Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ucb

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

          Ortalanmis Mesaj         


UCB



…yaptıkları hizmetlerle dost-düşman hemen herkesin takdirlerini kazanan arkadaşlara bir-iki hususu hatırlatmakta yarar var: Bu çığırın başındaki o büyük zat, o kâmet-i bâlâ, o serv-i revân yapmış olduğu onca devâsâ hizmetlere rağmen diyor ki: "Biz yapageldiğimiz hizmetlerle, ahir zamanda gelecek zâtlara zemin hazırlıyoruz."; "Sen, ey riyakâr nefsim! Dine hizmet ettim diye gururlanma. "Allah bu dini facir bir adamla da te'yid ve takviye eder." sırrınca, müzekka olmadığın için, belki sen kendini o racül-ü facir bilmelisin; hizmetini, ubudiyetini, geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farize-i hilkat ve netice-i sanat bil, ucub ve riyadan kurtul."; "Güneşe müteveccih su kabarcıklarında güneşin aksi bulunur. Onlar karanlığa girdiğinde veya güneşle alâkası kesilince her şey de biter." Onun bütün hasiyeti güneşi tam aksettirebilmesindedir, yoksa o güneş değildir. Aynen öyle de, sen kabarcıklar misali Allah'tan gelen şeyleri aksettirebiliyorsan ne güzel!
Görüldüğü gibi bizim çizgimiz bellidir. Bizim en büyük vazife ve misyonumuz kulluktur. Başkalarının medh ü senaları, o medh ü senaların hakkımızda biçtiği makamlarda gözümüz yoktur. Biz, her zaman Hz. Alınin "insanlardan bir insan olmâ' hedefine ulaşmaya çalışmalıyız. Bizim büyüklüğümüz, şahs-ı manevide, güncel tabirle tüzel kişiliğimizdedir. Bâki hakikatler, fani şahısların üzerine bina edilemez.. bina edilse, onlar âhirete irtihal ettiğinde, dava da akîm kalır. Bu açıdan birbirimizle irtibatımızı kavî tutmalı ve sabah-akşam bir ve beraber olma yollarını araştırmalıyız.. araştırmalı ve vahdet-i ruhiyemizi korumaya çalışmalıyız. Kendimizi her daim sıfırlayarak yolumuza devam etmeliyiz. Unutmamalıyız ki, "büyüklerde büyüklüğün alameti tevazu ve mahviyettir. Küçüklerde küçüklüğün alameti tekebbürdür." "Ben yaptım, ben ettim." demek şirkin bir uzantısıdır. Ene'yi yırtıp, Nahnüyü ya da "Hu''yu göstermek bizim vazifemizdir. Topluluk içinde ihtilaf çıkarmama, yalanın en küçüğüne dahi tenezzül etmeme de yine vazifelerimiz cümlesindendir. Çeşitli vesilelerle anlattığım şahsî velayet değil, cemaat veliliğini yakalamak gayemizdir. O halde yapılan ve yapılacak olan medh ü senalar bizi bizden almamalı ve vazifelerimizi yapmaya engel teşkil etmemelidir. Bu ise, yukarıdaki esasları benimsemeye ve özümsemeye bağlıdır.
