Kuran, Süleymanın mülkü hakkında şeytanca telkinlere uyanlardan bahseder.
Acaba bununla anlatılmak istenen nedir?
Dahası kimdir bu şeytanca telkinlere uyanlar?
Bu önemli.
Çünkü dinî muhayyilede Süleymanın mülkü efsanesi, nice dindarın, aslında şeytanca telkinden başka bir şey olmayan zenginlik hayalini süslüyor ve buradan meşruiyet alıyor.
Öyle ki buradan girilerek, sonsuz zenginlik ve sınırsız servetin bir kişideolabileceğine dair cevazlar veriliyor, fetvalar çıkarılıyor.
İslam dünyasında zenginlik, şatafat ve debdebeli saray hayatı özlemlerinin hepSüleymanın mülkü efsanesinden esinlendiğini görüyoruz.
Tarih boyunca sultanlar, krallar ve onların dalkavuk avanesi, hep cariyelerle dolu haremlerde, altın musluklu, gümüş şamdanlı, camdan havuzlu saraylardazenginlikle imtihan olunduklarını söylediler. Ama diye itiraz edenleriSüleymanın mülkü diyerek susturdular.
Saray çöplüklerinde yiyecek arayan yoksul dindarlara ise Sabredin, huriler sizi bekliyor dediler. Tabi ki öldükten sonra, cennette
Kurdular bir düzen, şeytanca telkinlerle oyalanıp durdular.
Nasıl olsa Ebuzer mezarından çıkamazdı. Peygamberin, Alinin mezarına ise beton dökülmüş, üzerine kayalar yığılmıştı, çıkmaları hiç mümkün değildi.
Böylesi bir din algısının asırlardır Hindistandaki kast sisteminin yerini aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
İslam, ne yazık ki paramparça yapmak, zırr-u zeber etmek istediği böylesi bir kast (şirk) düzeninin aracısı, onaylayıcısı ve afyon yüzü haline getirildi.
Değil Kuranın, dört kitabın, hatta İbrahim ve Musadan beri söylenegelentüm suhufların manası, içeriği, mesajı, çağrısı yani tüm mülk ayetlerinin ruhu ve bedeni adeta çarmıha gerildi, sonra mezara gömüldü, sonra üzerine betonlar döküldü, sonra da üzerlerine kaşâneler dikilip içlerinde tepinildi.
Hz. İsanın Peygamberleri hem öldürürsünüz, sonra da üzerlerine türbe dikersiniz dediği şey bundan başkası değildi. (Matta; 23/19-35)
***
Çare yok, o kâşaneleri yıkacak, betonları sökecek, mezarlara gömülmüş mesajları gün yüzüne çıkaracağız. Bunu yaparken ciyak ciyak bağırılmasına aldırış etmeyeceğiz.Yeter geç artık bu konuyu; böcekten, çiçekten, estetikten, metafizikten bahset hinoğlu hinliğine pirim vermeyeceğiz
Bakın, o dediğinizi en kral mealler yapıyor.
Çevirmen heyeti arasında Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş gibi isimlerin yer aldığı, Suud-i Arabistan Krallığının finansıyla hazırlanan mealde Bakara 219 ayet bakın nasıl çevirilmiş:Sana iyilikte ne harcayacaklarını sorarlar: Affetmek olduğunu söyle.
(Doğrusu: Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaç fazlasını.)
Hz. İsanın Ey kör klavuzlar! Ey engerek soyu! derken ne demek istediği sanırım anlaşılıyor.
Kraldan alınan dolarlarla hazırlanan meal işte böyle oluyor.
En kral meal işte budur!
Çiçek, böcek, estetik, metafizik mi diyordunuz?
Alın, evire çevire okuyun
***
Fazla dağıtmadan, mevzudan gidelim
Bunun benzerini Süleymanın mülkü hakkında da görüyoruz.
