Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Size Bir Fasik Haber Getirdiğinde...

sami

New member
Katılım
23 Tem 2007
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
"Size Bir Fasık Haber Getirdiğinde..."

Evet, "Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirdiğinde" diyor kerim kitabımız Kur'an "durup gerçeği araştırın". Bunu yapmazsak başımıza geleceği de söylüyor: "Yoksa istemeden insanların hukukuna tecavüz eder ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız." (49.6)

Cümle cümle tahlil edelim:

"Ey iman edenler!" Taberi'nin de isabetle açıkladığı gibi bu hitap tarzı, imanını isbat etmiş olanlar için kullanılan "mü'minîn"den farklı olarak isbat edilmiş bir imanı haber vermez. İsbat edilmiş olsun olmasın, kendisini İslâm'a ve imana izafe edenlere, kendisini Müslüman sayanlara yönelik bir hitap tarzıdır. Bu isabetliyse, zımnen bu hitap tarzı, "Ey iman iddiasında bulunanlar! İddianızda samimi iseniz şunu şöyle yapın..." anlamını içeriyor demektir.

Öyle ya, "Müslümanım" demek, dünyanın en büyük iddiasında bulunmaktır. Böyle büyük bir iddiada bulunacak insan, fakat en küçük bir isbat zahmetine katlanmayacak. Hiç öyle şey olur mu? Dünyanın en küçük iddiaları dahi sahibine bir isbat yükümlülüğü yükler. Adam "Ben iyi yüzerim" dese, "Yüz de görelim!" derler. Ben iyi nişancıyım dese "At da görelim!" derler. Berberim, demirciyim, terziyim demenin bile isbat zeminleri vardır. "Yap da görelim" derler. Peki küçük büyük her iddia için bir isbat gereksin de, insanın en büyük iddiası olan "Müslümanım" demenin bir isbatı olmasın mı?
Onun içindir ki, "Ben Müslümanım" diyen kişiye sorulacak tek soru sorulmalıdır: "Ciddi misin?" Çünkü iddia çok ciddi bir iddiadır ve ciddiyet iddianın isbatını gerektirir.

"Fasık haberci"... Ayet, her "yoldan çıkmış"ın (fasık) haberinin de yoldan çıkmış olmayabileceği ihtimalini kabul ediyor. Eğer her fasık habercinin her haberi fasık olsaydı araştırmamızı istemezdi. Bu aklen de böyledir. Her sapığın her işi sapık değildir. Nasıl ki, her sadık müminin yaptığı her iş doğru düzgün değilse. Eğer şeytan bir kitap yazsaydı, baştan sona her söylediği yanlış olmazdı. Firavunun bile her yaptığı yanlış değildi. En azından ölürken söylediği doğruydu. Fakat, yoldan çıkmışın getirdiği haberin yoldan çıkmış olma ihtimali daha yüksektir. Bu nedenle "haberci"nin fasığı makbul değildir. Fasığın fıskı kendine zarar verir. Fakat fasık bir de "haberci" olursa, fıskına getirdiği habere inanan kimseler fıska ortak olur. Dolayısıyla fasığın "haberci" türü, düz fasıktan daha zararlıdır.

Bu hitaptan zımnen şu sonuçları çıkarabiliriz: 1) Ortada taşınması gereken bir haber varsa, önce bu işe sadıklar koşmalıdır. Sadıklar bu görevden kaçarsa, fasıklar bu açığı doldurur. Bundan, o haberi taşıması gerekip de taşımayan sadıklar da sorumlu olur. 2) Eğer aynı haberi taşıyan sadıklar varsa, o haberi fasığın ağzından almak mümine yakışmaz. 3) Eğer yoksa, iman edenler kendi aralarından sadık haberciler çıkarmayı bir görev bilmelidirler. Bunu yapmadıkları zaman, fasıkların fıskına bilmeden ortak olabilecekleri ihtimalini göz ardı etmemelidirler. 4) Fasığın taşıdığı yalan-yanlış bir habere müşteri olmak, fasığın sapıklığını ödüllendirmektir. Fıskı ödüllendirmek fısk olur.
"Haber"!.. Dikkat buyurun, burada "haber" diye çevirdiğimiz kelimenin metindeki karşılığı, kendisi de Arapça olan "haber" değil, " nebe' ". Her nebe' haberdir, fakat her haber nebe' değildir. Nebe', Arapça'da sıradan bir haberi değil, önemli, muhatabı etkileyecek, kendisine göre bir tavır ve davranış geliştirilmesi gereken haberdir. Değilse günümüz gazeteciliğinde "üçüncü sayfa haberleri" adı verilenler değil. Nebe', Muhatabı "doğru-yanlış", "haklı-haksız", iyi-kötü" demek zorunda bırakacak, pozisyonunu etkileyecek habere denir.

Günümüzün fasık habercileri, sapıklıklarını bu tür sıradan "haber"ler için kullanmıyorlar. Onların saptırmaları, daha çok " nebe' " sınıfına giren haberler konusunda oluyor. Günümüz haber üretim kartelleri, "fasık" ötesi haber taşıyıcılarla dolu. Kur'an fasıktan haber almaya dahi rezerv koyuyorsa, ya kafirin taşıdığı haber için ne yapardı?

Kafir ve fasık haberciden gelen haberlerin öksesine nasıl düşürüldüğümüzün çarpıcı örneklerinden birkaçını burada vereyim de, Kur'an'ın bizi nasıl bir belaya karşı uyanık olmaya çağırdığını anlayın.

Hucurat Sûresi'nin 6. âyeti, biz Müslümanları gerçekten de çağın en büyük deccali olan medya ve haber üretim kartellerine karşı uyaran bir âyet. Bu medyanın haber adı altında taşıdığı yalanlar öyle tumturaklı ki, keskin bir göze ve işleyen bir akla sahip değilseniz zokayı yuttunuz demektir.

Hatırlasanıza, 1. Körfez Savaşı sırasında ABD güdümlü medyanın ham petrole bulanmış karabatak kuşu görüntüleri ne kadar da masum bir 'yalan'dı.

Bu âyetle amel etmeyen herkes zokayı yutmuştu. Masum gibi duran haber, aslında Amerikan saldırganlığını meşrulaştırmak için stüdyoda üretilmişti ve görüntüler gerçek bir olaya değil, İtalyan yapımı bir filme ait karelerdi. Filmden "kes-yapıştır" yöntemiyle araklanan bu görüntüler, ilk seyreden için masum gibi duruyordu. İnsanlığı ölmedikçe, kim zavallı kuşların böyle bir akıbete duçar olmasına razı olur? Fakat, işin gerçeği hiç de öyle değildi. Sadece çirkin bir saldırıya, masum kuşların bir filmden araklanan görüntüleri alet edilmişti, hepsi bu.
Aynı şeyi ABD film endüstrisi, İran aleyhine yapılmış Kızım Olmadan Asla filminde de yaptı. Yine Irak işgali sırasında izlediğimiz "yalan rüzgârı"nı hatırlayın.

Bunların benzeri onlarca çarpıtmayla, Türkiye'nin en büyük belası olan malum medyanın görüntülü ve basılı kısmında her gün karşılaşmıyor muyuz?

"Durup, araştırın".

Bu çevirinin metindeki karşılığı "fetebeyyenu". Aynı kelime bazı meşhur kıraatlarda "tesebbetû" şeklinde de okunmuş. Aslında bu kıraat farklılığı bir tür tefsir olarak da anlaşılabilir. Her iki kırattan yola çıkarak kelimeyi "durup, düşünüp, araştırın" diye çevirmek daha uygundur. Aslında tebeyyünün ilk adımı "tasavvur" ve "zihinde" atılır. Bu durumda bu emrin anlamı "Durup düşünün hele bir.. Düşünmeden sakın bir atım atmayın.. Kafanızı kullanın" gibi bir açılıma sahip olur.
Size yoldan çıkmışın biri haber getirdiğinde, hele bu haber dostlarınızla ilgiliyse, önce kafanızı kullanın. Şu soruların doğru cevabını bulmadan haberi asla ciddiye almayın:

- Bu kişi, bu haberi neden taşıyor? Bununla neyi amaçlıyor?
- Neden bir başkası değil de, bu? Ondan başka kimse bu haberi duymadığı için mi, değilse başka bir sebebi mi var?
- Neden bir başka haber değil de, ille de bu haber? Bu haberi taşımayı onun için cazip kılan sebep ne?
- Neden bir başkasına değil de, bana taşıyor? Bende 'maden' mi buldu? Yalan-dolana inanmaya yatkın bir görüntü mü veriyorum? Değilse, bununla benden neyi elde etmek istiyor?

