Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şirk ve Yaşadığımız Hayat

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Şirk, Allah'ın en sevmediği insan hareketidir... Allah'ın yanında başka güçler tanımak, Allah'a inanmak ve fakat O'nu inkâr eden*lerin hükümlerini inanarak kabul etmek ve onlara bile bile uymak. «Allah'a inandık» deyip, put heykelleri önünde saygıya durmak, secde etmek, eğilmek, onlar etrafında dönmek; o heykel*lerden medet ummak, onları ilham kaynağı saymak; güç ve ilhamlarını Allah'tan değil, o put heykellerinden aldıklarını söy*lemek. Allah'ın emrettiği yolda değil, put heykellerinden veya Firavun gibi, Nemrut gibi putlaştırılmış şahıslardan umdukları ilhamın izinde olmak...

işte Mekke şehir devletinde yaşayan insanların Allah'a ortak koşması böyleydi... Şirk buydu... Yâni onlar Allah'ı inkâr etmi*yor, hatta O'nun evi Kabe etrafında dolaşarak O'na ibâdet ettikle*rini sanıyor ve fakat put heykellerine de aynı şekilde saygı göste*riyorlardı ki işte şirk buydu!...
Onların bu mânâsız din tatbikatı hakkında Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
«Onların Beyt (Kabe) huzurundaki ibâdetleri, ıslık çalmak*tan ve el çırpmaktan başka bir şey değildi.»

Mekkeliler, Kabe etrafında el çırparak, ıslık çalarak Allah'a kulluk yaptıklarına inanıyorlardı. Halbuki aynı Mekkeliler, ken*di elleriyle yapmış oldukları put heykellerinin önüne bazı hediye*ler koyarak onları da memnun etmeye çalışır, onlara saygı duyar*lardı ki, Allah'ın yasakladığı şey budur. Yoksa istisnasız olarak bütün Araplar, Kabe'yi Allah'ın evi olarak tanıyor, senede en az bir defa onu ziyaret etmeye gidiyorlardı.

Mekkeliler ise, günde en az bir defa, Kabe'yi ziyaret ederlerdi. Ayrıca, herhangi bir Mekkeli, seyahata çıkınca veya seyahattan dönünce, yahut önemli bir işe başlayınca, Kabe'yi tavaf ediyor ve orada bulunan put heykellerine de saygı gösteriyordu.
Kısaca Mekeliler, bütün işlerine, put heykellerine saygıya du*rarak başlıyorlardı.

Bayramları, devletin ileri gelenlerinin put heykellerine saygı göstermeleriyle başlıyor, devletin en önemli işleri görüşülmeden, heykellere saygıya duruyorlardı.

Ülkenin milli şairi seçildiğinde, nasıl bunun alamet-i farikası olan nişanını aldıktan sonra put heykeline gidip saygıya duruyor*sa; ticarî ya da siyasî bütün kuruluşlar, önemli toplantılarından önce put heykellerine gidip saygıya durur, ondan sonra işlerine bakarlardı...

Adetâ put heykeli Önünde saygıya durmadan, bir şey icra edil*mezdi Mekke'nin şirk düzeninde...

Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s.) doğduğunda, dedesi Abdul-muttalib, Allah'a şükretmek için onu Kabe'nin içindeki Hubel pu*tunun yanma götürüp, şiirler söyleyerek hamdediyor ki, onun bu hareketi Hubeli hamdetme ameliyesine karıştırdığı için şirkti.Abdulmuttalib şöyle diyordu:

Bana böyle güzel bir oğlan veren Allah'a hamdolsun; Beşikte, büyük çocuklara efendilik yapan bu çocuğu,

En güzel erkâna sahip olan bu evde (Kabe'de) korurum. Tâ ki onu gençlerin lideri ve yükseklere ulaşanı olarak göreyim! Onu her türlü kötülükten, gözleri keskinkıskançlardan korurum.

Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamber olarak görevlendirildi*ği bu dönemde, islâm'ın en azılı düşmanlarına dahi bakacak ol*sak, meselâ Ebu Cehil ve Utbe b. Rebi'a gibi müşriklerin, Allah'ı tanıdıklarını, O'nun evi olan Kabe'yi tavaf ettiklerim, hatta O'nun adına «Vallahi» diyerek yemin ettiklerini görürüz. O halde, Allah'ı bu şekilde tanımalarına rağmen, neden onlara peygamber gönde*rildi?

Allah'ın son peygamberini, Mekkeli insanlara göndermesinin sebebi, bu insanların, Allah yanında başka güçler, ideolojiler, oto*riteler, kanun koyucuları tanımalarıydı. Oysa ki Allah, tek kanun koyucunun kendisi olduğunu belirtiyor:

«Hüküm ve iktidar, ancak ve ancak Allah'ındır»

Bu şekilde şirkle karışık bir dine sahib olan Mekke'nin dinî merkezini, yukarıda gördüğümüz gibi, Allah'ın evi olan Kabe teş*kil ediyordu. Daha doğrusu, Allah'ın evi olan Kabe, put inançları ve bunların temsilcileri tarafından işgal edilmiş bir vaziyette idi. Onun içindir ki, senenin belli mevsimlerinde, Arabistan'ın çeşitli yerlerinden insanlar gelir, Kabe'yi ziyaret ederlerdi.

içinde ve dışında 360 tane put heykeli bulunmasına rağmen, Kabe'nin adı yine Beytu'llah, yani Allah'ın evi idi ve etrafında dönülerek tavaf yapılır, ibâdet edilirdi. Yâni, Allah'a ve put hey*kellerine müştereken kulluk yapılırdı ki işte bu şirkti.

Günümüzde, en çok birbirine karıştırılan kavramlardan iki tanesi de, şirk ve putperestliktir.

Bunlardan putperestlik, politeizm dediğimiz çok tanrılı inanç sistemidir ki bu inanç sisteminde, müte'âl (aşkın) mânada bir Tanrı inancı yoktur. Putperestlikte, tanrı sayısı, tesir ve güçlerine inanıldığı nisbette artmaktadır. Kısaca, biz müslümanlarm inan*dığı manada bir Allah inancı yoktur putperestlikte.

Şirk'te ise durum tamamen farklıdır. Aslında Mekkelüer Allah'ı biliyor, O'na inanıyorlardı. Hatta, inanmakla yetinmiyor, O'nun evi Kabe etrafında tavaf ediyor, O'nun adına kurbanlar ke*siyorlardı, islâm Öncesi Mekkelilerin, "Vallahi" diyerek, Allah adına yemin etmeleri, Mekke'nin inanç sistemi içerisinde, gayet tabiî olan bir hadiseydi.

Fakat atalarından tevarüs ettikleri inançlarıyla bu şekilde Allah'ı tanıyan Mekkeliler, bazı insan ve ideolojileri, sistemleri ve düşünceleri, heykeller şeklinde putlaştırarak, yâni ilâhlaştırarak, onlarda güç ve kudret olduğuna inanarak, yaşama ilhamlarını onlardan alarak, bu pratiklerinde, icabında Allah'ı terk ediyor veya hiç olmazsa, ilahlaştırdıkları ve bu ilahları heykeller şeklin*de somutlaştırdıkları sistem ve ideolojileri, bu ideolojilerin, bu ilkelerin kurucuları olan bazı insanları Allah'a ve O'nun çeşitli sfatlarıyla izah edilen gücüne ortak ediyorlardı ki, şirk budur. Ve şirk, cahiliyye'nin en belirgin vasfıdır.

