Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tasavvuf ve vahdet-i vucud şirk inancı

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

morueqq

New member
Katılım
12 Eyl 2012
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
TASAVVUF VE VAHDET-İ VUCUD İNANCI [1]


A - Mekke müşriklerinde dahi bulunmayan yanlışlık

Daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi, Mekke müşrikleri Allah'ın mevcudiyetini biliyor ve kabul ediyorlardı. O'nun mutlak güç ve kudret sahibi olduğunu, herşeyi yaratan olduğunu tasdik ediyorlardı. Ancak ayette de geçtiği gibi, onlar bu olumlu özelliklerine rağmen müşriktiler, çünkü Allah'ı gerektiği kadar ve gerektiği biçimiyle bilmiyor, tanımıyorlardı.

Dolayısıyla inançlarının olumlu yönleri, olumsuzlarla karşılaştırıldığında bir anlamı kalmıyordu. Onların Allah'la ilgili inançlarının genel özellikleri şöyle idi; onlar putları Allah ile kendi aralarında aracı ve putları kendileri için Allah'a karşı şefaatçi kabul etme yanlışlıklarına karşılık, Allah ile yaratıkları, varlık ve sıfatlar itibarıyla tamamen ayrı kabul etmek gibi bir doğruya da sahiptiler.

Hatta Allah ile yaratıkları ayırmada o kadar hassastılar ki bu hassaslıkları bir başka yanlışlığa neden olmuştu. Söz konusu yanlışlıkları, Allah'ın yüceliği nedeniyle, hiç bir yaratıkla aşağılığı nedeniyle ilgilenmeyeceği inancıydı. Bu yanlışlık nedeniyledir ki Resûlüllah (sav)'e karşı çıkarken Allah'ın bir insanı elçi olarak seçmiyeceğini, Öylesi yüce bir varlığın insan ile irtibat kurmayacağını belirtiyorlardı.

İşte bütün bunlar ve özellikle de inançlarındaki olumlu yönler nedeniyle Resûlüllah (sav)'e ilk gelen ayetlerden bir kısmını oluşturan ve Tevhid esasının başhbaşına açıklandığı bir sûre olan İhlâs sûresi "De ki O Allah tektir" ayetiyle başlıyordu. Yani müşriklerin "Rabb'ın nasıldır, kimdir?" içerikli sorularına Resul aracılığıyla "Bilmek istediğiniz Rabb'im yeni bir İlâh değil, Allah'tır. Benim Rabb'im, diğer mabudları bırakarak kendisine ibadet edeceğiniz yeni bir Rabb değildir. Aslında o Rabb, Allah dediğiniz Rabb'ın kendisidir" biçiminde cevap verilerek, Allah'la ilgili inançlarının doğru yönleri tasdik edilip açıklanıyor, yanlışları da gösteriliyordu.

Böylelikle onların Allah inancı, tashih edilmiş oluyordu. Ayrıca daha önce de belirttiğimiz gibi onların yanlışlarının en önemli yönünü ise İlâh, Rabb ve Melik'lik sıfatlarını parçalayıp bir kısmını kendilerine ait kılmaları oluşturuyordu. Bu nedenle ilk gelen ayetlerden itibaren bu sıfatların sadece Allah'a ait olduğu açıklanır.

Hatta bundan dolayı ki ilk ayetlerde Allah'ın İlâh, Rabb ve Melik oluşu tekrar tekrar vurgulanır. Bu hakikat insanların kafa ve kalplerine iyice yerleştirilir ve sonraki ayetlerde ise ayrıntılı sıfatlar fazla zikredilmeden Allah'tan sadece Allah ismiyle bahsedilir. Çünkü insanlar artık Allah'ın kim olduğunu doğru şekilde bilmektedirler.