Görüyorsunuz, değil mi? Bir habere muhatap olan kişi, aynı zamanda bir sorumluluk yüklenmiştir. Öyle her habere şapkayı çıkartıp hazır kıta koşmak, haberlerin ağına bir örümcek ağına düşen sinek gibi düşmek sahibine vebal getiren bir davranış. Haber deyip geçmemek gerek. Çünkü günümüz dünyasında ister medya yoluyla olsun ister yüz yüze olsun, haber masum değildir.

Zaten, âyetin devamı bir habere kayıtsız şartsız teslim olmanın ağır sorumluluğunu ve vebalini hatırlatıyor:
"Yoksa bilmeden bir toplumun hukukuna tecavüz edersiniz de, sonunda yaptığınıza pişman olursunuz."
Şöyle bir soru gelebilir: "Haberi taşıyanın fasık olduğunu nereden bilelim?"

Cevabı açık: Bilmiyorsanız, "nebe' " değerindeki önemli haberlere, hele de Müslümanlarla ilgili ise, asıl o zaman araştırmadan inanmayın.

Bu bir ahlâk sorunudur. Haber taşımak da, habere muhatap olmak da Müslüman sorumluluğu ister. Haber bir emanettir. Emanet emin elden gelmelidir. Ona ihanet etmeyecek bir elden gelmelidir. Emin elden gelen habere de sadakat gösterilmeli, ihanet edilmemelidir.

Mustafa İslamoğlu
 

berfut

New member
Katılım
23 Kas 2007
Mesajlar
2,167
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
Yeryüzünde yalnızca Allah’ı aziz, yegâne güç ve kudret sahibi, asla yenilmeyen, kahredici ve itaat edilmesi gereken tek Rab olarak; ve hamid, Rızkın tek kaynağı, dilediğine dilediği şekilde rızık veren, rızkı arttıran ve kesen, bu konuda kendisine karşı gelinemeyen ve sahip olunan tüm imkânlara şükredilmesi ve teşekkür edilmesi gereken tek merci olarak tanıyan ve hayatına bu şekilde yansıtan bir insan, kendisine savrulan tehdit tantanalarına karşı ne cevap verir sanıyorsunuz?!
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Size Bir Fasik Haber Getirdiğinde...

Evet, "Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirdiğinde" diyor kerim kitabımız Kur'an "durup gerçeği araştırın". Bunu yapmazsak başımıza geleceği de söylüyor: "Yoksa istemeden insanların hukukuna tecavüz eder ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız." (49.6)

Cümle cümle tahlil edelim:

"Ey iman edenler!" Taberi'nin de isabetle açıkladığı gibi bu hitap tarzı, imanını isbat etmiş olanlar için kullanılan "mü'minîn"den farklı olarak isbat edilmiş bir imanı haber vermez. İsbat edilmiş olsun olmasın, kendisini İslâm'a ve imana izafe edenlere, kendisini Müslüman sayanlara yönelik bir hitap tarzıdır. Bu isabetliyse, zımnen bu hitap tarzı, "Ey iman iddiasında bulunanlar! İddianızda samimi iseniz şunu şöyle yapın..." anlamını içeriyor demektir.

Öyle ya, "Müslümanım" demek, dünyanın en büyük iddiasında bulunmaktır. Böyle büyük bir iddiada bulunacak insan, fakat en küçük bir isbat zahmetine katlanmayacak. Hiç öyle şey olur mu? Dünyanın en küçük iddiaları dahi sahibine bir isbat yükümlülüğü yükler. Adam "Ben iyi yüzerim" dese, "Yüz de görelim!" derler. Ben iyi nişancıyım dese "At da görelim!" derler. Berberim, demirciyim, terziyim demenin bile isbat zeminleri vardır. "Yap da görelim" derler. Peki küçük büyük her iddia için bir isbat gereksin de, insanın en büyük iddiası olan "Müslümanım" demenin bir isbatı olmasın mı?
Onun içindir ki, "Ben Müslümanım" diyen kişiye sorulacak tek soru sorulmalıdır: "Ciddi misin?" Çünkü iddia çok ciddi bir iddiadır ve ciddiyet iddianın isbatını gerektirir.

"Fasık haberci"... Ayet, her "yoldan çıkmış"ın (fasık) haberinin de yoldan çıkmış olmayabileceği ihtimalini kabul ediyor. Eğer her fasık habercinin her haberi fasık olsaydı araştırmamızı istemezdi. Bu aklen de böyledir. Her sapığın her işi sapık değildir. Nasıl ki, her sadık müminin yaptığı her iş doğru düzgün değilse. Eğer şeytan bir kitap yazsaydı, baştan sona her söylediği yanlış olmazdı. Firavunun bile her yaptığı yanlış değildi. En azından ölürken söylediği doğruydu. Fakat, yoldan çıkmışın getirdiği haberin yoldan çıkmış olma ihtimali daha yüksektir. Bu nedenle "haberci"nin fasığı makbul değildir. Fasığın fıskı kendine zarar verir. Fakat fasık bir de "haberci" olursa, fıskına getirdiği habere inanan kimseler fıska ortak olur. Dolayısıyla fasığın "haberci" türü, düz fasıktan daha zararlıdır.

Bu hitaptan zımnen şu sonuçları çıkarabiliriz: 1) Ortada taşınması gereken bir haber varsa, önce bu işe sadıklar koşmalıdır. Sadıklar bu görevden kaçarsa, fasıklar bu açığı doldurur. Bundan, o haberi taşıması gerekip de taşımayan sadıklar da sorumlu olur. 2) Eğer aynı haberi taşıyan sadıklar varsa, o haberi fasığın ağzından almak mümine yakışmaz. 3) Eğer yoksa, iman edenler kendi aralarından sadık haberciler çıkarmayı bir görev bilmelidirler. Bunu yapmadıkları zaman, fasıkların fıskına bilmeden ortak olabilecekleri ihtimalini göz ardı etmemelidirler. 4) Fasığın taşıdığı yalan-yanlış bir habere müşteri olmak, fasığın sapıklığını ödüllendirmektir. Fıskı ödüllendirmek fısk olur.
"Haber"!.. Dikkat buyurun, burada "haber" diye çevirdiğimiz kelimenin metindeki karşılığı, kendisi de Arapça olan "haber" değil, " nebe' ". Her nebe' haberdir, fakat her haber nebe' değildir. Nebe', Arapça'da sıradan bir haberi değil, önemli, muhatabı etkileyecek, kendisine göre bir tavır ve davranış geliştirilmesi gereken haberdir. Değilse günümüz gazeteciliğinde "üçüncü sayfa haberleri" adı verilenler değil. Nebe', Muhatabı "doğru-yanlış", "haklı-haksız", iyi-kötü" demek zorunda bırakacak, pozisyonunu etkileyecek habere denir.

Günümüzün fasık habercileri, sapıklıklarını bu tür sıradan "haber"ler için kullanmıyorlar. Onların saptırmaları, daha çok " nebe' " sınıfına giren haberler konusunda oluyor. Günümüz haber üretim kartelleri, "fasık" ötesi haber taşıyıcılarla dolu. Kur'an fasıktan haber almaya dahi rezerv koyuyorsa, ya kafirin taşıdığı haber için ne yapardı?

Kafir ve fasık haberciden gelen haberlerin öksesine nasıl düşürüldüğümüzün çarpıcı örneklerinden birkaçını burada vereyim de, Kur'an'ın bizi nasıl bir belaya karşı uyanık olmaya çağırdığını anlayın.

Hucurat Sûresi'nin 6. âyeti, biz Müslümanları gerçekten de çağın en büyük deccali olan medya ve haber üretim kartellerine karşı uyaran bir âyet. Bu medyanın haber adı altında taşıdığı yalanlar öyle tumturaklı ki, keskin bir göze ve işleyen bir akla sahip değilseniz zokayı yuttunuz demektir.

Hatırlasanıza, 1. Körfez Savaşı sırasında ABD güdümlü medyanın ham petrole bulanmış karabatak kuşu görüntüleri ne kadar da masum bir 'yalan'dı.

Bu âyetle amel etmeyen herkes zokayı yutmuştu. Masum gibi duran haber, aslında Amerikan saldırganlığını meşrulaştırmak için stüdyoda üretilmişti ve görüntüler gerçek bir olaya değil, İtalyan yapımı bir filme ait karelerdi. Filmden "kes-yapıştır" yöntemiyle araklanan bu görüntüler, ilk seyreden için masum gibi duruyordu. İnsanlığı ölmedikçe, kim zavallı kuşların böyle bir akıbete duçar olmasına razı olur? Fakat, işin gerçeği hiç de öyle değildi. Sadece çirkin bir saldırıya, masum kuşların bir filmden araklanan görüntüleri alet edilmişti, hepsi bu.
Aynı şeyi ABD film endüstrisi, İran aleyhine yapılmış Kızım Olmadan Asla filminde de yaptı. Yine Irak işgali sırasında izlediğimiz "yalan rüzgârı"nı hatırlayın.