Kuranın Şeytanca telkinler dediğini, bizzat meal ve tefsirler yapıyor:
Allahın Hz. Süleymana dünyada eşi benzeri görülmemiş bir servet verdiği
Zenginlik, şatafat, lüks ve servet içinde yüzdüğü
Onlarca karısı, 600 cariyesi, altından muslukları, gümüşten şamdanları, camdan havuzları olduğu
Dahası, böyle bir servetin olsa olsa büyü yoluyla elde edilmiş olabileceği
Bunun için Süleymana Harut ve Marut aracılığıyla büyü öğretildiği
Süleymanın mülkü hakkında şeytanca telkinlere uyanlar ne demek sanırım anlaşılıyor
***
Önce Süleymana verilen mülk neydi ve ne manaya geliyordu oradan başlayalım.
Süleymanı imtihan etmiştik. Sağlığı öyle bozulmuştu ki tahtında (sanki bir) ceset oturuyordu. Sonra dönüp tekrar sağlığına kavuşunca Rabbim, beni affet ve bana ardımdan kimsenin ulaşamayacağı bir mülk ver. Çünkü Sen daima verirsin diye dua etmişti. Bu tevazu karşında Biz de rüzgârı onun emrine verdik. Emriyle istediği yöne kolayca akardı. Bozgunculuk çıkaran bütün yapı ustalarını ve dalgıçlıkları da emrine verdik. Ve zincirlere bağlanmış diğerlerini de İşte bu bizim bağışımızdır. Artık ihsan et veya tut, hesabı yok dedik. (Sad; 38/34-39)
İhtiyaçtan fazla mal haramdır söylemi karşısında can simidi gibi sarıldıklarıSüleymanın mülkü ayetlerinden birisi de bu
Güya burada Allah Hz. Süleymana sınırsız servet vermiş ve ister ver ister verme bu bizim sana ihsanımızdır demiş. Dolayısıyla bir Müslümanın sınırsız/hesapsız mal ve servete sahip olması caizmiş, buna bir sınırlama getirilemezmiş ve neden bu kadar zengin olduğu sorulamazmış, bu onun imtihanıymış
Üstelik hemen yukarıda geçen bir ayette de (Sad; 38/32) Süleymana (en kral çeviriyle) Mal sevgisi bana sevdirildi, bu bana Rabbimi hatırlatır demiş
Kuranı kerim gözle okumamanın sonu işte budur.
Bu öyle bir kör klavuz okumadır ki daha isminde keremi, içeriğinde sürekli infakı, paylaşımı emreden bir kitabın peygamberine kalkar, İster tut (cimrilik et) ister ihsan et dedirtir İmsak etmek/ tutmak (vakfederek gelirini bağışlamak) veya temnin/ihsan etmek (memnun ederek mülkiyetini bağışlamak) nedir anlaması mümkün değildir
Bu öyle bir kör klavuz okumadır ki neredeyse her sayfasında mülkün Allaha ait olduğunu söyleyip duran kitabın peygamberini dünyada hiç kimseye nasip olmayacak bir mülkün tek başına kişisel sahibi yapar...
Bu öyle bir kör klavuz okumadır ki kendisine hediye mallar gönderen kraliçeye (Belkıs) Allahın bana verdiği sizin verdiğinizden daha hayırlıdır, onlara geri götürün (Neml; 36-37) diyen bir peygambere malı severim dedirtir. Allahın ona verdiği şeyin ne olduğunu kitabı kerim gözle okumadığı için anlaması mümkün değildir
Kuranda mülk vermek bir elçi hakkında kullanıldığında peygamberlik, egemenlik sahibi olma anlamındadır. Bu anlamda örneğin İbrahim veya Süleymana mülk verilmiştir. Peygamberlerin düşmanları hakkında ise mal ve servet sahibi olma anlamında kullanılır: Onların mülkten nasipleri mi var? Öyle olsa ondan halka bir çekirdek tanesi (zırnık!) vermezler (Nisa; 4/53).
