Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tek İnsanlık

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

İslam, Arap yarımadasında yayılmakta olan kabileye, daha doğrusu aşirete, aileye bağnazca bağlanmaktan, yeryüzünde yayılmakta olan ülkeye, vatana, rengi, ırka bağlılıktan... O zaman insanlığın bildiği bütün bu tür bağnazlıklardan insanları kurtararak, tek bir insanlık, tek bir atadan gelmiş ve tek bir ilaha yönlecek bir insanlık anlayışı getirmiştir.
Irkların, renklerin, bölge ve ülkerin, soy ve kuşakların ayrı oluşu, insanların birbirlerindenayrılmaları, boğuşmaları, ayrı yerlerde toplanmaları ve birbirinden uzakta durmaları için değil; tanışmaları ve birbirlerini sevmeleri, kendilerine verilen halifelik ödevini aralarında yaklaşıp yerine getirmeleri ve kıyamet gününde, kendilerini yaratan ve halife yapan Allah’a bir birlik olarak dönmeleri içindir.
Allah Kur’an’da şöyle söylemiştir:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, ona karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir. haberdardır.” (Hucurat: 49/13)
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’ın ve akrabanın haklarına riayet ediniz. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.” (Nisa: 4/1)
“Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin eğişik olması O’nun varlığının belgelerindendir. doğrusu bunlarda, bilenler için dersler vardır” (Rum:30/22)
Bunlar teorik ilkeler değil, pratikte uygulanan ve yaşanan gerçeklerdir. Aşağı yukarı bütün ırkları ve renkleri kapsayan bir bölgede islam dini yayılmış ve bütün bu farklılıkları kendi potasında eritmiştir. Kardeş gibi yaşamaya, renk, ırk, sınıf soy gibi ayırımlar engel olamamıştır. Bu ayırımlar, insanın doğal haklarına ulaşmasını, yeteneklerine ve çabasına uygun düzeye erişmesini engelleyememiştir.
Bu “Tek insanlık” çizgisi,yerleşip kökleşmiştir. Bu çizgi, ilkin tamamen yabancı ve inkar edilen bir ülke iken, islam, onu yerleştirmiş, hatta islam hakimiyeti koybulduktan sonra bile, insanlık bu çizgiyi inkar edememiş ve kaydıramamıştır.
İnsanlığın, bu ilkeyi islam toplumu gibi yaşamadığı ve islam toplumunda yerleştiği gibi diğer toplumlarda da yerleşmediği bir gerçektir. Hatta çeşitli unsuriyet duyguları,bölge, vatan, ırk ve kavim, renk bağnazlıkları yaşamaya devam etmektedir. Bugün Amerika’da ve Güney Afrikadaki zenciler sorunu, belirli bir problem niteliğindedir. Avrupa’da da daha yumuşak ve gizli bir biçimde sürmektedir. Fakat bütün bu gerçeklere rağmen, bir tek insanlık düşüncesi, başta gelen ve arzulanan bir hedeftir. İslam tarafından konan bu çizgi, - teorik bakımdan insan düşüncesinin temelidir. Meydana çıkan bütün bu bağnazlık tipleri batmaya mahkumdurlar, çünkü doğru bir temele dayanmamaktadırlar.
Fıtratın güçlerine dayanan ve onların yardımıyla bu çizgiyi koyan islamın ilk dönemi artık çekilmiştir. Fakat gelecek dönemlerde, fıtratın yanında bırakılan bu çizgilerden yararlanılarak yeni bir atılıma girilişilecektir. Bugünkü insanlık, bu gerçeği daha iyi anlayabilecek imkanlara sahiptir.
O günden beri insanlar, Allah’ın katında bir varlıktır. Onun değeri, ırk, renk, bölge, kavim, kabile ve soy gibi ayırıcı değerlere bağlı değildir, temelden ve kendiliğinden doğmaktadır bu değer. İnsanın, ancak bu şerefini korumasına bağlıdır.