Fakat ne yazık ve gariptir ki İslâm Tasavvufu ismiyle oluşan yapı içerisindeki bazı sûfiler, müslüman sıfatlarına rağmen, Allah hakkında, Mekke müşriklerinin sahip oldukları doğrular kadar dahi doğrulara sahip olamamışlardır. Hemen belirtelim bu tesbitimizi çok ağır bir iddia/itham olduğunu belirterek karşı çıkanların bulunmasını beklemek gerekecektir. Keşke öyle olsaydı. Fakat ne yazık ki bu tesbitimiz, ne bir iddia, ne de bir ithamdır, aksine gerçeğin ifadesidir.

Zira bazı sûfiler (ki bunların en önemli özellikleri ise, halk arasında büyük bir takdir ve kabul görmüş olmalarıdır) bu tesbitimizi hiç bir şüpheye yer bırakmayacak kadar haklı çıkaracak özelliklere sahip olmuşlardır. Bu tesbitimizin en önemli dayanağı, Tevhid esasının çarpıtılmasında çok önemli fonksiyonlar üstlenmiş olan Fenâ-Bekâ konusudur. Şöyleki;

Allah'ın güç, kudret, ilim ve sıfatları gereği bütün yaratıklarının her anına ve haline hakim olduğu gerçeği Tevhid'in temellerinden birisi ve hatta en önemlisidir. Her Elçi, insanlara la ilahe illallah hakikatini tebliğ ederken, Allah ile yaratıklar arasındaki ayrılığı (farklılığı) özellikle vurgulamıştır. Buna göre Allah ile yaratıklar arasında hiç bir şekilde benzerlik ve ortaklık yoktur;

"(Allah'ın) zatına benzer hiçbir şey yoktur."(42/ll)

Allah, bütün yaratıklar üzerinde mutlak güç, kudret ve hakim olmasına karşılık, yaratıklar ise (özellikle de insan) varoluş şartlan gereği varlıklarının dayanağı ve sebebi olan Allah'a ibadet etmeleri gerekir. Diğer bir ifadeyle, Allah ile yaratıklar arasındaki tek ilişki, Rabb-Kul ilşkisidir. İnsanın Allah'a ibadetinin esasını ve asıl biçimini ise Fena ile ifade edilen özellikler oluşturur.

Burada önemli olan isim değil, o ismin ifade ettiği şartlardır. Buna göre Fenâ'nın temel üç özelliği vardır;
1-) Allah'tan başkasına ibadet/kulluk etmemek;
2-) Allah'tan başka hiç bir varlığı, Allah'a rağmen ölçü kabul etmemek;
3-) Allah'tan başka bütün varlıkların varlığının nedeninin Allah olduğunu bilmek.

Bunlar gerçekleştiği zaman kul, bütün sorumluluklarını, dolayısıyla Misak'ın şartlarını gerçekleştirmiş olur. Bu ise Rızaullah'a nail olmaktan başka bir sonuca neden olmaz.

Dinin özellikle ibadetle ilgili esaslarında sınırları zorlayarak fazla sorumluluklar üstlenme eğilimine girmiş olan zâhidler, iç ve dış etkilerin sonucunda zamanla inanç ve düşün çelerde de farklı özelliklere sahip olmaya başlarlar. Zaten bu safha, tasavvufun oluşum aşamasını oluşturur. Bu süreçte önemli bir değişiklik (bozulma) Fena inancında görülür. Bu değişiklik zamanla artarak ve genişleyerek, sonuçta Allah-Kul, Yaratan-Yaratılmış ayrımının kaybedildiği bir noktaya ulaşır, işte Mekke müşriklerinde dahi bulunmayan yanlışlık buradadır. Ve bu yanlışlığın mensup ve taraftarları "Müslüman" sıfatına sahip bazı insanlar olmuştur.

İlk dönem sûfileri (H.2./M.8.yüzyıl) Allah'a hakkıyla kulluk edebilmek için, kişinin kendisinden geçmesi (Fena olması) inancını oluştururlar. Bu genel hatlarıyla ve büyük oranda doğru temeller üzerinde yer alan bir inanç ve kanaat olur. Buna göre kişi, Allah'tan başka her şeyden geçmeli ve sadece Allah'a yönelmeli, böylelikle kulluğun gerçek şuuruna erebilmelidir.

