Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sünnet Inkari Ve Gayesi

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
SÜNNET İNKARI VE GAYESİ

BİSMİLLAH
Bugünlerde birileri dinin temel kaynaklarından biri olduğuna inandığımız, din olduğuna inandığımız, vahyin bir parçası olduğuna inandığımız Rasulullah (s.a.v) sünnetini ekarte etmeye, reddetmeye çalışıyorlar.Bize Kuran yeter, dinimizi yaşamak için bizim Allah’ın Kitabı’ndan başka bir şeye ihtiyacımız yoktur diyerek, Rasulullah’ı ve sünnetini silerek, kendilerince bir din icad etmeye çalışıyorlar. Rasulullah’ın Kuran konusundaki anlayışını ve uygulamalarını, yeryüzünün en hayırlı nesli olan onun pırlanta ashabının, onlardan sonra gelen tabiinin, tebeu tabiinin, müctehid imamlarımızın ve değerli seleflerimizin Kuran la ilgili anlayışlarının tümünü yok farzederek, onların tümünün üzerine bir çizgi çekerek kimilerinin salt akıllarıyla Kuran-ı anlamaya çalıştıklarını, bu iddaayla ortaya çıktıklarını görüyoruz. Bu sapık anlayışlar karşısında elbette Rasulullah efendimizin sünnetinin müdafası sadedinde bir şeyler söylememiz gerektiği kanaati ve inancındayız
İslamın temel kaynaklarından birisi olan sünneti reddetme hadisesi tarihte ilk önce Hicri ikinci yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu konuyu ilk defa ortaya atanlar Hariciler ve Mutezililerdir. Hariciler İslam toplumunda çıkarmak istedikleri fitnenin önünde en büyük engel olarak Rasulullah (s.a.v)in sünnetini gördüler. İslam tolmumunda Rasulullah efendimizin sözleri, fiilleri ve takrirleri üzerine kurulan bu son derece sağlam yapı var olduğu sürece din konusunda ortaya atabilecekleri hiçbir düşünce, hiçbir akım, hiçbir felsefe Müslümanlar tarafından kabul görmeyecek, hiçbir fitne başarıya ulaşayamacaktı. Onun içindir ki İslam toplumunda kendi batıl fikirlerini yayarak toplumu yıkmak isteyen Hariciler ilk önce önlerindeki büyük engel olan sünnete yönelerek onu yıkmayı o engeli kaldırmayı deneyip planladılar.Bunun için de şu iki iddia üzerinde fikirlerini yoğunlaştırdılar:
1Sünnetin dinde hiçbir bağlayıcılığı yoktur.Dinde müslümanı bağlayan Allah’ın kitabıdır.Allah’ın kitabının dışında uyulmaya layık başka bir kaynak hiçbir otorite yoktur.
2-Zaten Kuran’ın dışında hiçbir şey Allah tarafından korunmaya alınmadığından sünnetin, peygamberin hadislerinin doğruluğunda şüphe vardır.Şüphe üzerine kesinlikle din bina edilemez.Çünki hadisler bir sonraki nesle aktarılırken içine pek çok yalan yanlış şeyler karışmıştır. Binaenaleyh dinimizi böyle şüpheli, şaibeli şeylere bina edemeyiz.Allah’ın lafzan ve manen korunmuş olan kitabının dışında başka hiçbir şeye itimad edilemez.
Mutezile de hemen hemen aynı şeyi söyledi.Yunan felsefesinin ürünleriyle karşı karşıya gelen bu insanlar bunları yargılayıp sorgulayabilecek kadar dinlerini yakından tanıyamamış olmalarının sonucu olarak tamamen akılcı olan felsefi akımlarının etkisi altında kaldılar. Bu felsefi akımlar karşısındaki aşağılık duygusuna , yenilmişlik psikozuna kapılan ve inançları, akideleri sarsılan bu adamlar dinlerini, inançlarını bu felsefi akımlar karşısında tamamen akılcı ölçülere uyacak biçimde yeniden yorumlanmak, yeniden gözden geçirmek tutkusuna kapıldılar. Ama dinlerinde reforma yönelen , akıllarınauygun bir biçimde dine şekil vermek cinnetine kapılan bu insanların karşısınada yine en büyük engel olarak Rasulullah’ın sünneti çıkınca onlar da tıpkı selefleri gibi sünnete gölge düşürmeye, sünneti reddetmeye yöneldiler.Kuran’ı bu felsefi akımlar önünde diledikleri gibi yorumlamalarına engel olacak peygamberin ve onun sahabesinin örnekliliğini reddettikleri zaman önlerinin açılabileceğini zannediyorlardı. O zaman Kuran’ı istedikleri gibi yorumlayabilecekler vekendilerine yepyeni bir din yapabileceklerdi.Bunun için şu iddaayı ısrarla savundular: Peygamberin görevi sadece bize Kuran’ı getirip ulaştırmaktır. Allah’ın Rasulu bu görevini hakkıyla yerine getirmiştir. Bunun ötesinde Muhammed bin Abdullah olarak Rasulullah bizim gibi sıradan bir insandan başkası değildir. Onun söylediklerinin ve yaotıklarının bizim için hiçbir değeri, hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Onun yapıp söyledikleri sadece kendisini ve kendi dönemini ilgilendirir. Bizler sadece Kuran’a yönelir onunla amel ederiz
Sünnet hakkında ortaya atılan bu iki fitnenin ikisi de İslam toplumun da hüsnü kabul görmedi. Muhaddis alimlerimizin ciddi çalışmaları, ümmetin vicdanının uyanıklığı sayesinde çok kısa bir süre içinde her ikiside ümmet arasında kabul görmeden yok olup gittiler. Kitabı ve sünneti tanıyan sıradan bir müslümanın bile peygamberini bir posta memuru kabul etmesi elbette mümkün değildi. Onun içindir ki bu ümmetin mizacı böyle saçmalıkları, bu tür bidatleri kabule asla musait değildir. Nasıl musait olsun da? Rasulullah efendimizin mubarek asrında başlayarak Raşid Halifeler , tabiin, möüctehid imamlar ve ümmetin fakihlerinin, muhaddislerinin rehberliğinde gelişerek gelmiş olan bu İslami hayat düzenini reddederek günübirlik küfür dünyanın felsefi akımlarının etkisi altında kalarak dinlerini reddedecek değillerdi elbette Müslümanlar…
Ancak uzun yılar kül halinde bulunan bu fitnenin asrımızda yeniden hortlatılmaya başlandığını görüyoruz. Tıpkı hicri ikinci asırda olduğu gibi batı karşısında , batı medeniyeti karşısında zihinsel bir yenilgiyi yudumlamış, kafirler karşısında aşağılık komplesine kapılmış kimi insanların aynı konuyu bu gün gündeme getirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Son günlerde “İslamı anlamak ve onu hayatımıza aktarabilmek için bize yalnızca Kitap (Kuran) yeter. Kuran’ın dışında başka hiçbir kaynağa ihtiyacımız yoktur. Zaten bizim dinimizin temel kaynağı Kuran’dır iddiası gündeme getirilmeye, ve dinimizin ikinci temel kaynağı olan sünnetin dinde hüccet olmadığı ve de sünneti ortaya koyan kaynakların doğruluğundan şüphe iddiaları yaygınlaşıyor. Ne yazık ki tıpkı öncekiler gibi ama bu defa batı medeniyeti karşısında aşağılık psikozuna kapılmış bir kısım insanlar tarafından batılı müsteşriklerin de etkisiyle Rasulullah efendimizin dinde temel odak nokta oluşu ya da şarii yönü reddedilmeye çalışılmaktadır. Bu iddiaları tıpkı öncekiler gibi tarih boyunca yan yana giden dinin iki temel kaynağını birbirinden ayırmaya yöneliktir. Kuran’ı sünnetten, sünneti Kuran’dan ayırmaktır. Az evvel de ifade ettiğim gibi bu akım yeni ve tesadiüfi değildir. Yalnızca Türkiyeye mahsus da değildir. Bunu gündeme getirenler esasen müsteşriklerdir. Asrımızda sünnete en büyük şüphe gölgesini düşüren Pr. Goldizerdir. Bu adam İslam hukukunun ikinci temel kaynağı olan hadislerin, Rasulullah efendimizin sözlerinden çok, Şam bilginlerinin görüşerli olduğunu iddia etti. Hadis diye kitaplarda yazılı olanlar peygambere ait sözler değil bir kısım insanların sözlerinden ibarettir dedi. Maksadı Müslümanlar nazarında değerli bir mevkii olan sünneti sarsmak , Peygamberimizin ve onun sünneti konusunda zihinleri saptırıcı şüphe tohumları atmaktır.
Aynı akımı Hindistanda önce Mehdilik, sonrada Peygamberlik idiasıyla ortaya çıkan Mirza Gulam Ahmed tarafından savunulduğunu görüyoruz. Bu nevzuhur adam da , sünnete en büyük darbeyi vurmalıydı ki , kendi Peygamberliğini yutturabilsin. Bunlardan ayrı olarak bir takım modernist yazarlar da bunların tilmizi olarak aynı iddiayı savunmuşlardır. Bu sünnet düşmenı modernistlerin iddiası şöyledir.
1Eğer İslamı anlamada Kuran kadar Sünnet de önemli olsaydı, Cenab-ı Hakk bunu bize Kuran da bildirirdi. Bizde Kuran kadar sünneti de anlamağa mecbur olurduk ve Sünnete de değer verirdik.
2Rasulullah’ın sünnetini, anlayışını ancak kendi dönemi ve kendi toplumu için geçerli kabul etmek lazımdır.Halbuki devir ve şartlar değişmiştir. Değişen asrın şartlarına sünneti tatbik edemeyiz.
3Hadisler çok zor şartlar altında toplanmıştır. Bunlara yalan karışma ihtimali çok fazladır. Binaenaleyh sünneti sünneti bir kenara bırakmak zorundayız. Hatta bu insanların gençlere; Hadislerle kafanızı bozmayın diyecek kadar Allah Rasulune saygısızlık ederek Kuran cı kesilirler. Temel iddaaları bunlardır.
İbni Hazm zamanında da hicri 500 lerde kendilerine Kuran cı denen bir grup zuhur eder.Bunların idiasına göre her şey Kuran da vardır. Hatta birisi sormuş, peki Hz. Ali’nin sakalının sık Hz Muaviyenin sakalının seyrek oluşu Kuran da varmı? Ama bunlar bir tarafdan Kurancı kesilirken sünneti ekarte etmişler. Bize sadece Kuran yeter, kulluğu yaşayabilmek için sadece Kuran yeter, onun dışında başka kaynağa ihtiyacımız yoktur diyerek sünneti inkar etmişlerdir. Veya “işte efendim sünnetin intikalinde, sübutunda şüphe vardır, bu yüzden zaman içinde içine yalan yanlış şeyler karışmış bir şeyi delil kabul edemeyiz” diyerek reddetmişlerdir.
Peki hedefleri neydi bu adamların? Hedef şu: Eğer Kuran’ın beyanı, Kuran’ın tamamlayıcısı ve açıklayıcısı olan hadisler ekarte edilirse sonunda Kuran da çok rahat ekarte edilebilir. Veya sünnet yani Rasulullah efendimizin anlayışı ve uygulaması ekarte edilirse o zaman Kuranı salt aklımızla anlayıp dilediğimiz gibi bir Müslümanlık yaşama ve Kitab’ı kendi arzu ve heveslerimize göre anlayıp yorumlama imkanını elde ederiz” derdi var adamların. Keyiflerine geldiği gibi bir din yaşama , din belirleme konusunda hiçbir kayd-u bend altına girmeme arzularından kaynaklanıyordu bu iddia.
Bugünküler de hemen hemen buna benzer iddialarla ortaya çıkmaktadırlar. Esasen bu iddiaların altında akılcılık, rasyonalizm yatmaktadır. Yani Kuranı anlamak için yalnızca akıl yeter, bunun dışında ne sünnete, ne de başka bir kaynağa ihtiyaç yoktur iddiası yatmaktadır bir. İkincisi olarak da bu iddianın altında Ashabı Kirama karşı güvensizlik ve itimatsızlık yatmaktadır. Zira sünneti Rasulullah’tan sözlü olarak bize aktaran Ashabı Kiram efendilerimizdir.. Eğer bu mevzuda, hadislerin bize aktarılması konusunda ashabı kiram efendilerimize herhangi bir itimadsızlık isnad edersek o zaman Kuran’a da itimad etmemek gerekecektir. Kuran dan da şüphe etmemiz gerekecektir. Zira Kuran’ı yazıp, hıfzedip, toplayan ve bize ulaştıranlar da ashabı Kiram dır.Görülüyor ki bu iddianın altında Kuran’ı reddetme sinsi planı da yatmaktadır. Yani bugün sünnet diyecekler yarın Kuran diyecekler. “Kuran’a da itimad edilmez, çünki hadislere bir sürü yalan yanlış şeyler katanlar elbette Kuran’ada katmışlardır” diyecekler ve dini bitirecekler.
İşte üç aşağı beş yukarı dünkülerin de bugünkülerin de demeye çalıştıkları bunlar. Şimdi bu iddianın sahiplerine peygamberin ne olduğunu, peygamberin kim olduğunu, sünnetinin bizim dinimizde, bizim hayatımızda yerinin ne olduğunu anlatmamız gerekecektir.Peygamberin dinde temel odak nokta olduğunu, onsuz dinin olmayacağını, onsuz Müslümanlık olmayacağını , olamayacağını anlatmamız gerekecek. Peygamberin kullukta adım adım takip edilmesi gereken bir mukteda bih olduğunu, bir üsve-i hasene olduğunu anlatmamız gerekecek. Peygamberin Kuran’ın beyan edicisi, Kuran’ın tamamlayıcısı ve açıklayıcısı olduğunu, peygamberin sürekli Allah’ın kontrolunde bir masum olduğunu ve Rabbımızın kitabında kendisine itaat istediği herbir bölümünde aynı zamanda peygamberine de itaat istediğini, bu konuda peygamberle Allah’ın arasını ayıranların kafir olduklarını, peygambere din belirleme, haram ve helal koyma hakkının verildiğini, anlatmamız gerekecek, Kuran’da Rabbımızın anlatmadığı pek çok konuyu kendisine anlattırarak Rabbımızın peygamberini dinde nasıl şari kıldığını anlatmamız gerekecek
 

