Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tekfir

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
Tekfir (birinin küfrüne hükmetme) konusu? Büyük günahları işleyen ve İslâm’ın bazı esaslarından taviz veren insanların tekfir edilmesine ( küfre girdiklerine hükmedilmesine) ne dersiniz?

Günümüzdeki ahlâk çöküntüsü ve inanç zafiyeti, bazı Müslümanları gayrete getirirken, bazılarını da ümitsizliğe düşürüyor. Bu ikinciler, içlerindeki feverana yön veremediklerinden, teselliyi, günahkârlara sövmede, âsilere çatmada, onları kâfirlikle itham etmede buluyorlar.

Şeytan, bu gibi Müslümanları büyük bir tehlikenin ve dehşetli bir uçurumun kenarına itiyor.

Bu konuyla ilgili olarak, Peygamber Efendimizi (asm.) dinleyelim:
“Kim kardeşine kâfir derse, ikisinden biri mutlaka kâfir olmuştur. Eğer itham edilen kâfir değilse, küfür itham edene döner.”
Karşımıza günah işleyen, tanımadığımız biri çıkınca iç âlemimizde bir kavga başlıyor: Kötüye yormakla (su-i zan), iyiye yormak (hüsn-ü zan) arasında kalıyoruz. Nefis diyor ki, bu adam kâfir olmasa bu büyük günahı işlemez. Akıl ve vicdan ise, “Büyük günah işlemek kişiyi kâfir etmez, belki bu günahı küfründen değil de nefsine hâkim olamadığından yahut cehaletinden işlemektedir; günahkârdır, fâsıktır, ama kâfir olduğunu hemen iddia etmemek gerekir.” diyerek tedbir yolunu tutuyorlar.

“Günah-ı kebâir (büyük günahlar) işleyen kâfir midir?” tartışması ehl-i sünnet âlimleri ile Haricîler ve Mûtezile arasında asırlarca sürdü. Haricîler büyük olsun küçük olsun her günah işleyenin kâfir olup ebediyen cehennemde kalacağını iddia ederlerken, Mûtezile, büyük günah işleyenin ne kâfir ne de mümin olmayıp, imanla küfür arasında kalacağını savundu. Böylece her iki grup da hakikatten uzaklaşarak dalâlete düştüler. Bu kavganın sonunda galibiyet ehl-i sünnetin oldu.

Yahya bin Muaz buyuruyor: “Bir anlık iman, yetmiş yıllık küfrü mahveder, yok eder. Nasıl oluyor ki yetmiş yıllık iman, bir anlık günahla yok oluyor.”
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir.” (Maide Sûresi, 44)âyet-i kerimesini yanlış tefsir ederek, “Allah’a isyan eden, günah işleyen herkes kâfirdir.” diyen haricîlere karşı, ehl-i sünnet âlimlerinin görüşlerini bir kimyager gibi tahlil eden Fahreddin-i Râzi hazretleri, Tefsir-i Kebirinde, bu hususta en isabetli görüşün Hz. İkrime’ye (r.a.) ait olduğunu ifade buyurur.

İkrime hazretlerinin şu ifadelerini hep birlikte okuyalım:
Hak Teâlânın ‘kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse...’ ifadesi, hem kalbi hem de lisanıyla inkâr edenleri içine almaktadır. Kalbiyle onun Allah’ın hükmü olduğunu bilip ve lisanıyla onun Allah’ın hükmü olduğunu ikrar edip, buna zıt olan şeyleri yapan kimseye gelince, o da Allah’ın indirdiğiyle hükmetmiş, ama onu bilfiil yapmamış olur. Binaenaleyh, böyle bir kimsenin bu âyetin hükmüne dahil olması gerekmez...” (Tefsir-i Kebir-9/86)

Tekfir meselesine küfrün tarifinden başlayalım. Küfür nedir?.. Lügat mânâsıyla küfür, nimete karşı nankörlük etmek, nimeti gizlemek, küfran etmek mânâsına geliyor. Dinî terim olarak, küfür, “Hiçbir zorlama olmaksızın kendi irade ve isteğiyle iman hakikatlerini inkâr ve tekzip etmek yahut tasdik etmemek, iman edilmesi gereken mukaddesatı tahkir etmek, onlarla alay etmek, haramı helâl, helâli haram kabul etmek” mânâsına gelir.

İman, nasıl kalbin tasdiki ve lisanın ikrarıyla sabit oluyorsa, küfür de aynı yolla sabit olur. Bu noktada karşımıza “elfaz-ı küfür” bahsi çıkıyor, yâni küfür olan sözler. Bu sözleri söylediğini işittiğimiz bir kimseye hemen kâfir diyebilir miyiz? Burada âlimlerimiz bize şu soruyu yöneltiyorlar: Onun kalbi hakkında bilgin var mı? O sözü cehaletinden mi söylüyor, yoksa mukaddesata düşmanlık namına yahut onunla alay etmek niyetiyle mi? Bu nokta çok önemlidir. Ve bu incelik, fiiller için, ameller için de geçerlidir.

