Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tasavvufun büyük şeyhi Muhyiddini Arabi

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
1. Tasavvufun büyük şeyhi Muhyiddini Arabi (S.254-258)
Ibn Arabî, kitaplarını kendisinin yazmadığını, sadece kendisine indirileni dile getirdiğini söyler;
"...Çünkü bu kitap, nefis arzularından münezzeh ve içine fesad karışmamış olan en kudsî makamdan indirilmiştir... Çünkü ben ancak bana ilham olunan şeyi söyledim ve bu yazılı kitapta ancak bana indi­ rilmiş olan hakikatleri dile getirdim."
"...Söylediğim her şeyi, bana Tanrı haber verdi... O, bana imlâ ediyor ve ben (bunları) kendi elimle yazıyordum... Benim lisânım, Hakk'ın lisanıdır, sözüm O'nun sözüdür..." "Biz, bütün söyledikleri­ mizde ancak Allah'ın bize ilka ettiği (ulaştırdığı) şeye dayanırız... Sufıler delil ikame etmekten münezzehtir..."
Oysa Rabb'ımız (c.c.) böyleler! hakkında ne buyuruyor; "Elleriyle (bir) kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için, "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun..! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandık­ larından ötürü vay haline onnların"(Bakara/79)
Muhyiddin-i Arabî "Fusûsü'l-Hikem"de geçen şiirlerinde şunları söylüyor:
"Bir vakit olur ki kul şüphesiz Rab olur.
Başka bir vakitte de iftirasız kulluk derekesine iner.
Allah beni över, ben de O'nu. O bana kulluk eder, ben de O'na.
Ey nefsinde varlıkları yaratan! Sen halk ettiğin şeylerin hepsisin.
Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardır. O da onlar için bir cennettir.
Ancak onların cennetleri Huld Cennetleri'ne benzemez, ikisi bir­ dir amma aralarında tecelli farkı vardır...
İster Hakk ol, ister Halk ol, Allah ile Rahman olursun..." diyen İbn Arabî;
"Mükemmel arif, tapılan her şeyin hakkın açığa çıktığı ve kendi­ sinde hakka ibadet edildiğini görendir. Onun için tapılan bu tanrılara taş, ağaç, hayvan, insan, yıldız, melek gibi özel ismi yanında tapanlar onlara ilah adını vermişlerdir." 18 Ayrıca; "Allah, kulunun kendisinden başka bir şeyle lezzet bulduğuna inanmasını çok kıskanır. Onun için kendisinde fena bulduğu (kadın) suretine girerek tekrar kendisine dönmesi için yıkanma (gusül) ile onu temizlemiştir... (Erkeğin) Allah'ı kadında müşahede etmesi tam ve en mükemmelidir... Allah maddeler­den soyut olarak hiçbir zaman müşahede edilemez..." der.
"Tasavvufun Şeyh-i Ekber'i teslis inancından daha çok ileri gide­rek, Allah'ın leş ve putlarda, Samirî'nin buzağısında, Hz. Musa'nın Fi- ravun'unda ve pislik içinde yuvarlanan vücutlarda tecessüd ettiğine inanmış, şehvetleri alevlenen, güdüleri tutuşan ve her günahkarın önünde sere serpe açılıp günah bataklığına taşıyan ahlaksız kadının vü­ cuduna büründüğünü söylediği bir tanrı anlayışına sahiptir."
îbn Arabi'nin bu görüşlerini değerlendirecek olursak;
"islâm'a göre yıldızlara tapanlar kafir olmuşlardır. Buzağıya ta pan Yahudiler de kafir olmuşlardır. Hıristiyanlar da üç ortaklı (teslis) bir tanrıya taptıkları için kafir olmuşlardır. Cahiliyye Arapları da ölen­ lerin putunu dikip hayatta kendilerine umut ve emellerle yöneldikleri gibi, ölümden sonra da benzer umut ve emellerle kendileriyle Allah arasında aracılıklarını sağlamak için putlara taptıklarından dolayı kafir olmuşlardır. Bütün bu guruplar ve insanlar Allah'tan başka varlıklara taptıkları için kafir oluyorken, acaba her şeye tapmaya çağıran Ibn Arabî ve benzerleri için islâm'ın hükmü ne olur? Her şeye ibadete da­ vet eden bu gibileri için ne diyeceksiniz..?"

