Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Suudlu Abdülaziz bin Baz kimdir?

cüneytkaya

New member
Katılım
10 Tem 2007
Mesajlar
85
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
Vehhabidir. Yazdığı "Akidet-üs-sahiha" adlı kitap "Doğru İnanç" ismi verilerek Türkçeye tercüme edilmiş ve Türkiye’nin her yerinde dağıtılmaktadır. Allah arşta oturuyor diyor.
Abdülaziz bin Baz, ehl-i sünnet itikadındaki Müslümanlara Müşrik damgasını vuruyor, her Müslümanın "Necdi" yani vehhabi olmasını istiyor. İstiva, Yed, Vech gibi müteşabih kelimelere, oturmak, el, yüz gibi manalar vererek -hâşâ- Allahü teâlâyı cisim olarak bildiriyor. Müşebbihe fırkası gibi inanıyor.

(Üstadımız İbni Teymiye de böyle söyledi) diyerek onun da Müşebbiheden olduğunu gizlemiyor. Kitapta imam-ı Malik hazretlerinin hocasının (İstivanın keyfiyeti bilinemez) dediğini yazıyor. Doğrusu da budur. Fakat Necdi hemen birkaç satır sonra, (Allah göklerin üstünde bulunan Arş üzerinde oturuyor) diyor. Keyfiyeti bilinmeyen şey üzerinde nasıl böyle kesin konuşuyor.

Selef-i salihin denilen önceki âlimler, İstiva, Yed gibi kelimeleri tevile lüzum görmezlerdi. Çünkü bu kelimelerin mahiyeti bilinirdi. Mesela (İstanbul, valinin elindedir) denilince, bunun açıklanması istenmez, herkes buradaki el kelimesinin hakiki el ile ilgisi olmadığını bilirdi. (Allah Arşı istiva etti) denince de, Allah’ın Arşa hükümran olduğunu anlarlardı.

Fakat Müşebbihe denilen bozuk fırka, (Allah’ın bizim gibi eli var. Allah Arşın üstünde oturur) gibi manalar verince sonraki âlimler bu kelimeleri açıklamak zorunda kalmışlardır. Kur'an-ı kerimde böyle tevil edilmesi gereken çok âyet-i kerime vardır. Hakiki manası ile alınırsa acaip manalar ortaya çıkar. Mesela Kur'an-ı kerimde (Köye sor) buyuruluyor. Köyden maksat, köydeki insanlardır.

Yine Kur'an-ı kerimde kâfirlerin sağır, dilsiz ve kör olduğu bildiriliyor. (Bekara 18) Kâfirler sağır, dilsiz ve kör değildir. Bunlara, hakikati duymadıkları için sağır, hakkı söylemedikleri için dilsiz, doğru yolu, gerçekleri göremedikleri için kör denilmiştir. Bilen için bunları izaha lüzum yoktur.

Eskiden de istiva, yed, vech gibi kelimeler tevil edilmeden bilinirdi. Müşebbihe fırkası ve sonra necdiler, bu kelimeleri hakiki manası ile alınca, hâşâ Allah’a mekan ittihaz etmiş oldular. Onu cisim zannettiler. Necdi Abdülaziz Baz da, (Allah gökte Arşın üstünde oturuyor) diyerek küfre giriyor. (S.8-10)

Abdülaziz Baz, (İman, dil ile ikrar ve inanılanı yapmaktır. İman itaat ile artar, isyan ile azalır) diyor. (s.18) Bu tarifin içinde kalb ile tasdik yoktur. Halbuki bir kâfir de dil ile Kelime-i şehadeti söyleyebilir. Kalb ile tasdik etmedikçe kıymeti olmaz. İnanılanı yapmak ameldir. Mesela orucun farz olduğuna inanan kimse bunu yapmazsa günaha girer, imanı gitmez. Necdi, inanılanı yapmak iman diyerek amelin, imanın bir parçası olduğunu söylüyor. Halbuki amel imandan parça değildir. Mesela oruç tutmayana kâfir denmez. (İman artar, eksilir) demekle, gerçekte imanın artıp eksildiğini zannediyorlar. Halbuki iman, "Amentü..." de bildirilen altı esasa inanmak demektir. Bunun birine inanmamak küfür olur. Bu bakımdan iman zamanla azalıp çoğalmaz. Bazı âlimler, imanın azalıp çoğalacağını söylemişlerse de bunlar, imanın kendisinin değil, parlaklığının artıp eksileceğini bildirmişlerdir.

