Âyetler (SÜNNET-İ KORUMAK)
1. "Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da sakının."
2. "Resûlullah, nefsinin arzû ve istekleri doğrultusunda konuşmaz. Onun söyledikleri kendisine vahyedilenlerden başka bir şey değildir."
3. "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın."
Yahudilerin, "Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz", Hristiyanların "Biz Allah'a sevgimiz sebebi ile Mesih'i mâbud tanıyoruz", müşriklerin de, "Biz putlara sadece Allah'ı sevdiğimiz ve bizi Allah'a yaklaştırdığı için kulluk ediyoruz" demeleri üzerine bu âyet nâzil oldu. Allah Teâla kendisini sevdiğini iddia edenlere, eğer bu sözlerinde samimi iseler, Resûlullah'a uymalarını ve ona muhalefet etmemelerini emretti. Peygamber'e uymak demek onun emrettiklerini yapmak, yasakladıklarından kaçmak, her konuda onu örnek almak demektir. Bunun aksi, ben Allah'ı severim, ama O'nun emrini dinlemem, O'nun sevdiğini, O'nu sevenleri, O'nun yolunu göstermek için gönderdiklerini sevmem, onlara benzemek istemem demektir ki, bu da kendimden başkasını sevmem, tevhid yolunda yürümem demektir.
Bu âyet nâzil olduğu zaman münafık Abdullah İbni Übey:
"Muhammed kendine itaat ve ibadeti Allah'a itaat yerine koyu-yor. Hıristiyanların İsâ'yı sevdikleri gibi, bizim de kendisini sevme-
mizi istiyor" dedi. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu:
"De ki: Allah'a ve Peygamber'e itaat edin, eğer dönerlerse muhakkak ki, Allah kâfirleri sevmez" [Âli İmrân sûresi (3), 32].
Bu âyet-i kerîme, çok büyük bir hakikati, Peygamberimiz'in en önemli vasfını ifade eder. Hz. Peygamber, mü'minler için en mükemmel örnek ve yegâne önderdir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in örnek ve önderliği hayatın her alanını kapsayıcı niteliktedir. Hz. Peygamber bu dünyada yaşayan insanlara pratik kaideler öğretti. Kendi yaşayışı ile bu pratik kaideleri hayata geçirdi, izah etti ve tanıttı. Ordulara kumanda ederek komutanlara, bizzat muharebe ederek hak, adalet, hürriyet, nâmus gibi kutsal duygular için canını feda eden askerlere, kanunlar vaz ederek ve hükümler vererek kanun yapanlara, kendisine gelen davaları hallederek hâkimlere, aile reisi olarak kocalara ve babalara mükemmel bir örnek ve önder oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, zâlimleri, cânileri, mütecâvizleri, haksızları cezalandırarak adalet timsali oldu. Kazandığı savaşlarda esir düşenleri affederek, kendisine karşı son derece kötü davrananlara iyi davranarak merhamet, şefkat ve âlicenaplık örneği verdi.
Hz. Peygamber, ahlâkî yaşayışıyla, davranışlarıyla, sıkıntılara göğüs germesi, güçlüklere ve belâlara sabretmesiyle de eşsiz bir örnek sergiledi.
Onun hayatının bütün safhaları, mü'minler için takip edilecek yegâne örnek olma özelliğini kıyamete kadar sürdürecektir. Ancak o, âyetten açıkça anlaşıldığı üzere, mü'minler, Allah'ı ve âhiret gününü uman ve Allah'ı çokça ananlar için örnektir.
"Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda (seni hakem yapıp,) (sonra da senin verdiğin hükme) karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar."(Nisa Süresi: (4) 65:
Allah Teâlâ bu âyette sahâbîlere, dolayısıyle bütün müslümanlara, aralarında ihtilâfa düştükleri işlerde, içinden çıkamadıkları problemlerde Resûlullah'ın hakemliğine başvurmaları gerektiğini emreder. Onun hakemliğine başvuran müslümanlara düşen en önemli görev, verdiği hükme tam ve gönülden razı ve teslim olmaktır. Ancak bu sayede hakiki mü'min olunabilir.
Sahâbeden sonraki müslümanlar ve dolayısıyla bizler, Peygamber'in hakemliğine nasıl başvuracağız? Allah Resulû, bir hadislerinde şöyle buyurur:
"Size iki şey bıraktım. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece sapıklığa düşmezsiniz. Allah'ın (Kitabı Kur'an) ve (Resûlü'nün sünneti" ) (Muvatta', Kader 3).
O halde problemlerimizi Kur'an ve Sünnet'in ışığında çözmek zorundayız. Bu şu demektir: Hükmü Kur'an ve Sünnet'te bulunan meseleleri bu iki kaynağa göre halledeceğiz.
Zübeyr İbni Avvâm, Medine dışındaki bir arazinin sulanması konusunda ensardan bir kişi ile münakaşa etmişti. Konu Hz. Peygamber'e arzedildi. Allah Resûlü'nün verdiği hüküm ensardan olan müslümanın hoşuna gitmedi, hatta Peygamber Efendimiz'i taraf tutmakla itham etti. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu (Bilgi için bk. Buhârî, Tefsîru sûre (4), 12, Müsâkât 8, Sulh 12).
