte bu, şeriattır. Daha sonraki

merhaleyse “La Mevcude illallah” (Allah’tan başka mevcut yoktur) demeli. Bu ise, tarikattır. Daha ileriki mertebelerde de: “La Meşhude illallah” Görünürde O’ndan başkası yoktur) demeli. Bu da hakikattır. Bu düşünce tevhid akidesine zıt olup şirktir

Yüce Allah’ı tanımak herkes için farzdır. Bu noktada bütün alimler ittifak içindedirler; ancak bunun nasıl olacağı hususunda ihtilafa düşmektedirler.

Tasavvufçulara göre Allah’ı tanımak, riyazete (nefsi kırma) çekilmek, tüm kötü huylan bir kenara atmak ve tüm iyi huylan kendinde toplamakla olur.

Kelamcıların cumhuruna göre, ancak delil elde etme

yoluyla neticeye varmakla olur. Bu deliller de, akli deliller-

le uyuşan Kitap ve Sünnete dayalı olan nakli delillerdir.

Bazı kimselere göre: Asli yaratılışını koruyan ve bu noktada değişikliğe uğramayan akli delil ile mümkündür.

Bir başka gruba göre; AIlah’ı (c.c.) ancak yine Allah (c.c. ile tanımak mu kası la Allah’ı (c.c.) tanımak mümkün olmaz.” İşte bu görüş sofilerin görüşüne çok benzer. Bundan dolayıdır ki, sofiler şöyle derler:

“Hiç kimse yüce Allah’ı gereğince tanıyamaz. Hatta bu kişi gönderilen bir rasul ve Allah’a yakın biri bile olsa. Çünkü bu konuda Allah şöyle buyurmuştur:

“Size ilimden z birşey verilmiştir “(İsra: 17/85)

“Onlar ise bilgice O’nu kavravanıazlar.” (Ta-Ha: 20/1 10)
“Gözler O’nu göremez.”(En’am: 6/103)

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Senin kendi nefsini (zatını) sena ettiğin gibi ben seni gereğince edemem."(2)

“Vahid” ve “Ehad” isimleri yüce Allah’ın en güzel isimlerindendir. Ehad ismi zatında, Vahid ismiyse sıfatlarında kullanılır.

Zühri’ye göre, Allah’tan (c.c.) başka hiçbir şey “Ehadiyet” ismiyle nitelenemez. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“De ki: 0 Allah bir tektir.”(İhlas: 112/1)

Dikkat edilirse burada Rabbimiz özlü bir şekilde, hasr ibaresiyle “0 Allah bir tektir” diyerek konuyu kesin bir şekilde ortaya koymaktadır.. Ehadiyet ismi, Vücudiye mezhebi bağlılarının söyledikleriyle terstir. Çünkü Vücudiye mezhebi meseleyi batıni ve zahiri olarak ele alıp, inanmaktadır. Oysa ki yüce Allah’ı bilenler ikiliği tümüyle reddederler.

Allah’tan (c.c.) başka herşey yok olacaktır Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“O’nun vechinden başka herşey helak olacaktır.” (Kasas: 28/88)

“(Yer) üzerinde bulunan herşey yok olacaktır. Yalnız Rabbinin celal ve ikram sahibi vechi baki kalacaktır.” (Rahman: 55/26-27)

“Nereye dönerseniz Allah’ın vechi oradadır.” (Bakara: 2/115)

Evvel de, .ahirde, zahir de. batın da O’dur. Nitekim bu manada da ayet vardır. Yani evvel olması itibariyle ezeli, ahir olması bakımından ebedidir. Yüce Allah, sıfatlarıyla zahir, zatı (nefti) bakımından batındır.

Lebid b. A’sam şöyle demiştir:

“Dikkat edin, Allah’tan başka herşey batıldır.”3



Allah’ın (c.c.) Mü’minlerle Olan Beraberliği:

Ali (r.a.) şöyle söylemiştir: “0 herşeyle beraberdir, fakat bu, yakınlık manasında bir beraberlik değildir. O, herşeyden başkadır. Ancak, bu herşeyin yok olması manasında değildir” Ali (r.a.) bununla yüce Allah’ın şu ayetlerine işaret etmiş oluyor:

“Nerede olsanız, 0 sizinle beraberdir.” (Hadid: 57/4)

“Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf: 50/16)

Allah’ın (c.c.) Sıfatları Hakkında:

Cehm b. Safvan ve onun görüşünde olanlar sıfatlan kabul etmiyor, bunu bizzat Tevhid-i zatın içinde görüyorlar. Gerekçe olarak da vaciplerin artmasından kaçındıklarını söylüyorlar. Alimlerin ittifak ettiği gerçek var ki; o da bu görüşle-in bozuk olduğudur. Çünkü tüm sıfatlardan soyutlanmış bir zatı için hariçte bir varlık tasavvur edilemez.