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Devam

Devam

MÜSLÜMANLARIN ÇEKİŞTİKLERİ KONULARDA ALLAH-I VE RASULULLAH-I HAKEM KABUL ETMELERİNİN BEYANI

Bu günkü batıl sapık düşünceler ve bunların savunucularının çoğu dört imam zamanında da vardır. Dört imam ve arkadaşları (Allah (c.c) onlardan razı olsun), sapık düşüncede olanlara cevap olmak üzere, Kitaplarında, derslerinde ve münakaşalarında onların batıl yolda bulunduklarını ispat etmişlerdir. Allah'u Teâla'nın izniyle, bu ispatların bir kısmını aşağıda nakledeceğim.

İmam Şafii Risale'sinde ve İmam Beyhaki (r.a)[5] Medhal adlı Kitabında[6] (İmam Şafii'nin sözünü) şöyle naklettiler: İmam Şafii (r.a) dedi ki: "Allah (c.c) dininde, farzında ve Kitab'ın'da, Rasûlüne (s.a.s)'e itâatı farz kılmak, isyanı haram kılmak süretiyle, önemli bir yer verdi. Rasûlünün (s.a.s) faziletini, Kur'an'ı Kerim'de, kendine olan imanla birleştirerek beyan etti. Allah (c.c) buyurdu ki: "Allah'a ve Rasûlune iman edin." ve yine "Ancak Allah’a ve Resûlüne iman edenler mü’minlerdir."[7]



Allah'u Teala temel olan imanın başlangıcını; ondan sonra gelen şeylerin (iman edilecek diğer esasların ve amellerin) kabul edilebilmesi açısından, Allah'a iman ve sonra Rasulûne imanda kılmıştır."

İmam Şafii (r.a) dedi ki: "Allah'u Teala bütün insanları; göndermiş olduğu vahye (Kur'an'a) ve Rasûlullah (s.a.s)'in sünnetine tabi olunmasını, itaat edilmesini farz kılmıştır. Kerim olan Allah (c.c) Kitab'ın'da şöyle buyurur:
"Gerçek muminler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve resulüne iman ederler, toplanmayı gerektiren bir meselede peygamberle bir aray geldikleri zaman, peygamberden izin almadan ayrılmazlar.[8]

"Muhakkak Allah (c.c) mü'minlere, onların içinden, Rasûl göndermek süretiyle nimet verdi (iyilik etti) ki Rasûl onlara Allah'ın ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve Hikmeti öğretiyordu. Oysa önceden onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler."[9]

Bu ayet-i kerimede Kitab ve Hikmet beraberce zikredilmiştir. Allah'u Teala'nın Kitab diye buyurduğu; Kur'an'ı Kerim'dir. Kur'an'ı bilen ilim ehlinden, işittiğim şudur ki: Hikmet buyruğundan kasıt, Rasûlullah (s.a.s)'in sünnetidir.[10]Bunun bu manaya gelmesi bir haktır. Zira Allah (c.c) Kur'an'da;

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Rasûlü'ne ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin, Şayet bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahiret'e gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Rasûlüne götürün (onların hükmüne göre hükmedin) bu hem hayırlı, hem de netice itibariyle daha iyidir." Buyurmuştur.[11] Bazı ilim ehlinden, "Sizden olan emir sahiplerinden maksadın; Rasûlullah (s.a.s)‘in göndermiş olduğu birliklerin komutanları olduğu nakledilmiştir. "Şayet herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz" Yani ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şeyde demektir. Burada Allah (c.c) onlara, kendilerine itaatle emir olundukları, emir sahipleri bildirmektedir. "O'na Allah'a ve Rasûlüne götürün": Yani Allah'u Teâla: anlaşmazlık olduğu zaman nasıl hareket edileceğini, hüküm için kimlere başvurulacağını bildirmektedir.