Bu âyette dikkat çeken bir kaç noktaya açıklık getirmemiz, konunun önemini ve daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Şöyle ki:
Allah Teâlâ, gerçek mü'min olmayı birtakım şartlara bağlamıştır:
1. Mü'minler, aralarında çıkan problemlerde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hakemliğine başvurmak zorundadırlar. Onun hükmünü kabul etmeyen kimse, mü'min olamaz.
2. Mü'minlerin, Resûl-i Ekrem'in verdiği hükme karşı içlerinde bir burukluk duymamaları gerekir. Bu hükme rızâ gösteren kişi, kalben değil de zâhirde razı olmuş görünebilir. Âyet, rızânın mutlaka kalben olması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
3. Mü'minler, Resûlullah Efendimiz'in verdiği hükme tam anlamıyla teslim olmalıdırlar. Hükmün hak ve doğru olduğuna kalben inanan bir kimse, bazan hakkı kabul etmemekte ayak diretir veya tereddüt eder. İşte Allah Teâlâ, iman konusunda kalbde mutlaka yakînin hasıl olmasını, bununla birlikte, zâhirde de teslimiyetin mutlaka bulunmasını açıkça beyan eder. Bu sebeble âyette hem "içlerinde bir burukluk duymamayı" hem de "tam anlamıyla teslim olmayı" ayrı ayrı zikretmişdir. Birincisi kalben teslimiyeti, ikincisi de görünürde hükmün gereğini yerine getirmeyi ifade eder.
Bu mânasıyla âyet Resûlullah'dan gelen her sahih hadise şamildir. Sahih sünnetin bulunduğu bir konuda, sünnetteki ahkâmın dışında bir yol takip etmek câiz olmaz. Şayet bilmeyerek böyle yapılmışsa, sahih sünnet veya hadise vakıf olununca onlara dönülür. Sahâbe zamanından itibaren, bunun pek çok misali görülmüştür. Ömer ibni Hattâb, Ömer ibni Abdülaziz başta olmak üzere sahâbe, tâbiûn ve onlardan sonraki nesillerden seçkin ulemânın tavrı bu idi.
Katâde'nin naklettiğine göre, İbni Sîrîn, bir adama Resûlullah Efendimiz'den bir hadis rivâyet etmişti. Bunun üzerine adam: "Filan ve filan da şöyle dediler" deyince, İbni Sîrîn:
"Ben sana Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den bahsediyorum, sen filan ve filan da şöyle dedi diyorsun, seninle ebediyen konuşmayacağım" diye karşılık verdi.
Mâlik İbni Enes'in yanına bir adam geldi ve kendisinden bir mesele sordu. Mâlik ona: "Resûlullah şöyle şöyle buyurdu, deyince, adam: Senin görüşün ne? dedi. Bunun üzerine Mâlik, "Peygamberin emrine muhalefet edenler, fitneye ve can yakıcı azaba uğramaktan, korksunlar" [Nûr sûresi (24), 63] âyetini okudu.
Ebû Hanîfe'nin önde gelen talebesi Ebû Yûsuf, Medine'li büyük muhaddis Mâlik İbni Enes'le bir araya gelince, ona bazı konular hakkında kanaatini sordu. Mâlik de ona bu konudaki hadisleri okudu. O zaman Ebû Yûsuf dedi ki:
"Kendi görüşümden vazgeçip senin söylediklerine döndüm. Şayet üstadım Ebû Hanîfe benim gördüklerimi görseydi, o da benim gibi görüşünden vazgeçip okuduğun rivâyetlere dönerdi."
İmam Mâlik şöyle derdi:
"Ben bir beşerim, isabet de ederim, hatâ da edebilirim. Benim sözlerimi Kur'an ve Sünnet'e arz ediniz."
İmam Şafi:
"Benim sözümün aksini ifade eden sahih bir hadis bulunca, benim sözümü duvara çalın. Yolunca vaz olunmuş bir hüccet gördüğüm zaman, benim sözüm odur" der.
Demek oluyor ki, Allah ve Resûlü bir konuda hüküm vermişse, bir başka seçenek yoktur. Başka sözler ve görüşler, Resûlullah'ın hadis ve sünnetine uymazsa, onları terketmek vâcip olur.
"Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah'a ve Resûlüne götürün."
Bir önceki âyetin açıklamasında da belirtildiği gibi, mü'minler, herhangi bir konunun hükmü hakkında görüş ayrılığına düştüklerinde, problemin çözümü için Allah'ın kitabı Kur'an'a ve O'nun Resûlü'nün sünnetine baş vurmak zorundadırlar. Resûl-i Ekrem hayatta iken, sahâbe-i kirâm, ihtilafa düştükleri her meseleyi Peygamberimiz'e sorarlardı. Onun vefatından sonra sahâbe ve daha sonraki nesiller, meselelerini Kur'an ve Sünnet'in ışığında çözdüler.