***
Demek ki Süleymanın mülkü ayetlerinde anlatılan Hz. Süleymanın kişisel zenginliği, malı ve serveti değildi. Mal ve servet üzerinde infak ve paylaşım amacıyla egemenlik/tasarruf gücüydü. İşte buna hayr sevgisi (hubbul-hayr)dendi.
Hz. Süleymana verilen buydu.
Hz. Süleyman, Hz. İsanın İncilde dediği gibi Onca görkemin (mülkün) içinde bunlardan birisi (zengin din adamları/kör klavuzlar) gibi giyinmezdi. (Matta; 6/29).
Gayet mütevazi ve yoksul yaşardı. Bununla peygamberimiz gibi övünürdü.
Peygamberimiz Yoksulluğum övüncümdür (el-fakru fahrî) derken sefalet içinde yaşamayı kastetmiyordu. Eğer öyle olsa yoksullara infak manasız olurdu. Bu, tam bir kamu (din-u devlete adanmış) adam sözüdür.
Yani İmkanım olduğu halde, onca mülk emrime verildiği halde onları kendime yontmam, bana verilen makamı kendimi zengin etmek için kullanmam. Kamu malından yoksun kalırım fakat onu yemem ve yedirtmem, işte bu benim övüncümdür demek istemekteydi.
Ona verilen makam-ı mahmud (övülmüş makam) buydu
Evet, bir kamu adamı bununla ne kadar övünse azdır.
Hz. Süleyman da böyleydi.
Bütün peygamberler böyleydi. Bütün asalet sahibi büyük adamlar böyledir. Şeref (kerem) kendine yontmada değil; vermede, dağıtmada, paylaşmadadır.
***
Hz. Süleymana verilen mülkün ne olduğu söyleniyor zaten: Emriyle istediği yöne kolayca akan rüzgâr Yapı ustaları Dalgıçlar Zincirlere bağlanmış diğerleri İnsanlardan, cinlerden, şeytanlardan, kuşlardan oluşan karşı duramayacakları ordu
Bunlar Fenikeli denizciler, Babilli yapı ustaları, Hititli askerler ve çeşitli kabilelerden katılanlardan oluşan ordusuydu yani siyasi ve askeri gücüydü
Rüzgarlar, Cinler, Şeytanlar, Kuşlar o dönemde değişik kabilelerin ad, arma ve sembolleriydi. O devirde öyle anılmaktaydılar.
Böylesi bir siyasi ve askeri güçle (mülk) rızık ve rızık kaynaklarının zenginler arasında dönüp dolanan bir devlet haline gelmesine mani olacak, hayr sevgisi ile zengin ile yoksul arasındaki uçurumu kapatacak, bilgi, iktidar ve serveti tüm tabana yayacaktı. Bunların bir takım odaklar elinde dönüp dolanan hegemonya aracıolmasına izin vermeyecekti. Bir peygambere mülk verilmesinin amacı buydu. Böylece mülk tümüyle Allahın (halkın) olacaktı.
Düşünün
Türkiye Devletinin siyasi, iktisadi, askeri gücü, tüm taşınır ve taşınmaz mal varlığı yani Türkiye Cumhuriyetinin mülkü (ülke, devlet, toprak, hazine) kimindir? Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün mü?
Hz. Süleymanın durumu da böyleydi.
O devirde devletler ve imparatorluklar, halk arasında, başında bulunan kişinin adıyla anıldığı için Süleymanın mülkü dendi.