Allah (c.c) Rasûlune olan itaatın, teslimiyetin ve bağlılığın bizzat kendisine yapılmış olacağını bir çok ayetinde belirtmiştir. Allah (c.c) buyurur ki:
"Hayır, Rabbin e and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kabul tayin etmedikçe ve sonradan haklarında verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymadan tam olarak teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. " [12]
Ve yine Rasûlûllah (s.a.s)'in emrine tabi olmayı gerektiren bir delil daha,

Allah (c.c) buyurur ki:
"Rasûlullah 'ın çağrısını, aranızda bazınızın, bazınızı çağrısı gibi tutmayın. Allah içinizden başkalarını siper edinerek sıvışıp gidenleri çok iyi bilir. Rasûlullah 'ın emrine muhalefet edenler başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar."[13]



Allah (c.c), bir ayetinde daha buyurmaktadır ki:
"Rasûl size neyi verdiyse onu alınız ve hangi şeyi yasakladıysa ondan da kaçınınız."[14]

Bu ayetler ve daha nice ayetler, Rasûlullah (s.a.s)'in emrine tabi olmayan ve O'na itaâtın gerekli olduğunu göstermektedir. Rasûlullah (s.a.s)'in emri reddedilmez, çünkü Allah (c.c) Rasûlune itaât edilmesini farz kılmıştır."

İmam Beyhâki (r.a) şöyle dedi:[15]"Şayet sünnet dinde delil olmasaydı, Rasûlullah (s.a.s)'in kendisiyle beraber bulunanlara, dinlerini öğrettikten sonra, vermiş olduğu hutbesinde şöyle buyurmazdı.
"Burada bulunan kişiler, bulunmayanlara anlattıklarımı aktarsınlar, umulur ki, anlatılan şahıs burada dinleyenden daha anlayışlı ve kavrayışlı olabilir."[16]
Ve yine sünnet delil olmasaydı Rasûlullah (s.a.s) "Allah'u Teâla bizden bir hadisi dinleyipte, bunu başka bir kişiye anlatarak vazifesini yerine getirenin yüzünü parlatsın. Olur ki anlatılan kişi dinleyenden daha kavrayışlıdır."[17]Buyurmazdı. Bu hadis mütevatir bir hadistir.

İmam Şâfi'i dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s)'in, hadislerini, dinlemeye, ezberlemeye ve başkalarına anlatmaya teşvik etmesi, sünnet'in dinde delil oluşturmasını vurgulamaktan başka birşey değildir. Zira hadisler: tutulması gereken helalleri, kaçınılması gereken haramları, tatbik edilecek hadlerin (cezaların) kimlere uygulanacağını, alınacak veya verilecek bir malın düzünlenmesini içermekte ve ahiret ile dünya için öğütler vermektedir."

İmam Beyhaki[18] (r.a) Ebu Rafi (r.a)'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu;
"Sizden herhangi birisine, koltuğuna yaslanmış bir şekilyde iken, benim emretmiş olduğum veya nehy etmiş olduğum, bir hadisim getirildiğinde: "Bilmiyorum. Biz onu Allah'ın Kitab'ın'da bulamadık ki tabi olalım". Der bir vaziyette rastlamayayım."
Bu hadisi, Ebu Davud ve Hakim'de naklettiler.[19]

İmam Beyhaki (r.a), Mikdam bin Ma'diy Kerb'den naklettiler Mikdam dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s) Heyber günü bazı şeyleri haram kıldı. Onlardan ehli eşek ve diğer bazı şeylerdir.[20] Sonra Rasûlullah (s.a.s) buyurdu ki:
"Korkarım ki, koltuğuna yaslanmış rahat bir şekilde oturan bir adama benim bir hadisim nakledilirde, o kişinin "Benimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Biz ancak O'ndan helâl bulduğumuzu helâlkabul ederiz" diyeceği zaman yaklaşmıştır. Dikkat edin Rasûlullah 'ın (s.a.s) haram kılması da Allah ( c.c.)'ın haram kılması gibidir."[21]

Beyhaki dedi ki: "Bu hadis, Rasûlullah (s.a.s)'den sonra hadisleri kabul etmeyen, inkar eden kişilerin oluşacağını haber vermektedir. Bu haberin doğruluğu şu zamanda gerçekleşmiştir."[22]

İmam Beyhâki (r.a) kendi senedi ile Şebib bin Ebi Feddalet'il Mekkiyye'den nakletti ki: İmran Bin Hüseyin (r.a) şefâatı anlattı. Toplulukdan biri dedi ki: "Ey Ebu Nüceyd! Muhakkak siz bize hadisler naklediyorsunuz, ama biz onların aslını Kur'an'da bulamıyoruz" İmran (r.a) sinirlenerek o kişiye dedi ki: "Sen Kur'an'ı okudun mu? O kişi "Evet okudum" dedi. İmran (r.a) dedi ki: "Sen sabah namazının iki, öğle, ikindi ve yatsı namazının dört ve akşam namazının üç rekat olduğunu Kur'an'da buldunmu?" Adam dedi ki: "Hayır bulamadım" İmran (r.a) dedi ki: "Öyleyse bunları kimden aldınız? Biz bunları Rasûlullah (s.a.s)'den, sizde bizlerden aldınız. Hem siz Kur'an'da, her kırk koyundan bir tanesinin zekât olarak verileceğini ve böylece belirli bir sayıda şu kadar deve, belirli miktarda şu kadar dirhem zekatın verileceğini ve daha nice amellerin haberini buldunuz mu?" Adam dedi ki: Hayır bulamadım" İmran (r.a) "O halde bunları kimden aldınız? Biz bunları Rasûlullah (s.a.s)'den Sizde bizlerden aldınız. Hem siz Kur'an'da; (Kâbeyi) tavaf etmeği ve orada say tavafının (yeditavaf) olduğunu ve makamı İbrahim'in arkasında iki rek'at namaz kılındığını buldunuzmu? Ve siz Kur'an'da Sürgün ve uzaklaştırma cezasının olduğuna, şigâr evliliğinin yasaklandığına dair bir haber buldunuz mu?. Hele siz Allah'u Teâla'nın şu buyruğunuda işitmediniz mi?
"Rasûl size neyi verdiyse onu alınız ve neden de yasakladıysa ondan da kaçınınız."[23]

Muhakkak biz bunların haberini Rasûlullah (s.a.s)'den aldığımız zaman, sizler hayatta değildiniz, bunun içinde haberiniz yoktu."
İmam Beyhaki (r.a) hadisi Kur'an'a arzetme hakkında nakledilen hadisin, sahih olmayıp batıl bir haber olduğunu ve o, hadisin kendisini de çıkmaza, geçersizliğe sürüklediğini beyan etmiştir. Çünkü Kur'an'da, hadis'in Kur'an'a arzedilmesi gerektiğini ifade eden bir ayet yoktur. Hem de bu kişiler, hadisi kabul etmedikleri halde yine kendi sapık düşüncelerine hadisten delil getirerek bir çelişkiye düşmekte ve hem davalarının hemde kendilerinin yalancı olduklarını ortaya koymaktadırlar. [24]

Beyhâki'nin, küçük medhal adlı Kitabındaki sözü burada son bulmaktadır. Onun büyük Medhal kitabını, nübüvetin delillerine dair haberler oluşturmaktadır. Beyhaki'nin sünnetlerle ilgili Medhal kitabı bundan daha geniştir. Sünnetle ilgili medhal katıbında Rasûlullah (s.a.s)'in sünenetini öğrenme bölümünde, Rasûlullah (s.a.s)'e tabi olmanın farz olduğunu belirterek şöyle demiştir.

