Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şirk ve Statüko Ekseninde Başörtüsü

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
Şirkin, örümcek ağı gibi hayatın her yanını ve her anını sardığı bir zaman ve toplumda, İslam, arap müşriklerinin bu kötü adetlerini ortadan kaldırmayı, tevhidi tesis etmeye tercih etmemişti. Hz. Peygamber, şirkin varolduğu bir ortamı tümden reddederek tevhidin onunla aynı ortamı paylaşmasına kesinlikle izin vermemişti.

"Çünkü onların Allah yolunda çektikleri hiç bir susuzluk, hiç bir yorgunluk, dayanılmaz bir açlık ve kâfirleri 'kin ve öfkeyle ayaklandıracak' bir yere ayak basmak ve düşman karşısında elde ettikleri hiç bir başarı yoktur ki, karşılığında kendilerine salih bir amel yazılmış olmasın." (1)

Arap müşriklerine bir kız çocuk müjdelendiği zaman içlerinin öfkeyle taşarak yüzlerinin simsiyah kesilmesinin (2) nedenleri, onlara göre kız çocuklarının aile bütçesine katkıda bulunamayacak olması, savaşlarda aileyi ya da kabileyi savunmak yerine savunulacak bir durumda kalacak olması en önemlisi de savaş esnasında esir alınarak pazar yerlerinde cariye olarak satışa çıkarılması ve ailenin veya kabilenin onurunu zedelemesiydi. Bu sebeple kendilerine verilen müjdenin aşağılatıcı (!) etkisi ve kız çocukları sahibi olmalarından kaynaklanan aşağılık duyguları, onlarla ne yapacaklarına dair verecekleri kararı zorlaştırıyor ve durumdan duydukları utanç kavimlerinden gizlenmelerine neden oluyordu. Ne yapsınlardı arap müşrikleri? Onları yanlarında mı tutacaklardı yoksa toprağa mı gömeceklerdi? (3)

Vardıkları bu kötü hükmün neticesinde şeytan onların ruhuna hakim olmuş ve öz kızlarını diri diri toprağa gömmeyi kendilerine daha sevimli göstermişti. Huzza ve Kinane gibi bazı kabileler bu işi biraz daha ilerleterek, kızları gömmeyi dinî bir kisveye büründürmekte, onları tanrılarına adadıklarını söylemekte, meleklerin Allah’ın kızları olduğunu iddia etmekte ve “kızları kızlara gönderdik” diyerek çocuklarını öldürmekteydi. Erkek çocuklarını kendilerine ayırırken, süs ve zinet içerisinde yetiştirilip de mücadelede ya da savaşta erkek gibi kendisini savunmaya açık olmayan kızları Allah’a isnad etmekteydi.(4) Bir taraftan Allah’ın kızları olduklarına inanarak meleklere ibadet edip kızlarını meleklere yollarken diğer taraftan da hayvanlarından elde ettikleri ürünleri ve hayvanların yavrularını erkeklerine helal, kadınlarına haram kılmakta, sadece ölü olarak doğan yavrulara kadınlarını ortak etmekteydiler. (5) Arap müşriklerinin kadınlara yönelik çifte standardı bununla da sınırlı değildi. Kendi kız çocuklarına yaşama hakkı tanımayan bu standart, fuhşu mesleği haline dönüştüren kadınlarla gurur duymalarını sağlıyor ve kendilerinin bu fahişelerle yatıp kalkmalarını normal -hatta övünülecek- bir davranış olarak gösteriyordu. Yaşadıkları hayatın kötü gidişatından ve içinde bulundukları alçaltıcı durumdan bihaber bir şekilde mutlu bir hayat sürdüğünü iddia eden (6) bu insanlar bir gün karşılarında tevhidi yeryüzüne tesis etmekle görevlendirilen Hz. Peygamber’i bulunca “hayır biz kızlarımızı gömmeye devam edeceğiz” demek yerine “hayır biz atalarımızın taptıkları tanrılara inanmaktan vazgeçmeyeceğiz” dediler. (7)
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
Şirkin, örümcek ağı gibi hayatın her yanını ve her anını sardığı bir zaman ve toplumda, İslam, arap müşriklerinin bu kötü adetlerini ortadan kaldırmayı, tevhidi tesis etmeye tercih etmemişti. Hz. Peygamber, şirkin varolduğu bir ortamı tümden reddederek tevhidin onunla aynı ortamı paylaşmasına kesinlikle izin vermemişti. Müşriklerin tek bir Allah’a inanmalarını sağlayabilmek için, tanrılarını aşamalı bir şekilde yani tek tek ortadan kaldırmaya çabalamamıştı. Diri diri toprağa gömülen kız çocuklarına “Hangi suçtan dolayı öldürüldü” (8) diye sorulurken muhatap; müşriklerin vicdanı ve merhamet duygusu olmaktan ziyade, onların inançları yani şirk dünya görüşleriydi. Bu noktada İslam, müşriklerin kötü amel ve davranışlarını iyi amellere dönüştürmeye çalışmak yerine, öncelikle Arap müşriklerinin müşrikliğini ortadan kaldırıp onları müslüman yapmaya çalışmıştır. Yani İslam, örümcek ağını tek tek ortadan kaldırmak yerine işe örümceğin kendisinden başlamıştır. İslam’ın ilk düşman ve hedefi de müşriklerin şirkten kaynaklanan adetleri değil, müşriklerin inancıydı. Kız çocuklarını, müşrikleri şirk inancından vazgeçirerek kurtarmıştır. Bu noktada İslam, tümevarımcı değil tümdengelimci bir yöntem izleyerek Arapları şirkten kurtarmış ve onların cahiliyye adetlerini ortadan kaldırmıştır. Bir başka deyişle Tevhid’in getirdiği tek bir Tanrı baltasını çok tanrılı sistemin başına indirdikten sonra, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesinin çirkin bir iş olduğunu göstermiştir. Ancak bu yöntemle bedevi müşrik toplumu, medeniyet ve uygarlık üreten devrimci ve tevhidi topluluğa dönüştürülmüş ve kadınların Allah katında erkeklerle eşit statüde oldukları ortaya koyulmuştur. Yoksa, Hz. Peygamber’in, Hamza’nın, Ebu Bekir’in Ali’nin kılıcıyla öldürülen, toprağa ve tarihe gömülen Arap müşrikleri değildi, kızlarını diri diri toprağa gömen babalar değildi, Ebu Cehil değildi, Ebu Lehep değildi, bilakis şirkin kendisiydi!. İslam’ın amacı da Ebu Lehep gibi insanlara kılıcının tadını göstermekten ziyade Ebu Lehep düşüncesi ve şirk inancına tevhidin darbesini indirmekti. Elbette günahı kendisini kuşatıp kalpleri İslam’a mühürlenmiş olanları, şirkin kendi vücudunda mücessemleşmiş olanları, şirkleri ruhuyla bütünleşenleri, şirk olmadan yaşama anlamını yitirenleri, şirkle beraber ortadan kaldırmıştı ama buradaki hedef yine şirkin kendisiydi. İşte bu anlayışla kız çocuklarının öldürülmesinin kötü bir anlayış olduğu ortaya konulmuş ve kız çocuklarının iyi ve iffetli yetiştirilmeleri, terbiye edilmeleri halinde sadece kendilerini değil babalarını da cehennem ateşinden koruyacakları Hz. Peygamber tarafından şirkten kurtulan müslümanlara bildirilmişti . (9)

İslam’ın -sosyal hayatta değil! (10) ama Allah katında kadın ile erkek arasında inşa ettiği eşitlik, arap müşriklerinin sosyal ve dinî nizam anlayışına yöneltilen en önemli eleştirilerdendi. Hiç şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min olan erkekler ve mü'min olan kadınlar, Allah’a gönülden itaat eden erkekler ve gönülden Allah'a itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla Allah'tan korkan erkekler ve saygıyla Allah'tan korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler, Allah'ı çokça zikreden kadınlar, (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir (11) hazırlamıştır (12) Arap cehaletini tam anlamıyla yerle bir eden bu ayetle müslüman kadınların, Allah’a ibadet ve bu ibadetin karşılığı olan mükafaatın niceliğinde müslüman erkeklerden hiç bir farkları olmadığı ve bu konuda bir cinsin diğer bir cinse karşı üstünlük sağlayamayacağı açıkça ortaya koyulmuştur. Irzlarını ya da iffetlerini koruma dışında kalan ve ayette zikredilen ibadetler genel olarak müslüman bireyin Allah ile arasındaki ilişkisini ve sorumluluğunu gösterirken iffeti korumak hem bireyin Allah karşısındaki hem de içinde yaşadığı toplum karşısındaki sorumluluğunu göstermektedir. İffetin korunması dışında kalan ibadetlerin şekli, görselliği ya da maddi görünümleri kadın ve erkek için aynı iken ve bu hususta kadın ile erkek arasında herhangi bir uygulama farklılığı belirtilmez iken, ırzın ya da iffetin korunma biçimi ve şekli müslüman kadın ile müslüman erkek arasında değişiklik göstermektedir. Allah katında, İffetin korunması dışında kalan ibadetlerin yerine getirilme niyetleri ve manevi yönleri önemli iken, iffet müslümanın hem maddi hem de manevi görünümüyle yerine getirmek zorunda olduğu bir ibadettir. Kadının fıtratı ve fiziksel özellikleri, yaradılış gereği erkeğin sahip olduğu özelliklerden farklı olduğundan iffetin özellikle maddi yönü, erkeğin iffetini korumak için maddi olarak yerine getirmek zorunda olduğu şartlarda farklılık göstermektedir. Bu bağlamda Allah’ın hür (13) müslüman kadınlar için koyduğu en önemli kural, erkeklerden farklı bir şekilde iffetin maddi olarak korunmasının zaruriyetidir. Bu kuralın muhatabı, sosyal mevkisi, sosyal statüsü ve maddi konumu ne olursa olsun, toplum ya da ailedeki sorumluluğu ne olursa olsun, içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasal şartlar ne olursa olsun, 7. yy’dan sonra hangi zamanda yaşıyor olursa olsun bütün hür müslüman kadınlara yöneliktir. Ey Peygamber! (14) eşlerine, kızlarına (15) ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (16) (cilbablarından) (17) üstlerine giymelerini söyle. onların -özgür ve iffetli olarak tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (18) Açıktır ki ayetin muhatabı hür müslüman kadınlardır, emri veren Allah, uygulayan Hz. Peygamber’dir. Günümüzün bir takım moden din bilginleri, yani İslam fıkhının bazı konularını zamana ve mekana bağlı olarak statik ve değişmez kılmaya çalışırken, örneğin develerin olmadığı yerlerde develerin zekatından sayfalarca bahsederken, İslam’ın ilkelerini yani esaslarını maddi şartlara bağlı olarak değiştirmekte beis görmeyen bazı fetva makamları(!), başörtüsü takmanın eskiden olduğu gibi özgürlüğü, eziyetten ve horlanmadan kurtulmayı sağlayan bir ibadet olmadığını, günümüzde tam aksine müslüman kadınların başlarına gelen zulümlerinin temel sebebinin örtünmekten kaynaklandığını, hikmetin de bu duruma dalalet ettiğini dolayısıyla müslüman kadınların eziyet görmemeleri için açık giyinmelerinde bir sakınca olmayacağını dile getirmektedirler.(19) Oysa bu ayette kastedilen eziyet, erkeklerin bakışları ve kötü arzularını açığa çıkarma ihtimalleridir.(20) Ekseri görüşe göre bu ayet hicri 5. yılda indirildiğine göre müslüman kadınlara eziyet edecek olan kişiler günahkar müslüman erkeklerdir. Ki bu ayet, zinaya yaklaşmayı yasaklayan diğer ayetlerle beraber düşünüldüğünde emrin sadece müslüman kadını değil aynı zamanda müslüman erkeği ilgilendirdiğini, emirden umulan sonucun da henüz yeni oluşmuş İslam toplumunu ıslah etmeye yönelik olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bu şekilde, iffetini koruyan müslüman kadın, hem Allah’ın övdüğü müslüman kadınlar sınıfına dahil olacak, hem kendisini günahkar müslüman erkeklerin kötü bakış ve arzularından koruyacak, hem de müslüman erkeklerin zinaya yaklaşma sebeblerinin bir kısmını ya da çoğunu ortadan kaldıracaktır. Yani bu yolla hem müslüman kadının hem de müslüman erkeğin iffeti korunacaktır. Elbette buradan hareketle müslüman kadın iffetini korumadan, müslüman erkek iffetini koruyamaz, müslüman erkeğin namusunu koruyabilmesi için öncelikle müslüman kadının kendi namusunu koruması gerekir gibi bir sonuca varmak yanlıştır. Söylemek istediğimiz, müslüman kadın iffetini korurken dolaylı olarak günaha meyilli olan müslüman erkeklerin iffetlerini korumalarına katkıda bulunmakta ve onların zinaya yaklaşmalarını belli bir oranda engellemektedirler.
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
Asr-ı saadet toplumunu gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan fesadı önlemek amacıyla indirilen bir emir sözkonusu iken dinden beslenen hangi mantık ve düşünce müslüman kadınların bazı yer ve zamanlarda örtülerini çıkarabileceklerini söyler?. Ya da hangi müslüman kalb, Allah’ın emri ve Hz. Peygamberi’nin bu emri uygulama biçimi ortada iken bu konuda farklı bir fetva arar. Ayet, ayetle neshedilir, sünnet ayetle neshedilir, sünnet sünnetle neshedilir. Ama ayet icmayla –kaldı ki bu konuda icma yoktur- ya da kıyasla nasıl neshedilir?. Herhangi bir nas, yani ilke, yani esas, yani İslam’ın herhangi bir temeli, kıyasla nasıl neshedilebilir? Maslahat ilkeyi nasıl nesheder, madde manaya nasıl alt eder? Gücünü tarihsel materyalizmden alan Marx, gücünü Allah’tan alan Hz. Peygamber’e galip gelebilmesi! olacak şey midir? Ümmetin icması olsa bile, hz. Peygamber’in vefatından sonra yani İslam şeriatının son şeklini almasından sonra nesih –belli bir zaman için olsa da- sözkonusu olamayacağına göre hangi alim ya da din bilgini kalkıp kendisini Allah ve Rasulü’nün önüne koyar ve hangi müslüman ona uyar? Kaldı ki örtünme emri önceden de belirttiğimiz gibi müslüman kadının sadece Allah karşısındaki sorumluğuyla ilgili olmayıp aynı zamanda onun içinde yaşadığı toplumla olan ilişkisini ve duruşunu belirler. Yani örtünme, sadece müslüman kadının daha doğrusu kadının kendi özgür iradesiyle belirlediği bir amel değildir. Evet manevi tesettür ve iffet için, maddi tesettür ve maddi iffet şart. Ama bu demek değildir ki maddi iffetini korumayan ve manevi tesettüre bürünemeyen müslüman kadın kendi ya da başkalarının isteğiyle maddi örtüsü ve iffetini kaldırabilir. Namaz, oruç, hac, zikir, Allah’a gönülden bağlanma, sabır vb. gibi ibadetler kişinin Allah ile olan ilişkisini belirler ama örneğin zekat ya da genel anlamıyla maddi tesettür gibi ibadetler aynı zamanda toplumu ve toplumsal sorumluluğu ilgilendirir.(21) Bu bağlamda Müslüman ya da gayrı müslim kadın, Allah rızası için ya da isteğiyle örtünmüyorsa Allah ona müslüman erkekleri zinaya yaklaştırma ya da İslam toplumunu fesada sokma hakkını vermez. İslam toplumunda Allah için örtünmeyen kadın toplumu fesada sokmayacak şekilde örtünmek zorundadır, çünkü bir kaç ya da bir çok aşüfte kadının hakkı, toplumun iffetli kalma hakkından daha üstün değildir. Manevi iffetine sarılmayan bir kadının, toplumu topyekün iffetsizleşmesine sebeb olacak maddi iffetsizlik hakkını kullanma hakkı kendi yetkisinde değildir.

Cariye ya da köle kadınların olmadığı toplumlarda, hür kadınları iffetsizleştirerek onları moden hayatın cariye ya da tutsaklarına dönüştürmeye çalışan zihniyetin; kadın hakları, kadının özgürlüğü konusunda dile getirdiği bütün düşünce ve süslü küfürleri, hep müslüman erkeğin iffeti ne ise müslüman kadının da ifeti o olmalıdır anlayışını müslüman kalplere yerleştirmek içindir. Müslüman erkek maddi olarak iffetini nasıl koruyorsa müslüman kadının da o şekilde koruması gerektiğine inandırmak içindir. Ama aynı zihniyet, örneğin kadınlara dekolteli elbiseler giydirmeye teşvik ederken erkeklere kıravat takma zorunluluğu getirmektedir. Bu zihniyetin görsel medyasının kadınlara hitap eden yönü şampuan, kozmetik, güzellik, makyaj, moda kısacası Allah’ın “süslerini açığa vurmasınlar” emrine muhalif ne kadar amel ve malzeme varsa onunla doldurmakta ve bu yolla sürekli olarak müslüman erkeğin iffetine saldırmakta, eşitliği erkeğin ve kadının iffetsizliği olarak algılamakta ve algılatmaya çalışmaktadır. Eşitlik sağlandıktan sonra yine rahat durmamakta, kadınları kendilerine erkekleri Allah’a bırakmaktadır! Sosyal hayatın gün geçtikçe anarşi, kaos, arsızlık ve fuhuşa sürüklendiği bir ortamda müslüman kadının iffetini kendine en büyük sorun edinen ve bu iffeti ortadan kaldırmaya çalışarak kadını erkeklerin ve kendilerinin cinsel meta’ aracı haline dönüştürmeye çalışan demokratların ataları olan Arap müşrikleri, "Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O'na pay ayırırlardı ve kendi iddialarina göre: "Bu Allah'ındır, şu da ortak koştuklarımızın" derlerdi. Ortakları için ayırdıklarını Allah için vermezlerdi. Fakat Allah için ayırdıklarını ortaklarına verirlerdi. (22) Aynı şekilde bu zihniyetin insanları da, şu erkeğin hakkı, bu kadının hakkı, şu erkeğin iffeti bu kadının iffeti, hepsi birbirine eşit dedikten sonra, kadının arta kalan iffetini tümden alarak erkeğe teslim etmekte, erkeklerin işsizlikten kıvrandığı bir ortamda kadının açılma, saçılma, çalışma ve arsızlaşma hürriyetinden bahsetmektedir. Açılıp arsızlaşan kadına erkekten bile daha fazla hak tanırken, başörtülülere diri diri toprağa gömülmesi gereken bir yaratık olarak bakmaktadır. Türbanı ortadan kaldırma adı altında başörtüsünü sosyal hayattan kaldırmaya çalışırken aslında iffetin, sadeliğin ziynetleri örtmenin sembolu olan başörtüsünü, arsızlığın, modanın, çekiciliğin ve süslenmenin sembolu olan türbana dönüştürmeye çalışmaktadır. Oysa türbanlaştırdıkları kadınları, başörtülü kadınlardan ayırmakta ve onları müslüman kadınlara örnek olarak göstermektedir.

Şurası açıktır ki ne başörtülü kadınlar demokrat zorbaların kadınlarıdır ne de başörtülü kızlar onların kızları. Alsınlar özgürlük ve insan hakları anlayışlarını, eşitlik edebiyatlarını kendi kızlarına ve kadınlarına versinler. Müşriklerin 1400 yıldır kabeyi tavaf etmesi ve haccetmesi nasıl yasaklanmışsa, onların başörtülü kız ve kadınlara emir vermesi, onlara akıl vermesi, onları yönlendirmesi haram kılınmıştır. Çünkü başörtülü insanların yaşam tarzları ve yaşama hakları 1400 yıldır müşriklerin elinde ve yetkisinde olmayıp Allah ve Rasulü’nün elindedir.. 4000 yıldır bu müslüman kadınlar, yaşam anlayış ve çabalarını, siyah bir köle olan Hacer’in sabrından, çöl ortasında yalnız başına bırakılıp hayatta kalma arzusundan, eşine ve Allah’a olan itaatinden almaktadır. Yine bu insanlar 2000 yıldır kendi iffet ve ırzlarını koruma anlayış ve çabalarını, İsrailoğulları arasında iffetini mükemmel bir şekilde korumayı başaran İmran Kızı Meryem’in kutsallığından almaktadır. Bu müslüman kadınların koruyuculuğunu Zekeriyya Peygamber (a.s) ve onun salih torunları üstelendiği sürece, müşriklerin onlar üzerinde herhangi bir etki ve yetkisi söz konusu olamaz .

Sorun ve konu başörtülü insanlar ve zulüm değil, zalimlerin şirkten kaynaklanan inancıdır.

Tevfik UĞUR

Dipnotlar:

1- Tevbe, 120

2- Nahl, 58

3- Nahl, 59

4- Zuhruf 18, Yani yaradılış gereği fiziksel açıdan zayıf olan, zarif ve nazik olan aynı zamanda süslenmeye düşkün olan. Rahmetli Dervezenin de dediği gibi haşa –Allah’ı bundan tenzih ederiz- çocukları olsaydı şüphesiz bunlar olmazdı. Bu çarpık ve sapık anlayış Saffat suresinin 153. ayetinde de dile getirilmekte ve “(Allah) kızları, erkek çocuklara mı tercih etmiş?” şeklinde eleştirilmektedir. Elbette bu eleştiriden erkekler dururken Allah neden kızları tercih eder şeklinde yorumlamıyoruz. Demek istediğimiz, Allah’ın böyle bir şeye ihtiyacı olsaydı onlar insanlardan çok daha üstün olan varlıklar olurdu.