Ancak kişinin kendisinden geçmesi inancı, bir ileri safhada kendisinden geçilen mevcudun ne olduğu problemini gündeme getirir. Probleme göre, kendinden geçmenin (Fena olmanın) gereği olan Fenâfillâh Allah'ta yok olma hali gerçekleşince, yani Allah'tan başka hiç bir şeyi görmeme, bilmeme, duymama hali gerçekleşince, kendisinden geçilenler (Vûcudlar, Allah'tan gayrı herşey) ne olmuştur?

Bu, çözülmesi gereken önemli bir konu olarak gündemi oluşturur. Buna bağlı olarakta, Fena gerçekleştiği zaman, bunun tamamıyla Allah'ın rıza ve takdirine uygun yaşamak, davranmak anlamına mı geldiği, yoksa Allah-Kul ayrımını kaldırıp "Bir" olmak anlamına mı geldiği konusu, üzerinde sıklıkla düşünülen husus olur. Bazılarını tahmin ede-bilsek dahi, tam olarak bilemediğimiz bazı sebeplerden dolayı, söz konusu problemin odaklaştığı yukarıdaki soruya Bekâ-billah (Allah'la bakî olmak) biçiminde cevap verilir ve bu cevap çoğu sûfî tarafından kolaylıkla kabul edilir.

Bu cevabın açığa çıkmasında ve bunun oluşumunda o günün müslümanların ilgi odaklarından birisini teşkil eden Felsefe'nin önemli etkileri olur. Ancak felsefenin oynadığı bu önemli rol çoğu zaman saklanmaya çalışılır.Hint mistisizminin bazı inançları ise Beka billah inancının oluşumunda diğer önemli esin kaynağı olur.
Şöyleki;
Plotinus'a (M.270) göre, Tanrıyı bilmek, onunla "Bir" olmak anlamına gelir. Bu bir olmak ise, bilen/bilinen ayrımım tamamen ortadan kaldırır. Hint mistisizmin kaynağı olan Upanişadlar ve Vedantalar'a göre ise varoluşun gereği ve şartı Evrensel Varlık'la (Tanrı'yla) "Bir" olmaktır. Bu ise çoğu zaman Evrensel Varlık'ın insana hulul etmesi şeklinde gerçekleşir. Bu durumun gerçekleşme nedeni ise, insanın arınması, ve yüceleşmesidir.
TASAVVUF VE VAHDET-İ VUCUD İNANCI

(Başlığın Devamıdır)

Hummalı bir çalışma ile kısa sürede tercüme edilerek, Arapçaya kazandırılan felsefe kitapları ve bilhassa Hallac-ı Mansûr (309/922) gibi bazı sûfilerin Hint'i sık sık ziyaret etmeleri, Bekâbillah inancının oluşmasında etkili olan malzemeyi sağlamış görünüyor. Bu inancın oluşup, kabul görmesi fena inancının aslından oldukça farklı boyutlarda anlamlandırılmasına da zemin hazırlar. Bütün bunlar sonucunda da kendisinden geçilenin ne olduğuna yönelik soruya cevap verilmiş olur;

"Ben, sevgi ile bağlı olduğum O kimseyim ve sevdiğim O kimse benim,
Biz bir tek cesede girmiş iki ruhuz,
Sen beni görüyorsan, O'nu da görürsün,
Şayet O'nu görüyorsan her ikimizi de görürsün"
Biz bir tek cesede girmiş iki ruhuz,
Sen beni görüyorsan, O'nu da görürsün,
Şayet O'nu görüyorsan her ikimizi de görürsün" [1]

Daha çok hulul inancını ifade eden bu ve benzeri ifadelerle de anlaşılmış olur ki, terkedilen, kendisinden geçilen yoktur. Aksine Mutlak Varlık oluşun bilincine varmak vardır. Hallac-ı Mansûr'un (309/922) diğer bir çok şiirinde ifade edilen bu inancın özeti ise "Enel Hakk" sözü olur. O, Hint seyahatleri sırasında öğrendiği Hulul inancını Fena inancının çarpıtılmış biçimi içerisinde ifade ederek bu inancın yaygınlık kazanmasına zemin hazırlar.

