Mehmet_Aydin
New member
- Katılım
- 23 Ara 2006
- Mesajlar
- 16
- Tepkime puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 49
Allahu Teala insanı eşrefi mahlûk, yani mahlûkatın içerisinde en üstün ve şerefli varlık olarak yaratmıştır. Ona başka hiçbir mahlûkata vermemiş olduğu akıl nimetini bahşetmiş ve buna binaen onu yapacağından sorumlu kılmıştır. Bu hususu Kur'an'ı Kerim'de Allah Subhanehu Teala şöyle buyurmaktadır:
"Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi." (Bakara:30)
Yeryüzünde Allah Subhanehu Teala'nın halifesi olan insan akıl nimetini kullanarak iman edenler safına girmiş olur ve bu şekilde ise hem dünyada hem de ahirette kurtulanlardan olacağını yine Allah Subhanehu Teala şu ifadelerle bizlere bildirmektedir:
" ...Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp salih amel işleyenler için Rableri katinda mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir." (Bakara:62)
Bir başka ayeti celilede şöyle buyrulmaktadır:
"İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler." (Bakara:277)
Ve buna benzer nice ayeti kerimede Allah Subhanehu Teala İman edip mümin olan her bir kişinin yapacağı salih amel karşılığında cennetini vaat etmiş bulunmaktadır.
Aynı zamanda bu eşsiz nimet olan imandan yoksun her insanı ise akıl nimetinden beri olan ve sadece insanların hizmetine sunulan hayvanlardan dahi daha aşağılarda olacağı bildirilmektedir:
"Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır." (A'raf:179)
Bir başka ayeti celilede ise Allah Subhanehu Teala imansız yani kafir olarak ölen insanlar için şu çok dehşet verici ifadeleri kullanmaktadır:
"Şüphe yok ki kafir olanlar, yer yüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla kabul edilmez; onlar için acı bir azap vardır." (Maide:36)
Evet, bu kısa girişten sonra ele alacağımız konuları ana başlıklar halinde şu şekilde sıralıya biliriz:
''Ey babamız! Biz yarış yapıyorduk, Yusuf'u eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize iman etmezsin (yani inanmazsın) dediler." (Yusuf:17)
İşte bu âyet-i kerime'de "iman" bu genel anlamındadır.
İman sözcüğünün sözlük anlamı şu şekilde ifade edilmektedir:
Halil (Tertib-ul Ayn, s.56.), İbn-i Faris (Mekayis, c.1, s.133.) , İbn-i Esir (Nihaye, c.1, s.269.) ve İbn-i Menzur (Lisan-ul Arab, c.13, s.21.) gibi lügat bil*ginlerinin tariflerinden çıkarılan sonuca göre, "iman" korku an*lamındaki havf kelimesiyle zıd olan "emene" kökünden gelmiştir. Kur'an-ı Kerim'den şu ayeti buna örnek olarak gösterebiliriz:
"... Korkularını emniyete tebdil eylemeyi vaadetmiştir..." (Nur:55) Ancak "İman" "ba", "ya", veya "lam" harfleriyle kullanıldığında tasdik, doğrulama anlamındadır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
"Peygamber de kendisine Rabbinden ineni doğrulamış, inanmıştır." (Bakara: 285)
Azduddin İyci (Şerh-u Mevakif, c.8, s.323.) ve Taftazani (Şerh-u Mekasid, s.56, 176) gibi mütekellimler "İman"ı tarif ederlerken tasdik (doğrulama) olarak yorumlamışlardır.
Yine alimlerden İbn-Bakillani der ki: ‘Lugatda iman, tasdiktir. Organların ve kalplerin fiileri değil'. (Kitab-ul İttisaf s.34)
İman'ın dinde ki özel anlamı, yani şer'i ıstılahta ise; Peygamberimizin Allah Subhanehu Teala tarafından getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde onun doğruluğuna inanmak ve onu tasdik etmektir.
''Peygamber ve mü'minler ona Rabbinden indirilene inandı.'' (Bakara:285)
"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır." (Bakara:177)
"Yine onlar, sana indirilene ve senden önçe indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar." (Bakara:4)
Bu ve buna benzer birçok Ayet-i kerimelerdeki iman bu manadadır. İman deyince bu anlaşılmalıdır.