Bunların benzeri onlarca çarpıtmayla, Türkiye'nin en büyük belası olan malum medyanın görüntülü ve basılı kısmında her gün karşılaşmıyor muyuz?

"Durup, araştırın".

Bu çevirinin metindeki karşılığı "fetebeyyenu". Aynı kelime bazı meşhur kıraatlarda "tesebbetû" şeklinde de okunmuş. Aslında bu kıraat farklılığı bir tür tefsir olarak da anlaşılabilir. Her iki kırattan yola çıkarak kelimeyi "durup, düşünüp, araştırın" diye çevirmek daha uygundur. Aslında tebeyyünün ilk adımı "tasavvur" ve "zihinde" atılır. Bu durumda bu emrin anlamı "Durup düşünün hele bir.. Düşünmeden sakın bir atım atmayın.. Kafanızı kullanın" gibi bir açılıma sahip olur.
Size yoldan çıkmışın biri haber getirdiğinde, hele bu haber dostlarınızla ilgiliyse, önce kafanızı kullanın. Şu soruların doğru cevabını bulmadan haberi asla ciddiye almayın:

- Bu kişi, bu haberi neden taşıyor? Bununla neyi amaçlıyor?
- Neden bir başkası değil de, bu? Ondan başka kimse bu haberi duymadığı için mi, değilse başka bir sebebi mi var?
- Neden bir başka haber değil de, ille de bu haber? Bu haberi taşımayı onun için cazip kılan sebep ne?
- Neden bir başkasına değil de, bana taşıyor? Bende 'maden' mi buldu? Yalan-dolana inanmaya yatkın bir görüntü mü veriyorum? Değilse, bununla benden neyi elde etmek istiyor?

Görüyorsunuz, değil mi? Bir habere muhatap olan kişi, aynı zamanda bir sorumluluk yüklenmiştir. Öyle her habere şapkayı çıkartıp hazır kıta koşmak, haberlerin ağına bir örümcek ağına düşen sinek gibi düşmek sahibine vebal getiren bir davranış. Haber deyip geçmemek gerek. Çünkü günümüz dünyasında ister medya yoluyla olsun ister yüz yüze olsun, haber masum değildir.

Zaten, âyetin devamı bir habere kayıtsız şartsız teslim olmanın ağır sorumluluğunu ve vebalini hatırlatıyor:
"Yoksa bilmeden bir toplumun hukukuna tecavüz edersiniz de, sonunda yaptığınıza pişman olursunuz."
Şöyle bir soru gelebilir: "Haberi taşıyanın fasık olduğunu nereden bilelim?"

Cevabı açık: Bilmiyorsanız, "nebe' " değerindeki önemli haberlere, hele de Müslümanlarla ilgili ise, asıl o zaman araştırmadan inanmayın.

Bu bir ahlâk sorunudur. Haber taşımak da, habere muhatap olmak da Müslüman sorumluluğu ister. Haber bir emanettir. Emanet emin elden gelmelidir. Ona ihanet etmeyecek bir elden gelmelidir. Emin elden gelen habere de sadakat gösterilmeli, ihanet edilmemelidir. Nasihatlerin musibetlerden evla olması diıeği ile.

 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Evet, "Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirdiğinde" diyor kerim kitabımız Kur'an "durup gerçeği araştırın". Bunu yapmazsak başımıza geleceği de söylüyor: "Yoksa istemeden insanların hukukuna tecavüz eder ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız." (49.6)

Cümle cümle tahlil edelim:

"Ey iman edenler!" Taberi'nin de isabetle açıkladığı gibi bu hitap tarzı, imanını isbat etmiş olanlar için kullanılan "mü'minîn"den farklı olarak isbat edilmiş bir imanı haber vermez. İsbat edilmiş olsun olmasın, kendisini İslâm'a ve imana izafe edenlere, kendisini Müslüman sayanlara yönelik bir hitap tarzıdır. Bu isabetliyse, zımnen bu hitap tarzı, "Ey iman iddiasında bulunanlar! İddianızda samimi iseniz şunu şöyle yapın..." anlamını içeriyor demektir.

Öyle ya, "Müslümanım" demek, dünyanın en büyük iddiasında bulunmaktır. Böyle büyük bir iddiada bulunacak insan, fakat en küçük bir isbat zahmetine katlanmayacak. Hiç öyle şey olur mu? Dünyanın en küçük iddiaları dahi sahibine bir isbat yükümlülüğü yükler. Adam "Ben iyi yüzerim" dese, "Yüz de görelim!" derler. Ben iyi nişancıyım dese "At da görelim!" derler. Berberim, demirciyim, terziyim demenin bile isbat zeminleri vardır. "Yap da görelim" derler. Peki küçük büyük her iddia için bir isbat gereksin de, insanın en büyük iddiası olan "Müslümanım" demenin bir isbatı olmasın mı?
Onun içindir ki, "Ben Müslümanım" diyen kişiye sorulacak tek soru sorulmalıdır: "Ciddi misin?" Çünkü iddia çok ciddi bir iddiadır ve ciddiyet iddianın isbatını gerektirir.

"Fasık haberci"... Ayet, her "yoldan çıkmış"ın (fasık) haberinin de yoldan çıkmış olmayabileceği ihtimalini kabul ediyor. Eğer her fasık habercinin her haberi fasık olsaydı araştırmamızı istemezdi. Bu aklen de böyledir. Her sapığın her işi sapık değildir. Nasıl ki, her sadık müminin yaptığı her iş doğru düzgün değilse. Eğer şeytan bir kitap yazsaydı, baştan sona her söylediği yanlış olmazdı. Firavunun bile her yaptığı yanlış değildi. En azından ölürken söylediği doğruydu. Fakat, yoldan çıkmışın getirdiği haberin yoldan çıkmış olma ihtimali daha yüksektir. Bu nedenle "haberci"nin fasığı makbul değildir. Fasığın fıskı kendine zarar verir. Fakat fasık bir de "haberci" olursa, fıskına getirdiği habere inanan kimseler fıska ortak olur. Dolayısıyla fasığın "haberci" türü, düz fasıktan daha zararlıdır.

Bu hitaptan zımnen şu sonuçları çıkarabiliriz: 1) Ortada taşınması gereken bir haber varsa, önce bu işe sadıklar koşmalıdır. Sadıklar bu görevden kaçarsa, fasıklar bu açığı doldurur. Bundan, o haberi taşıması gerekip de taşımayan sadıklar da sorumlu olur. 2) Eğer aynı haberi taşıyan sadıklar varsa, o haberi fasığın ağzından almak mümine yakışmaz. 3) Eğer yoksa, iman edenler kendi aralarından sadık haberciler çıkarmayı bir görev bilmelidirler. Bunu yapmadıkları zaman, fasıkların fıskına bilmeden ortak olabilecekleri ihtimalini göz ardı etmemelidirler. 4) Fasığın taşıdığı yalan-yanlış bir habere müşteri olmak, fasığın sapıklığını ödüllendirmektir. Fıskı ödüllendirmek fısk olur.
"Haber"!.. Dikkat buyurun, burada "haber" diye çevirdiğimiz kelimenin metindeki karşılığı, kendisi de Arapça olan "haber" değil, " nebe' ". Her nebe' haberdir, fakat her haber nebe' değildir. Nebe', Arapça'da sıradan bir haberi değil, önemli, muhatabı etkileyecek, kendisine göre bir tavır ve davranış geliştirilmesi gereken haberdir. Değilse günümüz gazeteciliğinde "üçüncü sayfa haberleri" adı verilenler değil. Nebe', Muhatabı "doğru-yanlış", "haklı-haksız", iyi-kötü" demek zorunda bırakacak, pozisyonunu etkileyecek habere denir.

Günümüzün fasık habercileri, sapıklıklarını bu tür sıradan "haber"ler için kullanmıyorlar. Onların saptırmaları, daha çok " nebe' " sınıfına giren haberler konusunda oluyor. Günümüz haber üretim kartelleri, "fasık" ötesi haber taşıyıcılarla dolu. Kur'an fasıktan haber almaya dahi rezerv koyuyorsa, ya kafirin taşıdığı haber için ne yapardı?

Kafir ve fasık haberciden gelen haberlerin öksesine nasıl düşürüldüğümüzün çarpıcı örneklerinden birkaçını burada vereyim de, Kur'an'ın bizi nasıl bir belaya karşı uyanık olmaya çağırdığını anlayın.

Hucurat Sûresi'nin 6. âyeti, biz Müslümanları gerçekten de çağın en büyük deccali olan medya ve haber üretim kartellerine karşı uyaran bir âyet. Bu medyanın haber adı altında taşıdığı yalanlar öyle tumturaklı ki, keskin bir göze ve işleyen bir akla sahip değilseniz zokayı yuttunuz demektir.

Hatırlasanıza, 1. Körfez Savaşı sırasında ABD güdümlü medyanın ham petrole bulanmış karabatak kuşu görüntüleri ne kadar da masum bir 'yalan'dı.

Bu âyetle amel etmeyen herkes zokayı yutmuştu. Masum gibi duran haber, aslında Amerikan saldırganlığını meşrulaştırmak için stüdyoda üretilmişti ve görüntüler gerçek bir olaya değil, İtalyan yapımı bir filme ait karelerdi. Filmden "kes-yapıştır" yöntemiyle araklanan bu görüntüler, ilk seyreden için masum gibi duruyordu. İnsanlığı ölmedikçe, kim zavallı kuşların böyle bir akıbete duçar olmasına razı olur? Fakat, işin gerçeği hiç de öyle değildi. Sadece çirkin bir saldırıya, masum kuşların bir filmden araklanan görüntüleri alet edilmişti, hepsi bu.
Aynı şeyi ABD film endüstrisi, İran aleyhine yapılmış Kızım Olmadan Asla filminde de yaptı. Yine Irak işgali sırasında izlediğimiz "yalan rüzgârı"nı hatırlayın.

Bunların benzeri onlarca çarpıtmayla, Türkiye'nin en büyük belası olan malum medyanın görüntülü ve basılı kısmında her gün karşılaşmıyor muyuz?

"Durup, araştırın".

Bu çevirinin metindeki karşılığı "fetebeyyenu". Aynı kelime bazı meşhur kıraatlarda "tesebbetû" şeklinde de okunmuş. Aslında bu kıraat farklılığı bir tür tefsir olarak da anlaşılabilir. Her iki kırattan yola çıkarak kelimeyi "durup, düşünüp, araştırın" diye çevirmek daha uygundur. Aslında tebeyyünün ilk adımı "tasavvur" ve "zihinde" atılır. Bu durumda bu emrin anlamı "Durup düşünün hele bir.. Düşünmeden sakın bir atım atmayın.. Kafanızı kullanın" gibi bir açılıma sahip olur.
Size yoldan çıkmışın biri haber getirdiğinde, hele bu haber dostlarınızla ilgiliyse, önce kafanızı kullanın. Şu soruların doğru cevabını bulmadan haberi asla ciddiye almayın:

- Bu kişi, bu haberi neden taşıyor? Bununla neyi amaçlıyor?
- Neden bir başkası değil de, bu? Ondan başka kimse bu haberi duymadığı için mi, değilse başka bir sebebi mi var?
- Neden bir başka haber değil de, ille de bu haber? Bu haberi taşımayı onun için cazip kılan sebep ne?
- Neden bir başkasına değil de, bana taşıyor? Bende 'maden' mi buldu? Yalan-dolana inanmaya yatkın bir görüntü mü veriyorum? Değilse, bununla benden neyi elde etmek istiyor?

Görüyorsunuz, değil mi? Bir habere muhatap olan kişi, aynı zamanda bir sorumluluk yüklenmiştir. Öyle her habere şapkayı çıkartıp hazır kıta koşmak, haberlerin ağına bir örümcek ağına düşen sinek gibi düşmek sahibine vebal getiren bir davranış. Haber deyip geçmemek gerek. Çünkü günümüz dünyasında ister medya yoluyla olsun ister yüz yüze olsun, haber masum değildir.

Zaten, âyetin devamı bir habere kayıtsız şartsız teslim olmanın ağır sorumluluğunu ve vebalini hatırlatıyor:
"Yoksa bilmeden bir toplumun hukukuna tecavüz edersiniz de, sonunda yaptığınıza pişman olursunuz."
Şöyle bir soru gelebilir: "Haberi taşıyanın fasık olduğunu nereden bilelim?"

Cevabı açık: Bilmiyorsanız, "nebe' " değerindeki önemli haberlere, hele de Müslümanlarla ilgili ise, asıl o zaman araştırmadan inanmayın.

Bu bir ahlâk sorunudur. Haber taşımak da, habere muhatap olmak da Müslüman sorumluluğu ister. Haber bir emanettir. Emanet emin elden gelmelidir. Ona ihanet etmeyecek bir elden gelmelidir. Emin elden gelen habere de sadakat gösterilmeli, ihanet edilmemelidir. Nasihatlerin musibetlerden evla olması diıeği ile.



Cok harika bir yazi ve ben bundan mütesir oldum,cünki kardesimin alehine gerceklesen bir haberden arastirmadan dogruymus gibi bir hisle onu kabullendim,Alemlerin Rabbi olan Sahibimiz ve Efendimiz Allahtan af diliyorum kardesimdende helallik diliyorum.(Bu kardesiminde en azindan bana helal ettigini duymak isterim)
 

rusen_alp

New member
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
42
Konum
ruhlar aleminden
Mücahid abim her zamanki gibi çok güzel konularından bir tanesi açmış, Allah ( c.c.) razı olsun, hakikaten çok önemli noktalara değinilmiş ,bir kaç kelam eklemek gerekirse bana göre de bir müslüman bir yılan deliğinden iki kere sokulmaz, eğer aynı hatayı yapıyorsa sorun var demektir, o halde bazı şeyleri sorgulamak gerekiyor, unutmamak lazım ki, Müslümanın ferasetinden korkulmalıdır, yani bazı olayların başlangıcından da sonu kestirilebilmeli...
Diğer taraftan insanlar hakkında herhangi bir konuda hüküm verilirken kelama bakılır, yani aslolan her zaman kelamdır, kelamı söyleten saikin pek de önemi yoktur, zaten her yanlış yapanın kendine göre bir doğrulayıcı savunması mutlaka vardır,
 

MekSeLina

New member
Katılım
3 Haz 2006
Mesajlar
621
Tepkime puanı
300
Puanları
0
Konum
Yedi Tepeli Þehirden
Gerekirse kulaklarınıza kurşun akıtacaksınız;

ama mü'minler hakkındaki olumsuz sözlere asla kulak kabartmayacaksınız.

İcap ederse gözlerinize mil vuracaksınız;

ama Müslümanların olumsuz yanlarını araştırmayıp hatalarını görmeye çalışmayacaksınız.

İnanan hiçbir insanı bir sözüne,

bir haline ya da bir tavrına mahkûm edip onun hakkında kötü düşünmeyecek,

gözünüzden, kulağınızdan ve kalbinizden dolayı da hesap vereceğinizi

bir lahzacık da olsa unutmayacaksınız.

 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Gerekirse kulaklarınıza kurşun akıtacaksınız;

ama mü'minler hakkındaki olumsuz sözlere asla kulak kabartmayacaksınız.

İcap ederse gözlerinize mil vuracaksınız;

ama Müslümanların olumsuz yanlarını araştırmayıp hatalarını görmeye çalışmayacaksınız.

İnanan hiçbir insanı bir sözüne,

bir haline ya da bir tavrına mahkûm edip onun hakkında kötü düşünmeyecek,

gözünüzden, kulağınızdan ve kalbinizden dolayı da hesap vereceğinizi

bir lahzacık da olsa unutmayacaksınız.



Bunlar gercekten güzel Sözler(ilkeler) Insallahu Teala bizlerin kulaklarina küpe olur...
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Sevgideğer kardeşim mücahid; o kadar güzel bir konuyu taşımışsınız ki foruma, hakikaten içeriğinde hepimize düşen bölümleri mevcut. Yeter ki hazım ede ede okuyalım. Şunun için veya bunun için yazılmış demekten ise, “bizim için yazılmış” dediğimiz zaman çok güzel tesbitleri göreceğimiz muhakkak. Ayetler ışığında bir müslümanın, diğer Müslüman kardeşine nasıl ve ne şekilde davranacağını o kadar güzel anlatmışsınız ki, tebrik ederim. Saygıdeğer kardeşim mekselina’da güzel sözleri ile daha bir anlam katarak konuyu zenginleştirmiş. Eh! Bize de okuyup, okuduğumuz ile amel etmek düşüyor tabi.
Sevgili metin mete; emin olun kardeşiniz size hakkınızı helal etmiştir. Eğer siz ona “kardeşim” diye hitab etmişseniz, o kişi de bu hitaba uygun biri ise, bundan hiç şüphe etmeyin derim.