Elbetteki Mansûr, değiştirilip, çarpıtılan ve bu nedenle Tevhid muhalifi bir özellik kazanan Fena konusunun tek örneği değildir. Daha bir çok sûfi, değişik vesilelerle Mansûr'unkine benzer inançlarını açığa vurmaktan geri kalmazlar. Zamanında zındıklıkla suçlanan
Zü'n Nün el-Mısrî (246/861)

"Harmaniyemin içinde Allah'tan başka birşey mevcut değil."[2]

gibi sözleriyle, söz konusu inancı dile getirirken, bu inancı sistemleştirip, başlıbaşına bir inanç sistemi haline getiren İbn Arabî (638/1240) ise

"O'nun peygamberi O'dur, göndermesi O'dur ve kelimesi O'dur. O kendisini kendisiyle Kendi'ne göndermiş'tir."[3]

sözleri ve benzerleriyle aynı inancı bazı ufak farklılıklarla tekrarlar. Daha bir çok örneği bulunabilecek bu şahsiyetlerin bir diğer temsilcisi ise Yunus Emre (20/1320-21) olur.

O, genel kabul görmüş olan şiirlerinin arasına serpiştirdiği ve hulul ile Vahdet-i Vûcud arasında gidip/gelen inancı ile Allah-Kul, Yaratan-Yaratılan ayrımını kaldırmaya yönelik tavırlar sergiler. Örneğin şu şiirinde olduğu gibi;

"Dost yüzin göricek şirk yağmalandı Anunçün kapuda kaldı serî'at"
"Dost yüzin göricek şirk yağmalandı Anunçün kapuda kaldı serî'at"[4]

Ünlü mutasavvıf-şair Kaygusuz Abdal'ın (848/1444 ifadeleri de aynı inancın bir başka örneğidir;

"Bu cümle eşyaya mevcûd olan sen
Bu mevcûd olana vücûd olan sen
Dohsın yirde gökde her mekânda
Bî-nişân sır olarsın her nisanda
Şol ay yüzlerde çesm-i siyah sen
Hocasın dahi her bir meta' sen
Geh olur âlemü'l-esrar olur sın
Gehî Ahmet gehi Haydar olursın
Gehî Yûnus ile batn-ı semekde
Gehi asel olursın her petekde
Gefi Yûsuf-ıla Mısır'da sultân
Gehl Fir'avn-ıla Musa'ya düşman
Külli şeyde mevcüd oldı çün ki Hakk 'un varlığı
Gel Hakk'ı hâzır görürsen hüsni inkâr eyleme"[5]

Bütün bu örneklerde anlam bulan ve bazı ufak farklılıklarla ifade edilen inancın en somut tezahürü Şebüsterî'de (725/1324-25) karşımıza çıkar;

"Enelhak, mutlak olarak sırları açığa vurmaktır, Hak'tan başka kim Enelhak diyebilir?
Alemin bütün zerreleri Mansur gibi Enelhak demektedir... Sen, onları ister sarhoş say, ister Mansur!
Daima bu teşbihi çekip dururlar...hepsi de bu hakikatle vardır.
Eymen vadisine gir de o ağaç, sana da "Ben Tanrıyım Tanrı" desin.
Bir ağacın "Ben Tanrıyım" demesi doğru ve yerinde olsun da neden bir kutlu kişinin demesi doğru ve yerinde olmasın?
Gönlünde şüphesi olmayan kişi şüphesiz olarak bilir ki varlık, ancak birdir.
Birden başka bir şey daha olmadı ki hulul ve ittihat olabilsin. Halbuki birlik, sülük neticesinde tahakkuk eder.
Halkın varlığı ve çokluğu görünüştedir. Yoksa görünenler zaten hakikatte yoktur
Karşına bir ayna al da bak...oradaki aksi gör.
İşte âlemin aslı da bu çeşit...bildin mi iman et ve bu imana yapış!
Hak'tan başka bir varlık yok...ister o Hak'tır de, ister ben Hak'kım de"[6]

