Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tîn Sûresi

muhammet

New member
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
830
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
49
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ (1) وَطُورِ سِينِين َ(2) وَهَذَا الْبَلَدِ اْلأَمِينِ (3)
لَقَدْ خَلَقْنَا اْلإِنْسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيم ٍ(4) ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ (5)
إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ (6)
فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدِّينِ (7) أَلَيْسَ اللهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ (8)

Meâl
Rahmân ve Rahîm Allah’ın Adıyla
1. İncir ve zeytine,
2. Sina Dağı’na,
3. Ve bu Emin Beldeye yemin olsun ki,
4. Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık.
5. Sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük.
6. Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstes­nadır, onlara ise hiç eksilmeyen ve tükenmeyen bir mükâ­fat vardır.
7. Bütün bunlardan sonra ey insan, senin mahşere ve hesaba inanmana hangi engel kalabilir?
8. Allah hâkimlerin Hâkimi değil midir?
Mekke döneminde indirilmiş olup 8 âyettir. Mekkî veya Me­denî olduğu hususunda müfessirler ihtilaf etmişlerdir. Fakat ço­ğunluk bu Sûreyi Mekkî kabul etmişlerdir. Sûrenin Mekkî olma­sının açık alameti Mekke için “hâze’l-beledi’l-emîn” (bu Emin Beldeye yemin olsun ki) denmesidir. Eğer Medîne’de nâzil olsaydı Mekke için kullanılan bu ifade doğru olmazdı.
Sûrede; Tîn’e, Zeytûn’a, Tûr-i Sînîn’e ve Beled-i Emîn’e ye­mîn edilerek insanın en güzel biçimde yaratıldığı; sonra onun aşağıların aşağısına döndürüldüğü; ancak inanıp güzel işler ya­panlara kesintisiz bir mükâfat verileceği bildirilmiştir. Son âyet­lerde ise, bu kadar açık delillerden sonra âhiret cezâsının yalan­lanamayacağı, zira Allah’ın hüküm verenlerin en güzeli olduğu vurgulanmaktadır.

Tefsir

وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ
1. İncir ve zeytine yemin olsun ki,
Müfessirler Tîn ve Zeytûn hakkında başlıca iki görüş ileri sürmüşlerdir.
Birisi: Bazı tefsirciler demiştir ki; görünen şekli ile Tîn ve Zey­tûn’dan maksat, bu ad ile meşhur olan incir ve zeytin yemişleri veya ağaçlarıdır. Zira lügat itibariyle görünen bu olduğu gibi Hasan, Mücahid, İkrime, İbrahim Nehaî, Atâ, Mukâtil, Kelbî ve daha bir kısım âlimlerden “O, sizin şu inciriniz ve zeytininizdir.[1][14]”, yahut “O, yenilen incir ve sıkılan zeytindir.[2][15]”, yahut “O, insan­ların yediği yemiştir.[3][16]” tabirleriyle rivayet edilmiş ve İbn Abbas’a da nispet edilmiştir.
Bu görüşte olanlara göre, âyette bir mecaz veya kinaye kas­tedildiğini gösteren bir karine (ipucu) bulunmayınca, açık olan bildiğimiz incir ve zeytin kastedilmiş olur. Fakat bu durumda in­san yaratılışının güzelliğini veya çirkinliğini ve sonunun acılığını veya tatlılığını anlatırken, incir ve zeytine yeminle başlamanın ne ilgisi olduğunu da düşünmek gerekeceğinden; incir ve zeytinin insan hayatı için hem lezzetli bir gıda, hem meyve, hem ilaç, hem ticaret açısından faydaları pek çok olan meyvelerin en güzel ve mübareklerinden olduğunu açıklamışlardır. Böylece incir ve zey­tinin, meyvelerin en faydalı ve en mübârekleri olmak itibariyle özel durumlarına yemin edilmiştir.
İkinci görüşe gelince: Birçok tefsirci de demiştir ki; burada tîn ve zeytûn’dan maksat yemiş değil, Hz. İsa’nın doğduğu ve ikâmet ettiği ve bu isimlerle anılan mübârek yerlerdir. Zira, Allah’ın Hz.Mûsâ’ya hitap ettiği yer olan Tûr-i Sînîn’in Hz.Muhammed (sav)’in peygamber olarak görevlendirildiği Beled-i Emîn ile be­raber zikredilmeleri de bunu gösteren bir delildir. Âlûsî de bir ço­ğunun kabul edip inandığı üzere “bunlar, mübârek şerefli yerlere yemindir” diyerek bu görüşü tercih etmiştir. Bu yerlerin nereleri olduğuna gelince de; birer dağ ismi, birer mescit ismi, birer belde ismi olması hakkında üç görüş zikretmişlerdir.