“Allah: Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?" dedi.” (Sad : 75)


“İblis dedi ki: Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Sad : 76)

Burada ikili bir dialog var. Yaradan (cc) ve yaratılan ile karşılıklı bir dialog. Ve bize ciddi anlamda bir şeyi gösterilmek isteniyor. Yaradan (cc) emrine muhalif bir harekette bulunan ve bunun için kendince bahaneleri olduğunu iddia eden, kendisine asilik yapmış bu yarattığı kulunun savunmasını istiyor. Neden; Allah (cc) bilmiyormu yarattığı kulunun hangi fiili neden ve niçin yaptığını ? Elbette biliyor. “Allah, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir.” (Nahl : 19).Ama bize de bu bildiğini göstermeyi murad ediyor. Sebep; Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayasızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir.” (Nahl: 90) Çünkü “O” (cc) şanı çok yüce bir varlık! Allah (cc) “O” !
Halbuki, pekala en başta diyebilirdi: “ Allah: "Hemen çık oradan, artık sen kovuldun." (Sad : 77) Şanı o kadar yüce ki, bildiği halde savunma istiyor. Hemen yargılama yolunu dahi kendi yarattığına uygulamıyor. Çünkü “Adl” (cc) sıfatı bunun gerekli olduğunu bize gösteriyor.

Oysa biz kulları ne kadar da hevesliyiz yargılamalara! Ne kadar azimliyizdir yaftalamalara! Yeter ki elimize bir fırsat geçsin, hücum! Tutabilene aşk olsun. Kaynak doğrumu, değil mi ? düşünmeye bile gerek yok! O günün platformuna uygun bir formatta hareket etmek için bir de izin mi alacağız. (İblis) dedi: (Bari) bana (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” (Araf: 14) Şeytan dahi Rabbül Alemin’in adaletinden o kadar emin ki; süre istiyor. Hem savunma yapmasına izin veriliyor, savunmasını yapıyor, yargılandıktan sonra, da bir de kendisinin haklılığını ortaya koyacağını iddia etmesinden dolayı bir de üstüne üstelik süre talep ediyor ve bu süre de kendisine veriliyor: buyurdu: "Haydi sen süre verilmişlerdensin." (Araf : 15)

Ne oluyor biz insanlara ki; kendimizi Allah’a (cc) ortak koşuyoruz! Haşa mı ! Ne yani ortak koşmuyormuyuz, insanları; gelen bir haber ile, kulaktan dolma bilgiler ile nasıl da hemen yargıladığımızı ne çabuk unutuyoruz ? Yargılama hakkının kimin olduğunu her seferde söylediğimiz halde, bize ne oluyor böyle? İş söze geldiği zaman maşallah mangalda kül kalmıyor, ya uygulama safhasında, dilimizi mi u(y)nutuyoruz ? Yoksa; bu ayetteki iddialaşmanın kahramanlarından mı olmayı hedefliyoruz:

"Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." (Araf : 16)

"Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Araf : 17)

Oysa, kim ne yaparsa haddi zatında kendine yapıyor. Çekemediğimiz, yada sevemediğimiz insanlara zarar verme gayesi ile yaptığımız her iş, muhatabımızın Allah (cc) tarafından korunduğu gerçeğini değiştirmiyor. Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, biz dünyada mutlaka onları güzel bir yere yerleştiririz. Halbuki bilirlerse ahiretin mükafatı elbette daha büyüktür.” (Nahl :41)

“Kul euzu birabbin nas.Melikinnas.İlahinnas.Minşerrul vesvasil hannas. Ellezi yuvesvusu fi sudurin nas.Minel cinneti ven nas.” (Nas : 1-6)


Bizleri nar’ı ile nurlandıran, ve etrafımıza hak etmediğimiz halde rahmet çemberi oluşturan Alemlerin Rabbına (cc) hamdolsun! Bir Müslüman, diğer Müslüman kardeşleri için, şeytana inat; bir değil, bin defa feda olsun!
 

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
Allah'ın emirlerine aykırı davranan, günahkâr, kötü huylu, kötülük yapmayı alışkanlık hâline getiren kimse.

Arapça "Fe-Se-Ka" kökünden gelmekte olup ism-i fâil kalıbındandır.

Lügatta, çıkmak manasına gelir. Daha özel bir anlam ile "olgun hurmanın kabuğundan dışarı çıkmasına" denir. Istılahta ise, Allâh'a itâati terkedip O'na isyâna dalmaktır. Yani kısaca ilâhı emirlerin dışına çıkmaktır.

Biraz daha geniş anlamıyla büyük günâh işleyerek veya küçük günâhta ısrar ederek hak yoldan çıkan, dinin hükümlerine bağlanıp onları kabul ettikten sonra o hükümlerin tamamını ya da bir kısmını ihlâl eden anlamına gelmektedir (Fahrüddin er-Râzî, Tefsîru'l-Kebîr, II, 91; Râgıb el-İsfahânı, el-Müfredât, 572; Elmalılı Hamid Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I, 282). Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de Kehf sûresinin 50. âyetinde Allah'ın emrinden çıkarak O'na secde etmeyen şeytan için "Feseka an emri Rabbih: Şeytan Rabbinin emrinden çıktı" buyrulmaktadır. Genel olarak fıskı üç grupta toplamak mümkündür:

a. Günâhı çirkin olarak kabul etmekle beraber bazan günâh işlemek.

b. Yapılan bir günâhı ısrarla yapmak.

c. Günâhın çirkin olduğunu inkâr ederek bu günâhı işlemek; bu küfrü gerektiren bir durumdur; bu noktada kişinin iman ile, din ile ilişkisi kesilmiş olur (Elmalılı, a.g.e., I, 282).

Kur'an'da fısk genellikle küfür ile eşanlamda kullanılmıştır. Ancak bazı ayetlerde fısk mutlak anlamıyla zikredilmektedir. Meselâ hacc'da yapılan fısk (el-Bakara. 2/197) veya Allah'ın adı anılmaksızın boğazlanan hayvanları yemek (el-En 'âm, 6/12 1), yahut müslümanlara iftirâ edenlerin içine düştükleri fısk (en-Nûr, 24/4) gibi hususlar helâl görülmediği müddetçe sadece günâh işlenmiş kabul edilir. Ama bu durumlarda işlenen fısk ve yapılan iş helâl kabul edilirse küfrü gerektirir.

Bunların dışında genellikle Kur'an-ı Kerîm'de geçen fısk ve fâsıklar tâbiri küfür ile eşanlamlı olarak kullanılmıştır:

"Andolsun ki biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fâsıklardan başkası inkâr etmez" (el-Bakara, 2/99); "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fâsıkların tâ kendileridirler" (el-Mâide, 5/47); "İşte Rab olmaya en lâyık olan Rabbinin şu sözü (azâbı) küfür ve inat içinde olan o fâsıklar için öyle sâbit olmuştur. Gerçekten onlar iman etmezler" (Yûnus, 10/33);

"Eğer Allah'a, Peygamberine ve ona indirilene iman ediyor olsalardı, onları (kâfir ve müşrikleri) veli edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fâsık (Allah'ın emrinden ve imandan çıkmış) kimselerdir'' (el-Mâide, 5/81).

Mu'tezile'ye göre fâsık, ne mümin ne de kâfirdir, ikisi arası bir durumdadır. Onların bu anlayışı aynı zamanda beş prensiplerinden birisini teşkil eder ve bu prensip "el-Menzile Beyne'l-Menzileteyn" olarak bilinir. Bunlara göre fâsık eğer tövbe ederse imana döner, yok eğer tövbe etmeden ölürse ebedî olarak cehennemde kalır. Burada şu hususa dikkat çekmek gerekir: Mu'tezilece ifade edilen bu "el-Menzile Beyne'l-Menzileteyn" anlayışı bu dünya içindir, yani o kişinin iman açısından bu dünyadaki durumunu ifade eder, yoksa bu anlayış ahirete atfedilerek o kişilerin cennet ile cehennem arasında bir yerde kalacakları anlamında değildir. Hâriciler ve ameli imanın esasından bir şart olarak görenlere göre ise, fâsıkın yukarıda sayılan her üç derecesi de küfür noktasındadır ve ebedî cehennemde kalacaklardır. Fısk ve fâsıklık bu derece kötü ve tehlikeli bir durum olunca insanlara düşen bu durumdan mümkün olduğu ölçüde kaçınmak, gerek diliyle ve gerekse fiiliyle mümkün olduğu ölçüde fıskdan uzak durmaktır. Günâhın büyüğünden olduğu gibi küçüğünden de kaçınmalı, bu küçüktür zarar vermez diyerek onun işlenmesinde ısrar edilmemelidir. Zira sözü geçtiği üzere küçük günâhta ısrar etmek de fıskın derecelerinden birisidir.

Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da, hiçbir kimseye fısk isnadıyla bir söz söylememek gerekir. Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, "Hiçbir kişi başka bir kimseye fısk (sapıklık) isnadıyla 'ya fâsık ' diye söz atamaz, atmaya hakkı yoktur. Yine böyle küfür de isnad edemez. Şayet atar da attığı kimse atılan fıskın veya küfrün sahibi değilse bu sıfatlar muhakkak atan kimseye döner, fâsık veya kâfir olur'' (Sahîh-i Buhâri Muhtasar Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, XII, 137). Bu hadis-i şerif aynı zamanda bir ahlâkı prensibi ortaya koymaktadır. Zira kişiyi ayıplamak, onun ayıbını teşhir etmek, hele hele böyle güzel olmayan bir şeyle ayıplamak ahlâki bir tavır olmadığı gibi isnad ettiği şey, o kişide mevcut değilse zikredilen lâfız gereğince kendisini de tehlikeye düşüren bir durumdur.
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
Evet, "Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirdiğinde" diyor kerim kitabımız Kur'an "durup gerçeği araştırın". Bunu yapmazsak başımıza geleceği de söylüyor: "Yoksa istemeden insanların hukukuna tecavüz eder ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız." (49.6)

Cümle cümle tahlil edelim:

"Ey iman edenler!" Taberi'nin de isabetle açıkladığı gibi bu hitap tarzı, imanını isbat etmiş olanlar için kullanılan "mü'minîn"den farklı olarak isbat edilmiş bir imanı haber vermez. İsbat edilmiş olsun olmasın, kendisini İslâm'a ve imana izafe edenlere, kendisini Müslüman sayanlara yönelik bir hitap tarzıdır. Bu isabetliyse, zımnen bu hitap tarzı, "Ey iman iddiasında bulunanlar! İddianızda samimi iseniz şunu şöyle yapın..." anlamını içeriyor demektir.

Öyle ya, "Müslümanım" demek, dünyanın en büyük iddiasında bulunmaktır. Böyle büyük bir iddiada bulunacak insan, fakat en küçük bir isbat zahmetine katlanmayacak. Hiç öyle şey olur mu? Dünyanın en küçük iddiaları dahi sahibine bir isbat yükümlülüğü yükler. Adam "Ben iyi yüzerim" dese, "Yüz de görelim!" derler. Ben iyi nişancıyım dese "At da görelim!" derler. Berberim, demirciyim, terziyim demenin bile isbat zeminleri vardır. "Yap da görelim" derler. Peki küçük büyük her iddia için bir isbat gereksin de, insanın en büyük iddiası olan "Müslümanım" demenin bir isbatı olmasın mı?
Onun içindir ki, "Ben Müslümanım" diyen kişiye sorulacak tek soru sorulmalıdır: "Ciddi misin?" Çünkü iddia çok ciddi bir iddiadır ve ciddiyet iddianın isbatını gerektirir.

"Fasık haberci"... Ayet, her "yoldan çıkmış"ın (fasık) haberinin de yoldan çıkmış olmayabileceği ihtimalini kabul ediyor. Eğer her fasık habercinin her haberi fasık olsaydı araştırmamızı istemezdi. Bu aklen de böyledir. Her sapığın her işi sapık değildir. Nasıl ki, her sadık müminin yaptığı her iş doğru düzgün değilse. Eğer şeytan bir kitap yazsaydı, baştan sona her söylediği yanlış olmazdı. Firavunun bile her yaptığı yanlış değildi. En azından ölürken söylediği doğruydu. Fakat, yoldan çıkmışın getirdiği haberin yoldan çıkmış olma ihtimali daha yüksektir. Bu nedenle "haberci"nin fasığı makbul değildir. Fasığın fıskı kendine zarar verir. Fakat fasık bir de "haberci" olursa, fıskına getirdiği habere inanan kimseler fıska ortak olur. Dolayısıyla fasığın "haberci" türü, düz fasıktan daha zararlıdır.

Bu hitaptan zımnen şu sonuçları çıkarabiliriz: 1) Ortada taşınması gereken bir haber varsa, önce bu işe sadıklar koşmalıdır. Sadıklar bu görevden kaçarsa, fasıklar bu açığı doldurur. Bundan, o haberi taşıması gerekip de taşımayan sadıklar da sorumlu olur. 2) Eğer aynı haberi taşıyan sadıklar varsa, o haberi fasığın ağzından almak mümine yakışmaz. 3) Eğer yoksa, iman edenler kendi aralarından sadık haberciler çıkarmayı bir görev bilmelidirler. Bunu yapmadıkları zaman, fasıkların fıskına bilmeden ortak olabilecekleri ihtimalini göz ardı etmemelidirler. 4) Fasığın taşıdığı yalan-yanlış bir habere müşteri olmak, fasığın sapıklığını ödüllendirmektir. Fıskı ödüllendirmek fısk olur.
"Haber"!.. Dikkat buyurun, burada "haber" diye çevirdiğimiz kelimenin metindeki karşılığı, kendisi de Arapça olan "haber" değil, " nebe' ". Her nebe' haberdir, fakat her haber nebe' değildir. Nebe', Arapça'da sıradan bir haberi değil, önemli, muhatabı etkileyecek, kendisine göre bir tavır ve davranış geliştirilmesi gereken haberdir. Değilse günümüz gazeteciliğinde "üçüncü sayfa haberleri" adı verilenler değil. Nebe', Muhatabı "doğru-yanlış", "haklı-haksız", iyi-kötü" demek zorunda bırakacak, pozisyonunu etkileyecek habere denir.

Günümüzün fasık habercileri, sapıklıklarını bu tür sıradan "haber"ler için kullanmıyorlar. Onların saptırmaları, daha çok " nebe' " sınıfına giren haberler konusunda oluyor. Günümüz haber üretim kartelleri, "fasık" ötesi haber taşıyıcılarla dolu. Kur'an fasıktan haber almaya dahi rezerv koyuyorsa, ya kafirin taşıdığı haber için ne yapardı?

Kafir ve fasık haberciden gelen haberlerin öksesine nasıl düşürüldüğümüzün çarpıcı örneklerinden birkaçını burada vereyim de, Kur'an'ın bizi nasıl bir belaya karşı uyanık olmaya çağırdığını anlayın.

Hucurat Sûresi'nin 6. âyeti, biz Müslümanları gerçekten de çağın en büyük deccali olan medya ve haber üretim kartellerine karşı uyaran bir âyet. Bu medyanın haber adı altında taşıdığı yalanlar öyle tumturaklı ki, keskin bir göze ve işleyen bir akla sahip değilseniz zokayı yuttunuz demektir.

Hatırlasanıza, 1. Körfez Savaşı sırasında ABD güdümlü medyanın ham petrole bulanmış karabatak kuşu görüntüleri ne kadar da masum bir 'yalan'dı.

Bu âyetle amel etmeyen herkes zokayı yutmuştu. Masum gibi duran haber, aslında Amerikan saldırganlığını meşrulaştırmak için stüdyoda üretilmişti ve görüntüler gerçek bir olaya değil, İtalyan yapımı bir filme ait karelerdi. Filmden "kes-yapıştır" yöntemiyle araklanan bu görüntüler, ilk seyreden için masum gibi duruyordu. İnsanlığı ölmedikçe, kim zavallı kuşların böyle bir akıbete duçar olmasına razı olur? Fakat, işin gerçeği hiç de öyle değildi. Sadece çirkin bir saldırıya, masum kuşların bir filmden araklanan görüntüleri alet edilmişti, hepsi bu.
Aynı şeyi ABD film endüstrisi, İran aleyhine yapılmış Kızım Olmadan Asla filminde de yaptı. Yine Irak işgali sırasında izlediğimiz "yalan rüzgârı"nı hatırlayın.

Bunların benzeri onlarca çarpıtmayla, Türkiye'nin en büyük belası olan malum medyanın görüntülü ve basılı kısmında her gün karşılaşmıyor muyuz?

"Durup, araştırın".

Bu çevirinin metindeki karşılığı "fetebeyyenu". Aynı kelime bazı meşhur kıraatlarda "tesebbetû" şeklinde de okunmuş. Aslında bu kıraat farklılığı bir tür tefsir olarak da anlaşılabilir. Her iki kırattan yola çıkarak kelimeyi "durup, düşünüp, araştırın" diye çevirmek daha uygundur. Aslında tebeyyünün ilk adımı "tasavvur" ve "zihinde" atılır. Bu durumda bu emrin anlamı "Durup düşünün hele bir.. Düşünmeden sakın bir atım atmayın.. Kafanızı kullanın" gibi bir açılıma sahip olur.
Size yoldan çıkmışın biri haber getirdiğinde, hele bu haber dostlarınızla ilgiliyse, önce kafanızı kullanın. Şu soruların doğru cevabını bulmadan haberi asla ciddiye almayın:

- Bu kişi, bu haberi neden taşıyor? Bununla neyi amaçlıyor?
- Neden bir başkası değil de, bu? Ondan başka kimse bu haberi duymadığı için mi, değilse başka bir sebebi mi var?
- Neden bir başka haber değil de, ille de bu haber? Bu haberi taşımayı onun için cazip kılan sebep ne?
- Neden bir başkasına değil de, bana taşıyor? Bende 'maden' mi buldu? Yalan-dolana inanmaya yatkın bir görüntü mü veriyorum? Değilse, bununla benden neyi elde etmek istiyor?