Mü'minler arasında problem olan konu, ister inanç ister günlük hayat ile ilgili olsun, onu Kitap ve Sünnet'e göre halletme mecburiyeti vardır. Bu Allah Teâlâ'nın emridir: "Ayrılığa düştüğünüzde herhangi bir şey hakkında hüküm vermek, Allah'a aittir" [Şûrâ sûresi (42), 10]. Kur'an ve Sünnet'e göre hükmeden, doğru ve hakkaniyetli bir hüküm vermiş olur. Problemlerini Kitap ve Sünnet'e baş vurarak halletmeyen, hükmünü o ikisine göre vermeyen kimsenin, Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş sayılmayacağı da böylece anlaşılmış olur.
"Kim Resûle itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur."
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ'nın emir ve nehiylerinin tebliğcisidir. Daha önceki âyetlerde açıklandığı gibi, o kendiliğinden bir şey söylemez. Söyledikleri Allah'ın kendisine bildirdiklerinden ibarettir. Dolayısıyla itaat ve itaatsizlik sadece Allah'a karşı söz konusudur. Resûl-i Ekrem'e itaati emreden ve ona itaati kendine itaat sayan Cenâb-ı Hak'dır.
Şüphesiz ki sen doğru yola, Allah'ın yoluna götürüyorsun."
Hz. Peygamber'in insanları vahiyle davet ettiği yol, doğru yol, sırât-ı müstakîmdir. Bu yol, Allah'ın yoludur. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanları İslâm'a davet etti. O halde, İslâm dininin bütün emir ve yasakları, yani Kur'an ve Sünnet, sırat-ı müstakîm dediğimiz doğru yolu oluşturur:
Bu âyette kastedilen mânayı daha iyi anlayabilmek için, bundan önceki iki âyetin anlamını bilmemiz gerekir. O âyetlerde şöyle buyurulmaktadır:
"Ey peygamber kadınları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'dan) korkarsanız, erkeklerle konuşmanızda yumuşak davranmayın ki, kalbinde hastalık bulunan kimse tamah etmesin, güzel, şüpheden uzak bir biçimde, söz söyleyin. Evlerinizde oturun, ilk Câhiliye çağı kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak, kırıla döküle yürümeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her türlü kiri gidermek, sizi tertemiz yapmak ister" [Ahzâb sûresi (33), 32-33].
Bu emirler, Peygamberimiz'in eşlerine yönelik ise de, bunların bütün islâm kadınlarına şâmil olduğunda şüphe yoktur. Bu âyetler, erkeklerle kadınlar arasında iffetin, nezâhet ve nezâketin hâkim olması gerektiğini göstermektedir. Allah'ın âyetleri ve Resûlü'nün sünneti, aile hayatımızın nasıl olması icab ettiğini bize öğretmektedir. Peygamberimiz bunun en mükemmel uygulayıcısı olmuştur. Âyette geçen "hikmet"ten maksat, Hz. Peygamber'in sünnetidir.
Allah Teâlâ, kişilerin ve ailenin saadetinin Kur'an ve Sünne'tte olduğunu, edebin ve ahlâkın en üstününün de bu iki kaynakta bulunduğunu, peygamber ailesinin şahsında bütün müslümanlara, hatta bütün insanlığa beyan etmiştir. Özellikle peygamber ailesinin zikredilmesinin sebebi, onların evlerinin vahyin beşiği olmasından ve en mükemmel uygulamanın onların evinde yapılmasından dolayıdır.
Dikkat edilirse, burada arka arkaya sıralanan âyetler, birbirinin anlam ve muhtevasını tamamlayıcı bir nitelik arzeder. Bu durum, aynı zamanda bize bir usul, üslûp ve sistemi de öğretip kavratıyor. O da, Kur'an'ı bir bütünlük içinde ele alma, anlama ve kavrama yoludur. Bu âyetlerin her biri çeşitli yönleri ile Peygamberimiz'i bize anlatıp tanıtmaktadır.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı cennete girer" buyurdu. Bunun üzerine:
- Ey Allah'ın elçisi, cennete girmeyi kim istemez ki? denildi. Peygamber Efendimiz:
-- "Bana itaat edenler cennete girer, bana karşı gelenler cenneti istememiş demektir" buyurdu.
İmam Beyhaki kendi senedi ile Ömer (r.a)'dan nakletti ki: Ömer (r.a) minberde iken şöyle dedi: "Ey insanlar! Görüş bildirme, Rasûlullah (s.a.s) den ise o bir gerçektir, haktır. Çünkü bunu Rasûlullah 'a (s.a.s) Allah (c.c) bildirmiştir. Şayet görüş beyan etme bizden ise bu ancak bir zannı ve tahmini ifade eder."
Beyhaki, kendi isnadı ile Hasan bin Atıyye'den nakletti ki:Hasan şöyle dedi. "Cebrail (a.s) Rasûlulaha (s.a.s) Kur'an–ı indirdiği gibi sünnetide indiriyordu. Kuran'ı Rasûlullah (s.a.s)'e öğrettiği gibi, sünnetide öğretiyordu(Beyhaki. Darimi.)