Allah (c.c)'ün buyruğunda geçen:
"Allah müminlere nimet verdi (iyilik etti)" kavlinden sonra gelen "Onlara Kitabı ve Hikmeti öğretiyor" ayetinde, hikmetten kasdedilenin İmam'ı Şafi (r.a)'ün "kendilerin güvendiğim Kur'an'ı bilen kişilerden bundan maksadın Rasûlullah (s.a.s)'in sünneti olduğunu işittim" dediği sözünü nakletmiştir. [25]

İmam Beyhaki (r.a) den kendi senediyle, Hasan Basri, Katede ve Yayha İbni Kesir (r.a) den nakletti ki: Onlar dediller ki: Bu ayette geçen Hikmet‘ten kastedilen mana Rasûlullah (s.a.s)‘in sünnetleridir."

İmam Beyhâki (r.a) kendi senedi ile Mikdam bin Ma‘diyy Kerb‘den nakletti ki: Mikdam, Rasûlullah (s.a.s)‘in şöyle buyurduğu nakletti:
"İyi bilin ki, .Ben Kitab'ı (Kur‘an'ı) ve bununla beraber bir mislini (sünnet) daha aldım. Dikkat edin karnı tok vaziyette iken, koltuğuna yaslanmış bir şekilde: "Bizim için Kur'an yeterlidir. O‘nda helâl bulduğunuzu helâl kabul edin haram bulduğunuzu haram kabul edin:" Diyecek olan bir adamın gelişi yakındır. Dikkat edin!. Sizin için ehli eşek ve yırtıcı hayvanlardan her azı dişine sahip olanlar ve sahibi olan kaybolmuş bir mâl helâldir."[26]

Sonra Beyhaki (r.a) başka bir yolla yine Mikdam bin Ma‘diyy Kerb (r.a)‘dan nakletti ki: Mikdam dedi ki "Rasûlullah (s.a.s) Heyber günü bazı şeyleri haram kıldı. Bunlar ehli eşekle, bundan başka bazı şeylerdir.
Sonra Rasûlullah (s.a.s) buyurdu ki: – "Korkarım bir adamın, koltuğuna yaslanmış bir vaziyette iken, benden bir hadis nakledilirde o kişinin "Sizinle benim aramda Alah'ın Kitab'ı vardır. Onda helâl bulduğunuzu helâl, haram bulduğunuzu haram kabul ediniz" diyeceği bir zaman yaklaşmaktadır. Ancak bilin ki Rasûlullah (s.a.s)‘in haram kılışıda Allah‘u Teâla‘nın haram kılması gibidir."[27]

Beyhaki dedi ki: Bu hadis sahih bir sünnetle, Ebu Davut süneninde ve Hakimde Müstedrekinde nakletmiştir. [28]
İmam Beyhaki (r.a) kendi sendi ile Ebu Hureyre (r.a)‘dan nakletti ki "Ebu Hureyre (r.a) dedi ki: Rasûlullah (s.a.s) buyurdu ki – "Şüphesiz ben size iki şey bıraktım ki onlara bağlandığınız müddetçe ebedi sapıtmazsınız. Bu iki şeyde Allah'u Teâla'nın Kitab-ı Kuran‘ı Kerim ve benim sünnetim"dir. Havzımına gelinceye kadar Kur'an ve sünnet birbirlerinden ayrılmazlar."
Hakim (r.a) müstedrek adlı Kitabında ve Beyhaki kendi isnadı ile Abdullah İbn Abbastan naklettiler ki: Rasûlullah (s.a.s) veda haccında bir hutbe verdi, buyurdular ki: "Ey insanlar! Muhakkak ben size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarılırsanız asla dalalete düşmezsiniz. Bunlarda Allah'ın Kitab-ı ve benim sünnetimdir."[29]
Yine Hakim ve kendi senedi ile Beyhaki bu sefer Urve'den (r.a) naklettiler: Rasûlullah (s.a.s) veda haccı esnasında insanlara bir hutbe verdi buyurdu ki: "Muhakkak size bıraktığım şeylere sımsıkı sarılırsanız asla dalalete düşmezsiniz. Bu şeylerde iki emirdir; Allah'ın Kitab-ı Kur'an ve Nebinizin sünnetidir. Ey insanlar! Ben size ne söylüyorsam onu dinleyiniz ki mutlu olabilesiniz ve onunla ameledinizki saadete erişebilesiniz."[30]
Beyhaki kendi senedi ile İbn Vehb'den nakletti ki: İbn Vehb şöyle dedi: Malik bin Enes (r.a)'dan işittim, diyordu ki: Rasûlullah (s.a.s) veda haccında ne buyurmuşsa onlara sarılın. Rasûlullah (s.a.s) buyurdu ki: "Size iki şeyi bıraktım, onlara sımsıkı tutunursanız, asla dalalete düşmezsiniz, onlarda Allah'ın Kitab-ı Kur'an ve Rasûlullah 'ın sünnetleridir." [31]
Beyhaki kendi senedi ile irbad bin Sariye (r.a) dan nakletti ki: İrbad şöyle dedi "Rasûlullah (s.a.s) birgün bize namaz kıldırdı. Sonra bize yönelerek, açık ve etkili bir şekilde vâaz etti. Bundan dolayı gözler yaşardı kalbler titredi. Topluluktan birisi dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s) sanki vedada bulunan birisi gibi konuşma yaptı. Ve Rasûlullah 'a (s.a.s) dedi ki: "Ya Resûlullah (s.a.s) kendinden sonra bize ne tavsiye edersin? Rasûlullah (s.a.s) buyur ki: "Size, Allah (c.c)'tan korkmayı ve üzerineze, başı siyah üzüm tanesi gibi olan Habeşli bir kulun emir olması halinde bile, onu dinlemeyi ve O'na itaatı tavsiye ederim. Sizden kim benden sonra yaşarsa çok ihtilaflar görecektir, o zaman siz benim sünnetime ve doğru yola ileten Raşid Halifelerimin yoluna tabi olunuz ve buna azı dişlerinizle sımsıkı sarılınız. Sonradan icat edilip dinden gösterilen şeylerden sakınınız. Şüphesiz ki dinden gösterilerek sonradan icat edilen herşey bid'at, her bid'atte sapıklıktır."
Bu hadisi Ebu Davut, İbn Mace Hakim (r.a)'de naklettiler.[32]


Beyhaki kendi senedi ile Hz. Aişe (r.a)'den nakletti ki Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu. "Altı sınıf insana Allah (c.c) lanet etmiş ve duaları, Allah katında kabul olunan Nebilerde lanet etmişlerdir. Bunlar şu kişilerdir:

1. Allah'u Teâla'nın Kitabına herhangi birşey ekleyen.

2. Allah'ın takdirini (kaderini) yalanlayan.

3. Baskıyla (otorite ile), Allah (c.c)'ın aziz kıldığını zelil, zelil kıldığını aziz kılan.

4. Allah'u Teâla'nın haram kıldığı şeyleri helalleştiren.

5. Benim soyumdan Allah'u Teâla'nın haram kıldığı şeyi helalleştiren.

6. Benim sünnetimi terk eden.

Bu hadisi taberani ve Hakim'de nakelederek sahihtir dediler.[33]

Beyhaki, kendi senedi ile Abdullah bin Ömer (r.a)‘dan nakletti ki: Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu; "Her ameliçin bir şevk ve iştiyak vardır. Ve her şevkin bir de azalması vardır. İşte bu esnada kimin gönlü benim sünnetimden dışarıya çıkmassa muhakkak o kişi hidayete ermiş kiminde gönlü bundan başka şeylere yönelirse helak olmuş."[34]
Beyhaki (r.a) kendi senedi ile Enes bin Malik nakletti ki: Rasûlullah (s.a.s) buyurdu ki: "Kim benim sünnetimi (yaşamak ve yaşatmak sûretiyle) diriltirse, muhakkak beni seviyor demektir. Kim beni severse cenette benimle beraberdir."[35]


Bu hadisi şerifi Tirmizi'de nakletmiş.[36]



Ahmed b. el-Huseyn b. Ali, Ebubekr, Hadis imamlarından. Nisabur'daki Beyhak köylerinden biri olan Husrevcird'de do¤du. Yİl 384/994. Beyhak'ta yetişti ve Bağdat'a, Kufe'ye, Mekke'ye ve başka yerlere ilimi yolculukda bulundu. Sonra nisabur'a döndü. 458/1066 yılında vefat edinceye kadar burada kaldı. İmamu'l-Harameyn onun hakkında şöyle der: "el-Beyhaki dışında el-Şafii'nin herkes üzerinde hakkı vardır. el-Beyhaki'nin ise eI-Şafii üzerinde ihsani ve hakkı vardır. Çünkü çok geniş ilmi ve ihtilaflı husularla ilgili malumatı vardır. Yüz cüzden fazla eser yazmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: es-Sunenu'l-Kubra, es-Sunenu's-Subra, el-Esma ve's-Sİfat, el-Mearif, Delailu'n-Nubuvve, el-Camul'l-Musannef fi İuabii'lİman, Menakİbu'İİafii, el-İ'tikad, Fedailu'sSahabe, el-Medhal ve di¤erleri. Bkz. İezeratu'z-Zeheb, III/304; Tabakatu'İİafiiyye, III/3; Mu'cema'l-Buldan, II/346; el-Muntazam, VIII/242; İbn Hallikan, I/20; el-Lubab, I/165; el-A'lam, I/116.
[6]İmam eİ-İafii bu sözlerini er-Risale, s. 73'de ve devamİnda zikretmektedir. Keza el-Beyhaki de, Delailu'n-Nubuvve, I/20 ve devamİnda Rasulullah'tan (sav) gelen heberlerin kabul edilmesi baİlİ¤İ altİnda aktarmaktadİr.

[7] A'raf: 158, Te¤abun: 8, Hucurat: 15.



[8] Nur: 62.

[9]A'raf: 164.

[10]El-Hatİb,el-Fakih ve'l -Mutefakkih, 1/87

[11] Nisa: 59

[12]Nisa: 65

[13] Nur: 63



[14] Haİİr: 7

[15] Beyhaki Delalün Nübüvve,1/23

[16]Buhari-ilim: 9 Müslim el-Kasame:29 İbn Mace El-Mukaddime:18 Ahmed b hanbel V/4,31, 32, 37, 39, 40-1,45, 49; Beyhaki Delalün Nübüvve 1/23

[17] İbn Mace Mukaddime-Daremi Mukaddime,Tirmizi ilm Ahmed bn hanbel 1/427 İbni Hibban sahih, 66; Ebu Davut ilim İbn Abdulber Camiu Beyanil ilim Beyhaki Delalin nübüvve İafi Er-Risale el-Hatİb,İerefu Ashabil-Hadis, s, 17-9 Suyiti camiüs sa¤ir,11/187 El-Kifaye, s, 267 El-Heysemi Mecmeuz zevaid 1/137,9

[18]Delailu'n Nübüvve, 1/24

[19]İafi Er Risale , s, 89, 90, 225, -6, 403,4; Ahmed bn Hanbel, V1/8; Ebu Davut, es Sünne, h, no: 4605; Hakim, el- Müstedrek, 1/108; İbn Mace Mukaddime, Tirmizi, İlim İbn Hibban Sahih 13, El-Humeydi,551; İbn Hazm el-İhkam,116202; Beyhaki el-itikat,625; Delailun NübüvveV1/549; el-Kifaye,s, 16--7; İbn Abdilber, Camiu Beyanil İlim 11/189;et-Temhid 1/151; Begavi, İerhüs Sünne, 1/200-1,4/en-Nisa65. Bak er-Risale,s, 82.

[20]Hadis Ebu Davut'da el,Mikdam b. Ma'dikerib'den İu lafİzla rivayet edilmiİtir; "Dikkat edin! Yİrtİcİ tİrnaklİ hayvan , ehli eİek ve zimminin malİ haramdİr..." bkz Delalün Nubuvve, 1/24

[21] Hadis Ebu Davut'da el,Mikdam b. Ma'dikerib'den İu lafİzla rivayet edilmiİtir; "Dikkat edin! Yİrtİcİ tİrnaklİ hayvan , ehli eİek ve zimminin malİ haramdİr..." bkz Hadis Ebu Davut'da el,Mikdam b. Ma'dikerib'den İu lafİzla rivayet edilmiİtir; "Dikkat edin! Yİrtİcİ tİrnaklİ hayvan , ehli eİek ve zimminin malİ haramdİr..." bkz Delalün Nubuvve, 1/24


[22] Delalün Nubuvve, 1/25

[23]Haİİr: 7

[24] Delailu'n-Nubuvve, 1/27

[25]İafi,er-Risale, s, 5,

[26] El-Hatİb, el-Fakih ve'l-Mutefakkih, 1/89; el-Kifaye,s, 12; el-Beyhaki, es-Sünnenu'l-Kubra, 1X/332; Delalil, V1/549; el-Hazimi, el-İ'tibar, s, 5

[27]el-Beyhaki, es-Sünnenu'l-Kubra, 1X/331-2

[28] el-Hakim, el-Müstedrek, 1/109.

[29]Darekutni, 1V245; el-Lelakai, İerhu Usulus Sünne, 1/80; Hakim el--Müstedrek, 1/93; ibni Hazim, el-İhkam, V1/810; el-Beyhaki, es-Sünnenu'l-Kübra, X/114; el-Hatib, el-Fakih ve'l-Mutefakkih, 1/94; es-Suyiti,el-Camiu's-Sa¤ir, 1/505, h, no: 3282; el-Munavi, Feyzul-Kadir, 111/240-1.

[30] Hakim Müstedrek, 1/93; Beyhaki Sünenün Kübra, X/114; ibn Hazm el-İhkam, V1/890-810; Suyiti, Camiu's Sa¤İr, 1/605, h, no: 3923; el-Munavi, Feyzül-Kadir,1116443.

[31]Muvatta; Müslim

[32] Ahmed b. Hanbel, 1V/127-7; Ebu Davut es-Sünne, b. no05; İbn Mace Mukaddime. b, no:6; Daremi, el-Mukaddime, b. no 16; Tabarani, Mucemu'l-Evsat, 1/78-9; Hakim el-Müstedrek, 1/96-6; Beyhaki es-Sünnetül Kübra, X/114; Delail, V1/541 ; el-Medhal, s, 115-6; Menakİbu'İ İafii, 1/11; İbn Ebi Asİm,es-Sünne, 1/17;Ebu Nuayim Hilyetül evliya, V/220-1, X/114-5; el-Hatİb,el-Fakih ve'l-Mutefakkih,1/176; İbn Abdilber, el-Cami, 11/181-3; el-Begavi, İerhüs- Sünne,1/205; İbnu'l-Cevzi, Telbisu İblis, s.21-2.



[33] Tirmizi, h, 2154; İbn Hibban, Sahih V11/501; Tabarani Mucemul Evsat, 11/398; El-Mucemül Kebir, 111/136-7; Hakim, El-Müstedrek, 1/36, 11/525; 1V/90; Heysemi, Mecmeuz Zevehid, 1/176, V11/205; Suyiti Camius Sa¤ir, 11/46,h, 4660;Münavi Feyzül Kadir,1v/96;

[34]Ahmed bin Hanbel, İİ/158, 1188, 210; el-Kudai, Musnedu'İ İihab h. no: 1026-7 İbn Hibban, 653; et-Tahavi, Muİkilu'l-Asar, II/88-9 İbn Ebi Asİm, es-Sunne, 51; et-Tirmizi h. no: 2571; Ebu Nuaym, Hİlyetul-Evliya, 111/286; İbn Abdilber et-Temhid, I/196; el-Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, II/259.

[35] Hadis zayİftİr. Bkz. Es-Suyuti, elCamiu's-Sa¤ir, II/588, h. No: 8346; el-Munavi, Feyzu'l-Kadir, VI/40; İbn Nasr, es-Salat, 714; el-Elbani, Daifu'l-Camii's-Sa¤ir, h. no: 5366; el-Ehadisu'd-Daife, h. no: 5438.

[36] et-Tirmizi, el-İlm, bab no: 16; İbn Mace, elMukaddime, bab no: 15; İbn Nasr, es-Salat, 714; İyaz, eİ-İifa, II/57
 