Görüyorsunuz, değil mi? Bir habere muhatap olan kişi, aynı zamanda bir sorumluluk yüklenmiştir. Öyle her habere şapkayı çıkartıp hazır kıta koşmak, haberlerin ağına bir örümcek ağına düşen sinek gibi düşmek sahibine vebal getiren bir davranış. Haber deyip geçmemek gerek. Çünkü günümüz dünyasında ister medya yoluyla olsun ister yüz yüze olsun, haber masum değildir.

Zaten, âyetin devamı bir habere kayıtsız şartsız teslim olmanın ağır sorumluluğunu ve vebalini hatırlatıyor:
"Yoksa bilmeden bir toplumun hukukuna tecavüz edersiniz de, sonunda yaptığınıza pişman olursunuz."
Şöyle bir soru gelebilir: "Haberi taşıyanın fasık olduğunu nereden bilelim?"

Cevabı açık: Bilmiyorsanız, "nebe' " değerindeki önemli haberlere, hele de Müslümanlarla ilgili ise, asıl o zaman araştırmadan inanmayın.

Bu bir ahlâk sorunudur. Haber taşımak da, habere muhatap olmak da Müslüman sorumluluğu ister. Haber bir emanettir. Emanet emin elden gelmelidir. Ona ihanet etmeyecek bir elden gelmelidir. Emin elden gelen habere de sadakat gösterilmeli, ihanet edilmemelidir. Nasihatlerin musibetlerden evla olması diıeği ile.


uzun zaman önce açılmış bi konu ancak, önemi hiç bitmiyor.. peşimizi hiç bırakmıyor.. özellikle sanal alemde..kişilerin aslında, karşıda ne yazıldı ise o kadar gerçek olduğu, hepimizin böyle olduğu bi yer burası.. tabi hepten silmiş olmayalım.. samimi olanların gerçek olnalarında yeri..

bu noktada zan etmemek gerektiği noktasında bi hayli önem kazanıyor..

eline sağlık abi..

selametle..
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
Evet, "Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirdiğinde" diyor kerim kitabımız Kur'an "durup gerçeği araştırın". Bunu yapmazsak başımıza geleceği de söylüyor: "Yoksa istemeden insanların hukukuna tecavüz eder ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız." (49.6)

Cümle cümle tahlil edelim:

"Ey iman edenler!" Taberi'nin de isabetle açıkladığı gibi bu hitap tarzı, imanını isbat etmiş olanlar için kullanılan "mü'minîn"den farklı olarak isbat edilmiş bir imanı haber vermez. İsbat edilmiş olsun olmasın, kendisini İslâm'a ve imana izafe edenlere, kendisini Müslüman sayanlara yönelik bir hitap tarzıdır. Bu isabetliyse, zımnen bu hitap tarzı, "Ey iman iddiasında bulunanlar! İddianızda samimi iseniz şunu şöyle yapın..." anlamını içeriyor demektir.

Öyle ya, "Müslümanım" demek, dünyanın en büyük iddiasında bulunmaktır. Böyle büyük bir iddiada bulunacak insan, fakat en küçük bir isbat zahmetine katlanmayacak. Hiç öyle şey olur mu? Dünyanın en küçük iddiaları dahi sahibine bir isbat yükümlülüğü yükler. Adam "Ben iyi yüzerim" dese, "Yüz de görelim!" derler. Ben iyi nişancıyım dese "At da görelim!" derler. Berberim, demirciyim, terziyim demenin bile isbat zeminleri vardır. "Yap da görelim" derler. Peki küçük büyük her iddia için bir isbat gereksin de, insanın en büyük iddiası olan "Müslümanım" demenin bir isbatı olmasın mı?
Onun içindir ki, "Ben Müslümanım" diyen kişiye sorulacak tek soru sorulmalıdır: "Ciddi misin?" Çünkü iddia çok ciddi bir iddiadır ve ciddiyet iddianın isbatını gerektirir.

"Fasık haberci"... Ayet, her "yoldan çıkmış"ın (fasık) haberinin de yoldan çıkmış olmayabileceği ihtimalini kabul ediyor. Eğer her fasık habercinin her haberi fasık olsaydı araştırmamızı istemezdi. Bu aklen de böyledir. Her sapığın her işi sapık değildir. Nasıl ki, her sadık müminin yaptığı her iş doğru düzgün değilse. Eğer şeytan bir kitap yazsaydı, baştan sona her söylediği yanlış olmazdı. Firavunun bile her yaptığı yanlış değildi. En azından ölürken söylediği doğruydu. Fakat, yoldan çıkmışın getirdiği haberin yoldan çıkmış olma ihtimali daha yüksektir. Bu nedenle "haberci"nin fasığı makbul değildir. Fasığın fıskı kendine zarar verir. Fakat fasık bir de "haberci" olursa, fıskına getirdiği habere inanan kimseler fıska ortak olur. Dolayısıyla fasığın "haberci" türü, düz fasıktan daha zararlıdır.

Bu hitaptan zımnen şu sonuçları çıkarabiliriz: 1) Ortada taşınması gereken bir haber varsa, önce bu işe sadıklar koşmalıdır. Sadıklar bu görevden kaçarsa, fasıklar bu açığı doldurur. Bundan, o haberi taşıması gerekip de taşımayan sadıklar da sorumlu olur. 2) Eğer aynı haberi taşıyan sadıklar varsa, o haberi fasığın ağzından almak mümine yakışmaz. 3) Eğer yoksa, iman edenler kendi aralarından sadık haberciler çıkarmayı bir görev bilmelidirler. Bunu yapmadıkları zaman, fasıkların fıskına bilmeden ortak olabilecekleri ihtimalini göz ardı etmemelidirler. 4) Fasığın taşıdığı yalan-yanlış bir habere müşteri olmak, fasığın sapıklığını ödüllendirmektir. Fıskı ödüllendirmek fısk olur.
"Haber"!.. Dikkat buyurun, burada "haber" diye çevirdiğimiz kelimenin metindeki karşılığı, kendisi de Arapça olan "haber" değil, " nebe' ". Her nebe' haberdir, fakat her haber nebe' değildir. Nebe', Arapça'da sıradan bir haberi değil, önemli, muhatabı etkileyecek, kendisine göre bir tavır ve davranış geliştirilmesi gereken haberdir. Değilse günümüz gazeteciliğinde "üçüncü sayfa haberleri" adı verilenler değil. Nebe', Muhatabı "doğru-yanlış", "haklı-haksız", iyi-kötü" demek zorunda bırakacak, pozisyonunu etkileyecek habere denir.

Günümüzün fasık habercileri, sapıklıklarını bu tür sıradan "haber"ler için kullanmıyorlar. Onların saptırmaları, daha çok " nebe' " sınıfına giren haberler konusunda oluyor. Günümüz haber üretim kartelleri, "fasık" ötesi haber taşıyıcılarla dolu. Kur'an fasıktan haber almaya dahi rezerv koyuyorsa, ya kafirin taşıdığı haber için ne yapardı?

Kafir ve fasık haberciden gelen haberlerin öksesine nasıl düşürüldüğümüzün çarpıcı örneklerinden birkaçını burada vereyim de, Kur'an'ın bizi nasıl bir belaya karşı uyanık olmaya çağırdığını anlayın.

Hucurat Sûresi'nin 6. âyeti, biz Müslümanları gerçekten de çağın en büyük deccali olan medya ve haber üretim kartellerine karşı uyaran bir âyet. Bu medyanın haber adı altında taşıdığı yalanlar öyle tumturaklı ki, keskin bir göze ve işleyen bir akla sahip değilseniz zokayı yuttunuz demektir.

Hatırlasanıza, 1. Körfez Savaşı sırasında ABD güdümlü medyanın ham petrole bulanmış karabatak kuşu görüntüleri ne kadar da masum bir 'yalan'dı.