İman ne ile gerçekleşir? Şüphesiz inanma kalbin işidir. Dil ise kalpte var olan imanı ifade eder. İmanın kalp ile alakalı bir husus olduğunu bildiren birçok hadis ve ayet mevcuttur. Örneğin; Hucurat Suresinde Allah Subhanehu Teala şöyle buyurmaktadır:
''Bedeviler 'inandık dediler.' deki, 'siz iman etmediniz, ama 'islâm olduk' deyin. Henüz iman kalblerinize yerleşmedi..." (Hucurat:14)
İmam Kurtubi El-Camiu li-Ahkami'l-Kuran adlı meşhur Kuran tefsirinde bu ayet ile alakalı şunları söylemektedir:
İbn Abbas dedi ki; Âyet-i kerime hicret etmeden önce "muhacir" adını al*mak isteyen bedevi Araplar hakkında inmiştir. Allah da onların bedevi araplara ait isim üzere bulunduklarını onlara "muhacirler" denilmeyeceğini bildirdi.
es-Süddî dedi ki: Bu âyet-i kerime el-Feth Sûresi'nde sözü edilen bedevi araplar hakkında inmiştir. Bunlar Muzeyne, Cuheyne, Eşlem, Gıfar, Dîl ve Eş-calılara mensub bedevi Araplardır. Malları ve canları güvenlik altında olsun*lar diye: iman ettik, demişlerdi. Medine'ye gelmeleri istenince geri durdular. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
Özetle, âyet-i kerime bazı bedevi Araplar hakkında hususidir. Çünkü onlar arasından yüce Allah'ın da belirttiği üzere Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimseler de vardır. Yüce Allah'ın; "Fakat teslim olduk deyin" buyru*ğu, biz Öldürülmek ve çoluk çocuğumuz esir alınmak korkusuyla teslimiyet gösterdik, demektir. İşte bu münafıkların niteliğidir. Çünkü onlar kalpleri iman etmediği halde zahiren iman etmiş görünmekle, ölüm ve esaretten kurtuldu*lar. İmanın gerçeği kalb ile tasdiktir. İslâm Peygamber (sav)'in getirdikleri*ni zahiren kabul etmektir. Bu da kişinin kanını dökülmekten kurtarır.
Ömer ibn-ul Hattab'ın Cibril kıssası ile ilgili olarak rivayet ettiği Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İslam'ın, imanın ve ihsanın ne olduğunu öğrettiği hadiste şu ifadelere yer verilmektedir:
‘...Bana imanın ne olduğundan haber ver.' Dedi ki: ‘İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine ve ahiret gününe inanmandır. Kadere, hayrının ve şerrinin Allah'tan geldiğine de inanmandır.' (Buhari, Muslim)
"İman, kalb ile bilmek (marifet), dil ile ikrar ve azalar ile amel etmektir." (İbn Mace c: 1 s: 112 (Kahraman Yay.) h. no: 65. Toshihiko İzutsu, İslam Düşüncesinde İman, 104-105.)
Alimler burada, bilgi ile alakalı, Arapça kullanımdaki iki kelimeyi inceleyerek bu sözü açıklamıştır: Birincisi (A-Li-Me) diğeri ise (A-Ra-Fe) fiilidir. Sözlük manalarına açıp baktığımızda bu kelimeler arasındaki fark hemen göze çarpar. Şöyle ki; (A-Li-Me) fiilinin manası "bilmek, tanımak (hakkında) bilgisi olmak"tır. (A-Ra-Fe) fiilinin ise bu manalara ilaveten "farkında (ŞUU-RUN-DA) olmak, keşfetmek, bir şeyi hak olarak bilmek, bir şeyin doğru olduğuna kanaat getirmek ve kabul etmek" gibi manaları da içerdiği görülür. İşte burada kalbî marifete "imandır" diyebiliriz. Ama bilgili olmak illa da iman sahibi olmayı gerektirir diye bir şey söylemek de doğru değildir. Nitekim Yahudiler Kur'ân'ın ifadesiyle Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in peygamber olduğunu kendi evlatlarının (kendilerine ait olduğunu) bildikleri gibi biliyorlardı ama yine de iman etmiyorlardı bk. Bakara 146: "Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler."
İşte, imanın kalb ile alakalı olduğunu bize bildiren daha birçok ayet ve hadis mevcuttur ileride bu konu hakkında bir kaç hususa daha değineceğiz. Bu deliller imanın kalple ilgili bir iş olduğunu bunun da tasdik ve itikad anlamına geldiğini göstermektedir.