5- Enam,139

6- Peygamberlerin ve onların varisleri olan müslüman aydın ve alimlerin ağır sorumluluğu bu noktada devreye girmektedir zaten. Peygamberlerin gelişini bekleyenler, onlara uyanlar, müslüman alimlerin ışığını kendilerine rehber edinenler ya olmamıştır ya azınlıktır ya da içinde bulunduğu toplumda hiçbir şeye sahip değildir. Dolayısıyla sorumluluğun anlamı, içinde bulunduğu çirkin durumdan haberdar olmayıp bilakis mutlu bir hayat süren insanların mesajı anlayabilmeleri ve kabullenebilmeleriyle ilgilidir. İsrailoğullarının Hz. Musa’yı ya da bir kurtarıcıyı beklemeleri onların, gelecek olan mesajı kabul ettiklerini göstermemiştir. Demek istediğim “mehdi inancı” ya da bir kurtarıcı beklemek öyle kolay bir lokma değildir, Sorun mehdinin geleceğine inanmak değil, mehdi geldikten sonra ona inanabilmektedir. Günümüz mehdi inancı biraz, “biz mehdinin geleceğine inanırız, mehdiye değil” şeklindedir. Yani durum, İsrailoğulları’nın Mesih’in geleceğine inanıp onu beklemeleri ve Mesih geldikten sonra onu çarmıha germeye çalışmaları gibidir. Allah, -eğer gönderecekse- Mehdi’yi gönderildiği toplumun ve dünyanın şerrinden korusun!

7- Ortak koştukları şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi. "(el-En'âm, 6/137). Ne mükemmel bir hüküm. Daha ne söyleyelim ve ne konuşalım, Kur’andan ne kadar da uzaklaşmışız. Dünyanın bütün sosyologları bir araya gelip de müşriklerin başörtülü ve müslüman kadınlara uyguladıkları zulmün kaynağını ya da sebebini analiz etmeye kalkışsa bu kadar net ve kesin bir sonuca ulaşamazlardı. Sorun büyük, zulüm değil şirktir manzaranın rengi. Hani zalimi merhametli ve vicdanlı olmaya çağırabilirsiniz, yaptığı işin çirkin bir şey olduğunu söyleyebilir ve onun göremediğini gösterebilir, umulur ki merhamet duygusu kalbinde tekrar yeşerir. Ama müşriğe yaptığı işin kötü ve çirkin olduğunu nasıl söylersiniz? Kendisine sevimli gelen bir amelin gerçekte kötü olduğunu göstermek için, onu yaptığı işe mi odaklamalı yoksa düşünce ve anlayışına mı? laburavuvarda analiz edilmesi gereken şey, başörtülüler mi yoksa müşriklerin inancı mı? Soru(n) ve konu nedir yani? Apaçık zulüm değil şirktir.

8- Tekvir,9

9- Konu hakkındaki hadisler haddinden fazladır, bu çokluk hepsi olmasa da bazılarının sahihlik derecesinin yüksek olduğunu göstermektedir. Eğer bir kimse kendisine kız çocuğu verilerek imtihan edilmiş ve o da çocuğuna iyi muamele etmişse, bu ameli onu cehennem ateşinden korur. (Buhari, Müslim). - Eğer bir kimse iki kız çocuğu –iffetli olarak- büyütmüşse, kıyamet günü onunla benim aram şöyle olacaktır, diyerek Rasûlullah (s.a.) iki parmağını gösterdi. (Müslim) . - Eğer bir kimsenin üç kız çocuğu doğar ve o da sabrederse, imkânlarına göre onlara iyi bakar, iyi yedirir, iyi giydirirse, kıyamet günü onlar onu cehennem ateşinden korurlar. (Buhari, İbni Mace). - Eğer bir müslümanın iki kız çocuğu varsa ve o onları iyi yetiştirirse, bu onun cennete girmesine vesile olur. (Buhari, el-edebül-müfred). - Eğer bir kimse üç kız çocuğunu ya da kızkardeşlerini iyi terbiye etmiş ve onlara şefkat göstermiş ve kendisine ihtiyaçları kalmayıncaya kadar büyütmüşse, bu kimse için cennet vacip olur. Bir şahıs, ya Rasûlallah iki çocuğu olsa? dediğinde Rasûlullah (s.a.), evet ona da cennet vacip olur, dedi. Bu hadisi rivayet eden İbni Abbas (r.a) buyuruyor ki, "Eğer bir kimse Rasûlullah'a "bir kız çocuğu?" diye sorsaydı. Ona da aynı cevabı verirdi. (Şerh-us-Sunne). Bu tip hadisler “kim La ilahe illallah derse, cennet ona vacip olur” hadisine benzemektedir. Elbette bu hadis, La ilahe’nin anlamını kavrayanlar içindi. Çünkü müşrikler kanları ve canları pahasına reddettikleri bu kelimeyi yerle göğe sığdıramıyorlardı. Tevhid, müşrik ve kafirlerin dışında her yerde çünkü!