BİR DUANIN BİZE BAKAN YÖNÜ
Hz. İbrahim: “Bana, sonra gelecekler içinde iyilikle anılmayı nasip eyle!” (Şuara; 26/84) diye dua etmişti. Allah onun bu duasını kabul buyurdu. Ondört asırdan bu yana Müslümanların, günde beş vakit kıldıkları farz veya nafile namazlarında, Efendimiz’e getirmiş oldukları salât ü selam yanında bir de Hz. İbrahim, onun aile ve yakınlarına da salât ü selam getirmeleri, bu duanın kabul edilmiş olmasının en büyük emâresidir.
Buradan hareketle benim şahsî düşüncem, Allah dâvâsına hizmet etme etrafında kenetlenen insanlar, şahısları itibariyle değil, içinde bulundukları cemaati niyet ederek bu duayı çokça yapmalılar. Bu riyaya, sum’aya ucb ve fahra girmeme açısından daha garantili ve daha selametli bir yoldur. Aksi halde “yaptığım şu hizmetlerle gelecek nesiller tarafından yâd edileyim, kitaplara mevzu olayım, ansiklopedilere gireyim vs.” düşünceleri insana hem dünyada, hem de ukbâda kaybettirebilir.
Sizler halisâne bu milletin imanına -tabii günümüz şartlarını hesaba katarak- hizmet edin!. Muvaffakiyetin de Allah’dan olduğunu kat’iyen hatırdan çıkarmayın!. Şirke karşı kapılarınızı sımsıkı kapatın! Bunları gerçekleştirebilirseniz, bu millet, siz istemeseniz de sizi birer yâd-ı cemil olarak anacaktır. Allah da dünü-bugünü-yarını bir bütün olarak gördüğü ve bildiği için, sizin sevaplarınızı amellerinizin cinsine, niyetlerinizin enginliğine göre verecektir. Evet, kat’iyen bundan şüpheniz olmasın. İşte o zaman Hz. İbrahimvâri, Nemrud’un üzerine gidebilir ve ateşlere korkmadan atılabilirsiniz.
ÜÇ ZAAF-ÜÇ FAZİLET
Ucub, kibir ve fahr, insanı mahveden zaaflardandır. Üçü arasında nisbî bir fark olmakla beraber, hepsiyle de mutlaka mücadele edilmesi gerekir. Hem de kesintisiz bütün bir ömür boyu mücadele...
Ucub, insanın kendini beğenmesidir. Öyleki şahıs bu zaaf sebebiyle kendini her zaman üstün görür ve hayatını da bu yanlış mülâhazaya göre programlar. Kibir ise, içteki büyüklük hissinin, yani ucbun dışa taşarak, insanın davranışlarına aksetmesidir. Fahre gelince o da insanın, kendi meziyetleriyle sermest olması ve başkalarını hakir görme hastalığıdır.
Bir gayr-i müslimde bu boşluklar varsa ona imân zor nasip olur. Bunları içinde taşıyarak ölen mü’minler ise, ekseriyetle cennete ulaşmada zorlanırlar.
İhlas, mahviyet ve tevazu, benlikteki bu üç boşluğu dolduracak fazilet buudlarıdır. Mü’minler, mutlaka bu üç faziletle mücehhez hâle gelmelidirler ki, önceki üç rezilenin kurbanı olmasınlar.





