seyfullah putkýran
New member
- Katılım
- 30 Eyl 2005
- Mesajlar
- 5,807
- Tepkime puanı
- 205
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
- Konum
- Ruhlar Aleminden
- Web sitesi
- www.tevhidyolu.net
UCB Görüldüğü gibi bizim çizgimiz bellidir. Bizim en büyük vazife ve misyonumuz kulluktur. Başkalarının medh ü senaları, o medh ü senaların hakkımızda biçtiği makamlarda gözümüz yoktur. Biz, her zaman Hz. Alınin "insanlardan bir insan olmâ' hedefine ulaşmaya çalışmalıyız. Bizim büyüklüğümüz, şahs-ı manevide, güncel tabirle tüzel kişiliğimizdedir. Bâki hakikatler, fani şahısların üzerine bina edilemez.. bina edilse, onlar âhirete irtihal ettiğinde, dava da akîm kalır. Bu açıdan birbirimizle irtibatımızı kavî tutmalı ve sabah-akşam bir ve beraber olma yollarını araştırmalıyız.. araştırmalı ve vahdet-i ruhiyemizi korumaya çalışmalıyız. Kendimizi her daim sıfırlayarak yolumuza devam etmeliyiz. Unutmamalıyız ki, "büyüklerde büyüklüğün alameti tevazu ve mahviyettir. Küçüklerde küçüklüğün alameti tekebbürdür." "Ben yaptım, ben ettim." demek şirkin bir uzantısıdır. Ene'yi yırtıp, Nahnüyü ya da "Hu''yu göstermek bizim vazifemizdir. Topluluk içinde ihtilaf çıkarmama, yalanın en küçüğüne dahi tenezzül etmeme de yine vazifelerimiz cümlesindendir. Çeşitli vesilelerle anlattığım şahsî velayet değil, cemaat veliliğini yakalamak gayemizdir. O halde yapılan ve yapılacak olan medh ü senalar bizi bizden almamalı ve vazifelerimizi yapmaya engel teşkil etmemelidir. Bu ise, yukarıdaki esasları benimsemeye ve özümsemeye bağlıdır. BİR DUANIN BİZE BAKAN YÖNÜ Hz. İbrahim: “Bana, sonra gelecekler içinde iyilikle anılmayı nasip eyle!” (Şuara; 26/84) diye dua etmişti. Allah onun bu duasını kabul buyurdu. Ondört asırdan bu yana Müslümanların, günde beş vakit kıldıkları farz veya nafile namazlarında, Efendimiz’e getirmiş oldukları salât ü selam yanında bir de Hz. İbrahim, onun aile ve yakınlarına da salât ü selam getirmeleri, bu duanın kabul edilmiş olmasının en büyük emâresidir. Buradan hareketle benim şahsî düşüncem, Allah dâvâsına hizmet etme etrafında kenetlenen insanlar, şahısları itibariyle değil, içinde bulundukları cemaati niyet ederek bu duayı çokça yapmalılar. Bu riyaya, sum’aya ucb ve fahra girmeme açısından daha garantili ve daha selametli bir yoldur. Aksi halde “yaptığım şu hizmetlerle gelecek nesiller tarafından yâd edileyim, kitaplara mevzu olayım, ansiklopedilere gireyim vs.” düşünceleri insana hem dünyada, hem de ukbâda kaybettirebilir. Sizler halisâne bu milletin imanına -tabii günümüz şartlarını hesaba katarak- hizmet edin!. Muvaffakiyetin de Allah’dan olduğunu kat’iyen hatırdan çıkarmayın!. Şirke karşı kapılarınızı sımsıkı kapatın! Bunları gerçekleştirebilirseniz, bu millet, siz istemeseniz de sizi birer yâd-ı cemil olarak anacaktır. Allah da dünü-bugünü-yarını bir bütün olarak gördüğü ve bildiği için, sizin sevaplarınızı amellerinizin cinsine, niyetlerinizin enginliğine göre verecektir. Evet, kat’iyen bundan şüpheniz olmasın. İşte o zaman Hz. İbrahimvâri, Nemrud’un üzerine gidebilir ve ateşlere korkmadan atılabilirsiniz. ÜÇ ZAAF-ÜÇ FAZİLET Ucub, kibir ve fahr, insanı mahveden zaaflardandır. Üçü arasında nisbî bir fark olmakla beraber, hepsiyle de mutlaka mücadele edilmesi gerekir. Hem de kesintisiz bütün bir ömür boyu mücadele... Ucub, insanın kendini beğenmesidir. Öyleki şahıs bu zaaf sebebiyle kendini her zaman üstün görür ve hayatını da bu yanlış mülâhazaya göre programlar. Kibir ise, içteki büyüklük hissinin, yani ucbun dışa taşarak, insanın davranışlarına aksetmesidir. Fahre gelince o da insanın, kendi meziyetleriyle sermest olması ve başkalarını hakir görme hastalığıdır. Bir gayr-i müslimde bu boşluklar varsa ona imân zor nasip olur. Bunları içinde taşıyarak ölen mü’minler ise, ekseriyetle cennete ulaşmada zorlanırlar. İhlas, mahviyet ve tevazu, benlikteki bu üç boşluğu dolduracak fazilet buudlarıdır. Mü’minler, mutlaka bu üç faziletle mücehhez hâle gelmelidirler ki, önceki üç rezilenin kurbanı olmasınlar. |