Tarihî süreçte bütün bu inançların, şu veya bu şekilde yaygınlık ve meşruluk(!) kazanmasından sonra, Kur'an ve Sünnette açıklanan Tevhid hakikati had safhada değişime uğrar. Bütün yaratıklara oranla müteal (aşkın olan Allah inancının yerine, kendisiyle bir, hatta içice olunabilen Tanrı inancı alır.


KAYNAKLAR





[1]Bazıları duygusal bir tavırla Hallac-ı Mansûr'u ve Ünlü sözü ‘Ene’l Hakk'ı savunup yorumlayarak, temize çıkarmaya ve Hallac-ı Mansur'un ilgili sözüyle kendisinin Allah olduğu gibi bir iddia taşımadığını isbatlamaya çalışırlar. Halbuki onun bütün yorumlara kapalı olacak kadar iddiasını ifade eden sözleri vardır ve bu örneğin Kitabu'l Tavasin'in de çokça bulunabilir. Ayrıca onun Allah'lık iddiası sonradan oluşturulmuş bir itham/suçlamada değildir. Çünkü bizzat yakın adamları ve arkadaşları onun (haşa)Allah' olduğuna inandıkları için öldürülmediğine ve yakında tekrar dünyaya geleceğine bizzat o öldürüldüğü sırada dahi inanıyorlardı.(Bkz; İslâm Tarihi, 4/148 Ayrıca İslâm Düşünürleri 20,21)
Hallac-ı Mansur'un inançları konusuna Ehl-i Sünnet'in alimlerinden el-Bağdadî, kitabına ayrı bir bölüm ekler ve Hallac-ı Mansûr'u ve takipçilerini "sapıklar" arasına dahil eder. Bu konuda bakınız; el-Fark,239-243


[2] Güngör, 255,257 Prof.Dr.Erol Güngör,Islam Tasavvufunun Meseleleri, ötüken yy. Ist. 1982

[3] Üç Bilge, 120, Çev.Ali Ünal,Insan yy. Ist. 1985

[4] (Yunus Emre Divânı, Kültür Bakanlığı Yayınları Seri.380 - B. 1989, Hazırlayan Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, sayfa 11.)
Bu konudaki diğer örneklerden şunlar da anlamlı ve ilgi çekicidir; "Her gelen oldur giden ol görinen oldur gören ol ...süfli cümleten oldur ger bana görine"
"Hak cihâna foludur kimsene Hakk'ı bilmez Anı sen senden iste o senden aynı olmaz"
"Yûnus'un sözleri Hak cümle didügi saddak
Ne gördüysen kamu Hak cümle vücûdda bulduk*
"Tanrı kadîm kul kadîm ayrılmadum bir adım
Gör kul kim Tanrı kimdür anla iy sâhib-kâbüT (Yunus Emre Divanı.31,114,142,160)


[5] Kaygusuz Abdal,265-267, Doç.Dr.Adurrahman Güzel, Kültür Bakanl. Yy. Ankara

[6] Gülşen-i Râz, 37-40 Şebusteri, Gülşeni Raz, Çev. Prof. Abdulbaki Gölpınarlı, MEB Yy. 2. Baskı, Ist. 1968
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Öyle oradan buradan alıntılarla, tasavvuf hakkında bir eğitim ve dahili olmadan, tasavvuf ehlinin sözlerinin "hangi meramla söylendiği" bilgisi olmaksızın tasavvufa şirk yaftası yüklemek sadece lûzumsüzlük olur, Müslümanlığa da pek sığmaz. Bu konuda çok yazı var forumda, konu amlamsızlığı kadar da gereksizdir.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt