Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Terör ve İslamî hareketlerin seyri

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Seyyid Kutup, Mevdudi gibi cihadı iki anlamda kullanıyordu: Biri, sömürgeciliğe karşı savaş, diğeri toplumsal ve ekonomik kalkınmada manevi bir motivasyon. Kitapları incelendiğinde her ikisinin de kuralsız şiddet ve insanlık suçu olan 'terör' ile 'cihat' arasında daima kalın bir çizgi çizdikleri görülür. Neredeyse bütün İslamcıların ortak projesi, İslam dünyasının modernleştirilmesine matuf olarak tasarlanmıştır. Mevdudi ve Kutup'un kitaplarında cihadı, masum sivillerin hayatına kasteden kuralsız şiddet ve terör şeklinde anladıklarına dair tek bir paragraf bulunamaz.

Modern İslam'ın iki müellifi:

11 Eylül saldırısından sonra terörün kaynaklarını ve buna yol açan sebepleri araştıran bazı yazarlar, Ortadoğu'da ve giderek büyük bir öfke denizinin kabardığı Asya'da şiddet ve terörü besleyen faktörler arasında Ebu'l-A'la Mevdudi ve Seyyid Kutup'u gösterdiler. Bunlara göre bu iki müellif, 20. yüzyılda geliştirdikleri 'radikal İslam' teziyle bugünkü ve bundan sonraki terör eylemlerinin fikri temellerini atmışlardır. Eğer Müslümanlar, terörle aralarında kesin bir mesafe koymak istiyorlarsa hemen bu iki müellifle bağlarını kesmeli, bunu açıkça ilan etmelidirler. Bu da yetmez, çağımızın Selefi akımı İbn Teymiyye ve onun yorumuna dayandığından İbn Teymiyye de 'teberri edilen'ler arasında olmalıdır. Çağımızda İslam'ın modern yorumunu yapanlar var; bunların başında Pakistanlı Fazlurrahman gelmektedir.

Bu analiz çerçevesine göre, önümüzdeki dönemde çatışma, Fazlurrahman'ı esas alan 'Ilımlı İslam' ile İbn Teymiyye ve onun çağdaş yorumcuları Mevdudi ve Seyyid Kutup'u esas alan 'radikal İslam' arasında sürecektir. Bu çerçevenin ne kadar doğru ve tutarlı olduğunu ele almakta fayda var.

Gerçek olan şu ki, 20. yüzyılda Mevdudi ve Seyyid Kutup, İslam'ın düşünce hayatı üzerinde derin etkiler bıraktılar. Denebilir ki, İran İslam devriminin önemli kaynakları arasında Seyyid Kutup'un etkisi de var. Devrimden çok önce onun kitaplarını Farsçaya bugün Velayet-i Fakih konumunda olan Ayetullah Ali Hameney tercüme etmişti. Ama Seyyid Kutup'un "İslam Kapitalizm Çatışması" kitabını Türkçeye çeviren de Yaşar Nuri Öztürk'tür.

Seyyid Kutup, İhvan-ı Müslimin'in Hasan el Benna çizgisinde bir üyesi olarak hapse atıldığında Mevdudi'nin kitaplarıyla tanıştı ve ilk okuduğu "Kur'an'da Dört Terim" kitabı onun fikri ve siyasi görüşlerinde köklü bir değişikliğe yol açtı. Mevdudi, Hint yarımkıtasında İngiliz sömürgeciliğine karşı mukavemeti takviye etmek üzere cihat kavramına başvurmuş ve Müslümanların özgür ve bağımsız yaşamaları için İslami bir düzene muhtaç olduklarını etkili bir dille söylemişti. Muhammet İkbal gibi, amacı farklı olsa da sonunda onun fikirleri sömürgeciliğe karşı verilen savaşta ve Pakistan'ın bir 'İslam Cumhuriyeti' olarak kurulmasında önemli rol oynadı.