Hz. Süleyman, mülkü tamamen Allaha (halka) ait kılmak için, Onun mülkü üzerinde görevlendirilmiş bir kamu adamıydı (halife). Hz. Peygamber gibi Beytul-Malden aldığı maaş ile geçiniyor ve gayet mütevazi yaşıyordu. Şahsi serveti yoktu. Görevi mülkü zimmetine geçirmek, kendini ve ailesini zenginleştirmek değil; hayr yapmak; dağıtmak, paylaştırmaktı. Onun için hayr (dağıtma/verme/infak)sevgisi ((Sad; 38/32) ona sevdirilmişti
Kendisi de tıpkı İbrahim, Yusuf, Musa, İsa ve Muhammed (hepsine selam olsun) gibi halktan biri gibi yaşamaktaydı. Onca görkeme, makama, ordular yönetmesine, emretme gücüne rağmen bunlar (zamane liderleri, komutanlar, krallar, sultanlar) gibi giyinmez, yaşamaz ve davranmazdı
İbranî (Tevrat) anlatısı, Hz. Yusufu, bolluk zamanında biriktiren, kıtlık zamanında da o biriktirdikleri ile insanları köleleştiren muhteris bir vezir, tacir olarak resmeder. Tevratda Yusuf böyle anlatılır. Oysa Kuranda anlatılan Yusuf, bolluk zamanında ambarları dolduran, kıtlık zamanında da ihtiyaç sahiplerine dağıtan tedbirli yönetici (kamu adamı) olarak anlatılır.
Hz. Süleyman da böyledir.
Tevratın Süleymanı mal sevgisi kendisine sevdirilmiş, kişisel zenginlik, lüks ve servet sembolüdür. Kuranın Süleymanı ise hayr/infak sevgisi kendisine sevdirilmiş, paylaşım ve kerim (devlet) sembolüdür.
***
Hz. Süleymana hayr sevgisi (hubbul-hayr) amacıyla mülk verildiğini söyleyen yukarıdaki ayetler, Fecr; 17-20de öksüze kerim olmayan (la tukrimûnel-yetim), birbirini yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen (la tehâzzune ala teâmil-meskîn), ellerine geçeni hiç bir sınır tanımadan yedikçe yiyen (tekulûnet-terâse eklen lemmâ), malı çok seven, yığdıkça daha çok seven (tuhibbûnel-mâle hubben cemmâ)şeklinde tarif edilentefeci bezirgânların Kala kala vahiy almak bu adama (öksüz Muhammed) mi kaldı itirazları altında aşağılanan Hz. Peygambere Mekke yıllarının orta dönemlerinde gelen Sad suresinin ayetleridir.
Sure nasihatlerle başlar, mutlu gelecek, büyük zafer ve yeryüzü egemenliğinin (İsanın diliyle Göklerin Krallığının) yakın olduğu müjdesini verme sadedinde Davud örneğinden konuya girilir. Ardından söz Süleymana getirilir. Davud örneğinde yeryüzünde halife (önder) olmanın, mülk ve egemenlik kurmanın olmazsa olmaz dört şartı sıralanır. Süleyman örneğinde ise mülk (görevi; hakkı değil) verildikten sonra bunun nasıl kullanılacağı, bunun olmazsa olmazları sıralanır: 1- Ömrünü Allah ile yürümeye adamalı 2- Hayr (kerem/infak/verme/dağıtma) sevgisi içinde olmalı 3- Varlıkta, yoklukta, hastalıkta, sıhhatte, iyi günde kötü günde daima mütevazi ve alçak gönüllü olmalı. Ne oldum değil; ne olacağım ona bakmalıdır. Eğer böyle olursa yeryüzünde bir egemenlik kurmanın Allah katında bir anlamı olur. Aksi halde kişisel servet, şöhret ve cihangirlik davası olur ki ha bir kuru emektir
Durum böyle olunca , Kurana bir türlü kerim gözle bakamayan kör klavuzokuma, Hz. Süleymanı, Fecr; 88/20de malı çok seven, yığdıkça daha çok seven (tuhibbûnel-mâle hubben cemmâ) şeklinde tasvir edilen mal düşkünlerinden birisi yapar. Hubbul-hayrınpeygamberlerin dilinde ne anlama geldiğini bir türlü kavrayamaz. Tüccâr bezirgân kafası, onu hemen kişisel zenginlik ve servet edinmeye dönüştürür.
deval ediyor>>
Acaba bununla anlatılmak istenen nedir?