10- Evet, Evet sosyal hayatta değil, ey Allah’ın basiretinizi garip bir müslümanın basiretini dönüştürmesini çokça arzuladığım, tarihe yöne vermesi gerekirken tarihin akıntısına kapılan çağcıl müslümanlar. Hani sosyal adalet karşısında eşit statüde olmakla sosyal hayatta eşit statüde olmayı birbirinden ayırt edebilmek, sahurun vaktini belirlemek kadar zor olmasa gerek

11- Bu ayet, hangi nitelik ve özelliklerin Allah katında değer taşıdığını açıkça ifade etmektedir. Bunlar İslâm'ın bir tek cümle içinde ifade edilen temel değerleridir. Bu konularda kadın ve erkek arasında hiçbir fark yoktur. Fakat hayattaki fonksiyonları açısından iki cins farklı alanlarda faaliyet gösterir. Erkekler bazı belirli alanlarda, kadınlar ise başka belirli alanlarda faaliyet göstermek zorundadırlar. Bununla birlikte eğer ayette zikredilen özellik ve niteliklere eşit olarak sahipseler, Allah onları eşit derecelere yükseltecek ve onlara eşit mükafatlar ihsan edecektir. Birisinin ev işlerini yapmış, diğerininse halifelik görevlerini yerine getirmiş ve şeriatın emirlerini uygulamış olması; birinin evde çocuklara bakmış, diğerininse savaş alanına gidip Allah yolunda cenketmiş olması, elde edecekleri mükafat ve makamı hiçbir şekilde etkilemez. (Mevdudi, Ahzab,34 açk)

12- Ahzab 34, Bu ayet, ondan hemen önce gelen 32,33,34. ayetler Hz. Peygamber’in hanımlarına sosyal hayattaki davranışları kapsayan ihtarların sadece, mü’minlerin annelerine yönelik olmayıp bütün müslüman kadınları muhatap aldığını göstermektedir. Hz. Peygamber’in hanımları, sıradan müslüman kadınlar gibi davranmada serbest olmadıklarından ayetlerin ilk muhatabı onlardı. Bu noktada Hz. Peygamber’in özellikle müslüman erkekler için örnekliği ne ise, hanımlarının da örnekliği o oranda önemlidir ve uyulması gerekir. Veya Hz. Peygamber’in eşlerine yöneltilen “siz diğer kadınlar gibi değilsiniz” uyarısı, müslüman kadınların çok çabalasa da mü’minlerin anneleri gibi olamayacakalarını, boşuna çabalamamaları gerektiği anlamına gelmemektedir.

13- Yani örtünmek isteyip de zulümden ve sorumluluktan (!) dolayı örtünemeyen bazı müslüman kadınlar, kendilerini modern hayatın cariyeleri ya da kölesi konumunda görüyorlarsa örtünmek zorunda değillerdir.

14- Yani ey müslüman kadınlar! Size fetva veren ve size emreden kişi sıradan biri değildir, babanız değildir, dostunuz değildir, öğretmeniniz değildir, hocanız değildir, mensubu bulunduğunuz cemaatinizin lideri değildir. Lafı eğip büken ve dünyanızı kurtarmak uğruna ahiretiniz yakan statükonun imamı değildir. Bilakis size emreden kişi, kendisine gönülden bağlandığınız Hz. Peygamber’dir, Allah’tır.

15- Yani ben başbakanın eşiyim, generalin kızıyım, rektörün eşiyim, profesörün kızı ya da karısıyım, üniversite öğrencisi ya da devlet memuruyum, sosyete ya da zenginler dünyasının içindeyim, meşhurum, güzelim, saçlarım altın sarısıdır, şampuan reklamlarında rol alırım, doktor olmazsam öğretmen olmazsam müslüman nesil yetişmez gibi mazeretler şeytandandır. Ama denilirse ki “dış elbiselerime iyice sarıldığım ya da başörtümü takıp yakalarımın üzerine sarkıttığım zaman eziyet görürüm, işkence görürüm, öldürülürüm, horlanırım, yalnız ve kimsesiz kalırım, namusuma ve dinime dil uzatılır, beni benden ve Allah’tan başka savunacak kimse olmaz. Ama yine de kimseye aldırış etmem.” Bu takdirde İmran Kızı Meryem’in üstünlüğüne giden yolunuz açılır, gazaba uğramış İsrailoğulları’nı alçaltan Hz. Meryem’in iffetine nail olursunuz, din düşmanlarını kin ve öfkeyle ayaklandıracak salih bir amele imza atmış olursunuz, cesaret ve onurunuzla Yezid B. Muaviye’yi zelil ve rezil kılan Zeyneb Binti Ali olursunuz, size reva görülen zulümler karşısında sizi savunmayan ve korumayan müslüman erkekler de Kufeli erkeklerin torunları!