İmanın bu genel tanımından sonra, akli iman ile nakli iman'ın ne olduğunu ve arasındaki farkın ne içerdiğine bir bakalım.
Akli İman bir insanın Müslüman olabilmesi için yerine getirmesi gereken en öncelikli bir konudur. Kelimeyi tevhidi incelediğimizde karşımıza şu gerçekler çıkmaktadır.
Şehadet ederim ki Allah'dan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu kulu ve resulüdür.
Evet, Kelimeyi tevhid'de kişiyi Müslüman yapan üç akli imanın hakikatini kısaca ele alalım.
1- Allah'a iman:
Allah Subhanehu Teala'ya iman akıl nimetini kullanarak maddenin, yani duyu organları ile hissedilen her şeyin aciz, sınırlı ve muhtaç oluşundan ve aynı zamanda sebep oluşundan dolayı, bir müsebbibe gerek duyulduğunu yani Allah Subhanehu Teala'nın varlığının vacibul vücud olduğuna kesin tasdiktir.
2- İki Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Allah Subhanehu Teala'nın kulu ve resulü olduğuna iman:
Yine aynı şekilde mümin olabilmek için bir resule kesinlikle gerek duyulduğunu ve kişilerin hayatta karşılaşacağı tüm sorunların ancak bu resul aracılığı ile çözüme kavuşturabileceğinden dolayı, Allah Subhanehu Teala'nın kelamı olan Kur'an'ı Kerime imanda akli imandır. İşte resule ihtiyaç akli bir imanın ürünü ve o resulün Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in olduğunu bize bildiren ise Kur'an'ı Kerim'dir.
İşte, bu üç konu akli iman'ın aslını teşkil etmektedir ve Kelimeyi tevhidi söyleyen her müminin aklen idrak edip, kanat getirmesi gereken bir imani husustur. Nitekim Allah Subhanehu Teala bu gerçeği Kur'an'ı Kerim'de bizlere birçok yerde hatırlatmaktadır. Buna bir örnek:
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır." (Bakara:164)
Birde nakli iman vardır ki; oda kişinin aklı ile tasavvur edemediği, yani madde ötesi olan, her şeyin nakil yani Kur'an ve Sünnet ile bildirilen, sübut ve delalet olarak kati olan her şeye iman etmektir. Örnek; Meleklere, Şeytana, Cennet ve Cehenneme ve bunun gibi birçok başka konuya nakli iman denir.
İşte, tüm bu söylenenlerden sonra akide yani imanı alimler şöyle özetlemiştir:
Akide; delile dayalı, vakıaya uygun kesin tasdiktir, iman etmektir. Akidede gerekli olan ise kesinliktir. (Takiyyuddin En-Nabhani Islam Şahsiyeti c.1)
Bu tarif üzerinde biraz durulması gerekiyor. Delil kesinliği ve vakıaya (fıtrata) uygun oluşu hakkında yine alimlerin sözlerinden anlayalım. Takiyyuddin En- Nabhani bu konu hakkında şunları söylemektedir:
Akli akide insan fıtratına uygun ise o, doğru bir akide, düşünme ve meyiller için, yani şahsiyetin oluşması için doğru bir esastır. Eğer insan fıtratına uygun değilse batıl bir akidedir ve batıl bir esastır.
Akidenin insan fıtratına uygun olması demek, insan fıtratında var olan acizliği ve düzen sahibi bir yaratıcıya muhtaçlığı kabul eder olması demektir. Diğer bir ifade ile dindarlık içgüdüsüne uygun olması demektir.