Bunlar teorik düşünceler değillerdir. İslam toplumu kendi hayatında bunları yaşamış, bütün dünyaya yayılarak diğer insanlara da öğretmiş, hayatlarına yerleştirmiştir. Halk çoğunluğuna, değerli olduklarını, hukuklarını, - insan haklarını - öğretmiş, kral ve prensleri sorguya çekebilme hakkını da vermiştir.
Onu, hiç bir şekilde, zulüm, ihanet ve alçaklığı kabul etmeyen bir şerefli varlık kılmıştır. Buna karşı prens hükümdarlara, halka tanınan haklardan daha fazla bir hakka sahip olmadıklarını öğretmiş ve kendi dışındaki insanları aşağılamamalarını istemiştir.
Bu, insanın yeniden, doğal bir doğuşudur. Değer ve insan haklarına sahip olmadıktan, bu değer ve insan hakları da kendi tabiatı ve varlığı ile ilgili olmadıktan sonra insanın değeri nedir ki? Bunun için islamın, insana, varlığı ile ve tabiatıyla ilgili haklarını vermesi insanın yeniden doğrusu almuştur.
Hz. Ebu Bekir, çağını şu sözlerle açmıştı:
“Ben, sizden daha hayırlı olmadığım halde başınıza getirildim. İyi yönetirsem bana yardım ediniz, kötü yönetirsem beni doğrultunuz. Ben Allah ve Resulüne uyduğum sürece siz de bana uyunuz. Allah’a isyan edersem bana uymak zorunda değilsiniz.”
Hz. Ömer, birkonuşmasında, halkın yöneticileri üstündeki haklarını şu sözlerle belirtmişti:
“Ey insanlar! Allah’a yemin ederim ki, ben size vursunlar, mallarınızı alsınlar diye değil, gideceğiniz yolu ve dininizi öğretsinler diye valiler gönderiyorum. Bunlardan biri bir kimseye yapılırsa bana bildirsin,Allah’a yemin ederim ki, hemen onun kıssasını yerine getiririm.”
Bunun üzerine, Amr İbn As atılıp şöyle diyor: “Ey mü’minlerin lideri, müslüman valilerinden biri, yönettiği halktan birini yola getirmek istese, senyine kısas yapar mısın?
Ömer, “Evet, Allah’a yemin ederim ki kısas yaparım. Nasıl yapmayayım ki? Ben Allah’ın resulünü bizzat kendi üzerinde kısas yaparken gördüm. Dikkat ediniz, insanları dövmeyiniz, zelil edersiniz; yuvalarından ve ailelerinden uzun süre uzaklaştırmayınız, onları sapıklığa düşürürsünüz, yoldan çıkarırsınız. Haklarını vermemekten kaçınınız, yoksa küfre yöneltirsiniz” yinesözlerine devam etti.
Hz. Osman bütün vilayetlere gönderdiği bir yazıda şunları yazmıştı:
“Ben, her yıl hac mevsimi gelince valilerimi yanıma çağırırım... Ümmet, emr-i bil, maruf ve neh-i an-il münker esasına dayanan bir yönetime boyun eğer, Kim, benden veya valilerimden birinden bir hak istese, mutlaka o hakkı ona veririm. Benim ve valilerimin halk üzerinde hiçbir hakkımız yoktur. Halk da hakka uymalıdır. Yoksa onlara da bırakmam. Medine halkı, bazı insanların dövüldüklerini,ve hakarete uğradıklarını bana bildirdi. Onlardan kim hak talebinde bulunuyorsa mevsimi beklesin.Hakkı ne olursa olsun, benden veya valilerimden alacaktır veya bağışlayacaktır. Elbette Allah bağışlıyanların karşılığını verecektir.”
Önemli olan, - daha önce belirttiğimiz gibi - bu düşüncelerin teoride kalmamış olması, gerçek hayatta uygulanması ve bütün milletler arasında yayılıp, pratik hayatın temelini oluşturmasıdır.
Mısır’ı tetheden Amr İbn-i As’ın oğlu, bir yerlinin oğlu ile yaptığı koşuda yarışmaya kaybettiği için yerliyi dövmüştü. Yerli,Hz. ömer’e şikayet edince hac mevsimindeböyük birkalabalık önünde Amr’ın oğlundan kısas yapılmıştı. bu, meşhur bir olaydır.
Yabancı yazarlar bu olayın Hz. Ömer’in adaletine ait olduğunu söylerler. Oysa bu, İslamın insanların vicdanlalrında, hayatlarında başlattığı özgürlük akımının bir belgesidir.

SEYYİD KUTUB-İŞTE İSLAM-
 
Üst Alt