 
Z

zeynep_hearty

Guest
şu halde sözkonusu 3 meziyeti panzehir olarak ele alabiriz 3 zaafı ise zehir ..3 meziyete sahip olunduğu zaman 3 zaafta etkisiz kalıcaktır..
Bâki hakikatler, fani şahısların üzerine bina edilemez.. bina edilse, onlar âhirete irtihal ettiğinde, dava da akîm kalır.
bu kısım cidden üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir kısım ..rabbim razı olsun emeğinize sağlık ..selam ve dua ile..
 

gizemli

New member
Katılım
1 Nis 2007
Mesajlar
652
Tepkime puanı
61
Puanları
0
Yaş
38
Kibirden kurtulmak için tevazu sahibi olmaya ucubtan kurtulmak için de minnet ehli olmaya çalışmalıdır Diyelim ki bir kimsenin hitabeti güzeldir. Bundan dolayı kendini beğenir yani ucbeder. Minnet,nimete kendi eliyle değil, Allahü teâlânın lütfu ile kavuştuğunu düşünmektir. Hitabet güzelliğinin cenab-ı Hakkın bir lütfu olduğunu düşünen kendini beğenemez....
Allah(c.c) razı olsun..
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

          Ortalanmis Mesaj         

Ucb hastalığı.
Arkadaş! Ye'se düşen adam, azaptan kurtulmak için, istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenat ve kemâlâtı var. Hemen o kemâlâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: "Bu kemâlât beni kurtarır, yeter" diye bir derece rahat eder. Halbuki, a'mâle güvenmek ucubdur, insanı dalâlete atar. Çünkü, insanın yaptığı kemâlât ve iyiliklerde hakkı yoktur. Mülkü değildir; onlara güvenemez.
Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i san'atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için, yere atılmış da insan almış değildir. Ancak, o vücut, hâvi olduğu garib san'at, acip nakışların şehadetiyle, bir Sâni-i Hakîmin dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasarrufattan, ancak bir tane insana aittir.
Ve keza, esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef'âl-i ihtiyariye namıyla kendisine mal zannettiği ef'âlin ekl, şürb gibi en âdi bir fiilin husûlünde, yüz cüz'ünden ancak bir cüz'ü insana aittir.
Ve keza, insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havâssının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun? Ve keza, şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taallûk etmediğinden sâbit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni-i Zîşuurdur. Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın... Binaenaleyh, mâlikiyet dâvâsından vazgeç. Kendini mehasin ve kemâlâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat'iyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü, sû-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhubedir; seyyiatın meksûbedir. Binaenaleyh, Name=23; HotwordStyle=BookDefault; de.
BELKİ TERAKKİ ETMİŞSİN
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Kastamonu'da ehl-i takva bir zât, şekva tarzında dedi: "Ben sukut etmişim. Eski halimi ve zevkleri ve nurları kaybetmişim." Ben de dedim: Belki terakki etmişsin ki, nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enaniyet ve fâni zevkleri aramamak ile uçmuşsun. Evet bir ehemmiyetli ihsan-ı İlahî; ihsanını, enaniyetini bırakmayana ihsas etmemektir.. tâ ucb ve gurura girmesin.
Kardeşlerim! Bu hakikata binaen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zâtlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirdleri âdi, âmi adamlar görür ve der: "Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhat! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?" diyerek dost ise inkisar-ı hayale uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur. [Şualar, s:314]
NEFSE SESLENİŞ
Eski Said'in serkeş, müftehir, mağrur, ucblu, riyâkâr nefsini susturan, teslime mecbur eden Beş Fıkradır.
Birinci Fıkra: Mâdem eşya var ve sanatlıdır; elbette bir ustaları var. Yirmi İkinci Sözde gayet katî ispat edildiği gibi, eğer Her şey birinin olmazsa, o vakit her bir şey bütün eşya kadar müşkül ve ağır olur; eğer Her şey birinin olsa, o zaman bütün eşya bir şey kadar âsân ve kolay olur. Mâdem zemin ve âsumânı birisi yapmış, yaratmış; elbette, o pek hikmetli ve çok sanatkâr Zât, zemin ve âsumânın meyveleri ve neticeleri ve gàyeleri olan zîhayatlara başkalara bırakıp işi bozmayacak, başka ellere teslim edip bütün hikmetli işlerini abes etmeyecek, hiçe indirmeyecek; şükür ve ibâdetlerini başkasına vermeyecektir.
İkinci Fıkra: Sen, ey mağrur nefsim, üzüm ağacına benzersin! Fahirlenme; salkımları o ağaç kendi takmamış, başkası onları ona takmış.
Üçüncü Fıkra: Sen ey riyâkâr nefsim! "Dîne hizmet ettim" diye gururlanma
adszhc8.jpg

sırrınca, müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o recûl-i fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubûdiyetini, geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farîza-i hilkat ve netice-i sanat bil, ucb ve riyâdan kurtul.



