vahdetul vucud acık net bir şekilde küfürdür
Ali el-Karî Vahdet-i Vücût Risalesi’nde şöyle demektedir:
İbn Arabî’nin akidesinin hakikatine inanan kimse icma ile kâfirdir. Bu hususta susmayı tercih edenlere gelince; bu kişiler mazur değiller. İbn Arabî konusunda mazeretli kabul edilemezler. Aksine, bu konuda susmaları küfürlerine sebep oluşturur.
Nitekim, bizim Hanefî mezhebi imamı büyük imam Ebu Hanife’nin Fıkhu’l-Ekber adlı kitabında şöyle denmektedir: "Bir kimse tevhitle ilgili incelikli konularda bir problemle karşılaşırsa, bu kişinin görevi yüce Allah katında doğru olana inanmasıdır. Sonra da bu konuda kendini bilgilendirecek ve ondan sorup öğreneceği bir kimseyi bulması gerekir. Asla bu talebi ertelemesi caiz değildir. Beklemekle mazur sayılmaz. Eğer beklerse ve gerçeği araştırmazsa küfre girer."
Eğer herhangi bir kimse, İbn Arabî’nin Füsûsu’l-Hikem ile Fütuhâtu’l-Mekkiyye adlı kitaplarında yer alan konuları inceleyecek olursa, kesinlikle onun sufiye terimlerini kullanmadığını, aksine Arapça kuralları kullandığını görür.
Muhyiddin-i Arabî hakkında "Çoğu zaman onda öyle sözler meydana gelir ki, bunlar onun manevî sarhoşluk ve mahv hâllerinde ondan sudur eden sözlerdir" tarzındaki savunmaların bir geçerliliği yoktur. Çünkü, bu sözler adamın ayık olduğu bir sırada söylenmiştir. Zira, buradaki açıklama bunu gösteriyor. Dolayısıyla bu müdafaa, onun kitabında yer alan ifadelerle bir uyum göstermemektedir. Çünkü, metni ortaya koyan kişi İbn Arabî’ye tarizde bulunmuyor. İbn Arabî, Resulullah (s.a.v.)’ın dini üzere ölmüş olabilir, ahiretteki durumu bizi ilgilendirmez. Ancak, İbn Arabî’nin taifesi Allah’ın dinine aykırı bir yolda yürümektedir, dinden çıkmışlardır. Azıcık aklı olan veya birazcık dürüst düşünebilen bir kimse, nakilden şu ya da bu manada haberdar olan biri bu gerçeği kavrar ve böylece bunların küfürlerinin Müslümanlara verdiği zararın Yahudilerin ve Hristiyanların neden olduğu zarardan daha büyük olduğunu ve tüm bid'at erbabının da bid'atlerini aşacak derecede zarar verdiklerini bilir.
Merhum Bilmen’in bu konudaki ifadelerini bir kez daha aktararak konuyu bitirelim:
Muhyiddin-i Arabî’ye gelince, bunun ilme fadlen muktedir bir şahsiyet olduğu inkâr edilemez ve ahirete de ne vechile gittiği de bilinemez. Fakat, bir kısım sözleri vardır ki, bunlar dinî mikyasa muhaliftir, bunların bir kısmı, sahibinin fıskını, icmaya muhalefetini; diğer bir kısmı da iman dairesinden büsbütün çıkmasını müstelzimdir.
Muhyiddin’in kitaplarında, bahusus Fusûsu’l-Hikem’inde bu gibi birçok sözlere tesadüf olunuyor, Firavunun imanına, cehennem azabının adem-i devamına kail bulunuyor, âbid’e mabudiyet, mahluka halıkiyet sıfatını izafe ediyor, bütün ecza-i kâinata birer hıssa-i ulûhiyet ayırarak onlara karşı yapılacak ibadetlerin Allah’a ibadet olacağını iddia ediyor, daha birçok sözler var ki, hiçbir vechile tevcih ve tevili kabil bulunmamakta. Eğer bu sözler de bütün dinî esaslara, lisan kanunlarına, kadim Sofiyye hazeratının nezih, perhizkârane sözlerine muhalif olmalarına rağmen, tevil edilirse; artık, cihanda batıl hiçbir söz kalmamak ve hiçbir batıl akide bulunmamak icap eder. Bunun neticesinde sözler, maksatlara, hakikatlere delâlet hassasından mahrum kalır.
Hâsılı bu sözler sarihtir, bunları tevile çalışmak zaittir, bunlar bir vecd ve sekir hâlinde söylenmiş şeyler de değildir. Çünkü, kitaplarda yazılmış, bunların ibkasına kailleri tarafından çalışılmıştır. Bu sözler, masum halkın temiz akidelerini bozuyor, bir kısım kimseleri ilhada sevk ediyor, evamir ve nevahîye itaat kalmıyor, kendilerinde birer rububiyet hıssası görerek birer firavun kesiliyorlar. Bu hâl ise hem ferdin, hem cemiyetin saadetine, intizamına muhaliftir.