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, “tekzib-i fiil ile adem-i fiil arasında büyük fark vardır” diyerek bu noktaya dikkatimizi çekiyor. Tekzib-i fiil, bir işin, bir hareketin, bir vazifenin inkâr edilmesi, “Öyle bir şey yoktur.” denilmesi; adem-i fiil ise, o işin, o fiilin, varlığı kabul edilmekle birlikte, yapılmaması, yerine getirilmemesidir. Namazı inkâr etmek başka, namaz kılmamak daha başkadır. Birincisi tekzib, ikincisi ise adem-i fiildir.

Buna göre, bir insan Kur’an-ı Kerimin namaz emrini inkâr ederse küfre girer; ama bu emri kabul ettiği halde namaz kılmazsa kesinlikle kâfir olmaz. Haramları işlemek de böyledir. Faiz alıp vermenin İlâhî bir yasak olduğunu kabul eden bir insanın nefsine mağlûp olarak bu haramı işlemesi hâlinde kâfir olmayacağı açıktır.

Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevî hazretlerini dinleyelim: “Bir kimsenin sarf ettiği bir söz, birçok yönleriyle küfrü gerektiriyor da bir yönüyle küfürden kurtarıyorsa, müftünün onu tercih etmesi gerekir. Zira Müslümanlar hakkında hüsn-ü zan (iyiye yormak) esastır.”
Bu ilim saçan ifadelerde iki yaramızı birden seyrediyoruz. Birisi, “su-i zan”, yâni kötüye yormak, olumsuz değerlendirmek. Diğeri de, müftünün görevini herkesin yüklenmesi.

Gümüşhanevî hazretleri devamla şöyle buyuruyor: “Şu var ki, bu adamın niyeti küfür değilse Müslümandır, fakat niyeti küfür ise müftünün fetvası onu kurtarmaz” (Ehl-i Sünnet İtikadı, s.68)

Tekfir konusunda Risale-i Nur Külliyatından “Sünuhat” adlı eserde yer alan şu doyurucu ifadeleri, bu asrın insanı çok iyi değerlendirmelidir. Yoksa hem kendisi büyük günaha girer, hem de bilmeyerek karşısındakini İslâm’dan uzaklaştırır:

“Meselâ: Demiş bu şey küfürdür. Yâni, o sıfat imandan neş’et etmemiş, o sıfat kâfiredir. O haysiyet ile o zât küfür etti, denilir. Fakat mevsufu ise mâsume ve imandan neş’et ettikleri gibi, imanın tereşşuhatına da hâize olan başka evsafa malik olduğundan o zât kâfirdir denilmez. İllâ ki, o sıfat küfürden neş’et ettiği yakînen biline... Zira başka sebepten de neş’et edebilir. Sıfatın delâletinde şek var. İmanın vücudunda da yakîn var. Şek ise yakînin hükmünü izale etmez. Tekfire çabuk cür’et edenler düşünsünler!...” (Sünuhat, 20)
Demek ki, bir müminde, imandan kaynaklanmayan belki cehaletten, sefahatten yahut daha başka bir kaynaktan beslenen sıfatlar bulunabilir. Bu sıfatlara “kâfire” tabir ediliyor. Yine o müminin, imanından kaynaklanan birçok da mâsum sıfatı bulunuyor. İşte bu sıfatlar, o zâta kâfir dememize mâni. Onun dilinden küfrü icap eden bir söz çıkmışsa, yahut o mümin, imandan kaynaklanmayan ve ancak kâfirlere yakışacak fiiller işlemişse, yukarıda verilen ölçüye göre, bunların küfürden doğduğunu, yâni o adamın küfür niyetiyle bunları yaptığını kesinlikle bilmedikçe kendisine kâfir diyemeyiz. “Sıfatın delâletinde şek var.” cümlesi kesin hüküm vermemizi engelliyor.

Yâni yaptığı işin, söylediği sözün, taşıdığı sıfatın onun kâfir olduğuna delil olması şüpheli. Bunları küfür kastıyla yaptığını kesin olarak bilemiyoruz. Ama kendisinin mümin olduğunu biliyoruz. Kendisinden sorsak, ben müminim, Müslümanım diyecektir.

Buna göre imanın delâletinde yakîn var, kesinlik var, katiyet var. Ama küfrün varlığında şek, yâni şüphe var, zan var, tahmin var. Biz kesin bilgimizi, şüphe ile iptal edemeyiz ve o adama kâfir diyemeyiz.

El-Ezherî’nin “Kur’ana mahlûk diyen kimseye kâfir denilebilir mi?” sorusuna verdiği şu cevap çok harikadır:

Söylediği şey küfürdür!.. Soru kendisine üç defa tekrar edilir. Hep aynı cevabı verir ve sonunda şöyle buyurur:

Bazen Müslümanın ağzından küfür çıkabilir.
 

tevhid davetcisi

New member
Katılım
19 Şub 2007
Mesajlar
101
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
MÜŞRİKLERİ TEKFİR ETMENİN HÜKMÜ




Muhammed b. Abdu'l Vehhab şöyle diyor:

"Tevhid akidesine aykırı hareket edenler çeşit çeşittir. Bunlar içinde muhalefetçe en aşırı olanı, tıpkı bugün birçok kimsenin yaptığı gibi, bütün konularda İslam'a aykırı hareket eden; şirki kabullenip, bunu kendine din edinerek tevhidi inkar eden ve batıl kabul eden kimsedir!