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu;
"Benimle peygamberler zümresinin benzeri, şu kimsenin benzeri gibidir: O kişi bir ev yaptırmış ve binayı tamamlayıp süslemiş de yalnız bir tuğlası eksik kalmış. Bu vaziyette insanlar binaya girip gezmeye başlarlar. Ve (o eksik yeri görüp) hayret ederek: "Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı!" derler, işte ben, o (yeri boş bırakılan) kerpicim; ben Hatemu'n-Nebiyyin'im (Peygam­ berlerin sonuyum)"
İbn Arabi, "aslında duvardaki boşluğun bir değil iki kerpiçlik yer olduğunu, ne ki biri altın biri gümüş olan bu iki kerpiçten "hatemü'l- enbiyâ"yı (nebilerin sonuncusu) temsil eden gümüş kerpici Allah Resûlü'nün gördüğü halde "hatemü'l- evliya" (velilerin sonuncusu)'yı temsil eden altın kerpici göremediğini bu hadisiyle belli ettiğini" söy­ ler. "Halbuki bu ikisi birden olmayınca nübüvvet duvarı asla tamam lanmayacaktır" der.

Eserinde nebilerin sonuncusu olan Resulü temsil eden kerpicin gümüş, velilerin sonuncusu (hatemü'l-evliyâ)'yı temsil eden kerpicin de altın olmasını nübüvvetin zahir, velayetinse batın oluşuyla açıklar. Hatemü'l-evliyâ'nın Ibn Arabi'nin kendisi olduğunu hatırlatmaya gerek yoktur sanırız.
Tâhavi akaidi sarihi yukarıdaki satırları kastederek der ki; "Ver­ diği örnekte nefsini altın kerpiç, Allah Resulü'nü gümüş kerpiç ola­ rak gösterenden daha kafir kim olabilir..?" "Ibn Arabî ve emsallerinin küfrü;
"Allah'ın Resullerine inen bize de ininceye kadar iman etmeyece-ğ iz"(En'âm/124)
diyen kimselerin küfründen daha beterdir. Ibn Arabî ve benzerleri ce­ hennemin en dibinde olan ittihadiye (hulul) inancındaki münafık ve zındıklardır.
İbn Arabî bir şiirinde şöyle der: "Nübüvvet makamının mevkii resulün üstünde ve velinin altında bir yerdir." (Şerhu Akidetü't-Taha- viye,II/743."24
"Kur'an âyetlerini tahrif ederek kafir Hûd kavminin sırat-ı müs­takim üzere olduklarını, Firavun'un iman-ı kamil bir mü'min olduğu gibi, Nuh kavminin de mü'min bir kavim olduğu ve bu imanlarından dolayı Allah, onları mükafatlandırıp vahdet deryasına batırdığını, ni­ metini tatmaları için ilahi sevgi ateşine soktuğu, Hz. Harun'un israil oğullarını buzağıya tapmaktan alıkoyarak yanıldığını, çünkü buzağının gerçek mabud veya onun suretinden bir suret olduğunu, Nuh kavmi­ nin Ved, Yegus, Yeûk, Suva ve Nasr putlarına tapmayı bırakmamakla isabet ettikleri, çünkü bu putların ilahın birer görünümü oldukların, tatlılık kökünden gelen azabın gerçekte rahmet ve hoş bir şey olduğu­ nu, rahmete uğramayan ve rızaya kavuşmayan hiçbir insanın bulun­ madığını, bir şey var olmadan önce Allah'ın onu bilemeyeceği, çünkü bir şeyin varlığının Allah'ın varlığının tercümesi olduğunu ve benzeri şeyleri söylemesine rağmen Ibn Arabi bunların hepsini eksiltmeden ve çoğaltmadan doğrudan Resûlüllah'tan, hatta Allah'tan aldığını söyle­miş ve Resûlüllah'ın, kendisine bunları insanlara tebliğ etmesini em­ rettiğini de iddia etmiştir.