16- Yani hangi amaçla olursa olsun, dışarıya çıkarken ya da kendilerine haram olmayan insanların yanında bulunurken müslüman kadınların giymeleri gereken elbise.

17- "Cilbablarını..." buyruğunda geçen "el-celâbib; cilbablar" lafzı "cilbâb"ın çoğuludur. Bu ise, başörtüsünden daha büyükçe bir örtüdür. İbn Abbas ve İbn Mes'ud'dan gelen rivayete göre bu, ridâ (elbisenin üstüne giyilen üst elbisedir, bunun kina' (başörtüsü) olduğu da söylenmiştir. Sahih olan şudur: Cilbab bütün vücudu örten elbise, demektir. Müslim'in Sahihindeki rivayete göre Ummu Atiyye'den şöyle dediği kaydedilmiştir. Ey Allah'ın Rasûlü dedim: Bizden herhangi birimizin cilbabı yoksa (ne yapsın?) Peygamber: "Kızkardeşi ona kendi cilbabını giyinmek üzere versin." diye buyurdu. (İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 14/187). Cilbab büyük bir örtüdür. İdna ise örtmek ve sarmak anlamlarına gelir; fakat bu kelime alâ eki ile kullanıldığında bir şeyi yukarıdan aşağıya bırakmak anlamına gelir. Bazı çağdaş müfessirler Batının etkisiyle bu kelimeyi, yüz örtme emrini görmemezlikten gelmek için "örtünmek" diye tercüme etmişlerdir. Eğer Allah bu müfessirlerin iddia ettiklerini söylemek istemiş olsaydı, yüdnîne aleyhinne değil, yüdnîne iley-hinne derdi. Arapça bilen herkes yüdnîne aley-hinne'nin sadece "sarınmak örtünmek" anlamına gelmediğini bilir. Ayetin devamındaki min celabîbi-hinne sözleri de bu anlama meydan vermemektedir. Burada min eki (harficer) örtünün bir kısmı anlamına gelir ve "örtünme" ise örtünün sadece bir kısmı ile değil, tümü ile yapılır. O halde ayet açıka şu anlama gelir: Kadınlar örtülerine iyice sarınsınlar ve örtülerinin bir kısımını da yüzlerinden aşağıya bıraksınlar. (Mevdudi, Tefhim)

18- Ahzab 59

19- Ne mükemmel!?, el çabukluğu ve zarif bir cambaz hareketiyle din işte bu şekilde çarpıtılır!

20- Yüce Allah, Rasûlüne, hanımlara dışarıya ihtiyaçlarını görmek üzere çıkmak istediklerinde üzerlerine cılbablarını alarak çıkmalarını emretmesini emretti. (Evlerde) tuvaletler yapılmadan önce ihtiyaçları için meskûn olmayan yerlere çıkar giderlerdi. Verilen bu emir ile hür kadınlar ile cariyeler arasındaki fark ortaya çıkacak, hür kadınlar tesettürleriyle tanınacaklardı. Böylelikle gençler ya da yaşlılar onlara söz söylemekten uzak kalacaklardı.Bu âyetin nüzulünden önce mü'minlerin hanımlarından herbir kadın ihtiyacını görmek için dışarı çıkar, bazı günahkârlar cariye olduğunu zannederek ona karşı çıkıverirdi. Hanım bunun üzerine sesini yükseltince, o da çeker giderdi. Mü'min erkekler durumdan Peygamber (sav)'a şikâyette bulundular. Âyet-i kerîme de bu sebeble nazil oldu. Bu anlamdaki açıklamaları el-Hasen ve başkaları yapmıştır. (Kurtubi, El-Camiu li Ahkamil Kur’an)

21- Yani kimse kalkıp diyemez ki ben zenginim ama hakkını vermem, karşılıksız mal vermem, Allah rızası için zekat vermem, Allah için vermediğim halde fakir için nasıl veririm? Hayır bay kapitalist, senin Allah ile olan ilişkin beni ilgilendirmez, hangi rıza ile malını vermenle de ilgilenmiyorum ama fakirlerin hakkı senin rızana ve şefkatine kalmış bir şey değildir, malın nisap miktarını arttı, artık kırkta biri fakirin malıdır, nisap miktarına kadar istediğini kendi rızanla malına ortak edebilirsin ama nisap miktarına ulaştıktan sonra fakir gelir yakana yapışır ve Allah onu malına zorla ortak yapar, vermediğin takdirde hırsızlık suçu işlemiş olursun ve İslam hukukuna göre cezalandırılman gerekir!

22- el-En'âm, 6/136).
 
Üst Alt