İslâm akidesi, insan fıtratında var olan tedeyyünü/dindarlığı kabul eden tek akli akidedir. Çünkü İslâm akidesinin dışındaki akideler, ya dindarlık içgüdüsüne uygunluğu akıl yerine vicdan yoluyla sağladığı için akli bir akide sayılmazlar. Veya akli bir akide olsa dahi insan fıtratında olanı kabul etmezler. Yani dindarlık içgüdüsüne uygun olmazlar. (Takiyyuddin En-Nabhani Islam Şahsiyeti c.1)
Akide'de delilin kesin yani kati oluşu ise bir çok delil'den dolayı iman'da şarttır. Bir haberin veya delilin kati oluşu o haberin ve delilin zandan arındırılmış olması demektir. Kısacası kati yani kesinliğin karşıtı zandır. Örneğin; kelimeyi tevhidin ilk şartı olan Allah'a iman bir mefhumdur. Mefhum ise; aklın vakıaya vermiş olduğu hükmün zandan arındırılmış şeklidir. Ve kişi sahip olmuş olduğu mefhumlara göre hareket eder. Kişi kaynar suyun kesin yakıcı bir şey olduğu konusunda bir mefhum sahibi ise, çayını yudumlarken bu mefhum doğrultusunda hareket eder. Aksi bir davranış, normal değildir ve davranış bozukluğu olarak nitelendirilir. İşte İman olgusu da bir mefhumdur ve kesinlik ifade etmesi gerekir. Bir mümin iman mefhumundan dolayı da normal şartlarda, onun gereği şekilde hareket eder.
Bur gerçeği Kur'an'ı Kerimde Allah Subhanehu Teala birçok ayeti kerimede burhan ve sultan lafızlarını kullanarak vurgulamaktadır. Ve yine aynı şekilde Allah Subhanehu Teala Kur'an'ı Kerimde zandan uzak durmamızı istemektedir. Bunları ifade eden ayeti kerimelere bakalım.
-Sultan ve Burhan ile alakalı ayetler:
"Yoksa O'ndan başka birtakım tanrılar mı edindiler? De ki: Haydi burhanınızı getirin!..." (Enbiya:24)
"Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak içi sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir sultan getirin!" (İbrahim:10)
"Her kim Allah'tan başka ilaha davet ederse, -ki bu hususla ilgili hiçbir burhanı yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şurası muhakkak ki kafirler iflah olmaz." (Mü'minun:117)
Ve bunun gibi nice ayetler bu konuya temas etmektedir. Bakınız: Neml 64, El-Kasas 75, Yusuf 40, Yunus 68.
-Zann ile alakalı ayetler:
"Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir." (Necm:23)
"Ve "Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri yüzünden (onları lânetledik). Hâlbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler." (Nisa:157)
"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler." (En'am:116)
Ve yine zann ile alakalı şu ayeti kerimelere bakabilirsiniz: Necm 27-28, Yunus 36, En'am 148, A'raf 71, Ali İmran 151
Devam edecek...
Kardeşiniz Mehmet Aydın
"Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi." (Bakara:30)
Yeryüzünde Allah Subhanehu Teala'nın halifesi olan insan akıl nimetini kullanarak iman edenler safına girmiş olur ve bu şekilde ise hem dünyada hem de ahirette kurtulanlardan olacağını yine Allah Subhanehu Teala şu ifadelerle bizlere bildirmektedir:
" ...Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp salih amel işleyenler için Rableri katinda mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir." (Bakara:62)
Bir başka ayeti celilede şöyle buyrulmaktadır:
"İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler." (Bakara:277)
Ve buna benzer nice ayeti kerimede Allah Subhanehu Teala İman edip mümin olan her bir kişinin yapacağı salih amel karşılığında cennetini vaat etmiş bulunmaktadır.
Aynı zamanda bu eşsiz nimet olan imandan yoksun her insanı ise akıl nimetinden beri olan ve sadece insanların hizmetine sunulan hayvanlardan dahi daha aşağılarda olacağı bildirilmektedir:
"Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır." (A'raf:179)
Bir başka ayeti celilede ise Allah Subhanehu Teala imansız yani kafir olarak ölen insanlar için şu çok dehşet verici ifadeleri kullanmaktadır:
"Şüphe yok ki kafir olanlar, yer yüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla kabul edilmez; onlar için acı bir azap vardır." (Maide:36)
Evet, bu kısa girişten sonra ele alacağımız konuları ana başlıklar halinde şu şekilde sıralıya biliriz:
- İman-Akide nedir?
- Amel-Şer'i hüküm nedir?
- İman ile amel arasındaki fark nedir?
- Küfür nedir ve kafir kime denir?
- İman-Akide nedir?
''Ey babamız! Biz yarış yapıyorduk, Yusuf'u eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize iman etmezsin (yani inanmazsın) dediler." (Yusuf:17)
İşte bu âyet-i kerime'de "iman" bu genel anlamındadır.