وَطُورِ سِينِينَ
2. Sina Dağı’na yemin olsun ki,
Sînîn Dağı’na ki, Hz. Musa’nın Allah ile konuşma şerefine nail olduğu dağ olup, sin harfinin kesresi veya fethası ve nûnun uzatılmasıyla Tûr-i Sînâ ve Tûr-i Seynâ diye de tanınmış ve meş­hur olmuştur. Bu dağ, Akabe ile Mısır arasında Tih yakınların­dadır. Sînin, bereketli demektir.
Bu dağ hakkında değişik görüşler ileri sürülmüşse de, İbn Cerîr demiştir ki; bu görüşlerden doğru olanı, “Tûr-i Sînîn, bil­diğimiz dağdır.” diyenlerin görüşüdür.

وَهَذَا الْبَلَدِ اْلأَمِينِ
3. Ve bu Emin Beldeye yemin olsun ki,
Yani, Ey Muhammed! Bu bulunduğun, doğup büyüdüğün, peygamber olarak gönderildiğin, kudret, ululuk ve saygı hitabıyla emniyete erdiğin, emin yani güvenli vasfıyla tanınan beldeye de yemin olsun. Tefsirciler buna oy birliğiyle Mekke demişlerdir.
el-Beledü’l-Emîn, güvenli ülke, güvenli kent demektir. Hz. İbrâhim zamanından beri burası bütün Araplarca saygı gös­terilmesi gereken, dokunulmaz bölge olarak kabul edilmiştir. Burada kimse kimseye saldıramaz, buranın avı avlanmaz, ağacı-otu koparılmaz. Çölde haydutlar cirit atarken bu bölge, herkesin can güvenliği bulunan bir şehir olmuştur.
Bu belde Allah tarafından emin kılındığı gibi ayrıca inananlara bir uyarı da vardır; yani siz bu mübarek beldenin emniyetini sağlayınız. Yapılması gereken ne ise onu yaparak bu emin bel­denin emniyetinin devamını temin ediniz demektir.

لَقَدْ خَلَقْنَا اْلإِنْسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
4. Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık.
Yani insan cinsini maddî ve manevî olarak, doğrultmanın, kıvama koymanın, biçimlendirmenin en güzelinde, en güzel bi­çimde yarattık. Yani insan, şekli güzel, boyu düzgün, uzuvları birbirine uygun; bilgi, anlayış, akıl erdirme, iyi ve kötüyü ayırma, konuşma ve edep sıfatları ile donatılmış olarak yaratılmıştır.
Gerek fizikî ve cismanî bakımdan, gerek ahlâk ve maneviyat itibariyle ruhanî bakımdan insan en güzel bir biçimde yaratıl­mıştır. İnsan ilk doğuşunda bu olgunlukta olarak değil, fakat bu kıvama, bu olgunluğa, bu güzelliğe doğru ilerleme kabiliyeti verilmek mânâsına en güzel biçimde yaratılmıştır.

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
5. Sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük.
Kendisini en güzel biçimde yaratmamızın gereğini yerine getir­mediği için, onun derecesini aşağıların aşağısına indirdik, sefil­lerin en sefili yaptık.
Yahut, “o güzel biçimden döndürüp de maddî ve manevî ola­rak kötülenmiş en sefil bir halde cehenneme veya cehennemin en aşağı tabakasına doğru ittik”.
Bir diğer mânâya göre ise: Onu yaşlı duruma dönüştürdük, şeklindedir. Zira en güzel biçimde yaratılan insan, gittikçe güzel­leşir, güçlenir, olgunluğunun doruğuna ulaşır. Fakat bedensel ol­gunluk doruğuna ulaştıktan sonra baş aşağı döner. Gerileme baş­lar. Gücü azalır, yüzü buruşur, derileri sarkar, o derece güçsüz bir duruma gelir ki artık hayat çekilmez olur. Hac sûresinde de bazı insanların, güçlendikten sonra erzel-i ömre (perişan bir du­ruma) çevrildiği[4][17], aklî yeteneğinin de zayıflamasıyla hiçbir şey bilmez olduğu bildirilmiştir. Bu manaya göre acaba îman edenler de aynı duruma düşerler mi? Evet îman edenlerin de bedenleri aynı duruma düşer ama, bedenleri zayıflamakla onlar gerile­mezler, manen güçlenirler, ruhları bu hayattan sonra kesintisiz sevâba erer. Ama inanmayanlar, bedenî güçlerini kaybedince bu dün­yâdan yıkılıp gittikleri gibi âhirette de cezâ göreceklerdir. Yani inanmayanlar maddeten ve ma’nen gittikçe gerilerken, inananlar maddeten, cismen geriler ama, ma’nen olgunlaşırlar.
Mevdudî’ye göre ise ayetin açıklaması şöyledir: Bir insan en güzel şekilde yaratıldıktan sonra cismanî ve zihnî kuvvetlerini kötülük için kullanıyorsa o zaman Allah da ona ancak kötülük yolunda başarı verir. Bundan dolayı o insan alçak duruma düşer ve öyle bir noktaya ulaşır ki, hiç bir mahluk ahlâk bakımından o kadar aşağıya düşmez. Bu insanlık toplumunda açıkça görüle­bilecek bir gerçektir. Hırs, tamah, bencillik, şehvet düşkünlüğü, esrarkeşlik, alçaklık, gazâp ve benzeri diğer adetler nedeniyle insan ahlâkî bakımdan gerçekten en alt seviyeye düşer. Fakat bu düşüş insanın kendi yaptığı işler sebebiyledir. Yani bu son söylediğimiz mana ve önceki manaların hepsinde insanın bizzat kendisinin iradesi söz konusudur. Yoksa Allah en güzel bir şekilde yarattığı insanı durup dururken aşağıların aşağısına düşürmez.
إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ
6. Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müs­tesnadır, onlara ise hiç eksilmeyen ve tükenmeyen bir mükâfat vardır.
O en güzel biçime yaraşır, Allah’ın rızasına uyarak ilerisi, âhiret için hayra yarar, meyve verir, güzel işler yapan kimseler hariç, bunlar öyle geri çevrilmez, o aşağılık çukuruna düşmezler. Çünkü onlar için öyle bir ecir vardır ki kesilmez, tükenmez veya başa kakılmaz, başa kakılmadan sonsuza kadar devam eder.

فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدِّينِ
7. Bütün bunlardan sonra ey insan, senin mahşere ve hesaba inanmana hangi engel kalabilir?
Ayetteki اَلدِّينُ “dîn” kelimesi, İslâm dini manasında olabileceği gibi, âhiret günü anlamında da olabilir. Fakat bu ayette âhiret günü anlamında cezâ demektir. Zira “dîn” kelimesi; “karşılığını verdi” anlamına gelen دَانَ(dêne) fiilinden türemiştir. “Yaptığın gibi sana karşılığı verilir[5][18]” manasına gelen كَمَا تَدِينُ تُدَانُhadisin­de de bu mânâda kullanılmıştır.
Ayetteki bu hitap, üçüncü şahıstan ikinci şahsa dönme üslû­buyla insana yapılmış bir hitaptır. Yani: Ey o en güzel biçimde yaratılmış ve sonra aşağıların aşağısına çevrilme tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmış olan insan! Bu hakikat, bu ecir ve ceza böyle sabit ve dünyada bile görülüp dururken ve sende bu en güzel biçimde yaratılma varken, senin yalanlamana sebep ne? Bu açık­lama ve apaçık delillerden sonra, hesap gününü yalanlamaya seni iten nedir?
Veya başka bir tefsire göre: Ey insan! İnsanlık toplumunda açıkça görülmektedir ki, en güzel şekilde yaratılmış olan insan­lardan bir güruh ahlakî bakımdan en alçak seviyeye düşer ve diğer bir güruh da iman ve amel-i salih dolayısıyla bu düşüşten kurtulur. Kendisinden beklenen “en güzel yaratılış” üzerinde kâim olur. Bundan sonra ceza ve mükafatı nasıl yalanlayabilirsiniz? Gerçekten bu iki tip insanın sonunun aynı olacağını aklınız kabul ediyor mu? Esfel-i sâfilîn’e düşenlere hiç bir ceza verilmemesi adalete uygun mudur?

أَلَيْسَ اللهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ
8. Allah hâkimlerin Hâkimi değil midir?
Hãkimler, hükümdarlar isyan edenlere cezâ; itaat edenlere, iş görenlere ecir ve ödül verir de, onların hepsinin üzerinde hâkim olan yüce Allah hükmünü yerine getirmez, cezâ ve ödül vermez, dinini yürütmez olur mu? Elbette olmaz. Hiç kuşku yok ki, insanı o en güzel biçim ile yaratan Allah, hâkimlerin hâkimidir. Güzel ile çirkini, yalancıyı doğruyu ayıracak, iman edip samimiyet ve ihlâsla güzel güzel ameller yapan mü’minlere mükâfat verecek; kâfirleri, dinsizleri de aşağıların aşağısına yuvarlayacaktır.
Tirmizî, Ebû Davud ve İbn Merdûye Ebu Hureyre’den Hz. Peygamber (sav)’in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Her kim Ve’t-Tîni sûresini okuyup da: أَلَيْسَ اللهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ âyetine geldiğinde بَلَى وَ أنَا عَلَى ذَلِكَ مِنَ الشَّاهِدِينَ “Evet, ben de ona şahitlerdenim.” desin buyurmuştur[6][19].

[1][14].Kurtubî, Ahkâmu’l-Kur’an, 20/110.

[2][15].a.y.

[3][16].Hâkim, el-Müstedrek, 2/528.

[4][17].Hac, 22/5.

[5][18].Buhari, Tefsiri sure 1.

[6][19].Ebu Davud, Salat 150; Tirmizî, Tefsiru Sure 95.
 
Üst Alt