Dahası kimdir bu şeytanca telkinlere uyanlar?
Bu önemli.
Çünkü dinî muhayyilede Süleymanın mülkü efsanesi, nice dindarın, aslında şeytanca telkinden başka bir şey olmayan zenginlik hayalini süslüyor ve buradan meşruiyet alıyor.
Öyle ki buradan girilerek, sonsuz zenginlik ve sınırsız servetin bir kişideolabileceğine dair cevazlar veriliyor, fetvalar çıkarılıyor.
İslam dünyasında zenginlik, şatafat ve debdebeli saray hayatı özlemlerinin hepSüleymanın mülkü efsanesinden esinlendiğini görüyoruz.
Tarih boyunca sultanlar, krallar ve onların dalkavuk avanesi, hep cariyelerle dolu haremlerde, altın musluklu, gümüş şamdanlı, camdan havuzlu saraylardazenginlikle imtihan olunduklarını söylediler. Ama diye itiraz edenleriSüleymanın mülkü diyerek susturdular.
Saray çöplüklerinde yiyecek arayan yoksul dindarlara ise Sabredin, huriler sizi bekliyor dediler. Tabi ki öldükten sonra, cennette
Kurdular bir düzen, şeytanca telkinlerle oyalanıp durdular.
Nasıl olsa Ebuzer mezarından çıkamazdı. Peygamberin, Alinin mezarına ise beton dökülmüş, üzerine kayalar yığılmıştı, çıkmaları hiç mümkün değildi.
Böylesi bir din algısının asırlardır Hindistandaki kast sisteminin yerini aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
İslam, ne yazık ki paramparça yapmak, zırr-u zeber etmek istediği böylesi bir kast (şirk) düzeninin aracısı, onaylayıcısı ve afyon yüzü haline getirildi.
Değil Kuranın, dört kitabın, hatta İbrahim ve Musadan beri söylenegelentüm suhufların manası, içeriği, mesajı, çağrısı yani tüm mülk ayetlerinin ruhu ve bedeni adeta çarmıha gerildi, sonra mezara gömüldü, sonra üzerine betonlar döküldü, sonra da üzerlerine kaşâneler dikilip içlerinde tepinildi.
Hz. İsanın Peygamberleri hem öldürürsünüz, sonra da üzerlerine türbe dikersiniz dediği şey bundan başkası değildi. (Matta; 23/19-35)
***
Çare yok, o kâşaneleri yıkacak, betonları sökecek, mezarlara gömülmüş mesajları gün yüzüne çıkaracağız. Bunu yaparken ciyak ciyak bağırılmasına aldırış etmeyeceğiz.Yeter geç artık bu konuyu; böcekten, çiçekten, estetikten, metafizikten bahset hinoğlu hinliğine pirim vermeyeceğiz
Bakın, o dediğinizi en kral mealler yapıyor.
Çevirmen heyeti arasında Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş gibi isimlerin yer aldığı, Suud-i Arabistan Krallığının finansıyla hazırlanan mealde Bakara 219 ayet bakın nasıl çevirilmiş:Sana iyilikte ne harcayacaklarını sorarlar: Affetmek olduğunu söyle.
(Doğrusu: Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaç fazlasını.)
Hz. İsanın Ey kör klavuzlar! Ey engerek soyu! derken ne demek istediği sanırım anlaşılıyor.
Kraldan alınan dolarlarla hazırlanan meal işte böyle oluyor.
En kral meal işte budur!
Çiçek, böcek, estetik, metafizik mi diyordunuz?
Alın, evire çevire okuyun
***
Fazla dağıtmadan, mevzudan gidelim
Bunun benzerini Süleymanın mülkü hakkında da görüyoruz.