Bunun sebebi; kitap ve sünnette bildirilen gerçekleri ve tevhidin esaslarını bilmemeleri, şirki ve heva ve hevese uymayı bırakmamaları, atalarının ve benzerlerinin rasullere düşmanlık gösterdiklerini bilmelerine rağmen onların yaptıkları batıl davranışları yapmayı sürdürmeleri, onların yolundan gitmeleridir ki, bunun temelinde cehalet yatmaktadır. Öncekiler, tevhid ehlini yalanlayıp iftiralarda bulunurlarken, getirdikleri tek gerekçe şu olmuştu:

"Biz atalarımızı da böyle yaparken gördüğümüzden dolayı bunları işliyoruz."

İşte bu zihniyete sahip olan insanlar ve onlardan sonra gelenler "La ilahe illallah" kelimesiyle çelişip ifade ettiği mananın aksine hareket ettiler. Bunun kapsadığı dini manayı anlamadılar ve anlamak da istemediler. Oysa ki yüce Allah, bu kapsamın dışında bir din istememekte ve İslam dininden başka bir din kabul etmemektedir. Zira yüce Allah, tüm nebi ve rasullerini bununla göndermiş ve hepsinin daveti İslam üzerinde ittifak etmiştir. Yüce Allah, bu gerçeği rasulleriyle gönderdiği kitabında insanlara açıkça bildirmiştir.


Muhammed b. Abdu'l Vehhab şöyle diyor:

"Bir takım kimseler de yalnızca Allah'a (c.c.) ibadet ettikleri halde, müşrikleri tekfir etmiyor ve onlara düşmanlık beslemiyorlar."

Şurası bilinen bir gerçektir ki, müşrikleri tekfir etmeyen bir kimse tevhidi bilmiyor ve yaşamıyor demektir. Çünkü tevhid; ancak, müşrikleri ve tağutu tekfir etmekle gerçekleşir.


Muhammed b. Abdu'l Vehhab şöyle diyor:

"Kimisi de, müşriklere düşmanlık gösteriyor; fakat onları tekfir etmiyor."

İşte bu da yine "La ilahe illallah" kelimesinin manasını kavrayamamaktan ileri gelmektedir. Halbuki bu kelime şirki reddetmeyi gerektirdiği gibi, aynı zamanda bunu işleyen kimseleri de tekfir etmeyi gerektirir. Bu konuda alimler icma etmişler. Ayrıca "İhlas" ve "Kafirun" surelerinde de bu gerçek dile getirilmiştir.

Muhammed b. Abd'l Vehhab, "Mümtahine: 60/4" ayetinde geçen " Sizi tekfir ettik" sözüyle ilgili olarak şöyle diyor:

"Kim Kur'an'ın kafir kabul ettiğini kafir olarak kabul etmezse, rasullerin getirdiklerine muhalefet etmiş olur."


Muhammed b. Abdu'l Vehhab yine şöyle diyor:

"Kimileri de var ki, ne tevhidi seviyor ne de buğzedilmesi gerekenlere buğzediyor."

Tevhidi sevmeyen kimse muvahhid olamaz. Çünkü tevhid, yüce Allah'ın kulları için razı olduğu dinidir.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"...Ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim..." (Maide: 5/3)

Şayet kişi, Allah'ın (c.c.) razı olduğu şeye rıza gösterseydi ve bunun gerekleriyle amel etseydi, kesinlikle tevhidi severdi. Zira sevgi olmadan İslam'dan sözedilemez. İslam, ancak tevhidi sevmekle mümkün olur.


Şeyhü'l-İslam İbni Teymiyye de şöyle diyor:

" İhlas, Allah sevgisinden geçer ve O'nun rızasını istemeye bağlıdır. Kim Allah'ı severse, Allah'ın dinini de sever. Eğer Allah'ı sevmiyorsa, dinini de sevmiyor demektir (veya dinini sevmiyorsa Allah'ı sevmiyor demektir)."


Muhammed b. Abdu'l Vehhab diyor ki:

"Kimileri de var ki, şirki sevmiyor; fakat şirke buğzetmiyor da."

Eğer bir kimsenin durumu böyle ise bu, onun henüz şirki terketmediğini gösterir. Allah'tan başkasına kulluğu reddetmesi gerekirken bunu yapmamıştır. İşte bu kimse, İslam'dan bir şey taşımadığından İslam ona mal ve can güvenliği tanımaz. Nitekim, önceki hadis buna delil oluşturur.


Muhammed b. Abdu'l Vehhab şöyle diyor:

"Kimileri de şirki bilmedikleri için müşrikleri tekfir etmiyorlar."