İman sözcüğünün sözlük anlamı şu şekilde ifade edilmektedir:
Halil (Tertib-ul Ayn, s.56.), İbn-i Faris (Mekayis, c.1, s.133.) , İbn-i Esir (Nihaye, c.1, s.269.) ve İbn-i Menzur (Lisan-ul Arab, c.13, s.21.) gibi lügat bil*ginlerinin tariflerinden çıkarılan sonuca göre, "iman" korku an*lamındaki havf kelimesiyle zıd olan "emene" kökünden gelmiştir. Kur'an-ı Kerim'den şu ayeti buna örnek olarak gösterebiliriz:
"... Korkularını emniyete tebdil eylemeyi vaadetmiştir..." (Nur:55) Ancak "İman" "ba", "ya", veya "lam" harfleriyle kullanıldığında tasdik, doğrulama anlamındadır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
"Peygamber de kendisine Rabbinden ineni doğrulamış, inanmıştır." (Bakara: 285)
Azduddin İyci (Şerh-u Mevakif, c.8, s.323.) ve Taftazani (Şerh-u Mekasid, s.56, 176) gibi mütekellimler "İman"ı tarif ederlerken tasdik (doğrulama) olarak yorumlamışlardır.
Yine alimlerden İbn-Bakillani der ki: ‘Lugatda iman, tasdiktir. Organların ve kalplerin fiileri değil'. (Kitab-ul İttisaf s.34)
İman'ın dinde ki özel anlamı, yani şer'i ıstılahta ise; Peygamberimizin Allah Subhanehu Teala tarafından getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde onun doğruluğuna inanmak ve onu tasdik etmektir.
''Peygamber ve mü'minler ona Rabbinden indirilene inandı.'' (Bakara:285)
"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır." (Bakara:177)
"Yine onlar, sana indirilene ve senden önçe indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar." (Bakara:4)
Bu ve buna benzer birçok Ayet-i kerimelerdeki iman bu manadadır. İman deyince bu anlaşılmalıdır.
İman ne ile gerçekleşir? Şüphesiz inanma kalbin işidir. Dil ise kalpte var olan imanı ifade eder. İmanın kalp ile alakalı bir husus olduğunu bildiren birçok hadis ve ayet mevcuttur. Örneğin; Hucurat Suresinde Allah Subhanehu Teala şöyle buyurmaktadır:
''Bedeviler 'inandık dediler.' deki, 'siz iman etmediniz, ama 'islâm olduk' deyin. Henüz iman kalblerinize yerleşmedi..." (Hucurat:14)
İmam Kurtubi El-Camiu li-Ahkami'l-Kuran adlı meşhur Kuran tefsirinde bu ayet ile alakalı şunları söylemektedir:
İbn Abbas dedi ki; Âyet-i kerime hicret etmeden önce "muhacir" adını al*mak isteyen bedevi Araplar hakkında inmiştir. Allah da onların bedevi araplara ait isim üzere bulunduklarını onlara "muhacirler" denilmeyeceğini bildirdi.
es-Süddî dedi ki: Bu âyet-i kerime el-Feth Sûresi'nde sözü edilen bedevi araplar hakkında inmiştir. Bunlar Muzeyne, Cuheyne, Eşlem, Gıfar, Dîl ve Eş-calılara mensub bedevi Araplardır. Malları ve canları güvenlik altında olsun*lar diye: iman ettik, demişlerdi. Medine'ye gelmeleri istenince geri durdular. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
Özetle, âyet-i kerime bazı bedevi Araplar hakkında hususidir. Çünkü onlar arasından yüce Allah'ın da belirttiği üzere Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimseler de vardır. Yüce Allah'ın; "Fakat teslim olduk deyin" buyru*ğu, biz Öldürülmek ve çoluk çocuğumuz esir alınmak korkusuyla teslimiyet gösterdik, demektir. İşte bu münafıkların niteliğidir. Çünkü onlar kalpleri iman etmediği halde zahiren iman etmiş görünmekle, ölüm ve esaretten kurtuldu*lar. İmanın gerçeği kalb ile tasdiktir. İslâm Peygamber (sav)'in getirdikleri*ni zahiren kabul etmektir. Bu da kişinin kanını dökülmekten kurtarır.