Kuranın Şeytanca telkinler dediğini, bizzat meal ve tefsirler yapıyor:
Allahın Hz. Süleymana dünyada eşi benzeri görülmemiş bir servet verdiği
Zenginlik, şatafat, lüks ve servet içinde yüzdüğü
Onlarca karısı, 600 cariyesi, altından muslukları, gümüşten şamdanları, camdan havuzları olduğu
Dahası, böyle bir servetin olsa olsa büyü yoluyla elde edilmiş olabileceği
Bunun için Süleymana Harut ve Marut aracılığıyla büyü öğretildiği
Süleymanın mülkü hakkında şeytanca telkinlere uyanlar ne demek sanırım anlaşılıyor
***
Önce Süleymana verilen mülk neydi ve ne manaya geliyordu oradan başlayalım.
Süleymanı imtihan etmiştik. Sağlığı öyle bozulmuştu ki tahtında (sanki bir) ceset oturuyordu. Sonra dönüp tekrar sağlığına kavuşunca Rabbim, beni affet ve bana ardımdan kimsenin ulaşamayacağı bir mülk ver. Çünkü Sen daima verirsin diye dua etmişti. Bu tevazu karşında Biz de rüzgârı onun emrine verdik. Emriyle istediği yöne kolayca akardı. Bozgunculuk çıkaran bütün yapı ustalarını ve dalgıçlıkları da emrine verdik. Ve zincirlere bağlanmış diğerlerini de İşte bu bizim bağışımızdır. Artık ihsan et veya tut, hesabı yok dedik. (Sad; 38/34-39)
İhtiyaçtan fazla mal haramdır söylemi karşısında can simidi gibi sarıldıklarıSüleymanın mülkü ayetlerinden birisi de bu
Güya burada Allah Hz. Süleymana sınırsız servet vermiş ve ister ver ister verme bu bizim sana ihsanımızdır demiş. Dolayısıyla bir Müslümanın sınırsız/hesapsız mal ve servete sahip olması caizmiş, buna bir sınırlama getirilemezmiş ve neden bu kadar zengin olduğu sorulamazmış, bu onun imtihanıymış
Üstelik hemen yukarıda geçen bir ayette de (Sad; 38/32) Süleymana (en kral çeviriyle) Mal sevgisi bana sevdirildi, bu bana Rabbimi hatırlatır demiş
Kuranı kerim gözle okumamanın sonu işte budur.
Bu öyle bir kör klavuz okumadır ki daha isminde keremi, içeriğinde sürekli infakı, paylaşımı emreden bir kitabın peygamberine kalkar, İster tut (cimrilik et) ister ihsan et dedirtir İmsak etmek/ tutmak (vakfederek gelirini bağışlamak) veya temnin/ihsan etmek (memnun ederek mülkiyetini bağışlamak) nedir anlaması mümkün değildir
Bu öyle bir kör klavuz okumadır ki neredeyse her sayfasında mülkün Allaha ait olduğunu söyleyip duran kitabın peygamberini dünyada hiç kimseye nasip olmayacak bir mülkün tek başına kişisel sahibi yapar...
Bu öyle bir kör klavuz okumadır ki kendisine hediye mallar gönderen kraliçeye (Belkıs) Allahın bana verdiği sizin verdiğinizden daha hayırlıdır, onlara geri götürün (Neml; 36-37) diyen bir peygambere malı severim dedirtir. Allahın ona verdiği şeyin ne olduğunu kitabı kerim gözle okumadığı için anlaması mümkün değildir
Kuranda mülk vermek bir elçi hakkında kullanıldığında peygamberlik, egemenlik sahibi olma anlamındadır. Bu anlamda örneğin İbrahim veya Süleymana mülk verilmiştir. Peygamberlerin düşmanları hakkında ise mal ve servet sahibi olma anlamında kullanılır: Onların mülkten nasipleri mi var? Öyle olsa ondan halka bir çekirdek tanesi (zırnık!) vermezler (Nisa; 4/53).