Böyle bir kimse de muvahhid olamaz. Muvahhid olabilmesi için şirki terketmesi ve ondan uzak durması gerektiği gibi, şirk fiilini işleyenlerden de uzak durması ve bunları tekfir etmesi gerekir. Kim, bu kelimenin içerdiği manaya göre hareket etmezse, iman etmiş sayılmaz. Bu durumda İslam üzere değildir ve İslam'dan birşey bilmiyor demektir. Çünkü kim, bu kelimenin kapsadığı manayı; ilme ve yakine dayandırarak doğrulamak suretiyle, ihlas ve sevgiyi de ön planda tutarak kabul etmez ve buna boyun eğmezse, o, bu kelimenin gereklerini yerine getirmemiş demektir. İşte bu kimseler, hak din üzere olmadıklarından muvahhid olamazlar. Bunlar "La ilahe illallah" demiş olsalar da, bu kelimenin nelere delalet ettiğini ve neleri kapsadığını bilmemektedirler.


Muhammed b. Abdu'l Vehhab diyor ki:

"Kimileri de tevhidi bilmediklerinden dolayı inkar edilmesi gereken şeyleri inkar etmiyorlar."

Bu da tıpkı bir önceki paragrafta geçen ifadeye benzemekte, kişilerin ne için yaratıldıkları ya da dinleri konusunda ne yapmaları gerektiği hususunda bir bilgileri olmadığını göstermektedir. Oysa, bütün rasuller toplumlarına bunları anlatmak için gönderilmişlerdi. Bu şekilde olan kimselerin durumu yüce Allah'ın, haklarında:

"...Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler, belki de yolca daha sapıktırlar." (Furkan: 25/44) buyurduğu kimseler gibidir.


Muhammed b. Abdu'l Vehhab diyor ki:

"Kimileri de -ki bunlar en tehlikelileridir- tevhidle amel eder, tevhidin kıymetini bilmez, tevhidi terkedenlere buğzetmez ve onları tekfir de etmez."

Muhammed b. Abdu'l Vehhab'ın, "Bunlar en tehlikelileridir" ifadesini kullanmasının sebebi şudur:

Çünkü bunlar amel ettikleri şeyin kıymetini bilmiyor, tevhidin ağır şartların da gereğince yerine getirmiyorlar. Halbuki tevhidi doğrulayacak ve sahih hale getirecek olan, bu şartlardır ve bunlar kesinlikle gereklidir.

Daha önce de açıkladığı gibi tevhid; delillere dayanarak müşriklerin kafir olduklarını bildirerek onlara düşmanlık göstermeyi, şirkten uzak durmayı, şirki reddetmeyi gerekli kılar. İşte bu kimseler, ancak kendi kendilerini aldatıyorlar. Çünkü bunlar, ihlas kelimesi de dediğimiz, "La ilahe illallah" kelimesinin, içerdiği hususların hiçbirini yerine getirmiyorlar.


Muhammed b. Abdu'l Vehhab diyor ki:

"Kimileri de, kendince şirki terkediyor ve doğru bulmuyor; fakat şirki tanımıyor da."

İşte böyleleri bir öncekilere oldukça yakındırlar; ancak şirkin ne demek olduğunu henüz takdir edememektedirler. Eğer şirkin ne demek olduğunu takdir edebilselerdi, o zaman muhkem ayetlerin delalet ettiği şeyleri yerine getirirlerdi. Tıpkı İbrahim (a.s.)'ın şu ifadelerindeki gibi:

"... Doğrusu ben, beni yaratan hariç, sizin taptıklarınızdan uzağım." (Zuhruf: 43/26)

"... Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tekfir ettik. Yalnızca Allah'a inanmanıza kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..." (Mümtahine: 60/4)

Şirki bilen ve terkeden bir kimsenin mutlaka; müşrik olan abidden ve tağuttan uzak durması, inananlarla dost olup, şirke ve müşriklere buğzetmesi, onlara karşı kin ve öfke beslemesi, onları düşman olarak kabul etmesi gerekir.

İşte bu iki çeşit insan tipi, İslam iddiasında bulunan birçok kimseyi içine alan insan tipleridir. Bunlar, kendilerini kamil anlamda muvahhid yapacak olan tevhidin gereklerini, sırf bilgisizliklerinden dolayı yerine getirmemekte, ihlas kelimesinin neleri gerektirdiğini ve neleri yasakladığını bilmemektedirler.Doğrusu dini, gerçek manasıyla bilmeyen aldanmışların sayısı ne kadar da çoktur.

Açıkça anlaşıldığı gibi yüce Allah, bunların hepsini kafir olarak kabul etmekte ve muhkem ayetlerinde onları bize tanıtmaktadır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Müşriklerin, kendilerinin kafirliğine bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah'ın mescidlerini imar etme yetkileri yoktur..." (Tevbe: 9/17)
Durum sünnette de aynen bu şekildedir.


İbni Teymiyye diyor ki:

"Tevhid ve Sünnet ehli, rasullerin haber verdikleri şeyleri tasdik edip emrettikleri şeylere itaat eder, dediklerini anlayıp kavrayarak gerekleriyle amel ederler. Aşırıların tahrif ve yanlışlarını reddederek, cahillerin tevillerine karşı çıkarlar. Rasullere muhalefet edenlerle, sırf Allah'a (c.c.) yaklaşmak ve O'nun rızasını kazanmak için, cihad ederek, mükafaatlarını onlardan değil, yalnızca yüce Allah'tan (c.c.) beklerler.

Cahiller ve aşırı giden taşkınlarsa, nelerin emredilip nelerin yasaklandığını ayırdedemediklerinden, nelerin doğru, nelerin de yanlış olduğunu fark edemez, rasullerin amacını kavrayamaz, rasullere itaat yollarını da araştırmazlar. Aksine, getirilen şeyler hakkında cahil ve kendilerine verilenler konusunda bilgisizdirler. Sadece kendi amaçlarını yüceltip durmaktadırlar."


Muhammed b. Abdu'l Vehhab diyor ki:

"Bizler şunu çok iyi biliyoruz ki, Rasulullah (s.a.v.) asla ölü olan salih kimselerden, rasullerden ya da başkalarından yardım istemeye izin vermemiş, ölü ya da diri hiç kimse için secde edilmesini emretmemiş, bilakis bütün bunları ve benzerlerini yasaklamıştır. Bu konudaki aşırı cehalet, sonradan gelen nesillerin risalede ilgili eserleri bilememelerinden kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan mesele açıkça ortaya konup izah edilmedikçe, bunları tekfir etmenin bir faydası yoktur. Yani Rasulullah'ın (s.a.v.) onların yaptığı şeyin aksini getirdiğini onlara kanıtlamadıkça onların gözleri önüne gerçekleri açık ve net bir şekilde sermedikçe, bu kimselerin tekfiri doğru olmaz."

Bir kimse açık bir küfür işlemedikçe veya küfründe ısrar etmedikçe tekfir edilmez. Muhammed b. Abdu'l Vehhab, birtakım kimselerin Zeyd b. Hattab'tan yardım istediklerini duyduğunda:

"Allah Zeyd'den daha hayırlıdır." dedi. Böylece direk olarak karşılarına dikilmedi. Yumuşak sözlerle onları şirkten uzaklaştırmak için çabaladı. Çünkü burada önemli olan maslahattır, yoksa nefret değildir.




27.02.2007, 11:52
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
metin kardesim ne kadar komik hale düsüyorsun su mesajinla alolah iyiligini versin emi savundugun seyi böyle dile getirerekmi hakli olmayi seciyorsun
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
metin kardesim ne kadar komik hale düsüyorsun su mesajinla alolah iyiligini versin emi savundugun seyi böyle dile getirerekmi hakli olmayi seciyorsun



Hak Allahindir bize düsmez baktim aynen söyledigim gibi kimi oraya kimi buraya hic biri ISLAMA ISLAMA demiyor bende bunu dedim ne var cokmu gördünüz?
 

yýldýz

New member
Katılım
22 Ağu 2006
Mesajlar
1,359
Tepkime puanı
8
Puanları
0
İNKAR EDEN SEVİLMEZ

A'RAF SURESİ
93- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkara sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?"
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
İNKAR EDEN SEVİLMEZ

A'RAF SURESİ
93- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkara sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?"

yildiz kardes

ayeti nasil neye vurguladigini daha acik sekilde anlatirsan sevinirim lakin burdaki olayla alakali bu ayeti öne sürersen cok yanlis olur

simdi bende söyle bir ayet yazsam ve sadece bunu yazip biraksam ne anlarsin

hud-9Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur.
hud-10Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette "Kötülükler benden gitti" der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
yildiz kardes

ayeti nasil neye vurguladigini daha acik sekilde anlatirsan sevinirim lakin burdaki olayla alakali bu ayeti öne sürersen cok yanlis olur

simdi bende söyle bir ayet yazsam ve sadece bunu yazip biraksam ne anlarsin

hud-9Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur.
hud-10Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette "Kötülükler benden gitti" der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir


Selam,Simdi bir birimizi zan altinda birakma yarisimi var?


LaSiia LaSünnia LaVahabiya ISLAMA ISLAMA
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
nahl-33Dini inkâr edenler ille kendilerine meleklerin gelmesini, nahl-34yahut Rabbinin azap emrinin gelmesini mi bekliyorlar?Onlardan öncekiler de böyle yaptılar.Allah zulmetmedi onlara, kendi canlarına zulmediyordu onlar! Kendilerini buldu, yaptıkları kötü işler.Sarıp kuşatıverdi onları alay ettikleri şeyler

bakara-8Öyle insanlar da vardır ki "Allah'a ve âhiret gününe inandık." derler; Oysa iman etmemişlerdir.

9. Akılları sıra Allah'ı ve iman edenleri aldatmayı kurarlar. Kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında değiller

10. Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını daha da ilerletti. Bu yalancılık (ve samimiyetsizlikleri) sebebiyle bunlara gayet acı bir ceza vardır.

11. Ne zaman onlara: "Yeryüzüne fesat saçmayın!" denilse "Biz sadece barışçıyız, ortalığı düzeltmekten başka işimiz yok!" derler.