Allahu Teâlâ'ya ilk defa isyan eden Şeytanın durumunu tek*rar hatırlayacak olursak, şirk'i daha güzel anlarız.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Allah Adem (a.s.)'ı yaratıp ona hilâfet'i verdikten sonra, bir lütuf olmak üzere, bütün meleklerin kendisine secde etmelerini emretti.Bütün melekler secde ettik*leri halde, Şeytan gurura kapıldı, nefsine uydu ve Allah'a karşı ge*lerek, "ben Adem'e secde etmem!» dedi. Şeytan, Allah'ın varlığını bildiği için O'nu inkâr etmiyor. Peki Şeytan Allah'ın varlığına inandığı halde nasıl kâfir oluyor? işte mesele buradadır!

Kur'an'da da hadise anlatıldığı gibi, Şeytan, Adem (a.s.)'a secde etmeyince, Allah ona neden secde etmediğini soruyor. O ise, itaat edeceği yerde, mantık yürütmeye başladı:

"Ben ondan (Adem'den) daha üstünüm! (Çünkü) beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın."

Görüldüğü gibi, Şeytamn bu hareketiyle kâfir olması, onun Allah'ı inkâr etmesinden dolayı olmuyor. Zaten o da böyle bir inkâra gitmiyor. O halde onun küfrü, Allah'ın koyduğu hükmü ka*bul etmemekle oluyor. Başka bir deyişle, Allah'ın kanunu yerine kendi mantığım ortaya koyuyor; kanun koymada, kanun yapma*da, kendisini, Allah'a rağmen otorite görmeye başlıyor, işte şirk budur.

Günümüzde bile Allah'ın varlığını kabul etmiyen çok az insan vardır. Ne varki bu inanç sistemi vahye dayalı olmadığı için, yeterli olmuyor. Salt bir Allah inancı, tevhidi yaşamaya yetmiyor. Allah'ın varlığını kabul ettiklerini söyleyen milyonlarca insan, Allah'ın gönderdiği peygamberlerin getirdikleri şeriata uymadık*larından, daha doğrusu onu kabul etmediklerinden, tıpkı şey*tanın Allah'a karşı mantık yürütmesi gibi,


"Biz Allah'a inanırız, fakat peygamber'in getirdiğine inanmayız, kabul etmeyiz ve ka*nun olarak uygulamayız" derler ve


"kendi kanunlarımızı kendi*miz yaparız! Hakimiyet kayıtsız, şartsız insanlarındır, her türlü ilâhî kanuna karşıyız; din'le, ne devlet olur, ne de insanlar idare edilir!"


"Kahrolsun şeriat deriz, fakat cenazelerimizi şeriatın mer*kezleri olan camilerden kaldırırız. Yani hem laik'iz hem müslüman!" şeklinde mantık yürütürler ki, modern şirk budur!



Bu kısa misalleri bir de siz hayata teşbih edin, bakın bakalım neler göreceksiniz, neler göreceğiz...
 

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul

Şirk, aynı kökten gelen kelimelerle birlikte, Kur'an'da yüzelliyi aşkın yerde geçmektedir.

Kur'an-ı Kerim'i incelediğimiz zaman, şirke düşen insanların nefislerine tabi olarak tevhide karşı çıkmalarının neticesinde bu duruma düştüklerini görüyoruz. Bütün müşrik toplumlarda, genellikle ahlaksızlık, nefis duyguları, zulüm, hırs, azgınlık, taşkınlık ve menfaatperestlik hakimdir. Şirkin temeli, insanların Allah'a tam manasıyle inanmamaları, O'nun emir ve yasaklarına gerektiği gibi uymamaları ve ondan sonra yukarıda arzedilen süfli bir duruma düşmelerine dayanır. Bu husus birçok âyette dile getirilmiştir (el-A'raf, 7/80, 81, 85, 86; Yusuf, 12/23, 25, 28, 29, 30, 31, 35; el-Hicr, 15/3 vb).

Kur'an âyetlerinden başka, çeşitli hadislerde ve ilmî eserlerde de şirk konusuna geniş yer verilmiştir. Allah'ın birliğine ortak kabul etmek şirk olduğu gibi, kudret ve tasarrufunda O'na ortak kabul etmek de şirktir. Şirk'in diğer bir çeşidi de, yalnız Allah'tan beklenmesi gereken sonuçları, Allah'tan başka güç ve kişilerden beklemektir.