Benzer şekilde Mısır da İngiliz sömürgesiydi. İhvan başından beri sömürgeciliğe karşı İslam'ın kaynaklarına müracaat ederek halkı kendi içinde sosyal ve ahlaki dayanışmaya ve arkasından bağımsızlığa teşvik ediyordu. "İslam devleti" ve "İslami düzen" fikrini Mevdudi'den alan Seyyid Kutup, bunu Mısır'ın ve Arap dünyasının şartlarında çok daha geniş bir çerçeveye oturttu. Ona göre sorun "cahiliyye"nin sona ermesi ve yeni "bir İslam toplumunun inşaı" idi. Dili ve söylemi tabii ki sertti; ama Mevdudi gibi cihadı iki anlamda kullanıyordu: Biri, sömürgeciliğe karşı savaş, diğeri toplumsal ve ekonomik kalkınmada manevi bir motivasyon. Kitapları incelendiğinde her ikisinin de kuralsız şiddet ve insanlık suçu olan 'terör' ile 'cihat' arasında daima kalın bir çizgi çizdikleri görülür.

Bir başka nokta şudur: Mevdudi ve Seyyid Kutup'un İbn Teymiyye ve Selefi akımdan etki aldıkları doğrudur; ancak Fazlurrahman'ın da ilk çıkış noktası ve tarihte göndermede bulunduğu ana damar İbn Teymiyye ve daha entelektüel düzeydeki Selefilik'tir. Bu da gösteriyor ki, İbn Teymiyye ve Selefilik tek başına ne modern İslamcılığı ne de günümüz olaylarını açıklamaya yeter. Mevdudi ve Seyyid Kutup'un siyasi analiz ve fikirleri belli bir siyasi ve toplumsal konjonktürde teşekkül ettiğinden sonraları birçok yerde ve mesela Türkiye'de belli bir eleştiriye tabi tutuldular. Ama her ikisinin siyasi görüşlerinin ötesinde iki yüzyıllık 'tecdit hareketi'ne yaptıkları önemli katkıları var. Mevdudi'nin 'Tefhimü'l-Kur'an' ve Seyyid Kutup'un 'Fi Zilali'l-Kur'an' adlı tefsirleri onların ilmi kudretlerine ve bundan sonraki İslami mirasa kalıcı katkılarına işaret etmektedir. İki eser de "modern tefsir"dir.

Şiddet ve terörü anlamaya çalışırken, Mevdudi ve Seyyid Kutup'u merkeze oturtan anlama çerçevesi bize çok açıklayıcı bilgiler vermez. Buna yol açan nefretin derin kaynaklarına ve burada üreyen dehşet verici başka faktörlere yönelmek lazım.

İslamcıların siyasi projesi:

Seyyid Kutup ile Malik Binnebi arasında süren bir tartışma, İslam dünyasının modern sürece katılırken başvurması gereken temel enstrümanın seçimi konusunda bize açıklayıcı bir fikir verebilir. Seyyid Kutup İngiliz sömürgesi altındaki Mısır ve İslam dünyasının geri kalan büyük bölümü için kurtuluşun öncelikle bağımsızlıkta yattığını söylüyordu. Bu, kuşkusuz dönemin sol, milliyetçi ve sağcı bütün aydınların yabancısı olmadığı bir fikirdi. Seyyid Kutup'u diğerlerinden ayıran şey, onun iktidar ilişkisinin düzenlendiği alan olarak siyasetin dönüştürücü gücüne duyduğu inanç ve bunun da çok belirgin bir İslamî çerçeve içinde yürütülmesi gerektiğine ilişkin kuvvetle savunduğu görüşlerdi. Her ikisinin ortaklaşa 'devlet'in belirleyici, düzenleyici ve ıslah edici fonksiyonlarına dair düşünceleri ortaktı. Mevdudi, sömürge sonrasında Müslümanların kuracağı bir devlette İslamiyet'i kurucu bir ideoloji olarak görüyor, bu devlette Müslümanların yanında gayrimüslimlerin de özgür ve refah içinde yaşayabileceklerini söylüyordu. Ona göre siyasi rejime tam Batılı anlamda demokrasi denmese de yine bir tür demokrasi denebilirdi. Seyyid Kutup, Mevdudi'den daha fazla bir şey öneriyordu: "İslam toplumu" inşa etmek. Kutup, açık ve kesin bir dille mevcut Arap ve İslam toplumlarının birer "cahiliye toplumu" olduklarını söylüyordu; öyle ki, geleneksel alimlerden ayrılarak, verili durumda genel geçer olan örflerin, teşrie temel teşkil edecek "geçerli örf" olamayacaklarını düşünüyordu. "Geçerli örf" olamazlardı; çünkü örf, ümmetin tarihte ve halihazırdaki icmaıdır; İslam dünyası ise sömürgecilik, Batı etkisi, yozlaşma, yoksulluk ve içine düştüğü kimlik krizi dolayısıyla tipik bir "cahiliye" olduğundan, onun sahih anlamda referans alınacak örfünden de söz edilemezdi.

Seyyid Kutup için "cahiliye"yi ortadan kaldıracak ve yerine "İslam toplumu"nu ikame edecek olan şey, iktidar ilişkisini Tevhid inancına bağlı insanların düzenlediği yeni bir siyasi zihniyet ve bu zihniyet değişiminin imkan vereceği genel devrim olacaktı. Kısaca siyasete ve devletin dönüştürücü gücüne Seyyid Kutup büyük bir ümit bağlamıştı.

Malik Binnebi, buna itiraz ediyordu. O, tarihe, yakın gelişmelere ve sürüp giden konjonktüre daha farklı bir perspektiften bakarak, siyasetin geçici, aldatıcı etkisi olduğunu, asıl olanın Müslümanların tarihte olduğu gibi bugün de büyük bir "medeniyet projesi"yle tarih sahnesine çıkmaları gerektiğini söylüyordu. Ona göre, burada yapılması gereken şey, "insan", "toprak" ve "zaman" faktörlerini uygun şartlarda bir araya getirmekten ibaretti.

Malik Binnebi, medeniyetler için, "Ruh çağı", "Akıl çağı" ve "Eylem çağı" olmak üzere üç dönem biçiyordu. Ruh çağında medeniyetler coşkun nehirler gibidir; kabarır, taşar, yerinde duramaz. Medeniyeti ve aynı zamanda entelektüel ve sosyal iktidarı bu ruh kurar. Bunun arkasından bilimlerin, tefekkürün, sanat ve kurumların rol almaya başladığı akıl çağı gelir. Bunun belli bir süresi var. Son aşamada ruhun verdiği enerjiyle aklın kurduğu miras son nesiller tarafından tüketilir. Bu medeniyetin ölüme doğru gittiğinin resmidir. Malik Binnebi'ye göre Batı medeniyeti rönesans ve sömürgecilikle ruh çağını, 18 ve 19. yüzyıllarda akıl çağını tamamlamış, şimdi eylem çağına girmiştir. İslam dünyasındaki büyük hareketlilik ise, İslam'ın yeni bir ruh çağına girdiğinin göstergesidir. Bu süreç çok çetin ve sancılıdır.

Saydığımız bu isimler dahil neredeyse bütün İslamcıların ortak projesi, İslam dünyasının modernleştirilmesine matuf olarak tasarlanmıştır. Hiç kimsenin toplumu "geriye götürme" düşüncesi olmamıştır. Modernleşme sürecinde İslam temel bir referans çerçevesi olarak alınmış, bu arada birçok kavram gibi 'cihat' da, dönüştürücü, motive edici ve entelektüel ruhsal düzeyde yeniden dirilişin kaynağı olarak kullanılmıştır. Mevdudi ve Kutup'un kitaplarında cihadı, masum sivillerin hayatına kasteden kuralsız şiddet ve terör şeklinde anladıklarına dair tek bir paragraf bulunamaz. Böyle olmakla beraber, hem Mevdudi ve Kutup'un, hem de ikinci nesil İslamcıların ağırlıklı olarak 'sivil İslam'dan çok, devletin merkeze alındığı 'resmi İslam'a yaptıkları vurgu sorunludur ve bu hem Türkiye'de, hem başka yerde yeterince eleştiri konusu olmuştur.

(Ali Bulaç)

GELİN İSLAM OLALIM..!
 
A

aktifus

Guest
Düşmanı yenmenin yolu kendini ve onu çok iyi tanımaktır. Kurtuluş savaşını kazanmamızın sebebi düşmanın bizi küçümsemesi ve neler yapabileceğimizi bilmemesiydi.
Bence islam aleminin eksiği akıl ve duygu dengesini sağlayamaması. Tamamen duyguya yönelmiş veya bilerek yöneltilmiş durumdalar.
 
Üst Alt