Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şii Hilali, Safevilik İddiası ve Asıl Gerçekler...

xerib34

New member
Katılım
30 May 2007
Mesajlar
15
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Ortadoğu’daki bütün hesapları alt üst olan haçlı emperyalist güçlerin, belli odakları ve acentaları devreye sokarak Türkiye’yi de bir mezhep çatışması alanına çekmek istediği apaçık ortada.

İstanbul’da düzenlenen sözde “Iraklı Sünniler toplantısı” her ne kadar Türkiye kamuoyunda fazla yankısını bulmasa da, bu toplantının El Cezire televizyonu aracılığıyla tüm dünyaya yansıtılması, Türkiye adını kullanarak ve Türkiye üzerinden İslam dünyasına bir mesaj verilmek istendiğini apaçık ortaya koyuyor.

Bu savaşın doğrudan Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün üzerinden yürütülmesinin amaçlanan hedeflere ulaşamayacağı bilindiğinden, tarihsel misyonu, İslam dünyası üzerindeki nüfuzu ve potansiyel İslami gücü itibariyle Türkiye’den yararlanılmak istendiğini söyleyebiliriz. Bu senaryoda, bir bakıma “Türkiye de arkamızda” deniliyor ve İslam dünyası mezhep savaşı senaryosuna doğru motive edilmek isteniyor.

Türkiye hükümetinin böyle bir toplantıya izin vermiş olması iki anlama gelir: ya kendisi de doğrudan bu senaryonun bir parçasıdır, ya da istemeyerek de olsa böyle bir toplantının Türkiye’de yapılmasını kabul etme zorunda bırakılmıştır.

Dışişleri Bakanlığı’nın “Türkiye’de her türlü toplantı yapılıyor, özgürlük var” türünden açıklamada bulunması tamamen diplomatik savuşturma yöntemi.

Bu açıklama olan bitenleri örtmeye yetmiyor. Zira böyle bir toplantının Türkiye’de düzenlenmesi, Türkiye’yi jeo-politik ve jeo-stratejik anlamda ne denli sıkıntılara sokacağını Türkiye makamlarının bilmemesi veya kestirememesi mümkün değil. “Stratejik Derinlik” uzmanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun ise bunu anlayamaması hiç mümkün değil.

Nitekim Irak’tan farklı kesimlerden gelen tepkilerin şiddeti ve misilleme tehditleri, sözkonusu toplantının taşıdığı stratejik önem ve anlamı ortaya koyuyor.

Diğer yandan Türkiye’nin böyle bir toplantıya ev sahipliği yapması bir rüşvetin karşılığı da olabilir. Zira bu toplantının asıl ve gizli patronunun Suudi Arabistan rejimi olduğu bir gerçek. Petrol zengini Körfez ülkelerinin “Körfez Savunma İşbirliği Konseyi” adı altında Riyad da yaptıkları son toplantıda ortak hareket etme kararı almaları, kendi aralarında politik-ekonomik bir işbirliğine gittiklerini göstermektedir.

Suudi Arabistan yönetimin Türkiye hükümetinden böyle bir talepte bulunmuş olmasını, bundan da öte, “mezhep savaşı çıkarma senaryosunu devreye sokmak isteyen ABD”nin bir dayatması olduğunu düşünmek de mantığa pek aykırı düşmüyor. Zaten ABD ile Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerde stratejik bir derinliğin olması, böylesi bir senaryonun doğal olarak birlikte yürütüldüğünü düşündürmektedir. Her halükarda Türkiye hükümeti şöyle ya da böyle zorlu bir sarmalın içine kendini atmış oldu.

1980’li yıllara dönüp biraz hafızamızı yoklayacak olursak:

1979 yılında İran’da İslam Devriminin gerçekleşmesiyle birlikte, eş zamanlı dört önemli gelişme daha oldu; biri Afganistan’ın işgali, ikincisi, Pakistan’da Ziyaulhak darbesi, üçüncüsü, Türkiye’de 12 Eylül darbesi, dördüncüsü ise İran-Irak savaşının başlatılması.

Eş zamanlı gelişen bu olayların birbirinden bağımsız yanları olsa da, birbirlerini etkileyen ve birbirleriyle bağlantılı olan tarafları da vardı kuşkusuz.

İslam devriminden sonra Amerikan strateji planlamacılarının devreye soktukları “Yeşil Kuşak Projesi”nin amaç ve sonuçlarına göz attığımızda, ABD emperyalizminin öncelikli hedefinin, İslam devriminin bölgesel etkilerine karşı Suudi Arabistan ve müttefiklerinin de desteğiyle askeri-siyasi bir “karşı-devrim cebhesi” oluşturma olduğu görülecektir.