Zihinsel olaya gelince, bu mümkün değildir. Hatta bunun hayal edilmesi bile düşünülemez. Çünkü bu her şeyi atalete götüren bir haldir. Oysa hak olan görüş orta yoldur. Yani muhakkak bir teşbihle mutlak bir tenzih arası tutulan bir orta yol.

Tahavi ‘nin akaid kitabını şerh eden, Hanefi alimlerinden Allame Ali b. Ebu’l İzz diyor ki: “Su ilk bakışta fesadı ortada olan görüş birtakım kimseleri Hulul ve Ittihad görıüşiüne sahip olmaya kadar götürdü. Oysa böyle bir sonuca varmak, inanç noktasında Hıristiyanların küfrünün üzerinde bir küfürdür. Çünkü Hıristiyanlar böyle bir inancı kainata değil de, yalnızca Mesih İsa’ya verdiler. Halbuki Hulul ve İttihadı savunanlar bunu daha da genelleştirerek tüm kainata şamil kıldılar.

Akaidle ilgili kitaplarda, “Allah’ın sıfatları, O’nun zatına hulul eder.” denmediği gibi, “zatı da sıfatlarına hulul eder.” veya “sıfatları O’nunla beraberdir.” veya “sıfatları


O’nun içindedir.” veya “O’na yakın komşudur.’ da denemez.” Çünkü tüm bu sıfatlar, değişen farklı şeylerde kullanılır. Oysa burada herhangi bir farklılık yoktur, aksine burada söylenecek söz şudur: “Allah’ın (c.c.) sıfatları, O’nun zatıyla kaimdir. Sıfatlarıysa zatının kendisi olmadığı gibi, gayrı da değildir.”

Sıfatlarının yüce Allah’ın zatıyla kaim olması meselesi açıktır. Ayrıca izaha gerek yoktur. Ancak “Sıfatları, ne zatının aynı ne de gayrıdır” meselesine gelince: Sıfatları O’nun gayrısı olsaydı. mutlaka, Allah’tan (c.c.) başka olan birşeyin ezele dek O’nunla beraber olması vacip olurdu. Bu ise küfürdür. Aynı zamanda. “Bu onun bir kısmıdır” da denemez. Çünkü bir kısmı olma, sonradan var olma alametlerindendir. Oysa bu sıfatların sonradan olmaları da caiz değildir. Eğer bu sıfatların sonradan olduğuna inanılırsa, bu da yüce Allah’ın sonradan varolmadan önce, bu türden sıfatlara sahip olmadığı, bu türden sıfatlarla nitelenmediği manası çıkar. Eğer yüce Allah bu türden sıfatlarla nitelenmemişse, o zaman da bunların zıtlarıyla nitelenmiştir gibi bir anlam çıkar Yüce Allah bundan da münezzehtir.

Birçok kelamcı ve felsefeci geçinenler: “Biz eşyayı gerçekliğiyle tahkik ederek bilip öğrenmek, duyulara dayalı olarak kabul etmek istiyoruz. Yani eşyayı mahiyetleriyle, nicelik ve nitelikleriyle öğrenmek, idrak edip kavramak istiyoruz.” diyorlar. Fakat şunu unutmamak gerekir; öyle şeyler var ki, bunların mahiyetleri idrak edilemez.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Onlar ise bilgice O’nu kavrayamazlar. (Ne O’nun zatını kavrayabilirler, ne de bildiklerini ihata edebilirler.)” (Ta-Ha: 20/110)

Bunun içindir ki Firavun: “Ey Musa alemlerin Rabbi nedir?” (Şura: 42/23) diye sorunca “(Musa (a.s.): Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan herşeyin Rabbi’dir”(Şura: 42/24) diye cevaplamıştı.

Buradaki hükümlere dikkat edilirse, Firavun Allah’ın (c.c.) zatından sormuştur. Ancak verilen cevap, O zatın sıfatlarıyla ilgilidir.
 
Üst Alt