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Devam

Devam

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BÖLÜMÜ
HADİS ANABİLİM DALI

Vahiy ve Bağlayıcılık Yönünden Sünnetin Değeri

Hazırlayan
Mustafa Dönmez

(Seminer)
BURSA -2000
Vahiy ve Bağlayıcılık Yönünden Sünnetin Değeri

Giriş
Dinin çeşitli konularının tartışıldığı günümüzde, 14 asırdan beri sünnetin vahyiliği görüşü; ümmet arasında hüsnü kabul görmüş ve bu şekilde telakki edilmişken, aklını kutsallaştıran Mutezile düşünceli kimseler ve batılı oryantalistlerden esinlenen bazı yazarlar; yeni şüpheler gündeme getirerek sünneti sorgulamaya başladılar. Ne yazıkki Nebevi sünnet kültüründen mahrum olan bazı cahil kimseler bunlara aldanmaktalar. Dolayısıyla bu gibilere hem cevap, hem de meseleyi araştırmak maksadıyla bu konuyu hazırlamış bulunuyoruz. Önce sünnetin vahyi yönünün olup olmadığını görelim.
Vahiy Yönünden Sünnet:
Şunu iyice belirtmek isterizki, sünnet hiç şüphesiz vahy mahsuludur. Hiç mümkün müdür ki, Kur’an-ı Kerim vahy olsun da, hükümlerinin beyanı ve buna göre uygulama şekli beşeri bir keyfiyete bırakılmış olsun. Böyle bir eyleme müsade edilseydi, vaz edilen hükümlerin vahy olmaktan çıkması için yeterli bir sebep olurdu ki, buda uygulama şekliyle beraber Allah’ın (c.c.) dini olmazdı. Halbuki sünnetin vahyiliğini ispatlayan bir çok deliller mevcuttur. Bunları sırasıyla görelim.
1. Kur’an-ı Kerimdeki deliller:
a) Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde: “Ey Peygamber hanımları, evinizde okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayınız”[1] buyurmaktadır.
Ayet-i Kerime’den anlaşıldığına göre hikmet, ayetlerden ayrı birşeydir ve okunmaktadır. Buradaki hikmetin sünnetten başka birşey olması düşünülemez.
b) “Biz sana kitabı ve hikmeti indirdik ve bilmediklerinide öğrettik”.[2]
İkinci ayet-i Kerimede ise, hikmet Kur”an gibi indirilmektedir. Öyleyse sünnetin karşılığı olan bu hikmet anlaşıldığı üzere vahyedilmektedir.
c) “Ey Peygamber (s.a.v.) acele etmek için dilini hareket ettirme, onun (Kur’an) toplanması ve okunması bize aittir”. Biz sana onu okuduğumuz zaman onun kıraatına tabi ol, ondan sonra onun açıklanması yine bize aittir”[3]
Burada çok açık bir ifade ile Cenab-ı Hak, vahy yoluyla Kur’an-ı Hz. Peygamber’e ilka ettirdikten sonra, yine o Kur’anın açıklanmasını Peygamber vasıtasıyla ona ait olduğunu vurgulamıştıe. Böylelikle Kur’an’ın beyanı olan sünnetinde vahy yolla geldiği anlaşılmaktadır.
d) “Biz sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hükmedesin diye Kitabı indirdik”[4].
Yine bu ayeti Kerime’de Allah (c.c.), indirmiş olduğu kitabı, Peygamber (s.a.v.)’e gösterdiği şekilde hükmede bilsin diye gönderildiğini bildirirken Kur’anı Kerim’e izafeten hüküm verme şekli Allah tarafından gösterilmesi, yine sünnetin vahyi mahsülü oluşunu gösterir.
e) “ Eğer bir şeyde çekişirseniz, onu Allah’a ve Rasulu’ne havale ediniz”[5] demesiyle, ihtilaf ve çekişmenin bu iki vahyin dışında olduğunu ve bunun ancak vahyi mahsülü olan kaynaklarla çözüleceğini bildiriyor. Eğer sünnet vahyi olmayıp Kur’an’ın beşeri bir yorumu olsaydı, beşerin ihtilafinı çözmek için ona havale etmezdi. Bilakis Kur’an’ın vahyile yetinirdi.
2) Sünnetten deliller:
a) Resulullah (s.a.v.): “Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz”[6] sözüyle Kur’an ve sünnetin, dinin iki temel vahyi kaynağı olduğunu vurgular. Çünkü sünnetin Kur’andan sonra kendisine sarıldığında sapıtmama garantisi olarak gösterilmesi, ancak vahyi ve hidayet kaynağı olmasıyla izah edilebilinir.
b) Hz. Peygamberin, “ Haberiniz olsun, bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi” [7]demesi, sünnetin vahyi yönüyle Kur’anın mesabesinde olduğunu gösterir.
c) Evzai (öl.187) Hasan b. Atiyye’den şöyle dediğini nakleder: “Vahy, Resulullah’a (s.a.v.) inerdi. Onu tefsir eden sünneti de ona Cebrail getirirdi”[8].
Diğer bir rivayette ise, “Cebrail Resulullah’a (s.a.v.), aynen Kur’an-ı indirdiği gibi sünnetide indirdi ve ona Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi”[9] gibi, Selef’ten nakledilen rivayetlerde sünnetin ne şekilde vahyedildiği belirtilmiştir. Bununla beraber Kur’an’dan ayrı olarak vahyedilen sünnetin Kur’an-ı beyan etmesi dışında, sünneti bize öğreten Hz. Peygamberin, bir beşer olarak, dünya görüşüne sahip olması gerekir. Buna ek olarak bazı beşeri hallerinin bulunması da beşer olduğunun bir göstergesidir. Bunların vahy dışında kalması gayet tabiidir. Binaenaleyh Nebevi sünnetin, nelerin vahiyden olduğu ve nelerinde vahyin dışında kaldığını bilmek için bir ayırıma gitmemiz kaçınılmazdır. Bu ayırım da şöyledir:
1. Peygamber olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)
2. İnsan olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)
Bu şekilde yaptığımız ayırımının delili, şu ayeti kerimede yer almaktadır: “ Ey Resulum, deki; “Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor”[10]. Görüldüğü gibi, ayetin birinci kısmı onun insan olma yönünü, ikinci kısmı ise, kendisine vahyedilmesi hasebiyle Peygamber olma yönünü ele almaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin sahib olduğu bilgiyi böylelikle ikiye ayırıyoruz: Bunlarda vahye dayanan bilgiyle, yaşadığı toplumdan aldığı, tecrübeye dayanan bilgidir. Bu bağlamda vahye dayalı sünnet içerisine giren ve girmeyen sahaları görelim.
a) Vahyin içine giren sahalar:
1) Helal ve Haramlar
2) İbadetler
3) Ukubat (hadler)
4) Muamelat (akidler)
5) Ahlaki konular
6) Akideye ve gaybiyata ait konular
7) Hz. Peygamberin (s.a.v.) hususi halleri
Bu gibi sahalar veya konular Kur’an-ı Kerim’de geçmesine rağmen bunların tafsilatı ve beyan edilmesi sünnete bırakılmıştır. Ayrıca sünnet, Kur’anda geçen bu konularla ilgili müstekil hükümler getirme yetkisine sahip olmuştur.
b) Vahyin dışında kalan sahalar:
1) Yaratılışla ilgili haller. (Bunlar beşeri hallerdir. Oturup kalkma, yeme içme, nefsi ve bedeni ihtiyaçlar ve benzeri durumlar)
2) İstişareye açık konular. (Hakkında her hangi bir nas gelmemiş ve müslümanların müşaveresine bırakılmış idari ve içtimai konular)
3) Kaza-i hükümlerde hakimin tasarrufları. (yani içtihadları)
4) Dünya işleri. (Ordu tanzimi, ziraat işleri, eğitim metodları, tıbbı müdahaleler ve tedavi usülleri, yeni teknolojiden istifade etme ve tecrübeye dayanan uygulamalar)
Bunlara delil olarak, hurma ağaçlarını aşılama kıssasında “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz”[11]demesiyle Hz. Peygamber, bunları vahyin dışına çıkarmıştır. Yine başka bir delilde; Bedir savaşına giderken Peygamber (s.a.v.)’in orduyu indirdiği mevkiinin vahye dayanmadığını öğrenen ve akabinde Peygamber (s.a.v.)’in; “Harp hileden ibarettir.”demesinden ve bunun kendi görüşü olduğunu beyan etttikten sonra; Hubab b. el-Münziri’nin itirazı dolayısıyla Hz. Peygamberin ordunun mevkii değiştirmeleri ”[12] gibi rivayetler açıkça bu gibi sahaların vahyin dışında kaldığını göstermektedir.
