Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tebliğ

berfut

New member
Katılım
23 Kas 2007
Mesajlar
2,167
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
TEBLİĞ
Peygamberlerin üçüncü sıfatı tebliğdir. İsterseniz siz buna İslâm hakikatını anlatma veya “emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münker” de diyebilirsiniz. Netice değişmez; peygamberliğe ait bu yüce sıfatı anlatmış olursunuz.
Tebliğ, her peygamberin varlık gayesidir. Tebliğ olmasaydı, peygamberlerin gönderilişi de ma’nâsız ve abes olurdu. Allah (cc) insanlara olan lütûf ve keremini, peygamberlerle canlandırmış ve onların hayatlarıyla rahmâniyet ve rahîmiyetini tecelli ettirmiştir. Bunun diğer insanlara aksetmesi ise, ancak tebliğ ile olacaktır.
Nasıl ki, Allah (cc) şu hergün bize tebessüm eden güneşi semamıza perçinlemekle bize, rahmâniyetinin bir cilvesini gösteriyor... O güneş ki, ısınacak şeyler için bir soba, pişecek şeyler için bir ocak ve rengarenk güzelliklerin çehresinde âdeta bir fırça vazifesi görmektedir. Aynen öyle de, peygamberan-ı izâm tıpkı güneş gibi Cenâb-ı Hakk’ın rahmâniyet ve rahîmiyetini gösterirler. Onlar ve bilhassa, hakkında “Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ, 27/107) denilen Hz. Muhammed Mustafa (sav) insanlar için de Cenâb-ı Hakk’ın rahmâniyet ve rahîmiyetinin temsilcisidir.. yani, O gelmeseydi ve diğer peygamberlerin da’vasını yenilemeseydi bizim Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine mazhariyetimiz hiç mi hiç söz konusu olmayacaktı. Cehaletin, küfrün ve dalâletin vahşi çöllerinde, hep kimsesiz, şaşkın ve hayret içinde kalacaktık da ondan.
İnsanlık vahşet içinde kıvranırken, Peygamberimiz ve O’nun soluklarında diğer peygamberlerin hayat veren nefeslerini duydu. O nefesleri duyuncadır ki kendini, binbir baharın cilveleştiği bir cennet bahçesinde buluverdi. Yoksa, vahşetten, kimsesizlikten çıldırıp ölecekti...
Evet, biz neyiz? Nereden geliyor ve nereye gidiyoruz? Bu müthiş sorular, sürekli bir matkap gibi beynimizi delecekti. Delecekti ve biz, bir cevap bulamayacak ve bu sancıyı bir ömür boyu çekmek zorunda kalacaktık. Hele kabirdeki sadefleşmiş kemikler.. onları hayalen gördükçe ürperecek ve içimizi kapkaranlık korkular saracaktı.. ve bunlardan da öte, yokluk, yok olma düşüncesi ve her geçen dakikanın bizi yok olmaya yaklaştırdığı endişesi, yaşadığımız hayatı bize zehir edecekti.
Peygamberler gelip bize hayatın gayesini ve ölümün hakikatını anlattılar. Bu sayede anladık ki, dünyaya gelişimiz bir gayeye bağlı olduğu gibi, buradan gidişimiz de bir hikmete mebnidir. Ölüm, yokluk ve hiçlik değil, o sadece bir mekan değiş-tirmek ve vazifeden terhis edilmektir. Kabir ise, ahiret âlemine açılan bir kapı ve bir bekleme salonudur. Biz, peygamberlerden bunları duyunca vahşetimiz dağıldı, her şey ünsiyete kalb oldu. Kalbimizi ve kafamızı dolduran bütün endişeler ve korkular silinip gitti, yerine ünsiyet ve neşe geldi...
İşte, peygamberler, bizlere bu ve benzeri mesajları getirmişlerdir. Ve bu mesajları bize duyurmaları, onların varlık gayeleridir. Biz, tebliğ vazifesini, bir hak ve bir vecîbe olarak görür ve yerine getiririz. Peygamberler ise onu, hayata geliş gaye ve hikmet şuuru içinde yaparlar. Ve derler ki: “Bizim dünyaya gelişimizde, başka hiçbir gaye yoktur. Allah, bizi şu insanlara gönderdi ki, onların sağ-sol, ön-arka, alt ve üstlerini değişik karanlıklara karşı aydınlatalım.. onlar da böyle bir aydınlık yolda sapmadan yürüyebilsinler. Öyle ki, şeytan hiçbir yönden yol bulup onların ruhuna giremesin ve onlar da bu uzun yolculukta yolda takılıp kalmasınlar...”
Evet, yine tekrar ediyorum: Biz, tebliği bir vazife olarak yaparız; peygamberler ise, yaratılışlarının gayesi olarak bu vazifeyi yerine getirirler.


...
(devam edecek inşaallah)
------------------------------------------------------
Bu metin "Sonsuz Nur" adlı eserden iktibas edilmiştir.
Sonsuz Nur (as)’un kuşatıcı şefaatine nail olmamız dua ve dileğiyle..
 
Üst Alt