Nitekim 8 yıl süren İran-Irak savaşı bir karşı-devrim projesi idi ve İslam Cumhuriyeti nizamı yıkılmak istenmişti. Ancak bu temel amaç gizlenerek, İran-Irak sınırındaki “Şattu’l Arap su yolu anlaşmazlığı” bahane edilerek, 1975 el Cezayir anlaşmasının Saddam tarafından iptal edilmesiyle Irak’ın saldırısı başlamıştı.

Her ne kadar, Irak baas rejimi tarafından, 6 Eylül 1980’de İran’ın Irak’ın sınır güvenliğini tehdit etmesi üzerine savaşın başladığı ileri sürülse de, daha sonra Irak Başbakanı Tarık Aziz bu savaşın asıl amacının İran’ın beş parçaya ayrılması ve İslam Cumhuriyeti nizamının yıkılmak olduğunu açıkça söylüyordu.

Amaç gerçekleşmiş olsaydı, İran etnik parçalara bölünecek ve bu arada İran’ın Arap nüfusunun yoğun olduğu Huzistan eyaleti Irak topraklarına katılacaktı. Zira Irak Baas rejimi tarafından hazırlanan haritalarda İran’ın Huzistan bölgesi “El Arabistan” olarak tanımlanıyor, birçok İran şehrine Arap isimleri veriliyor ve bu bölge Irak’ın sınırları içinde gösteriliyordu.

Tekrar bu güne gelelim:

Amerika başkanı Bush, Amerikan ordusunun genişletilmesini istedi; bu istek, sadece Irak ve Afganistan’da bataklığa saplanan Amerikan işgal ordusunun takviyesi amacıyla değil, yeni savaşların ön hazırlığı anlamına gelmektedir.

Amerika çok daha büyük savaşlara hazırlanıyor. Kuşkusuz ki bu yeni dönemde savaş alanı yine Ortadoğu olacak.

Amerika’nın önünde üç hedef var: İran, Suriye ve Lübnan

İran’ın nükleer enerji alanındaki hamlesini ölümcül bir tehdit olarak algılayan ABD (ve İsrail)’in bu tehdidi ortadan kaldırmak için çok yönlü hazırlık yapmasının yanı sıra, devrimci İslam’ın bölgedeki ABD-İsrail çıkarlarını ciddi anlamda tehdit etmesinin kaynağının İran olarak görülmesinden dolayı, İran’ın Hizbullah, Suriye ve Hamas ile olan bağları koparılmak ve daha sonra da bu direnç noktaları kırılmak istenmektedir.

İran ile Hizbullah arasındaki ilişkinin, İran ile Suriye arasındaki ilişkinin ve İran ile Filistin İslami direnişi arasındaki ilişkinin sahip olduğu stratejik derinlik, bölgede ABD-İsrail ve Arap rejimlerinin fay hatlarını kırmaya başlayınca, askeri, siyasi, ekonomik ve propaganda alanında karşı bir saldırıya geçildi.

Amerika Irak savaşından daha büyük ve daha geniş alanlı bir savaşın hazırlığı içinde. Amerika Irak’tan çıkıp gitmeyecek. Güçlerinin bir kısmını körfezdeki üslerine kaydırabilir ancak. Aksine Amerika bölgeye yeni güçler gönderecek. Nitekim Fars körfezine göndereceğini açıkladığı yeni savaş gemileri bu yönde atılan adımlardan biri. Aynı şekilde Irak içindeki askeri varlığını da artırma peşinde.

Hizbullah ve müttefiklerinin ABD destekli Sinyora hükümetine karşı muazzam kitle gösterilerini başlattığı ve iradesinin gücünü gösterdiği sırada, ABD-İsrail-İngiltere ayaklı diğer bir plan devreye sokularak Filistin’de “Hamas hükümetinin yıkılması”nın adımı atıldı. Velayetleri altında koruyup kolladıkları Mahmud Abbas, kelimenin tam anlamıyla Hamas hükümetine karşı bir “haince bir darbe” girişiminde bulundu.

Ve yine bu sırada, Siyonist rejim kaynaklarından Hamas’a yönelik kapsamlı bir saldırı yapılacağı açıklamaları gelmeye başladı..

Emperyalistlerin Irak’ta yol açtığı fitne ve iç çatışmalarla dikkatlerimiz bir tarafa çekilirken, aslında Irak savaşından çok daha büyük bir savaşın Irak dışında sürdüğünü ve bu savaşın bölgenin kaderini tamamiyle değiştirebilecek bir nitelik taşıdığını dikkatlerimizden kaçırmışa benziyoruz.

Şu bir gerçek ki, İran, Filistin, Suriye ve Lübnan koridoru, Siyonist İsrail’in boğazını sıkmış durumda. Nefes almada zorlanan Siyonist rejimin çöküşü, bölgenin küçük bir coğrafyasındaki bir rejimin tarihe karışmasını değil, başta Amerika olmak üzere emperyalist batılıların bölgedeki tüm çıkarlarını yok etmesini beraberinde getirecek bir süreç durumundadır.