"Allah Teâla‘nın size emrettiği şeyleri, size emretmekten ve size neyh size yasaklamadan bir an olsun geri kalmadım. Muhakkak Rûh-ül Emin (Cebrail) benim kalbime nefes ettiki hiçbir nefis, rızkını tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse Allah'u Teaâla‘dan korkun ve isteklerinizi güzelleştirin."
Beyhaki, Ebu Bahtari'den nakletti ki: Ebu Bahtari dedi ki: Ali (r.a)'a "Abdullah bin Mes'ud (r.a) hakkında bize bilgi verin" dendi. Ali (r.a) dedi ki:
"İbn Mes'ud (r.a) Kur'an ve sünneti bilirdi, onlarla yetinirdi. Zaten bunları bilen kişinin başka ilme ihtiyacı yoktur."
Beyhaki İbrahim et- Teymi'den nakletti ki:
"İbrahim dedi ki: Ömer (r.a) İbn Abbas (r.a) bir mektup göndererek dedi ki: "Kİtabı, Rasûlü ve Kıblesi bir olan bu ümmet nasıl olurda ihtilafa düşer.?
İbn Abbas cevaben dedi ki: Ya Emir el Mü'minin. Bize Kur'an nazil oldu biz de onun ne için indğini bilerek okuduk belledik.
Bizlerden öyle kavimler, topluluklar gelecek ki Kur'anın ne için indiğini bilmeden onu okuyacaklar. Her grubun bu ayetten ayrı ayrı görüşleri olacaktır. Farklı farklı olduğunda ihtilafa düşeceklerdir. İhtilafa düşünce birbirleriyle savaşacaklardır."
Evet, bunlardan anlaşıyor ki: Kur'an'dan doğru hüküm çıkarmak için ayetlerin sebebi nuzulunun (ne için indiğini) bilinmesi gerekmektedir. Bunlarda Rasûlullah (s.a.s)'in hadislerinin bilinmesi ile mümkündür
İmam Beyhâki (r.a) kendi senedi ile Mikdam bin Ma‘diyy Kerb‘den nakletti ki: Mikdam, Rasûlullah (s.a.s)‘in şöyle buyurduğu nakletti:
"İyi bilin ki, .Ben Kitab'ı (Kur‘an'ı) ve bununla beraber bir mislini (sünnet) daha aldım. Dikkat edin karnı tok vaziyette iken, koltuğuna yaslanmış bir şekilde: "Bizim için Kur'an yeterlidir. O‘nda helâl bulduğunuzu helâl kabul edin haram bulduğunuzu haram kabul edin:" Diyecek olan bir adamın gelişi yakındır. Dikkat edin!. Sizin için ehli eşek ve yırtıcı hayvanlardan her azı dişine sahip olanlar ve sahibi olan kaybolmuş bir mâl helâldir(El-Hatİb, el-Fakih ve'l-Mutefakkih, 1/89; el-Kifaye,s, 12; el-Beyhaki, es-Sünnenu'l-Kubra, 1X/332; Delalil, V1/549; el-Hazimi, el-İ'tibar, s, 5
Sonra Beyhaki (r.a) başka bir yolla yine Mikdam bin Ma‘diyy Kerb (r.a)‘dan nakletti ki: Mikdam dedi ki "Rasûlullah (s.a.s) Heyber günü bazı şeyleri haram kıldı. Bunlar ehli eşekle, bundan başka bazı şeylerdir.
Sonra Rasûlullah (s.a.s) buyurdu ki: – "Korkarım bir adamın, koltuğuna yaslanmış bir vaziyette iken, benden bir hadis nakledilirde o kişinin "Sizinle benim aramda Alah'ın Kitab'ı vardır. Onda helâl bulduğunuzu helâl, haram bulduğunuzu haram kabul ediniz" diyeceği bir zaman yaklaşmaktadır. Ancak bilin ki Rasûlullah (s.a.s)‘in haram kılışıda Allah‘u Teâla‘nın haram kılması gibidir."
Beyhaki dedi ki: Bu hadis sahih bir sünnetle, Ebu Davut süneninde ve Hakimde Müstedrekinde nakletmiştir
Öyleyse Rabbimizden niyazımız ;
“ … HENÜZ HAYAT SERMAYESİ ELİMİZDE İKEN , BİZLERİ RESULÜNÜN YOLUNA HAKKIYLA İTTİBA EDEN KULLARINDAN OLMAMIZI NASİP EYLESİN …. “
1. "Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da sakının."
Haşr sûresi (59), 7
2. "Resûlullah, nefsinin arzû ve istekleri doğrultusunda konuşmaz. Onun söyledikleri kendisine vahyedilenlerden başka bir şey değildir."
Necm sûresi (53), 3-4
3. "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın."