Ancak mezkur sahalar her ne kadar vahyin dışında kalıp, bunların tasarruf ve uygulanmasında ferd ve topluma muhayyerlik verilmişse de bazı durumlarda şer’i müdahale söz konusu olabilmektedir. Şayet mubah olan işlerden biri, vahyile ilgili bir hükümle bağlantısı olursa, şer’i hükmün gereğini uygulamak durumundayız. Örneğin; yeni teknolojinin nimetlerinden biri olan internetin faydalı ve müsbet yönlerinden istifade ederken, zararlı ve menfi yönleri bizi, şer’i bir mahzurla karşı karşıya getirebilir. Dolayısıyla bu bağlantıyı çok iyi kurmak zorundayız.
Bağlayıcılık Yönünden Sünnet :
Sünnetin nasları üç şekil (yol) üzere gelmiştir.
1) İcmal ve tafsil açısından Kur’an-ı Kerim’e muvafık ve ona destekleyici olarak gelmesi. Örneğin; namaz, zekat,oruç ve haccın vucubiyyetini, şart ve rükünlerine değinmeyerek bu manayı ifade eden hadislerdir ki bu konularda gelen ayeti kerimelere muvafık olarak sudur etmiştir.
2) Mutlakını mukayyed, mücmelini tafsil etme, müşkilini izah, umumunu hususileştirme, mübhemini beyan etme gibi, fonksiyonları yerine getirmek suretiyle, Kur’an’ın hükümlerini beyan ve tefsir edici olarak gelmesi. Örneğin; ayette geçen siyah iplikten beyaz ipliğin ayrılmasından maksadın; günün beyazlığı ve gecenin karanlığı olduğu , altın ve gümüşü stok etmekten muradın; zekatı vermeme anlamına geldiği, hırsızın elini kesmekten kasdın; sağ el ve bilekten olduğu veya ayette;” Onlar imanlarını zulum ile giymezler”den muradın şirk ile girmezler anlamına geldiğidir. Sünnetin çoğu bu türden olduğu için Kur’an’ı beyan etme vasfını kazanmıştır. Bu iki türün gelişi konusunda ilim adamları arasında ihitilaf yoktur.
3) Kur’an-ın susup ne vacip saydığı ne de nefyetmediği bir konuda sünnetin hüküm getirmesi; örneğin, mut’a nikahın ve evcil eşeğin haramlığı gibi konular.[13]
Bu üçüncü türde gelen sünnetin, hüküm koymadaki istiklaliyeti konusunda usülculer ihtilaf etmişlerdir. Acaba burada sünnet yeni hükümleri karar kılarken, yasamada istiklaliyet yoluyla mı, yoksa velev tevil yoluyla olsada, Kur’an naslarının altına (zımnen) girme yoluyla mı karar kılar?
Birinci görüş, cumhur alimlerin görüşüdür, ikinci görüş ise, Şatıbi’nin görüşüdür[14]. İmam şafii’nin nakline göre, selef alimleri de bu konuda ihtilaf etmiştir. Aşağıdaki delillederden anlaşılacağı üzere birinci görüş tercihe şayandır.
Sünnetin teşri’deki yetkisinin delilleri:
1) Kur’an Kerimdeki deliller:
a)“ Fakat hayır; Rabbine yeminler olsun ki, onlar, aralarında çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe iman etmiş olmazlar”[15].
b) “ Peygamber size neyi getirdiyse alınız, neyden de kaçındırdıysa ondan sakınınız ”[16].
c) “ Peygamberin emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden, veya acıklı bir azaba düçar olmalarından sakınsınlar”[17]
d) “ İşte bunlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı olarak buldukları ümmi Nebi’ye, Resul’e tabi olanlardır. O Resul (Peygamber), onlara iyiliği emreder, kötülükten de nehyeder; onlara, iyi ve temiz olan şeyleri de helal kılar ” [18].
e) “ Kendilerine kitap verilenlerden Allaa’a ve Ahiret gününe iman etmeyenlerle, Allah’ın ve Resulü’nün haram kıldığını haram saymayanlarla ve hak dini, din edinmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın ”[19].
f) “ Allah ve Resulu, bir şeye hükmettikleri zaman, mümin erkek ve mümin kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur... ”[20]
g) Peygamber (s.a.v.)’in emrettiği ve yasakladığı konularda ona uyma ve itaatın vucubiyyetine delalet eden Kur’andaki naslar, onu beyan ve teyid eden sünnet ile müstakil hüküm getiren sünnet arasında bir ayırım yapmamıştır. Bilakis bazı ayetler bu istiklaliyeti sünnet’e teslim etmektedir.
Örneğin; “ Ey İman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere’de itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre de...”[21].
Bu ayetin tefsirinde et-Tayyibi şöyle der: “Peygamber’e (s.a.v.) itaatin istiklaliyetine işaret etmek için, bu ayeti kerimede; “ Peygamber’e de itaat edin” diyerek fiil işareten tekrarlanmış, fakat, “sizden olan ülü’l-emre de” bu işareti tekrarlamamıştır”[22]. Özellikle (e) maddesindeki ayeti kerime bu konuda çok açıktır. Bunlardan başka ayeti kerimeler de bu meyanda delil sayılabilir.
2) Sünnetten deliller :
a) Genel Hadisler:
İster teyid eden, ister beyan eden ve isterse müstakil olarak gelsin, sünnetin bağlayıcılığını ispatlayan hadislerin geneli buna delil olmaktadır. Örneğin, “Size sünnetimi tavsiye ediyorum”[23] hadisi. Bunların çokluğu bu geneli kesinleştirmektedir.
b) Hususi Hadisler:
Örneğin; “ Bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi, karnı tok ve yastığına dayanmış bir adamın; ‘ Size gerekli olan Kur’andır, onda neyi helal bulduysanız, onu helal ediniz, neyi de haram bulduysanız, onu haram ediniz’ demesi yakındır. Allah Rasulu’nun haram ettiği şeyler, Allah’ın haram etmesi gibidir”[24].
3) Akli delil:
Madem ki Hz. Peygamber vahyi tebliğde hatadan masumdur, öyleyse sünnetin istiklalen hüküm getirmesi, aklen mani değildir. Ayrıca Cenab-ı hakk’ın Peygamber’e hükümlerini tebliğ etme hususunda hangi yolla olursa olsun, emretmesi mümkündür ki, bu aklen caizdir. Kaldı ki alimlerin ittifakıyla hükümleri tebliğ etme olayı, hem Kur’an, hemde sünnetle fiilen vuku bulmuştur.
Sünnetin Müstekillen Getirdiği Hükümlere Örnekler:
1. Ninenin mirası ve altıda bir olduğu. (Bu konuda alimlerin icma-ı söz konusudur, delil ise, sünnetin getirdiği müstekil hüküm)
2. Zina eden evli erkek veye kadının recmedilmesi.
3. Zina eden bekarın bir yıllığına nefyedilmesi.
4. Evlilikte bir kadını, hala ve teyzesiyle birleştirmenin yasaklığı.
5. Şuf’a ile ilgili hükümler.
6. Evcil eşek etinin haramlığı.
7. Mut’a nikahın haramlığı.
8. Musakatla ilgili hükümler.
9. Şahid ve yeminle ilgili hüküm.
10. Ramazanda orucunu kasden bozana keffaret.[25]
Buna benzer bir çok örnekler vermek mümkündür.
Sonuç
Bu kısa araştırmamızın neticesinde sünnetin, Kur’an-ı kerimden sonra müslümanların başvuracağı önemli bir kaynak olduğu ve sünnetin büyük bir kısmının vahye dayandığı, belirtilen kısımların ise, vahye girmediği anlaşılmıştır. Ayrıca vahye dayanan sünnetin teşri’attaki yetkisi ve bağlayıcılık yönüyle de müstekil olarak bazı hükümler vaaz edebileceği, örnekleriyle ortaya konulmuştur. Ancak bu konularda daha kapsamlı bilimsel ve ciddi çalışmalar yapılmasının gerekliliği bir gerçektir.
Kaynaklar
Kur’an-ı Kerim
Kara Necati, Kur’an Sünnet Bütünlüğü
Erdoğan Mehmet, Akıl ve vahyi açıcından sünnet
Sor yayıncılık, Kur’an ve sünnet
Kırbaşoğlu Hayri, İslam düşüncesinde sünnet
el-Hakim en-Nisaburi, el-Müstedrek
Malik b. Enes, el-Muvatta Hüccüyyetis’Sünne
Abdulhalık Abdulgani,
Sibai Mustafa, es-Sünne ve Mekanetuha fi’t-Teşri’i’l-İslami
eş-Şafii, er-Risale
eş-Şatibi, el-Muvafakat
Ebu Davud, es-Süne
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ahzab, 34.
[2] Nisa, 113.
[3] Kiyame, 17-19.
[4] Nisa, 105.
[5] Nısa, 59.
[6] el-Hakim, Müstedrek, ; Malik, Muvatta, .
[7] Ebu Davud, Sünen, n° 4604
[8] ed-Darimi,
[9] es-Suyut, Miftahu’l-Cenne,
[10] Kehf, 110.
[11] Sahih-i Müslim, .
[12] Siretu’bni Hişam, .
[13] Mustafa es-Sibai, es-Sünne ve Mekanetuha fi’t-Teşri’i’l-İslami, .
[14] eş-Şatibi, el-Muvafakat, .
[15] Nisa, 65.
[16] Haşr, 7
[17] Nur, 63
[18] Araf, 17
[19] Tevbe, 29
[20] Ahzab, 36
[21] Nisa, 59.
[22] et-Tayyibi,
[23] Ebu Davud, Sünen, n°4607, İbn Mace, Sünen, n°42
[24] Ebu Davud, Sünen, n°4604 .
[25]
 