***
Demek ki Süleymanın mülkü ayetlerinde anlatılan Hz. Süleymanın kişisel zenginliği, malı ve serveti değildi. Mal ve servet üzerinde infak ve paylaşım amacıyla egemenlik/tasarruf gücüydü. İşte buna hayr sevgisi (hubbul-hayr)dendi.
Hz. Süleymana verilen buydu.
Hz. Süleyman, Hz. İsanın İncilde dediği gibi Onca görkemin (mülkün) içinde bunlardan birisi (zengin din adamları/kör klavuzlar) gibi giyinmezdi. (Matta; 6/29).
Gayet mütevazi ve yoksul yaşardı. Bununla peygamberimiz gibi övünürdü.
Peygamberimiz Yoksulluğum övüncümdür (el-fakru fahrî) derken sefalet içinde yaşamayı kastetmiyordu. Eğer öyle olsa yoksullara infak manasız olurdu. Bu, tam bir kamu (din-u devlete adanmış) adam sözüdür.
Yani İmkanım olduğu halde, onca mülk emrime verildiği halde onları kendime yontmam, bana verilen makamı kendimi zengin etmek için kullanmam. Kamu malından yoksun kalırım fakat onu yemem ve yedirtmem, işte bu benim övüncümdür demek istemekteydi.
Ona verilen makam-ı mahmud (övülmüş makam) buydu
Evet, bir kamu adamı bununla ne kadar övünse azdır.
Hz. Süleyman da böyleydi.
Bütün peygamberler böyleydi. Bütün asalet sahibi büyük adamlar böyledir. Şeref (kerem) kendine yontmada değil; vermede, dağıtmada, paylaşmadadır.
***
Hz. Süleymana verilen mülkün ne olduğu söyleniyor zaten: Emriyle istediği yöne kolayca akan rüzgâr Yapı ustaları Dalgıçlar Zincirlere bağlanmış diğerleri İnsanlardan, cinlerden, şeytanlardan, kuşlardan oluşan karşı duramayacakları ordu
Bunlar Fenikeli denizciler, Babilli yapı ustaları, Hititli askerler ve çeşitli kabilelerden katılanlardan oluşan ordusuydu yani siyasi ve askeri gücüydü
Rüzgarlar, Cinler, Şeytanlar, Kuşlar o dönemde değişik kabilelerin ad, arma ve sembolleriydi. O devirde öyle anılmaktaydılar.
Böylesi bir siyasi ve askeri güçle (mülk) rızık ve rızık kaynaklarının zenginler arasında dönüp dolanan bir devlet haline gelmesine mani olacak, hayr sevgisi ile zengin ile yoksul arasındaki uçurumu kapatacak, bilgi, iktidar ve serveti tüm tabana yayacaktı. Bunların bir takım odaklar elinde dönüp dolanan hegemonya aracıolmasına izin vermeyecekti. Bir peygambere mülk verilmesinin amacı buydu. Böylece mülk tümüyle Allahın (halkın) olacaktı.
Düşünün
Türkiye Devletinin siyasi, iktisadi, askeri gücü, tüm taşınır ve taşınmaz mal varlığı yani Türkiye Cumhuriyetinin mülkü (ülke, devlet, toprak, hazine) kimindir? Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün mü?
Hz. Süleymanın durumu da böyleydi.
O devirde devletler ve imparatorluklar, halk arasında, başında bulunan kişinin adıyla anıldığı için Süleymanın mülkü dendi.