Âl-i İmrân sûresi (3), 31
Yahudilerin, "Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz", Hristiyanların "Biz Allah'a sevgimiz sebebi ile Mesih'i mâbud tanıyoruz", müşriklerin de, "Biz putlara sadece Allah'ı sevdiğimiz ve bizi Allah'a yaklaştırdığı için kulluk ediyoruz" demeleri üzerine bu âyet nâzil oldu. Allah Teâla kendisini sevdiğini iddia edenlere, eğer bu sözlerinde samimi iseler, Resûlullah'a uymalarını ve ona muhalefet etmemelerini emretti. Peygamber'e uymak demek onun emrettiklerini yapmak, yasakladıklarından kaçmak, her konuda onu örnek almak demektir. Bunun aksi, ben Allah'ı severim, ama O'nun emrini dinlemem, O'nun sevdiğini, O'nu sevenleri, O'nun yolunu göstermek için gönderdiklerini sevmem, onlara benzemek istemem demektir ki, bu da kendimden başkasını sevmem, tevhid yolunda yürümem demektir.
Bu âyet nâzil olduğu zaman münafık Abdullah İbni Übey:
"Muhammed kendine itaat ve ibadeti Allah'a itaat yerine koyu-yor. Hıristiyanların İsâ'yı sevdikleri gibi, bizim de kendisini sevme-
mizi istiyor" dedi. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu:
"De ki: Allah'a ve Peygamber'e itaat edin, eğer dönerlerse muhakkak ki, Allah kâfirleri sevmez" [Âli İmrân sûresi (3), 32].
Bu âyet-i kerîme, çok büyük bir hakikati, Peygamberimiz'in en önemli vasfını ifade eder. Hz. Peygamber, mü'minler için en mükemmel örnek ve yegâne önderdir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in örnek ve önderliği hayatın her alanını kapsayıcı niteliktedir. Hz. Peygamber bu dünyada yaşayan insanlara pratik kaideler öğretti. Kendi yaşayışı ile bu pratik kaideleri hayata geçirdi, izah etti ve tanıttı. Ordulara kumanda ederek komutanlara, bizzat muharebe ederek hak, adalet, hürriyet, nâmus gibi kutsal duygular için canını feda eden askerlere, kanunlar vaz ederek ve hükümler vererek kanun yapanlara, kendisine gelen davaları hallederek hâkimlere, aile reisi olarak kocalara ve babalara mükemmel bir örnek ve önder oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, zâlimleri, cânileri, mütecâvizleri, haksızları cezalandırarak adalet timsali oldu. Kazandığı savaşlarda esir düşenleri affederek, kendisine karşı son derece kötü davrananlara iyi davranarak merhamet, şefkat ve âlicenaplık örneği verdi.
Hz. Peygamber, ahlâkî yaşayışıyla, davranışlarıyla, sıkıntılara göğüs germesi, güçlüklere ve belâlara sabretmesiyle de eşsiz bir örnek sergiledi.
Onun hayatının bütün safhaları, mü'minler için takip edilecek yegâne örnek olma özelliğini kıyamete kadar sürdürecektir. Ancak o, âyetten açıkça anlaşıldığı üzere, mü'minler, Allah'ı ve âhiret gününü uman ve Allah'ı çokça ananlar için örnektir.
"Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda (seni hakem yapıp,) (sonra da senin verdiğin hükme) karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar."(Nisa Süresi: (4) 65:
Allah Teâlâ bu âyette sahâbîlere, dolayısıyle bütün müslümanlara, aralarında ihtilâfa düştükleri işlerde, içinden çıkamadıkları problemlerde Resûlullah'ın hakemliğine başvurmaları gerektiğini emreder. Onun hakemliğine başvuran müslümanlara düşen en önemli görev, verdiği hükme tam ve gönülden razı ve teslim olmaktır. Ancak bu sayede hakiki mü'min olunabilir.
Sahâbeden sonraki müslümanlar ve dolayısıyla bizler, Peygamber'in hakemliğine nasıl başvuracağız? Allah Resulû, bir hadislerinde şöyle buyurur:
"Size iki şey bıraktım. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece sapıklığa düşmezsiniz. Allah'ın (Kitabı Kur'an) ve (Resûlü'nün sünneti" ) (Muvatta', Kader 3).
O halde problemlerimizi Kur'an ve Sünnet'in ışığında çözmek zorundayız. Bu şu demektir: Hükmü Kur'an ve Sünnet'te bulunan meseleleri bu iki kaynağa göre halledeceğiz.
Zübeyr İbni Avvâm, Medine dışındaki bir arazinin sulanması konusunda ensardan bir kişi ile münakaşa etmişti. Konu Hz. Peygamber'e arzedildi. Allah Resûlü'nün verdiği hüküm ensardan olan müslümanın hoşuna gitmedi, hatta Peygamber Efendimiz'i taraf tutmakla itham etti. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu (Bilgi için bk. Buhârî, Tefsîru sûre (4), 12, Müsâkât 8, Sulh 12).
Bu âyette dikkat çeken bir kaç noktaya açıklık getirmemiz, konunun önemini ve daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Şöyle ki:
Allah Teâlâ, gerçek mü'min olmayı birtakım şartlara bağlamıştır:
1. Mü'minler, aralarında çıkan problemlerde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hakemliğine başvurmak zorundadırlar. Onun hükmünü kabul etmeyen kimse, mü'min olamaz.