12. Gözünüzü açın, bunlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin şuurları yok, farkında değiller

13. Ne zaman onlara: "Şu güzel insanların iman ettiği gibi siz de iman edin." denilse "Yani o beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanalım?" derler. Asıl beyinsizler kendileridir de farkında değiller.
 

tevhid davetcisi

New member
Katılım
19 Şub 2007
Mesajlar
101
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
evet inananların inandığı gibi selefin inandığı gibi inanmazlar.
rab kuldur derler bizim seviyemiz farklı derler.
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Kimse kimseyi tekfir edince O
kişi din dışı oldu diye bir husus yoktur.Tekfirde eden edilenden daima zararlıdır.
İnsanları tekfir ederek enemize hitab edeceğimize kendimizi muhasebeden geçirmek şu an en geçerli yoldur.
 

tevhid davetcisi

New member
Katılım
19 Şub 2007
Mesajlar
101
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Peki Sence

Rab Kuldur Kul Rabdir Diyenler Ve Onlara Buyuk Evliya Diyenlerde Tekfir Edilmemelimi Sinang.
Seyyid Kutub Hicde Oyle Demedi.
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
Kimse kimseyi tekfir edince O
kişi din dışı oldu diye bir husus yoktur.Tekfirde eden edilenden daima zararlıdır.
İnsanları tekfir ederek enemize hitab edeceğimize kendimizi muhasebeden geçirmek şu an en geçerli yoldur.

BEN SENIN DÜSÜNCENI SAVUNURUM YANLIZ NASIHATINI ALAMAMKI CÜNKÜ SEN BU OLAYI ÖYLE BIR YERDE ANLATIYORSUNKI ASIL ENEYI SEN KENDINDE VASFEDIP INSANLARA SUNUYORSUN BU OLAYA YAPMIS OLDUGUN YORUM BIR CVP DIR VE KENDI ENENI ÖN PLANA CIKARIR BUNDA BÜYÜK BIR ZARAR YOKTURKI ILERIYE GÖTÜRMEYENE KADAR TABIKI-...............
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Bu ille bir nasihat olsun diye yazılmış bir yazı değildir,ayrıca bir uzlaşma zemini oluşturmakta niyetimizde yoktur.
seyyid kutub tekfirci değildi,o cahiliye ile islam arasındaki yoğun ayrışmayı ortaya koymaya çalışmıştır.
 

tevhid davetcisi

New member
Katılım
19 Şub 2007
Mesajlar
101
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
soruma cevab ver kardeş

RAB KULDUR DIYENLER
YETİŞ YA GEYLANİ MEDET

DİYENLER TEKFİR EDİLMEZMİ?
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Tekfire Dair

Tekfire Dair

Bir müslümanı veya müslüman kabul edilen bir kimseyi küfre nisbet etmek; küfre girdiğini söylemek.

Küfür içerisinde olan bir kişi bu durumdan kurtulup müslüman olabileceği gibi; müslüman olan bir kişi de dinden dönerek küfre girebilir. Ancak müslüman olan bir kimsenin hangi durumlarda küfre girebileceği; küfür ile iman arasındaki sınırın tayini tarih boyunca mezhepler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Hatta bir mezhebe bağlı âlimler bile bazen farklı görüşler ileri sürebilmektedir. Bu konudaki tartışma, Haricîlerin ortaya çıkışıyla, yani Hz. Ali'nin döneminden günümüze kadar devam ede gelmektedir.

Hz. Ali ile Muaviye arasındaki anlaşmazlığın çözüme kavuşturulması için hakeme gidilmesini isteyen, sonra hakem olayının arzu edilen şekilde sonuçlanmaması üzerine daha önce Hz. Ali ordusunda bulunan, hatta hakemi kabul etmesi için ısrarda bulunanlardan bir gurup başkaldırmış ve Hz. Ali'yi, Allah'ın hükmünü bırakarak beşerin hükmüne başvurmakla itham etmiş ve Hz. Ali ile hâlâ ona taraftarlık yapanların küfre girdiklerini ileri sürmüşlerdi. Haricî olarak adlandırılan bu gurubun bu davranışlarıyla İslâm tarihinde tekfir meselesi gündeme gelmiş, bilahare çeşitli nedenlerle bazen haklı ve bazen haksız olarak tekfir daima müslümanların gündemini işgal etmeye devam etmiştir .

Bu şekilde davranmaları onların sert mizaçlı, müsamahasız ve nassların anlattığı incelikleri anlamaktan uzak kimseler olduklarını ortaya koymaktadır .

Amel-iman ilişkisine dair belli başlı mezheplerin görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

a) Haricîler

Değişik fırkalara bölünmüş olan Haricîler, büyük günah işleyen ve tövbe etmeden ölen kişinin ebedî olarak cehennemde kalacağına dair ittifak etmişlerdir. Ancak böyle bir günah işleyen kimse, müşrik anlamında bir kâfir midir, değil midir? Bu konuda aralarında ihtilaf vardır. Bazılarına göre ise, mümin değildir ama muvahhiddir. Küfre girmiştir ama onun küfrü, küfran-ı nimet kabilinden bir küfürdür. Tövbe etmeden öldüğü takdirde cehennemde ebedî olarak kalacaktır.