Hz. Süleyman, mülkü tamamen Allaha (halka) ait kılmak için, Onun mülkü üzerinde görevlendirilmiş bir kamu adamıydı (halife). Hz. Peygamber gibi Beytul-Malden aldığı maaş ile geçiniyor ve gayet mütevazi yaşıyordu. Şahsi serveti yoktu. Görevi mülkü zimmetine geçirmek, kendini ve ailesini zenginleştirmek değil; hayr yapmak; dağıtmak, paylaştırmaktı. Onun için hayr (dağıtma/verme/infak)sevgisi ((Sad; 38/32) ona sevdirilmişti
Kendisi de tıpkı İbrahim, Yusuf, Musa, İsa ve Muhammed (hepsine selam olsun) gibi halktan biri gibi yaşamaktaydı. Onca görkeme, makama, ordular yönetmesine, emretme gücüne rağmen bunlar (zamane liderleri, komutanlar, krallar, sultanlar) gibi giyinmez, yaşamaz ve davranmazdı
İbranî (Tevrat) anlatısı, Hz. Yusufu, bolluk zamanında biriktiren, kıtlık zamanında da o biriktirdikleri ile insanları köleleştiren muhteris bir vezir, tacir olarak resmeder. Tevratda Yusuf böyle anlatılır. Oysa Kuranda anlatılan Yusuf, bolluk zamanında ambarları dolduran, kıtlık zamanında da ihtiyaç sahiplerine dağıtan tedbirli yönetici (kamu adamı) olarak anlatılır.
Hz. Süleyman da böyledir.
Tevratın Süleymanı mal sevgisi kendisine sevdirilmiş, kişisel zenginlik, lüks ve servet sembolüdür. Kuranın Süleymanı ise hayr/infak sevgisi kendisine sevdirilmiş, paylaşım ve kerim (devlet) sembolüdür.
***
Hz. Süleymana hayr sevgisi (hubbul-hayr) amacıyla mülk verildiğini söyleyen yukarıdaki ayetler, Fecr; 17-20de öksüze kerim olmayan (la tukrimûnel-yetim), birbirini yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen (la tehâzzune ala teâmil-meskîn), ellerine geçeni hiç bir sınır tanımadan yedikçe yiyen (tekulûnet-terâse eklen lemmâ), malı çok seven, yığdıkça daha çok seven (tuhibbûnel-mâle hubben cemmâ)şeklinde tarif edilentefeci bezirgânların Kala kala vahiy almak bu adama (öksüz Muhammed) mi kaldı itirazları altında aşağılanan Hz. Peygambere Mekke yıllarının orta dönemlerinde gelen Sad suresinin ayetleridir.
Sure nasihatlerle başlar, mutlu gelecek, büyük zafer ve yeryüzü egemenliğinin (İsanın diliyle Göklerin Krallığının) yakın olduğu müjdesini verme sadedinde Davud örneğinden konuya girilir. Ardından söz Süleymana getirilir. Davud örneğinde yeryüzünde halife (önder) olmanın, mülk ve egemenlik kurmanın olmazsa olmaz dört şartı sıralanır. Süleyman örneğinde ise mülk (görevi; hakkı değil) verildikten sonra bunun nasıl kullanılacağı, bunun olmazsa olmazları sıralanır: 1- Ömrünü Allah ile yürümeye adamalı 2- Hayr (kerem/infak/verme/dağıtma) sevgisi içinde olmalı 3- Varlıkta, yoklukta, hastalıkta, sıhhatte, iyi günde kötü günde daima mütevazi ve alçak gönüllü olmalı. Ne oldum değil; ne olacağım ona bakmalıdır. Eğer böyle olursa yeryüzünde bir egemenlik kurmanın Allah katında bir anlamı olur. Aksi halde kişisel servet, şöhret ve cihangirlik davası olur ki ha bir kuru emektir
Durum böyle olunca , Kurana bir türlü kerim gözle bakamayan kör klavuzokuma, Hz. Süleymanı, Fecr; 88/20de malı çok seven, yığdıkça daha çok seven (tuhibbûnel-mâle hubben cemmâ) şeklinde tasvir edilen mal düşkünlerinden birisi yapar. Hubbul-hayrınpeygamberlerin dilinde ne anlama geldiğini bir türlü kavrayamaz. Tüccâr bezirgân kafası, onu hemen kişisel zenginlik ve servet edinmeye dönüştürür.
deval ediyor>>