2. Mü'minlerin, Resûl-i Ekrem'in verdiği hükme karşı içlerinde bir burukluk duymamaları gerekir. Bu hükme rızâ gösteren kişi, kalben değil de zâhirde razı olmuş görünebilir. Âyet, rızânın mutlaka kalben olması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
3. Mü'minler, Resûlullah Efendimiz'in verdiği hükme tam anlamıyla teslim olmalıdırlar. Hükmün hak ve doğru olduğuna kalben inanan bir kimse, bazan hakkı kabul etmemekte ayak diretir veya tereddüt eder. İşte Allah Teâlâ, iman konusunda kalbde mutlaka yakînin hasıl olmasını, bununla birlikte, zâhirde de teslimiyetin mutlaka bulunmasını açıkça beyan eder. Bu sebeble âyette hem "içlerinde bir burukluk duymamayı" hem de "tam anlamıyla teslim olmayı" ayrı ayrı zikretmişdir. Birincisi kalben teslimiyeti, ikincisi de görünürde hükmün gereğini yerine getirmeyi ifade eder.
Bu mânasıyla âyet Resûlullah'dan gelen her sahih hadise şamildir. Sahih sünnetin bulunduğu bir konuda, sünnetteki ahkâmın dışında bir yol takip etmek câiz olmaz. Şayet bilmeyerek böyle yapılmışsa, sahih sünnet veya hadise vakıf olununca onlara dönülür. Sahâbe zamanından itibaren, bunun pek çok misali görülmüştür. Ömer ibni Hattâb, Ömer ibni Abdülaziz başta olmak üzere sahâbe, tâbiûn ve onlardan sonraki nesillerden seçkin ulemânın tavrı bu idi.
Katâde'nin naklettiğine göre, İbni Sîrîn, bir adama Resûlullah Efendimiz'den bir hadis rivâyet etmişti. Bunun üzerine adam: "Filan ve filan da şöyle dediler" deyince, İbni Sîrîn:
"Ben sana Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den bahsediyorum, sen filan ve filan da şöyle dedi diyorsun, seninle ebediyen konuşmayacağım" diye karşılık verdi.
Mâlik İbni Enes'in yanına bir adam geldi ve kendisinden bir mesele sordu. Mâlik ona: "Resûlullah şöyle şöyle buyurdu, deyince, adam: Senin görüşün ne? dedi. Bunun üzerine Mâlik, "Peygamberin emrine muhalefet edenler, fitneye ve can yakıcı azaba uğramaktan, korksunlar" [Nûr sûresi (24), 63] âyetini okudu.
Ebû Hanîfe'nin önde gelen talebesi Ebû Yûsuf, Medine'li büyük muhaddis Mâlik İbni Enes'le bir araya gelince, ona bazı konular hakkında kanaatini sordu. Mâlik de ona bu konudaki hadisleri okudu. O zaman Ebû Yûsuf dedi ki:
"Kendi görüşümden vazgeçip senin söylediklerine döndüm. Şayet üstadım Ebû Hanîfe benim gördüklerimi görseydi, o da benim gibi görüşünden vazgeçip okuduğun rivâyetlere dönerdi."
İmam Mâlik şöyle derdi:
"Ben bir beşerim, isabet de ederim, hatâ da edebilirim. Benim sözlerimi Kur'an ve Sünnet'e arz ediniz."
İmam Şafi:
"Benim sözümün aksini ifade eden sahih bir hadis bulunca, benim sözümü duvara çalın. Yolunca vaz olunmuş bir hüccet gördüğüm zaman, benim sözüm odur" der.
Demek oluyor ki, Allah ve Resûlü bir konuda hüküm vermişse, bir başka seçenek yoktur. Başka sözler ve görüşler, Resûlullah'ın hadis ve sünnetine uymazsa, onları terketmek vâcip olur.
"Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah'a ve Resûlüne götürün."
Nisâ sûresi (4), 59
Bir önceki âyetin açıklamasında da belirtildiği gibi, mü'minler, herhangi bir konunun hükmü hakkında görüş ayrılığına düştüklerinde, problemin çözümü için Allah'ın kitabı Kur'an'a ve O'nun Resûlü'nün sünnetine baş vurmak zorundadırlar. Resûl-i Ekrem hayatta iken, sahâbe-i kirâm, ihtilafa düştükleri her meseleyi Peygamberimiz'e sorarlardı. Onun vefatından sonra sahâbe ve daha sonraki nesiller, meselelerini Kur'an ve Sünnet'in ışığında çözdüler.
Mü'minler arasında problem olan konu, ister inanç ister günlük hayat ile ilgili olsun, onu Kitap ve Sünnet'e göre halletme mecburiyeti vardır. Bu Allah Teâlâ'nın emridir: "Ayrılığa düştüğünüzde herhangi bir şey hakkında hüküm vermek, Allah'a aittir" [Şûrâ sûresi (42), 10]. Kur'an ve Sünnet'e göre hükmeden, doğru ve hakkaniyetli bir hüküm vermiş olur. Problemlerini Kitap ve Sünnet'e baş vurarak halletmeyen, hükmünü o ikisine göre vermeyen kimsenin, Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş sayılmayacağı da böylece anlaşılmış olur.