Haricîler, büyük günah işleyen kimseyi tekfir ederken, şeytanın, Hz. Âdem'e secde etmemesinden dolayı küfre girdiğini bildiren şu ayeti delil olarak zikrederler; "Bir zamanlar biz, meleklere (ve cinlere); "Adem'e secde ediniz " dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O, yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu" (el-Bakara, 2/34). Onlara göre şeytan Allah'a itaatkâr ve O'nu bilen biriydi. Hz. Âdem'e secde etmekten kaçınarak büyük günah işlemiştir. Bu nedenle kâfir olarak lanetlenmiş ve cehennemde ebedî olarak kalacağına hükmolunmuştur (Şehristânî, Nihayetu'l-İkdam fî İlmi'l-Kelâm, Bağdat t.y 471).

Böylece onlara göre her büyük günah işleyen kişi, Allah'a başkaldırma ve O'na isyan etme kasdıyla günah işlemektedir ve bu nedenle de imandan çıkmış küfre girmiştir.

b) Mutezile

Onlara göre müslüman iken büyük günah işleyen kimse tekfir edilemez ama bu kimse mümin de değildir. İki makam arasında bir yerdedir ve bulunduğu mertebe fısk olarak adlandırılır. Tövbe etmeden öldüğü takdirde ebedî olarak cehennemde kalacaktır.

Mümin, övgüye lâyık bir kimsedir. Oysa büyük günah işleyen kişi, Kur'an'da kötülenmekte ve aşağılanmaktadır. Bu durumda olan kişi kâfir de değildir (Kadî Abdulcebbar, Şerhu Usûli'l-Hamse, Kahire, 1965, 712).

Bu konuda delil olarak ileri sürdükleri âyetler: "Mümin olan hiç fasık gibi olur mu? Onlar elbette bir olamazlar" (Secde, 32/18).

"Hayır, her kim bir kötülük işler de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar" (el-Bakara, 2/81).

"Kim bir mümini kasten öldürürse cezası ebedî kalmak üzere cehennemdir" (en-Nisâ, 4/93).

Mutezile, bu ve benzeri ayetlere dayanarak büyük günah işleyenin mümin olmaktan çıktığı ve fasık olduğunu, cehennemde de ebedî olarak kalacağını iddia etmektedir.

Hadislerden getirdikleri deliller ise; "Emanete riayet etmeyen kimsenin imanı yoktur" hadisiyle benzeri hadislerdir (bk Taftazânî, Şerhu'l-Akaid, çev: S. Uludağ, İstanbul 1980, 265).

Mutezile'nin görüşleri şöylece özetlenebilir: Kişi, ya hep günah işleyen biridir veya hep iyilik. Yahut iyiliğin yanında kötülük de işlemektedir. Sadece iyilik işliyorsa mümindir ve kurtuluşa ermiştir. Sırf kötülük işliyorsa, o zaman taatı yok demektir ve kâfirdir. Ama hem iyilik ve hem de kötülük işliyorsa, böyle bir kimsenin iyilikleriyle kötülüklerinin eşit olması düşünülemez. Ya iyiliği, yani taatı fazladır veya kötülüğü, yani günahı fazladır. Hangisi fazla ise, kişi ona nisbet edilir. iyiliği fazla olan kurtuluşa erer, kötülüğü fazla olan ise küfre nisbet edilir ve amellerinin boşa gittiğine hükmolunur (Kadî Abdulcebbar, a.g.e., 624).

c) Mürcie

Haricîlerin aksine, tekfir konusunda fırkalar arasında en yumuşak davranan fırka Mürcie'dir. Onlara göre amelin iman üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. İman, Allah ve Resulunu bilmektir. Küfür ise, onlar hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmamaktır (Eş'arî, Makalâtu'l-İslâmiyyîn, Wıesbaden 1980, 132). Büyük günah işlemenin de ona bir yararı yoktur.

d) Ehl-i Sünnet

İnsanı günah işlemeye sürükleyen birtakım etkenler vardır. Günah işlemenin sebebi, küfür olabileceği gibi hevâ ve şehevî arzular da olabilir. Kişi, şehevî arzularını tatmin için günah işler. İşlediği günah büyük de olabilir. Bu nedenle Ehl-i Sünnet, günah işlemiş olmasından dolayı kişiyi tekfir etmez. Ama sırf Allah'ın emirlerine karşı gelmek için günah işliyorsa, elbette ki böyle biri mümin değil, kâfirdir.

Bununla birlikte amelin iman ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Selef, kalp ile tasdik ve dil ile ikrarı imanın temel direği, taatleri (Allah'ın emirlerini yerine getirme ve yasaklarından sakınmayı) da dalları olarak değerlendirmişlerdir. iman ağacı ancak temel direk ve dallardan meydana gelir. Hiç dalı bulunmayan bir ağaç düşünülemeyeceği gibi, birkaç dalı eksik olan ağaç da ağaç olmaktan çıkmaz. Eksik bir ağaçtır sadece. Selef, iman eksilir ve artar derken dallar mesabesinde olan taatlerin eksilip artabileceğini kastederler. Böylece taatleri de imandan sayarlar. Yani amel imanın bir cüz'üdür. Ancak bu cüz'den bir şeylerin eksilmesiyle iman ortadan kalkmaz. imam Eş'arî (ö. 324/936) Ehl-i Sünnet âlimlerinin, imanın eksilme ve artmayı kabul ettiği görüşünde oldukları belirtir (Risaletu Ehli's-Sağr, Mısır-1987, 93; Ayrıca bk. Enfal, 8/2; Tevbe, 9/124; Fetih, 48/4).