Ömer ibn-ul Hattab'ın Cibril kıssası ile ilgili olarak rivayet ettiği Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İslam'ın, imanın ve ihsanın ne olduğunu öğrettiği hadiste şu ifadelere yer verilmektedir:
‘...Bana imanın ne olduğundan haber ver.' Dedi ki: ‘İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine ve ahiret gününe inanmandır. Kadere, hayrının ve şerrinin Allah'tan geldiğine de inanmandır.' (Buhari, Muslim)
"İman, kalb ile bilmek (marifet), dil ile ikrar ve azalar ile amel etmektir." (İbn Mace c: 1 s: 112 (Kahraman Yay.) h. no: 65. Toshihiko İzutsu, İslam Düşüncesinde İman, 104-105.)
Alimler burada, bilgi ile alakalı, Arapça kullanımdaki iki kelimeyi inceleyerek bu sözü açıklamıştır: Birincisi (A-Li-Me) diğeri ise (A-Ra-Fe) fiilidir. Sözlük manalarına açıp baktığımızda bu kelimeler arasındaki fark hemen göze çarpar. Şöyle ki; (A-Li-Me) fiilinin manası "bilmek, tanımak (hakkında) bilgisi olmak"tır. (A-Ra-Fe) fiilinin ise bu manalara ilaveten "farkında (ŞUU-RUN-DA) olmak, keşfetmek, bir şeyi hak olarak bilmek, bir şeyin doğru olduğuna kanaat getirmek ve kabul etmek" gibi manaları da içerdiği görülür. İşte burada kalbî marifete "imandır" diyebiliriz. Ama bilgili olmak illa da iman sahibi olmayı gerektirir diye bir şey söylemek de doğru değildir. Nitekim Yahudiler Kur'ân'ın ifadesiyle Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in peygamber olduğunu kendi evlatlarının (kendilerine ait olduğunu) bildikleri gibi biliyorlardı ama yine de iman etmiyorlardı bk. Bakara 146: "Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler."
İşte, imanın kalb ile alakalı olduğunu bize bildiren daha birçok ayet ve hadis mevcuttur ileride bu konu hakkında bir kaç hususa daha değineceğiz. Bu deliller imanın kalple ilgili bir iş olduğunu bunun da tasdik ve itikad anlamına geldiğini göstermektedir.
İmanın bu genel tanımından sonra, akli iman ile nakli iman'ın ne olduğunu ve arasındaki farkın ne içerdiğine bir bakalım.
Akli İman bir insanın Müslüman olabilmesi için yerine getirmesi gereken en öncelikli bir konudur. Kelimeyi tevhidi incelediğimizde karşımıza şu gerçekler çıkmaktadır.
Şehadet ederim ki Allah'dan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu kulu ve resulüdür.
Evet, Kelimeyi tevhid'de kişiyi Müslüman yapan üç akli imanın hakikatini kısaca ele alalım.
1- Allah'a iman:
Allah Subhanehu Teala'ya iman akıl nimetini kullanarak maddenin, yani duyu organları ile hissedilen her şeyin aciz, sınırlı ve muhtaç oluşundan ve aynı zamanda sebep oluşundan dolayı, bir müsebbibe gerek duyulduğunu yani Allah Subhanehu Teala'nın varlığının vacibul vücud olduğuna kesin tasdiktir.
2- İki Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Allah Subhanehu Teala'nın kulu ve resulü olduğuna iman:
Yine aynı şekilde mümin olabilmek için bir resule kesinlikle gerek duyulduğunu ve kişilerin hayatta karşılaşacağı tüm sorunların ancak bu resul aracılığı ile çözüme kavuşturabileceğinden dolayı, Allah Subhanehu Teala'nın kelamı olan Kur'an'ı Kerime imanda akli imandır. İşte resule ihtiyaç akli bir imanın ürünü ve o resulün Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in olduğunu bize bildiren ise Kur'an'ı Kerim'dir.
İşte, bu üç konu akli iman'ın aslını teşkil etmektedir ve Kelimeyi tevhidi söyleyen her müminin aklen idrak edip, kanat getirmesi gereken bir imani husustur. Nitekim Allah Subhanehu Teala bu gerçeği Kur'an'ı Kerim'de bizlere birçok yerde hatırlatmaktadır. Buna bir örnek:
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır." (Bakara:164)
Birde nakli iman vardır ki; oda kişinin aklı ile tasavvur edemediği, yani madde ötesi olan, her şeyin nakil yani Kur'an ve Sünnet ile bildirilen, sübut ve delalet olarak kati olan her şeye iman etmektir. Örnek; Meleklere, Şeytana, Cennet ve Cehenneme ve bunun gibi birçok başka konuya nakli iman denir.