"Kim Resûle itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur."
Nisâ sûresi (4), 80
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ'nın emir ve nehiylerinin tebliğcisidir. Daha önceki âyetlerde açıklandığı gibi, o kendiliğinden bir şey söylemez. Söyledikleri Allah'ın kendisine bildirdiklerinden ibarettir. Dolayısıyla itaat ve itaatsizlik sadece Allah'a karşı söz konusudur. Resûl-i Ekrem'e itaati emreden ve ona itaati kendine itaat sayan Cenâb-ı Hak'dır.
Şüphesiz ki sen doğru yola, Allah'ın yoluna götürüyorsun."
Şûrâ sûresi (42), 52-53
Hz. Peygamber'in insanları vahiyle davet ettiği yol, doğru yol, sırât-ı müstakîmdir. Bu yol, Allah'ın yoludur. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanları İslâm'a davet etti. O halde, İslâm dininin bütün emir ve yasakları, yani Kur'an ve Sünnet, sırat-ı müstakîm dediğimiz doğru yolu oluşturur:
"Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve (hikmeti hatırlayın." Ahzâb sûresi (33), 34
Bu âyette kastedilen mânayı daha iyi anlayabilmek için, bundan önceki iki âyetin anlamını bilmemiz gerekir. O âyetlerde şöyle buyurulmaktadır:
"Ey peygamber kadınları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'dan) korkarsanız, erkeklerle konuşmanızda yumuşak davranmayın ki, kalbinde hastalık bulunan kimse tamah etmesin, güzel, şüpheden uzak bir biçimde, söz söyleyin. Evlerinizde oturun, ilk Câhiliye çağı kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak, kırıla döküle yürümeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her türlü kiri gidermek, sizi tertemiz yapmak ister" [Ahzâb sûresi (33), 32-33].
Bu emirler, Peygamberimiz'in eşlerine yönelik ise de, bunların bütün islâm kadınlarına şâmil olduğunda şüphe yoktur. Bu âyetler, erkeklerle kadınlar arasında iffetin, nezâhet ve nezâketin hâkim olması gerektiğini göstermektedir. Allah'ın âyetleri ve Resûlü'nün sünneti, aile hayatımızın nasıl olması icab ettiğini bize öğretmektedir. Peygamberimiz bunun en mükemmel uygulayıcısı olmuştur. Âyette geçen "hikmet"ten maksat, Hz. Peygamber'in sünnetidir.
Allah Teâlâ, kişilerin ve ailenin saadetinin Kur'an ve Sünne'tte olduğunu, edebin ve ahlâkın en üstününün de bu iki kaynakta bulunduğunu, peygamber ailesinin şahsında bütün müslümanlara, hatta bütün insanlığa beyan etmiştir. Özellikle peygamber ailesinin zikredilmesinin sebebi, onların evlerinin vahyin beşiği olmasından ve en mükemmel uygulamanın onların evinde yapılmasından dolayıdır.
Dikkat edilirse, burada arka arkaya sıralanan âyetler, birbirinin anlam ve muhtevasını tamamlayıcı bir nitelik arzeder. Bu durum, aynı zamanda bize bir usul, üslûp ve sistemi de öğretip kavratıyor. O da, Kur'an'ı bir bütünlük içinde ele alma, anlama ve kavrama yoludur. Bu âyetlerin her biri çeşitli yönleri ile Peygamberimiz'i bize anlatıp tanıtmaktadır.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı cennete girer" buyurdu. Bunun üzerine:
- Ey Allah'ın elçisi, cennete girmeyi kim istemez ki? denildi. Peygamber Efendimiz:
-- "Bana itaat edenler cennete girer, bana karşı gelenler cenneti istememiş demektir" buyurdu.
Buhârî, İ'tisâm 2
İmam Beyhaki kendi senedi ile Ömer (r.a)'dan nakletti ki: Ömer (r.a) minberde iken şöyle dedi: "Ey insanlar! Görüş bildirme, Rasûlullah (s.a.s) den ise o bir gerçektir, haktır. Çünkü bunu Rasûlullah 'a (s.a.s) Allah (c.c) bildirmiştir. Şayet görüş beyan etme bizden ise bu ancak bir zannı ve tahmini ifade eder."
Beyhaki, kendi isnadı ile Hasan bin Atıyye'den nakletti ki:Hasan şöyle dedi. "Cebrail (a.s) Rasûlulaha (s.a.s) Kur'an–ı indirdiği gibi sünnetide indiriyordu. Kuran'ı Rasûlullah (s.a.s)'e öğrettiği gibi, sünnetide öğretiyordu(Beyhaki. Darimi.)