Kur'an ve sahih sünnete açıkça aykırı ve küfür oldukları apaçık olan bütün bu şeylere rağmen, Ibn Arabî bunları söylediğinden günü­ müze kadar adı müslüman olan yığınlardan pek çok taraftar ve sempa­tizan bulmuş, fikirleri islâm dünyasında alabildiğine yayılmıştır. Gün­ de defalarca "La ilahe illallah Muhammedun Resûlüllah" diyen islâm ümmeti içinde evliyanın kutbu ve esfiyanın büyüğü olarak görülmüş, adı binbir takdis ve tazimle anılmıştır; hâlâ da anılmaktadır. Bu da islâm aleminde zamanla kavramların nasıl saptığını ve değer yargıları­ nın özelliğini nasıl yitirdiğini açıkça ifade etmektedir."
"Şunu da belirtelim ki, eğer bu adamların ne dedikleri iyice ince­ lenirse görüşlerinin ilahiyatçı dehrilerinkinden daha sapık olduğu ve üzerinde iyi düşünülen tabiatçı dehrilerin görüşlerine (Ateist) katıldık­ ları anlaşılır."
Allah tarafından kendisine kitap indirildiğini söyleyen bir başka sapık ise; Mevlânâ Celâleddin-i Rumî'dir.(1207-1273).

1. Tasavvufu kendine din edinen Celaleddin-i Rumi (S.258-261)
"Bu kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi hakikate ulaşma ve yakîn sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarıdır. Tanrı'nın en büyük fıkhı, Tanrı'nın en aydın yolu, Tanrı'nın en açık burhanıdır. Mesnevî, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer. Sabahlardan daha aydın bir surette parlar... Kalplere cennettir; pınarları var, dallan var, budakları var. O pınarlardan bir tanesine bu yol oğulları "sekebil" derler.Ma kam ve keramet sahiplerince en hayırlı duraktır, en güzel dinlenme ye­ri. Hayırlı ve iyi kişiler orada yerler, içerler... Hür kişiler ferahlanır, ça­ lıp çağırırlar. Mesnevi, Mısır'daki Nil'e benzer: sabırlılara içilecek su­ dur, Firavun'un soyuna sopuna ve kafirlere hasret. Nitekim Tanrı da, "Hakk onunla çoğunun yolunu azıtır, çoğunun da yolunu doğrultur." demiştir. Şüphe yok ki Mesnevi gönüllere şifadır, hüzünleri giderir, Kur'an'ı apaçık bir hale koyar, azıkların bolluğuna sebep olur, huylan güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı kâtiplerin elleriyle yazılmıştır, temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir. Bâtıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir; Tanrı en iyi koruyandır, merha­ metlilerin en merhametlisidir. Mesnevî'nin bunlardan başka lakapları da var. O lakapları veren de Tanrı'dır..."
Celâleddin-i Rumîde, Ibn Arabî gibi, kendi eliyle yazıp durduğu ve birçok islâm dışı, ahlak dışı uydurma menkıbelerle dolu olan kita­ bını haşa Kur'an gibi vasfediyor.
Oysa Allah (c.c.), o vasıfları ancak Kendi Kelam'ı için kullanıyor: "...Halbuki o eşsiz bir kitaptır. Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O hikmet sahibi, çok övülen Allah 'tan indirilmiş- tir."(Fussilet/41-42)
"O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; Ancak (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar"( Cin/26-27) "Hayır! Şüphesiz bunlar(âyetler), değerli ve güvenilir katiplerin elleriyle(yazılıp) tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür, dileyen ondan (Kurandan) öğüt alır. "(Abese/11-16) "Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki; Hiç şüphesiz o (Kur'an), çok şerefli bir elçinin sözüdür. "(Hâk- ka/38-40)
"Hakikatte o (yalanladıkları,aslı) levh-i mahfuzda bulunan şe­ refli Kur'an'dır."(Buruc/21-22)

"Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kur'ân'dır. Ona ancak temizlenenler dokunabilir. O, Alemlerin Rabbinden indirilmiştir."(Hadid/77-80)
"Sûfiler, islâm'ın akla uygun mistik görüşlerden azade Allah anla­ yışını ince yorumlarla tersine çevirip mistik bir fanatizme ve kuvvetli, loş bir duygusallığa dönüştürdüler..."
Allah (c.c.) hakkında edepsizce tahayyüllere gitme zulmünden geri kalmadılar. Allah'ı zihinlerinde istedikleri gibi canlandırdıklarına dair orjinal bir örnek verebiliriz:
"Mevlâna Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Birgün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlâna Hazretleri Medresenin kadınlarına işaretle: "Haydi gidin, Kimya Hatu­nu buraya getirin! Mevlâna Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır." Bu­ nun üzerine kadınlardan bir grup, onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlâna, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş Kimya Hatun'la konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbise­ lerle orada oturuyordu. Mevlâna bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramaya hazırlanan dostların karıları da henüz gitmemişlerdi. Mevlâ­ na dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mani olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems "içeri gel!" diye bağırdı. Mevlâna içeri girdiği vakit Şems'ten başkasını göremedi. Bunun sırrını sordu ve "Kimya nereye gitti?" dedi Mevlâna. Şems, "Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şek­ linde geldi", buyurdu, işte Beyazıd'ın hali de böyle idi. Tanrı ona sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü."
Kuşkusuz bu ifadeler sadece pervazsızca söylenmiş sözler değil, Allah'a iftira ve küfrü gerektiren sözlerdir.
Bu sözlerle, Şems acaba neyi kastetmiştir? Mutlaka vardır bir hik­ meti, mantığıyla yaklaşımı, İbn Arabi'nin ortaya koyduğu; "Sûfiler de­ lil ikame etmekten münezzehtir..." prensibinden kaynaklanmakta­ dır. Allah'a karşı edepsizce cür'et... Hem hakim hem mahkum...
Kendilerini islâm'a nisbet eden kitlelerin nezdinde Allah dostu, veli(!) v.s diye tanımlandıkları halde bu insanlar müslüman oluşları­nın, gerçekte bir din tercihi olmadığını, çünkü aynı zamanda yahudi, hırıstiyan, mecusi v.s dinlerin de müntesibi olduklarını çok açık bir şe­ kilde ifade ederler:

"...Celâleddin er-Rumî "Divan"ında şöyle diyor:
"Canım, ey nur, kaçma benden!
Kaçma benden ey parlayan görünüm,
Kaçma benden kaçma benden!
Şu sarığa bak, onu nasıl başıma koydum,
Hatta bileğime taktığım Zerdüşt'ün zünnarına bak!
Zünnarı taşırım, yemliği taşırım.
Belki nuru taşırım, kaçma benden!
Müslümanım ben, ama Hırıstiyanım, Brahmanistim, Zerdüşti yim.
Ey yüce Hakk, sana tevekkül ettim, kaçma benden.
Bir tek tapınağım; mescid, kilise veya puthanem yok benim.
Sonsuz nimetim yüce yüzündedir, kaçma benden kaçma ben- den!"
"Ne İazım gelir ey müslümanlar ki ben kendimi bilmiyorum?
Ne Hıristiyan, ne Yahudi, ne Ermeni, ne de Müslümanım"
 
Üst Alt