__BODOM

New member
Katılım
25 Kas 2006
Mesajlar
241
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Yaş
44
NAHL SURESİ 35. Ortak koşanlar dediler ki: "Eğer Allah isteseydi biz de atalarımız da Allah dışında bir şeye kulluk/ibadet etmez, O'na rağmen hiçbir şeyi haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.

36. Yemin olsun, biz her ümmette şöyle tebliğ yapan bir resul görevlendirdik: "Allah'a kulluk/ibadet edin, tâğutttan kaçının. Sonra bunlardan kimine Allah kılavuzluk etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi, yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün.
 

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
Uydurma İlahlar İstemek

Uydurma İlahlar İstemek

SÜNNET İNKARI VE GAYESİ

BİSMİLLAH
Bugünlerde birileri dinin temel kaynaklarından biri olduğuna inandığımız, din olduğuna inandığımız, vahyin bir parçası olduğuna inandığımız Rasulullah (s.a.v) sünnetini ekarte etmeye, reddetmeye çalışıyorlar.Bize Kuran yeter, dinimizi yaşamak için bizim Allah’ın Kitabı’ndan başka bir şeye ihtiyacımız yoktur diyerek, Rasulullah’ı ve sünnetini silerek, kendilerince bir din icad etmeye çalışıyorlar. Rasulullah’ın Kuran konusundaki anlayışını ve uygulamalarını, yeryüzünün en hayırlı nesli olan onun pırlanta ashabının, onlardan sonra gelen tabiinin, tebeu tabiinin, müctehid imamlarımızın ve değerli seleflerimizin Kuran la ilgili anlayışlarının tümünü yok farzederek, onların tümünün üzerine bir çizgi çekerek kimilerinin salt akıllarıyla Kuran-ı anlamaya çalıştıklarını, bu iddaayla ortaya çıktıklarını görüyoruz. Bu sapık anlayışlar karşısında elbette Rasulullah efendimizin sünnetinin müdafası sadedinde bir şeyler söylememiz gerektiği kanaati ve inancındayız
İslamın temel kaynaklarından birisi olan sünneti reddetme hadisesi tarihte ilk önce

Şimdi gelelim konuya sizler Allah"ın sevgili kullarısınız Biz de sade kur"an diyenleriz Sizmi doğru sözlü sünüz yoksa Yanlız kur"an diyenlermi yanlız kur"an diyenler Allah"ın kitabına dayanarak konuşur ve kendisini Allah"ın öğretiği ve bildirdiği doğrultuda yaşayanlarız gelelim size Sizde birilerin budini çok iyibildiğini söyleyenlerden öğreniyor sunuz Allah"cc kitabında kuralların birkısmını unutmuş taaa bu kişi ve zahatlar Allah"ın unuttuklarını sizlere öğretiyormuş gibime geliyor Allah cc limi doğru sözlü yoksa hilah yerine koyduğunuz zahatlarmı yoksa siz kendinize göremi bir din istiyorsunuz
Saffat 86 "Allah'ı bırakıp da birtakım uydurma ilahları mı istiyorsunuz?"

Üzerin de bol bol tefekkür edilmesi ve her kelimesi üzerin de uzun açılımlar da bulunulması gereken bir ayet..

(Allah, bırakmak, uydurma, ilahlar, istemek...)

Şimdi kendimizi bir öğrenci gibi görüp, tek mürebbimiz olan Allah'ın gözetimin de, verilen bu kelimeleri kullanarak
bir kompozisyon denemesi yapmaya karar kılalım..

Allah: Kainatın yegane ve tek sahibi..
Tek yaratıcı, tek yönetici, tek rızık verici, tek güç, tek hüküm koyucu ve hükmedici, eşi-benzeri-ortağı olmayan,
asla yaratıklara benzemeyen, yıldızların da, zerratın da yaratıcısı, şekil vericisi, evirip-çevirici, nizama
sokucu, herşeyi emrine alan ama asla başka emirlere girmeyen, hikmetinden sual edilemeyen, en büyük ve aşılmaz tek
güç..

Bırakmak: Terketmek, vazgeçmek, tanımamak, önemsememek, caymak, mühimsememek, bir daha ardına düşmemek üzre arkaya
atmak..

Uydurma: Tamamen yapay, iğreti, taklit, aparma, kopya, asılsız, temelsiz, gayrıciddi, esamesi okunmayan..

İlahlar: Kendin de bulunmayan bir özelliği iğreti üzerin de taşıyan, taşıdığı özelliğin ağırlığından habersiz,
şuursuz, kendisi bile muhtaç, kendisi bile yaratılmış, yaratma kabiliyetinden uzak..

İstemek: Arzulamak, öyle olmasını ummak, yakıştırmak, beklemek, kurgulamak..

Şimdi bütün bunları harmanlayarak ortaya bir gerçek çıkarmaya kalkışırsak, şunu açıkça görmemiz mümkündür..

Tek ve yagane gerçek Allah'tır, bunun dışan da kalan herşey fanidir, yalandır, bir hiçtir..

Allah'ı bıraktığımız an, gerçeği bırakmış ve yalanların içine bodoslama dalmış oluruz..

İnsanlık, hayatını gerçekler üzerin de idame ettirmek amacındaysa, sadece ve sadece Allah'ı gerçek bilecek ve tüm
malzemesini bu gerçekten temin etmeye çalışacaktır..

Yok eğer, Allah'tan aldığı gerçeklerin arasına gerçek olmayan kaynaklardan da malzeme sokarsa, bilecektir ki,
uydurmalara ve sahte ilahlara kapı aralamıştır..

Değil Allah'tan başka ilahlar edinmek, bunu hatırlatacak en küçük bir eylem de bulunması, istikametinin kaymasına
ve çizgisinin sapmasına sebep olacaktır..

Enam 102 Rabbiniz Allah işte budur! İlah yok O'ndan başka. Her şeyin yaratıcısıdır, Haalik'tir O. O'na
kulluk/ibadet edin! O her şeye Vekîl'dir.

Kişi, Allah'ın tanzim ettiği hükümler de, yüzdelik payları oluşturarak, çok azını bile başkalarına has kıldığı an,
gerçeği bulandırarak sahteliğe doğru bir akışa yöneldiğini bilecek, bunun sonunun ya firavunluk ya da nemrutluk
olacağını kavrayacaktır, aksi takdir de, şirk pisliğiyle yüzyüze gelecektir ki:

Nisa 48 Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği
kişi için affeder. Allah'a şirk koşan, gerçekten büyük bir günah işlemiştir.
ayetinin şamarını her iki dünyada da yüzünde hissedecektir..

Kişi, Allah'ın yanına ister bir alimi, ister bir mitolojik yaratığı, isterse bir Peygamberi ortak koyduysa , ya da
dinin bir bölümünü Allah'a ve az bir bölümünü de başkasına tahsis ettiyse, bilecektir ki, bir şirketleşmeye
gitmiştir ve Nisa 48 ayetiyle muhataptır..

Çağımız da en çok işlenen ŞİRK çeşidi olan, Allah'a astlar veya eşler tayin eylemek, insanoğlunu kötü mecralara
sürüklemektedir.

Allah'ın, Vekil olarak tayin ettiği müslümanların, kendinden katbekat küçük topluluklara boyun eğmesi, bir ilahi
ceza olarak ortada durmaktadır, bunun hangi suça binaen verildiğini görmek isteyenin bakacağı tek yer ise, ŞİRK
hanesi olmalıdır ve iyileştirmeye o cepheden başlamalıdır.

İnsanlığın hamurun da, sahtelere ve yapaylara meyil vardır. Bu, gerçekten iki dünyayı da etkileyecek bir
hastalıktır. Gerçek kurtuluşun, dünya da sahtelerden uzak durarak, gerçeğe, yegane tek gerçeğe kulluk ederek,
tedavi konusun da yaratıcısına teslim olarak iyileşebileceğine inanması, imanını sonuna kadar muhafaza etmesi
olacaktır..

Kurtuluşun tek yolunun bu olduğuna iman.. TEVHİDİN hem temelini ve hem çatısını oluşturacaktır..

Maide 76 Söyle onlara: "Allah'ın yanında bir de, size zarar yahut yarar sağlama gücü olmayan şeylere mi
kölelik/kulluk ediyorsunuz? Allah, en iyi duyan, en iyi bilenin ta kendisidir."
__________________

O Kitap Muttakiler için
KILAVUZDUR (BAKARA2)

şimdi bunca ayetler geldikten sonra Allah"ın rasülü kalkıcak nevsinden konuşacak.

SAYGILARIMLA
 

usud

New member
Katılım
16 Nis 2008
Mesajlar
13
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Allaha Ve Resulune Itat Edin.
 

usud

New member
Katılım
16 Nis 2008
Mesajlar
13
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Biz her rasulü ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesi için gönderdik.” (Nisa: 64)
 
Üst Alt