Bu âyetle amel etmeyen herkes zokayı yutmuştu. Masum gibi duran haber, aslında Amerikan saldırganlığını meşrulaştırmak için stüdyoda üretilmişti ve görüntüler gerçek bir olaya değil, İtalyan yapımı bir filme ait karelerdi. Filmden "kes-yapıştır" yöntemiyle araklanan bu görüntüler, ilk seyreden için masum gibi duruyordu. İnsanlığı ölmedikçe, kim zavallı kuşların böyle bir akıbete duçar olmasına razı olur? Fakat, işin gerçeği hiç de öyle değildi. Sadece çirkin bir saldırıya, masum kuşların bir filmden araklanan görüntüleri alet edilmişti, hepsi bu.
Aynı şeyi ABD film endüstrisi, İran aleyhine yapılmış Kızım Olmadan Asla filminde de yaptı. Yine Irak işgali sırasında izlediğimiz "yalan rüzgârı"nı hatırlayın.

Bunların benzeri onlarca çarpıtmayla, Türkiye'nin en büyük belası olan malum medyanın görüntülü ve basılı kısmında her gün karşılaşmıyor muyuz?

"Durup, araştırın".

Bu çevirinin metindeki karşılığı "fetebeyyenu". Aynı kelime bazı meşhur kıraatlarda "tesebbetû" şeklinde de okunmuş. Aslında bu kıraat farklılığı bir tür tefsir olarak da anlaşılabilir. Her iki kırattan yola çıkarak kelimeyi "durup, düşünüp, araştırın" diye çevirmek daha uygundur. Aslında tebeyyünün ilk adımı "tasavvur" ve "zihinde" atılır. Bu durumda bu emrin anlamı "Durup düşünün hele bir.. Düşünmeden sakın bir atım atmayın.. Kafanızı kullanın" gibi bir açılıma sahip olur.
Size yoldan çıkmışın biri haber getirdiğinde, hele bu haber dostlarınızla ilgiliyse, önce kafanızı kullanın. Şu soruların doğru cevabını bulmadan haberi asla ciddiye almayın:

- Bu kişi, bu haberi neden taşıyor? Bununla neyi amaçlıyor?
- Neden bir başkası değil de, bu? Ondan başka kimse bu haberi duymadığı için mi, değilse başka bir sebebi mi var?
- Neden bir başka haber değil de, ille de bu haber? Bu haberi taşımayı onun için cazip kılan sebep ne?
- Neden bir başkasına değil de, bana taşıyor? Bende 'maden' mi buldu? Yalan-dolana inanmaya yatkın bir görüntü mü veriyorum? Değilse, bununla benden neyi elde etmek istiyor?

Görüyorsunuz, değil mi? Bir habere muhatap olan kişi, aynı zamanda bir sorumluluk yüklenmiştir. Öyle her habere şapkayı çıkartıp hazır kıta koşmak, haberlerin ağına bir örümcek ağına düşen sinek gibi düşmek sahibine vebal getiren bir davranış. Haber deyip geçmemek gerek. Çünkü günümüz dünyasında ister medya yoluyla olsun ister yüz yüze olsun, haber masum değildir.

Zaten, âyetin devamı bir habere kayıtsız şartsız teslim olmanın ağır sorumluluğunu ve vebalini hatırlatıyor:
"Yoksa bilmeden bir toplumun hukukuna tecavüz edersiniz de, sonunda yaptığınıza pişman olursunuz."
Şöyle bir soru gelebilir: "Haberi taşıyanın fasık olduğunu nereden bilelim?"

Cevabı açık: Bilmiyorsanız, "nebe' " değerindeki önemli haberlere, hele de Müslümanlarla ilgili ise, asıl o zaman araştırmadan inanmayın.

Bu bir ahlâk sorunudur. Haber taşımak da, habere muhatap olmak da Müslüman sorumluluğu ister. Haber bir emanettir. Emanet emin elden gelmelidir. Ona ihanet etmeyecek bir elden gelmelidir. Emin elden gelen habere de sadakat gösterilmeli, ihanet edilmemelidir. Nasihatlerin musibetlerden evla olması diıeği ile.


Hakikaten güzel bir derleme olmus ben bunu yazicidan cikartip asacam insallah

Biz insanlari gözümüzde cok büyütüyoruz onlara anlamlar yüklüyoruz bu yüzden dolayida beser sasar durumunu göz ardi ediyoruz ama kimsenin özel hayatina müdahale etmek baska bir insanin haddine degildir olamazda lakin kimsenin burada baskalarina karsi bir sorumlulugu yoktur ilk önce o sorumlulugu Allah a aittir ne bisr ler gecip gitmistir ya da baska bir sekilde

Hickimseyi günahkar görmeyelim hickimseyide asagilarda görmeyelim lakin efsel-i safilinede rabbim düsürür yükseltecekde odur bizler e düsen görev onu esfeli safilinde göstermek yada görmek degildir

Söylenecek cok sey olsada en azindan bir günah gördügümüz zaman dahi saklayalimki o kisinin mahserde rabbimle arasinda kalsin bu mevzu kimseler bilmesin

Lakin üstada da hakkinda onca söylenen ler getirilmistir ve kendisi hep reddetmistir bizim hakkimizdada birseyler söylendiginde o söyleyen kisiyi asagilamak yerine o öyle söylemez yanlis var demeliyiz

Birlik ancak böyle gerceklestirilir kardesligimizi bir daha sivazlayanlardan Allah razi olsun

Bu forumda ne kadar ehl-i sünnet gibi ehl-i kuran gibi tartismalar olsada yeri gelince kalpler kirilsada herkes bilmeliki bu demek degildirki zor günlerde birlik olmayacak aksine en büyük destekler verilecek belkide

Mücahid abi cok güzel hatirlatma olmus kendi nefsime aldim kendim gibi bildim anlayanlardan oluruz insallah

selametle
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Önce bu güzel konu için Mücahid kardeşimize tekrar teşekkür.

Evet, "size bir fâsık haber getirdiğin de" durup, bunun doğruluğunu araştıracağız.

Bir Kur'an emri, yani Allah'ın emri, yani bunu yapmak farz, şart ve yapmamak ise haram yani günah...

Burada " fasık" dan kasdedilen, günahkar değil, adil olmayan yani doğru olmayan, fesatçıdır.

Peki biz, bize haber getiren birisinin "adil" olduğunu yada "fasık" olduğunu nasıl anlayacağız?

Tabii ki haberi getiren veya taşıyanın Allah ile olan alış-verişi bunun en önemli emaresidir.

Günümüz enformasyonun en uç noktalarını yaşamakta artık. Ve yüzlerce haber kaynağı her gün binlerce haber taşımakta. Ve bu kaynakların görünen kısmı ile Allah'a yakınlıkları da malumdur, ve biz bu haberleri getirenin adaletinden emin olmadan bu haberlerle yatıp kalkmakta, hiç birinin doğruluğunu araştırmadan da bunlara biat etmekte ve "zanların çoğu yalandır" ayetine de rağmen zanlar üretmekteyiz. Üstelik doğruluğundan emin olmadığımız bu haber ve ürettiğimiz zanlarla taraflar oluşturmakta, hem de fikirler üretmekteyiz. Şimdi, öğle ise acaba biz bu ayetin neresindeyiz?
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
Güzel bi konu ve güzel bir yorum.. fakat haber ile nebe arasındaki fark...


"Haber"!.. Dikkat buyurun, burada "haber" diye çevirdiğimiz kelimenin metindeki karşılığı, kendisi de Arapça olan "haber" değil, " nebe' ". Her nebe' haberdir, fakat her haber nebe' değildir. Nebe', Arapça'da sıradan bir haberi değil, önemli, muhatabı etkileyecek, kendisine göre bir tavır ve davranış geliştirilmesi gereken haberdir.


arapça daki haber ile nebi arasında bir ayrım yapmışsınız. nebe muhatabı etkileyen, kendisine göre bir tavır ve davranış geliştirilmesi...vs ayetlere baktığımız zaman bu ayrımı göremedik.. Allahu teala ademe isimleri öğrettikten sonra şöyle buyurdu : Allah "Ey Adem onlara isimlerini söyle" dedi. fe enbe e hüm bi esma ihim.. onlara, onların isimlerini haber ver, söyle. nebe kelimesi kullanılmış. bir başka ayette:

Musa süreyi doldurunca, ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü. Ailesine: "Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber yahut tutuşmuş bir odun getiririm de ısınabilirsiniz" dedi
burada musa as ın getirdiği haber muhatabını etkilemecekmiydi ona göre bir tavır takınmayacakmıydı.Musa as dağa çıkarken nebe kelimesini kullanmamıştır çünkü haber almaya gitmiştir. Allahu Teala habiir dir ziyade haberdar olandır, haber alandır. Bizce buradaki haber ve nebe arasındaki fark haber = haber almak nebe = haber vermektir. sizin dediğiniz gibi bi ayrım söz konusu değildir diye düşünüyoruz..
 
Üst Alt