Necdilerde tevil yoktur. Tevilsiz (iman artar, eksilir) demeleri küfür olur. Yani Necdiler gibi böyle tevilsiz söylemek, inanmak küfür olur. Necdiler, (İmanın parlaklığı artar, eksilir) deselerdi mahzuru olmazdı. Necdi yine aynı sayfada (Zina, hırsızlık ve içki içmek küfür değildir) diyor. Halbuki az önce, (İnandığını yapmak imandır) diyordu. Böylece apaçık bir tenakuz [çelişki] içine girmektedir. Zaten yazıları hep böyle tenakuzlarla doludur.

Necdi, Müslümanların peygambere ve evliyaya taptığını söylüyor. (S.21) Vefat eden peygamber ve evliyadan yardım istemenin şirk olduğunu söylüyor. (Bunlar "La ilahe illallah" kelimesinin manasını Arap kâfirleri kadar bile bilemediler) diyor. (s.20)

İlaca şifa özelliğini veren, dirinin yardım etmesine kuvvet veren Allahü teâlâ değil midir? Allahü teâlâ bunlara bu kuvveti verir de vefat eden bir peygambere veya evliyaya yardım etme kuvvetini vermekten aciz midir? Aslında, Allah’ın kudreti olmadan, dirinin yardım edeceğine inanıp da, ölünün yardım edemeyeceğine inanmak şirk olur. Allah’ın kudreti ile dirinin yardım edeceğine inanıp da, Allah’ın kudreti ile ölünün, yardım edeceğine inanmamak da, Allah’ı aciz kabul etmek olacağı için küfür olur. Halbuki Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Ölüden diri, diriden ölü yaratır. (Al-i İmran 27) Diriye, ölüye ve her şeye yardım ancak Allah’tan olur. Kur'an-ı kerimde (Yardım ancak ve yalnız Allah’tandır) buyuruluyor. (Al-i İmran 126)

Kur'an-ı kerimde, şehidlerin diri olduğu, yiyip içtiği bildiriliyor. (Bekara 154; Al-i İmran 169)
Bu âyetleri inkâr edemiyeceklerine göre, Necdiler hâlâ (Evliyadan yardım istemek şirk) demeye devam edecekler mi? [Vehhabilik maddesine bakınız.]

Abdülhak-i Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya manevi olarak yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır. (Mişkat)

Ölünün feyz vermesi
(İrşad-üt-talibin) de, (Büyük bir âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez, hatta artar) buyuruluyor. Allahü teâlâ, sevdiklerinin ruhlarına işittirir, onların hatırı için istenileni yaratır. Ölülerin dirilere yardım etmesi yine Allahü teâlânın dilemesi ile olmaktadır. (Künuz-üd-dekaik) deki hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı.) [Deylemi]
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Allah arşta oturuyor diyor

Efendim bu iftiralara defaat ile cevap verdiğim halde halen aynı şeylerin pişirilip pişirilip gündeme getirilmesini doğru ve samimi bulmuyorum...Aslında Bin Baz'ın eseri yüz yüze etüd edilse mesele anlaşılacak...Çünkü, Bin Baz'ın Allah arş'ta oturuyor demesi mümkün değildir;Bin Baz ve selefi ekol hiç bir surette müteşabih ayetleri tevil etmezler...Bu konuda selefi salihin ne demiş, bu minvaldeki sahih hadisler doğrultusunda yorum yapmadan kabul ederler...

Bin Baz der ki "Rahman arşa istiva etmiştir"...
Bu ayeti olduğu gibi kabul ederler, yorum yapmazlar, keyfiyeti hakkında soru sormazlar. Hatta İmam Malik'in bu konudaki meşhur görüşü selefi ekolün tüm kitaplarında mevcuttur...

Şimdi birileri çıkıp diyor ki Bin Baz Allah'a mekan isnat ediyor...
Nerede ediyor diye sorsan, Rahman arşa istiva etti diyecek...
İyi de ayet öyle diyor zaten...
Er Rahmanu alel arşisteva...
İşte bu ayeti sıf yorumlamamaları nedeniyle iftiraya maruz kalıyorlar...
Oysa bu ayeti yorumlamayan aynı zaman'da dört müçtehit imam'dır...
Efendim onları sözlerini aynı işgüzarlık ile değerlendirseniz onlara'da Allah'a mekan isnad ediyor dersiniz...

Şimdi sorabilirsiniz, selefi ekolün için'de müşebbihe yok mu?
Var, nereden geliyor bunu da biliyormusunuz?
Bazı radikal hanbeliler'den...
Üç beş kendini bilmez hanbeli bilerek ya da bilmeyerek müşebbihe batağına saplanmış ise bunda hanbeliliğğin ya da selefi ekolün ne suçu var?

Selefi ekolün içinde müşebbihe, sünni ekolun içinde ne kadar mürcie varsa o kadardır...
 
Üst Alt