"Allah Teâla‘nın size emrettiği şeyleri, size emretmekten ve size neyh size yasaklamadan bir an olsun geri kalmadım. Muhakkak Rûh-ül Emin (Cebrail) benim kalbime nefes ettiki hiçbir nefis, rızkını tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse Allah'u Teaâla‘dan korkun ve isteklerinizi güzelleştirin."
İmam Şafi'i (r.a) dedi ki: İlim ehlinin, Rasûlullah (s.a.s)'den bize varan sünnetleri hakkındaki değişik görüşleri bu tariflerin dışına taşmamaktadır. Rasûlullah (s.a.s)'in bütün sünnetlerine tabi olmayı Allah (c.c) bize farz kıldı. Bu sünnete bağlı olmayı Allah'a itaat, karşı gelmeyi Allah (c.c)'a isyan olarak nitelendirdi. Bu sünnetlere bağlanmamak için özür kabul etmedi
Şafi Er Risale, s,88
Şafi Er Risale, s,88
Beyhaki, Ebu Bahtari'den nakletti ki: Ebu Bahtari dedi ki: Ali (r.a)'a "Abdullah bin Mes'ud (r.a) hakkında bize bilgi verin" dendi. Ali (r.a) dedi ki:
"İbn Mes'ud (r.a) Kur'an ve sünneti bilirdi, onlarla yetinirdi. Zaten bunları bilen kişinin başka ilme ihtiyacı yoktur."
Beyhaki İbrahim et- Teymi'den nakletti ki:
"İbrahim dedi ki: Ömer (r.a) İbn Abbas (r.a) bir mektup göndererek dedi ki: "Kİtabı, Rasûlü ve Kıblesi bir olan bu ümmet nasıl olurda ihtilafa düşer.?
İbn Abbas cevaben dedi ki: Ya Emir el Mü'minin. Bize Kur'an nazil oldu biz de onun ne için indğini bilerek okuduk belledik.
Bizlerden öyle kavimler, topluluklar gelecek ki Kur'anın ne için indiğini bilmeden onu okuyacaklar. Her grubun bu ayetten ayrı ayrı görüşleri olacaktır. Farklı farklı olduğunda ihtilafa düşeceklerdir. İhtilafa düşünce birbirleriyle savaşacaklardır."
Evet, bunlardan anlaşıyor ki: Kur'an'dan doğru hüküm çıkarmak için ayetlerin sebebi nuzulunun (ne için indiğini) bilinmesi gerekmektedir. Bunlarda Rasûlullah (s.a.s)'in hadislerinin bilinmesi ile mümkündür
İmam Beyhâki (r.a) kendi senedi ile Mikdam bin Ma‘diyy Kerb‘den nakletti ki: Mikdam, Rasûlullah (s.a.s)‘in şöyle buyurduğu nakletti:
"İyi bilin ki, .Ben Kitab'ı (Kur‘an'ı) ve bununla beraber bir mislini (sünnet) daha aldım. Dikkat edin karnı tok vaziyette iken, koltuğuna yaslanmış bir şekilde: "Bizim için Kur'an yeterlidir. O‘nda helâl bulduğunuzu helâl kabul edin haram bulduğunuzu haram kabul edin:" Diyecek olan bir adamın gelişi yakındır. Dikkat edin!. Sizin için ehli eşek ve yırtıcı hayvanlardan her azı dişine sahip olanlar ve sahibi olan kaybolmuş bir mâl helâldir(El-Hatİb, el-Fakih ve'l-Mutefakkih, 1/89; el-Kifaye,s, 12; el-Beyhaki, es-Sünnenu'l-Kubra, 1X/332; Delalil, V1/549; el-Hazimi, el-İ'tibar, s, 5
Sonra Beyhaki (r.a) başka bir yolla yine Mikdam bin Ma‘diyy Kerb (r.a)‘dan nakletti ki: Mikdam dedi ki "Rasûlullah (s.a.s) Heyber günü bazı şeyleri haram kıldı. Bunlar ehli eşekle, bundan başka bazı şeylerdir.
Sonra Rasûlullah (s.a.s) buyurdu ki: – "Korkarım bir adamın, koltuğuna yaslanmış bir vaziyette iken, benden bir hadis nakledilirde o kişinin "Sizinle benim aramda Alah'ın Kitab'ı vardır. Onda helâl bulduğunuzu helâl, haram bulduğunuzu haram kabul ediniz" diyeceği bir zaman yaklaşmaktadır. Ancak bilin ki Rasûlullah (s.a.s)‘in haram kılışıda Allah‘u Teâla‘nın haram kılması gibidir."
Beyhaki dedi ki: Bu hadis sahih bir sünnetle, Ebu Davut süneninde ve Hakimde Müstedrekinde nakletmiştir
Öyleyse Rabbimizden niyazımız ;
“ … HENÜZ HAYAT SERMAYESİ ELİMİZDE İKEN , BİZLERİ RESULÜNÜN YOLUNA HAKKIYLA İTTİBA EDEN KULLARINDAN OLMAMIZI NASİP EYLESİN …. “
VELHAMDU LİLLAHİ RABBİL ALEMİN