Kalp ile tasdik ve dil ile ikrar kişiyi küfürden çıkarıp iman dairesine sokar. Buradaki iman, küfrün karşıtı olan imandır, kâmil bir iman değildir. Kâmil iman, Allah'ın emirlerine riayet ve yasaklarından sakınmakla gerçekleşir. Küfür nasıl kademe kademe ise, iman da öyledir. Her ne kadar bu derecelerin tamamı tek isim altında; iman ismi altında toplanıyorsa da dereceler birbirlerinden farklıdır.

Günah işleyen kimsenin küfre girmeyeceği ayetlerle de sabittir. Adam öldürmek büyük günahlardandır. Bununla birlikte yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler, adam öldürmek hadiselerinde üzerinize kısas farz kılındı" (el-Bakara, 2/178). Ayetin devamında da şöyle buyurulmaktadır: Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse, o zaman kısas düşer." Görüldüğü gibi ayet katili, öldürülenin velisinin kardeşi olarak nitelemektedir ki, buradaki kardeşlik ile iman kardeşliğinin kastedildiği apaçıktır. Yüce Allah, yine şöyle buyurmaktadır:

Müminlerden iki gurup birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını bulunuz" (Hucurat, 49/9). Bu ayette de, birbirleriyle savaşan iki gurubu da mümin olarak nitelemektedir.

Ehl-i Kıbleden olup da büyük günah işledikleri kesin olarak bilinen kimselerin tövbe etmeden ölmeleri halinde cenaze namazlarının kılınacağı, onlar için dua edilerek affedilmelerinin istenebileceği konusunda, Peygamber (s.a.s)'in asrından çağımıza kadar olan zaman içinde ümmet'in kesintisiz icmaı vardır. Halbuki bu gibi şeylerin müminden başkası için caiz olmadığı meselesinde ümmet yine ittifak halindedir (Taftazânî, a.g.e., 264).

Ehl-i Sünnet, Mutezile tarafından delil olarak ileri sürülen ayetlerde kastedilenlerin, mümin oldukları halde o günahları işleyen ve böylece küfre girenler olmayıp daha önce de kâfir olanlar olduklarını söylemektedir.

Tekfire sebep olan hususlar:

Allah'ın varlığını inkâr etmek, Ulûhiyetinde ve rubûbiyetinde O'na ortak koşmak, Kur'an'da zikredilen isim ve sıfatlarını inkâr etmek insanı küfre düşürür. Mutezile ve müteahhir Ehl-i Sünnet kelamcılarının, bazı sıfatları te'vil etmeleri her ne kadar sağlıklı bir yol değilse de küfre sebep değildir. Allah'a, sıfatlarının zıddını isnad etmek, meselâ âciz olduğunu söylemek ya da eksiklik ifade eden sıfatlarla O'nu nitelemek, eşyaya hulûl ettiğini iddia etmek yine küfürdür.

Peygamber ve peygamberlik müessesesi konusunda küfre götüren hususların belli başlı olanları ise şunlardır: Peygamberlik müessesesini inkâr etmek, Kur'an'da ismi geçen peygamberlerden birini veya bazısını inkâr etmek, peygamberlerden birine uluhiyet isnad etmek, peygamberleri veya onlardan birini tahkir ederek onlarla alay etmek, evliyanın peygamberlerden üstün olduklarını iddia etmek küfürdür.

Kur'an-ı Kerim'in tamamını veya bir kısmını inkâr etmek, Kur'an'da zikredilen şeylerin varlığına inanmak, Kur'an'dan olmayan bir şeyi Kur'an'a ilave etmek veya Kur'an'ın mahluk olup olmadığı meselesi Ehl-i Sünnet ve Mutelize arasında tartışma konusu olmuş ve bundan dolayı taraflardan bazıları birbirlerini tekfir etmiş iseler de böyle bir meseleden dolayı tekfir doğru değildir.

Allah'ın indirdiğinden başkasını ona üstün tutan ya da başka bir düzeni benimseyen, İslâmî emir ve hükümlerinin devrinin geçtiğini savunan kişinin küfre girdiğinde şüphe yoktur. Ehl-i Sünnet'in mutemet kaynaklarından biri olarak kabul edilen "Şerhu'l-Akaidi't-Tahaviyye" isimli eserde hükümle ilgili olarak şöyle denilmektedir: İster yönetici olsun ister idare edilen halktan herhangi biri olsun her kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmenin gerekli olmadığını, kişilerin onları uygulayıp uygulamamakta serbest olduklarını iddia eder ya da bu konudaki Allah'ın emirlerini küçümseyecek olursa yine küfre girmiş olur. Ama Allah'ın emirlerinin üstünlüğüne ve bu hükümlere uymadığı takdirde ahirette cezaya çarptırılacağına inandığı halde bu emirlere muhalefet ediyorsa küfre girmez
(İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefî, Şerhu'l-Akideti't- Tahâviyye, Beyrut 1988, 323-324).

M. Sait ŞİMŞEK
 
Üst Alt