 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
ucb, zaten şirk'in en hafif halidir ki, bunu nefsinde kaim edip besleyenlerin varacağı son nokta olur şirk. Kendini veya amelini beğenme, zamanla insanlar arasında kendini farklı yerlere layık görme hali ile belirir ve zamanla şiddetlenerek günümüzde psikologların tıbbı olarak telafuz ettikleri narsizm boyutuna ulaşır. Bütün diktatörlerin hayatını elen alan biyografilere baktığımızda, görülecektir ki hayatlarının dönüm noktaları narsistliğin getirdiği, enaniyet yükünün uzantılarıdır. Tedavisi ise, kişinin kendisine "acz bir kul" olduğunu her seferinde telkin etmesi olacaktır belki. ucb; karşılığı acziyettir. Aksi takdirde bunun tedavisi ile meşgul olmayanın varacağı son noktada, nihayetinde acziyettir. Ama bu acziyet, bir daha geri dönüşü mümkün olmayan rezilliği de beraberinde getiren acziyettir, diye düşünüyorum.

Allah (cc) razı olsun seyfullah kardeş.
 

rýdvan

New member
Katılım
2 Tem 2007
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
RABBİM kibir ve gurudan hepimizi korusun...
ALLAH razı olsun...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

          Ortalanmis Mesaj         


YİRMİ SANİYEDE
Şeytan hizmetçi kılığına girmiş ve yirmi sene Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin yanına gidip gelmişti. Bir türlü gönlüne vesvese vermeye, ona istediklerini yaptırmaya muvaffak olamamıştı. Bir gün:
-“Ey Üstad! Yoksa siz benim kim olduğumu bilmiyor musunuz?” Dedi. Hz. Cüneyd:
-“Sen lanetli İblissin. İlk geldiğin andan beri seni tanıyorum,” buyurdu. Şeytan:
-“Ey Sultan-ı Muhakkikin! Sizin kadar yüksek dereceye ulaşan başka büyük bir zat tanımıyorum. Yirmi senedir size hiçbir istediğimi yaptırmaya muvaffak olamadım,” dedi. Bu sözleri işiten Cüneyd Hazretleri nefretle:
-“Defol mel’un! Şimdi de beni kendini beğenme hastalığına düşürerek mahvetmek mi istiyorsun? Yirmi senede yapamadığını yirmi saniyede mi yapacaksın? Yıkıl karşımdan!” Diye bağırdı.[Mesel Denizi, s:147]

UCUB
Muhammed Bin Vasi zamanındaki âbidlere şöyle dedi:
-Yuh size! Amelleriniz az olduğu halde, kendinizi beğeniyorsunuz. Halbuki sizden öncekiler, amelleri çok olduğu halde, ucba kapılmamışlardı.[Mehmet Dikmen “ Latifeler” s:85]

UCBUN HAKİKATI
İbn-i Semmak’a:
-Ucbun hakikatı ve esası nedir? Diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiştir:
-Amelde (ve hizmette) kendini insanlardan yüksek görmendir. Artık her gördüğün insanı amelde eksik bulursun...[Mehmet Dikmen “ Latifeler” s:104]

ŞEYTAN NE ZAMAN GALİP GELİR?
Musa (as) bir mecliste oturuyordu. Yanına İblis geldi. Hz. Musa İblis’e sordu:
-“Bana öyle bir günahı anlat ki, âdemoğlu onu işlediği zaman, sen ona galip gelmiş olasın.” İblis şöyle anlattı:
-“Kendini beğendiği, hizmet ve ibadetini çok bulduğu, günahını unuttuğu zaman ona galip gelirim."[Mehmet Dikmen “Menkıbeler” s:39]


EĞER SENDE HAYIR OLSAYDI
Vehb bin. Münebbih’in -Allah ondan razı olsun- anlattığına göre vaktiyle adamın biri rabbine yetmiş yıl ibadet etmişti. Bu süre zarfında sadece cumartesiye yemek yiyor, haftanın diğer tüm günlerini oruçla geçiriyordu.
Bir gün Allah’tan bir şey diledi. Fakat Allah dileğini kabul etmedi. Bunun üzerine kendi kendine “ eğer sende hayır olsaydı, dileğin kabul edilirdi. Çünkü senden öncekilerin dilekleri kabul edilmiştir.”
Bunun üzerine hemen o anda yanına inen bir melek kendisine “ey insanoğlu, kendini hor gördüğün şu anın senin hakkında şimdiye kadar işlenmiş olduğun tüm ibadetlerden daha hayırlıdır” dedi.[Tenbih-ül Gafilin, s:477]