Diğer yandan Siyonist rejimin yıkılması, başta Suudi Arabistan olmak üzere varlığını Amerikan desteği ve himayesine borçlu olan bölgenin tüm işbirlikçi rejimlerinin de sonunu getirecektir.

Bundan dolayı, Amerika Siyonist rejimin varlığını korumak için her ne kadar çırpınıyorsa, Amerikan mandası Arap rejimleri de aynı şekilde Siyonist İsrail rejiminin yıkılmaması için çırpınmaktadır. Hiçbir zaman göz ardı etmememiz gerekir ki, Siyonist İsrail rejiminin varlığı ile Amerikan destekli Arap rejimlerinin varlığı birbirine bağlıdır. Diğer ifadeyle, Amerikancı Arap rejimleri Siyonist İsrail rejimi için “tampon görevi” görmektedir. Dolayısıyla bunlar karşılıklı olarak birbirlerini kollamakta ve desteklemektedirler.

Örneğin; Hamas’a yönelik darbe girişiminin ardından Siyonist rejim başbakanı Ehud Olmert Kral Abdullah’ın davetlisi olarak Ürdün’e gitti. Ürdün krallığından yapılan açıklamada bu sürpriz görüşmenin amacının İsrail-Filistin barış görüşmelerini yeniden başlatmanın yollarını görüşmek ve bölgesel yeni gelişmeler üzerinde değerlendirmelerde bulunmak olduğunu açıkladı.

Diğer yandan Ürdün kralı Abdullah Siyonist rejim başbakanı Olmert ile Filistin devlet başkanı Abbas’ı da buluşturup ortak bir insiyatif geliştirmenin peşinde olduğunu dile getirdi.

Tekrar başa dönelim:

İstanbul’da düzenlenen sözde “Iraklı Sünniler toplantısı”nın bir açıdan Irak’ta süre giden iç çatışmalar ve gerginlikler bağlamında organize edildiğini düşünsek bile, en genel anlamda, aşamaları sırasıyla devreye sokulan global bir stratejinin önemli bir parçası olduğunu söyleme durumundayız.

İddia edildiği gibi, ortada bir Şii-Sünni kavgası ve kapışması yok. Ama bölgenin dokusunu bozmak isteyen emperyalistler ve bölgesel müttefikleri bunu böyle sunarak, İslam dünyasının dinamizmini iç çatışmalarla kırmak ve bu İslami gücün asıl düşman hedeflere yönelmesini engellemek istiyor.

Ortada iki inisiyatif vardır: İran-Hamas-Suriye Hizbullah inisiyatifi ile, ABD-İsrail ve Suudi Arabistan önderliğindeki Arap rejimleri inisiyatifi.

Burada karşı karşıya gelen Şiilerle Sünniler değildir; gerçekte, Şii-Sünni İslami birliği ve dayanışmasına karşı bir cephe harekatı söz konusudur.

Eğer ortada bir “hilal”in varlığından söz edilecek olursa, bu hilal, Kral Abdullah’ın ve mezhep savaşı provakatörlerinin dillendirdiği “Şii hilali” değil, “Şii-Sünni İslami direniş güçlerinin ortak cephesi”dir. Bunun adı "hilal" konulacaksa eğer, "vahdet ve direniş hilali" şeklinde koysak yerinde olacaktır.

Bölgedeki bu hızlı ve çok yönlü gelişmelerin ve kamplaşmalarının altında yatan asıl sebep, bölgedeki “ABD-İsrail-Arap rejimleri dolunayı”nın her geçen zaman gerilemesi ve çökmesidir.
(nurettin şirin kardeşimden)
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
MAŞALLAH MI DESEK SÜBHANALLAH MI YOKSA?..

Mezheplerin dini daha iyi anlamak ve kavramak için kurulduğu iddia edelir ya hep,
Bunun yansımalarını pek iyi görüyoruz mezheplilerin yazılarında,
Herbiri kendi mezhebini tek doğru, diğerini tu-kaka ilan ederek,
asırlardır bir türlü berleşemeyen ümmeti daha da parça parça haline getirmekter..
Yok sunniler şiilere saldırdı,
Yok şiiler sünnilere tuzak kurdu..
Kim bu şiiler, sünniler..
Biri ehli müslim, diğeri ehli küfür mü acep,
Hayır, ikisi de müslümanlık iddiasında,
Peki müslüman müslümanın kanını dökebilir mi?
Ayrı mezheptense dökebilir, bir sakıncası yoktur..
Hani mezhepler ayrılık değildi, dini daha iyi kavramak için kurulmuştu..
Göreceksiniz, 3. cü danya savaşını mezhepleri aracı kılarak çıkartacak, batılı güçler,
Bu fikri önemli bir hadis profesörü de dillendirmişti (Hayri kırbaşoğluydu sanırım)
Yazık, günah, ayıp hem de binlerce ayıp..
 
Üst Alt