İşte, tüm bu söylenenlerden sonra akide yani imanı alimler şöyle özetlemiştir:
Akide; delile dayalı, vakıaya uygun kesin tasdiktir, iman etmektir. Akidede gerekli olan ise kesinliktir. (Takiyyuddin En-Nabhani Islam Şahsiyeti c.1)
Bu tarif üzerinde biraz durulması gerekiyor. Delil kesinliği ve vakıaya (fıtrata) uygun oluşu hakkında yine alimlerin sözlerinden anlayalım. Takiyyuddin En- Nabhani bu konu hakkında şunları söylemektedir:
Akli akide insan fıtratına uygun ise o, doğru bir akide, düşünme ve meyiller için, yani şahsiyetin oluşması için doğru bir esastır. Eğer insan fıtratına uygun değilse batıl bir akidedir ve batıl bir esastır.
Akidenin insan fıtratına uygun olması demek, insan fıtratında var olan acizliği ve düzen sahibi bir yaratıcıya muhtaçlığı kabul eder olması demektir. Diğer bir ifade ile dindarlık içgüdüsüne uygun olması demektir.
İslâm akidesi, insan fıtratında var olan tedeyyünü/dindarlığı kabul eden tek akli akidedir. Çünkü İslâm akidesinin dışındaki akideler, ya dindarlık içgüdüsüne uygunluğu akıl yerine vicdan yoluyla sağladığı için akli bir akide sayılmazlar. Veya akli bir akide olsa dahi insan fıtratında olanı kabul etmezler. Yani dindarlık içgüdüsüne uygun olmazlar. (Takiyyuddin En-Nabhani Islam Şahsiyeti c.1)
Akide'de delilin kesin yani kati oluşu ise bir çok delil'den dolayı iman'da şarttır. Bir haberin veya delilin kati oluşu o haberin ve delilin zandan arındırılmış olması demektir. Kısacası kati yani kesinliğin karşıtı zandır. Örneğin; kelimeyi tevhidin ilk şartı olan Allah'a iman bir mefhumdur. Mefhum ise; aklın vakıaya vermiş olduğu hükmün zandan arındırılmış şeklidir. Ve kişi sahip olmuş olduğu mefhumlara göre hareket eder. Kişi kaynar suyun kesin yakıcı bir şey olduğu konusunda bir mefhum sahibi ise, çayını yudumlarken bu mefhum doğrultusunda hareket eder. Aksi bir davranış, normal değildir ve davranış bozukluğu olarak nitelendirilir. İşte İman olgusu da bir mefhumdur ve kesinlik ifade etmesi gerekir. Bir mümin iman mefhumundan dolayı da normal şartlarda, onun gereği şekilde hareket eder.
Bur gerçeği Kur'an'ı Kerimde Allah Subhanehu Teala birçok ayeti kerimede burhan ve sultan lafızlarını kullanarak vurgulamaktadır. Ve yine aynı şekilde Allah Subhanehu Teala Kur'an'ı Kerimde zandan uzak durmamızı istemektedir. Bunları ifade eden ayeti kerimelere bakalım.
-Sultan ve Burhan ile alakalı ayetler:
"Yoksa O'ndan başka birtakım tanrılar mı edindiler? De ki: Haydi burhanınızı getirin!..." (Enbiya:24)
"Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak içi sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir sultan getirin!" (İbrahim:10)
"Her kim Allah'tan başka ilaha davet ederse, -ki bu hususla ilgili hiçbir burhanı yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şurası muhakkak ki kafirler iflah olmaz." (Mü'minun:117)
Ve bunun gibi nice ayetler bu konuya temas etmektedir. Bakınız: Neml 64, El-Kasas 75, Yusuf 40, Yunus 68.
-Zann ile alakalı ayetler:
"Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir." (Necm:23)
"Ve "Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri yüzünden (onları lânetledik). Hâlbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler." (Nisa:157)
"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler." (En'am:116)
Ve yine zann ile alakalı şu ayeti kerimelere bakabilirsiniz: Necm 27-28, Yunus 36, En'am 148, A'raf 71, Ali İmran 151
Devam edecek...
Kardeşiniz Mehmet Aydın