SALİH ŞÜKÜR
Hz.Ömer (r.a.) diyor ki:
-“İnsanın salih tevbe yapabilmesi için günahını bilmesi, salih amel yapabilmesi için kendini beğenmişlikten sıyrılması ve salih şükür yapabilmesi için de yetersizliğinin farkında olması gerekir"[Tenbih-ül Gafilin, s:477]




 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
ucb,fahr,kibir niçin şirki hafidir,çünkü ihlası kırıyor,ihlas herşeyi rıza-ı ilahi için işleme yapmadır,burada ene yoktur,hüve vardır,demek O'nun rızasını zedeleyen ortağı da olabilir,zamanla hasta için.
Yüce Allah' nefsinizi ilah edinmeyiniz'diyor!
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

          Ortalanmis Mesaj         



CENNETİN KOKUSU

Anlatıldığına göre vaktiyle İsrailoğulları, zamanında bir delikanlı insanlardan ayrılarak ıssız bir yere çekilmiş ve orada kendini ibadete adamıştı.
Bir süre sonra kabilesinin ileri gelenlerinden iki yaşlı adam delikanlıyı bu kararından caydırıp ailesi arasında dönmesini sağlamak amacıyla onun yanına gittiler ve “senin akraban var, onların yanında ibadet etmen daha faziletlidir” dediler.
Delikanlı onlara “rabbim benden razı olunca bütün akraba ve dostlarımın da benden hoşnut olmasını sağlar” dedi. Adamlar “sen henüz gençsin, biz bu tip tecrübelerden geçtiğimiz için kendini beğenmişlik duygusuna kapılmadan kaygılanıyoruz” dediler. Delikanlı onlara, “kendini bilen kimseye özünü beğenmişlik duygusu zarar vermez” dedi.
Bunun üzerine adamlardan biri arkadaşına dönerek “kalk, gidelim. Bu delikanlı cennetin kokusunu aldı, artık bizim sözümüzü dinlemez” dedi.


KURBAĞANIN CEVABI

Anlatıldığına göre Hz. Davud (as) bir sahile çekilmiş, orada bir yere kapanarak bir yıl süre ile kendini ibadete vermişti. Sonunda bir gün “ya Rabbi, belim büküldü, gözlerim görmez oldu ve göz pınarlarım kurudu. Bu durumun sonu nereye varacak bilmiyorum” dedi.
Bunun üzerine ulu Allah bir kurbağaya “kulum Davud’a cevap ver” diye vahyetti. Allah’ın bu emri üzerine kurbağa ona şunları söyledi:
-“Ey Allah’ın peygamberi, bir senedir ibadet ediyorsun diye Allah’ı minnet altında mı bırakmak istiyorsun? Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben otuz veya altmış yıldır saz parçası üzerinde Allah’ımı tesbih ettiğim, o’na hamd ettiğim halde yine de O’nun korkusundan tırnaklarım titriyor”
Kurbağanın bu sözlerini dinleyen Hz. Davud (as) hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Başka bir rivayete göre bu olay, birini öldürdükten sonra ıssız bir yere kapanarak kendini ibadete veren Hz. Musa’nın (as) başından geçmişti.


ŞEYTAN VE NEFİS BİZİ NASIL ALDATIR?