Şirk'in zıddı tevhiddir. O da, Allah'ın varlığını ve birliğini kabul etmekle beraber, O'nun tasarruflarında tek kudret sahibi olduğunu, hüküm ve irâdesinin her şeyin üstünde bulunduğunu kabul etmektir. İslâm dininde tevhid esastır. Hemen hemen bütün ibâdetlerin ana gayesi çeşitli konularda müslümanların arasında birliği sağlamaktır. Dünyanın her yerindeki müslümanların aynı ezanı okumaları, ibadetlerinde aynı kıbleye dönmeleri, tevhidin birer göstergesidir. Şirk bunun tam zıddıdır. Tevhid'in ana gayesi ve esas hedefi olan Allah'ın birliği hususundaki inancı zedelemek, O'na ortak kabul etmek, büyük şirk kabul edilmiştir.

Yüce Allah Kur'an'da: "Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür" (Lokman, 31/13) diye buyurarak, şirki bir zulüm olarak tanıtmıştır. Nitekim şirke düşen insan, bu hareketiyle kendi nefsine zulmetmiş olur (el-Maverd, en-Nuketu ve'l-Uyunu, Beyrut, 1992, IV, 333). Ve yine şirk göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların, maddenin ve hayatın zorunlu olarak teslim olduğu küllî bir kanuna, yani Allah'ın tek ilah ve Rab olduğu gerçeğine karşı gelinmekle Allah'ın hakkını O'na teslim etmemek bakımından da bir zulümdür. Şirk'e düşen insanın kendi şahsına zulmettiğini destekler mahiyetteki diğer bir âyetin meâli şöyledir:

Allah'a ortak koşmadan, halis olarak Allah'ı birleyenler olun. Kim Allah'a ortak koşarsa, o sanki gökten düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir" (el-Hacc, 22/31 ) .

Şirk'e düşen insan o kadar perişan olur ki, Yüce Allah ile bağları kopar; istikametini şaşırır; iyi ile kötüyü ayırd edemez hale gelir ve kendi öz çocuğunu öldürecek kadar şaşkın bir duruma düşer. Onların bu acı hali, Kur'an'da şöyle haber verilmiştir.

Yine ortakları, müşriklerden çoğuna evlatlarını öldürmeyi süslü (güzel bir şeymiş gibi) gösterdi ki (böylece) hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları, uydurduklarıyla baş başa bırak!" (el-En'am, 6/137).

Yüce Allah'ın şirke bakışını ve şirkin Kur'an'daki tanımını sergileyen diğer bazı âyetlerin meâli şöyledir:

"Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz. O'ndan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, büsbütün sapıtmıştır" (en-Nisa, 4/116).

"Onlar (müşrikler, şirk koşanlar insanları) ateşe çağırır. Allah ise izniyle Cennete (girmeye) ve mağfirete çağırır" (el-Bakara, 2/221).

"Kitâb ehlinden ve (Allah'a) şirk koşanlardan kâfir olanlar, Cehennem ateşindedirler. Orada ebedî kalacaklardır. Onlar, halkın en şerlileridir" (el-Beyyine, 98/6).

Tevhide aykırı olan, Allah'ın ve Peygamber (s.a.s)'in emirlerine ters düşen şirke, kimden gelirse gelsin, itâat etmemek gerekir. İslâm dini annebabaya son derece itâat etmeyi, onlara saygıda bulunmayı emrettiği halde, şirk olan hususlarda, onların sözünü dinlememeyi ve onlara tabi olmamayı istemektedir. Konu ile ilgili bazı âyetlerin meâli şöyledir:

"Biz insana anne-babasına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Eğer onlar seni, (gerçekliği) hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi, bana ortak koşmanı için zorlarlarsa, (bu hususta) onlara itâat etme. Dönüşünüz banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber veririm." (el-Ankebût, 29/8).
 
Üst Alt