Hem ilmi, hem.de ameliyle zengin bir insanı müflis hâle getiren duygu hangi duygudur? Belki bu sualin ce¬vabını nefsinizde veriyorsunuzdur. Ancak size bir ibretli olay arzedeceğim. Göreceksiniz ki, hepimizi amelimizde iflas beklemektedir. Şayet dikkat etmez, ihlâsa sahip ol¬mazsak. İbretle okuyacağınız olay şu:
Ebu Hasan Müzeyyin adında bir ihlaslı zat, gece gündüz Kabe hasretiyle yanıp tutuşmaya başladı. Ne yapıp edecek, mutlaka Beytullah'ı ziyarete gidecek, sonra da Resûlüllah'ın merkadine yüz sürecekti. Bu dayanılmaz arzusuna mukabil, tâ Horasan'dan kalkıp da bu kadar yolu aşacak ne bineği vardı, ne de parası. Ama bu yoklara mukabil bir şeyi vardı, o da aşkı, şev¬ki ve azmi. Rabbimiz gönlüne bunu ilham etmişti. Ya¬nıp tutuşuyordu.
Rabbımızın lütfettiği bu aşk, şevk ve azimle düştü yollara.
Günlerce aç, susuz kaldı, yoruldu, ezildi, büzüldü, ama azminden zayiat vermedi, nihayet Mekke'ye vardı. Hayretler, hasretler içerisinde Harem'e girdi, Kabe'yi ta¬vaf etti, gidip zemzemden kana kana içti..
Artık şöyle bir köşeye çekilip nefes almalı, Rabba şükretmeliydi. Nitekim altın oluğun karşısına oturup de¬rinden derine saadetli bir nefes aldı. Kabe'yi seyre daldı. Düşünüyordu:
— Neydi o haftalar süren yaya çöl yolculuğu, aç¬lık, susuzluk ve yorgunluk?..
Bunları bir bir hayal ettikten sonra kalbine bir bü¬yüklük duygusu geldi. Kendi kendine söylenmeye başla¬dı:
— Bravo Ebu Hasan! Sen ne kadar da kuvvetli, kudretli adammışsın! Bunca engele, zorluğa, imkânsızlığa rağmen çölleri aştın, vahaları taştın, ni¬hayet Kabe'ye ulaştın..
Bu düşünceler içinde iken karar verdi. Ben büyük adamım vesselam.
Ebu Hasan Müzeyyin kendini böylesine güçlü, kuv¬vetli, büyük adam olarak görmeye başladığı anda öteden birinin sesi geldi kulağına. Ses şöyle diyordu:
— Hey Ebu Hasan Müzeyyin! kendine gel kendine. Bunca yolları, vahaları sen aşmadın, sen taşmadın. Rabbin sana bu aşkı, şevki verdi de onunla çölleri aş¬tın, vahaları taştın, Kabe'ye ulaştın. O, bu aşkı ver¬mese, bu şevki lutfetmeseydi, başkaları gibi sen de yerinden kımıldayamaz, kendinde bu kuvvet ve kud¬reti bulamazdın! Sen sadece istedin, arzu ettin, hepsi o kadar! Hissen istemenden ibarettir.
Birden irkilen Ebu Hasan Müzzeyin bakar ki, biraz ötede büyük veli Ebu Bekir Kettanî tebessümle kendine bakıyor.
Hemen kalkar, hürmetle yanma yaklaşır, elpençe di¬van durur. Haremin Meşalesi denen bu büyük zat, sözle¬rini şöyle tamamlar:
— Dikkat et, şeytan seni amelinle ucbe düşürmek istiyor, aldanıp da enaniyete kapılma, benlik duygu¬suna girme! Toksa haccın gider.
Evet, kimse ameliyle övünmesin, hizmetiyle ucbe dal¬masın. Gayret ve azmiyle gurura kapılmasın. Nefsinde özel bir fazilet ve meziyyet vehmetmesin. Kulun hissesi, meyilden ibarettir.
Buyurun birlikte okuyalım Rabbimiz'in kudsî ikazım:
— Sendeki iyilikler Allah'tan, kötülükler de nefsindendir! Senin iyilikten hissen, sadece meyil ve arzu...


 
Üst Alt