anonim
New member
Dr.Muhammed Ticani.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
İhtilâflı konuların mihverini oluşturan ve mezhebî ihtilâflarda hakkı bulmaya yardımcı olan en önemli konu, sahabenin hayatını, davranışlarını ve fikirlerini incelemektir. Çünkü onlar bizim dinî anlayışımızda en önemli yere sahiptirler. Müslümanların çoğu, onları asıl kaynak bilmekte ve dinî öğretisinde onları ölçü kabul etmektedir. Sahabenin bu önemli mevkileri içinidir ki geçmiş İslâm âlimleri onların hayatını ayrıntılarıyla tarih kitaplarında kaydetmişlerdir. Hatta sırf bu konuyla ilgili olarak "Us-du'l-Gabe Fi Temyizi's-Sahabe", "el-İsâbe Fî Marifeti's-Sahabe", "Mizanu'l-İtidal" ve bunlara benzer birçok eser yaz-mışlar ve bu kitaplarda Ehlisünnet'in görüşünü esas alarak sahabenin hayatını incelemişlerdir. Ama burada önemli bir eleştiriyle karşı karşıyayız. O da tarih yazarlarının eserlerini Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyti'ne ve onların Şiasına açıkça düşmanlık eden Emevî ve Abbasîlerin istek ve görüşlerine uygun düşecek şekilde yazmış oldukları gerçeğidir. Dolayısıyla yalnız bu tarihçilerin yazdığı ile yetinerek Ehlibeyt'in savunucusu olan diğer İslâm âlimlerinin sahabe hakkındaki görüş ve fikirlerini incelememek insafa uygun düşmez. Bu konularda asıl sorun, sahabenin kendisinden başlamıştır. Çünkü sahabe Resulullah'ın (s.a.a) yazacağı vasiyet hususunda ihtilâfa düşüp kıyamete kadar Müslümanların sapıklığa düşmesini önleyecek olan Resulullah'ın (s.a.a) vasiyetini yazdırmasına engel oldu. Onlar bu davranışlarıyla İslâm ümmetini ilâhî bir nimetten mahrum bıraktıkları gibi bu mahrumiyet sonucu Müslümanların bölük bölük olmalarına ve sonu gelmeyen ihtilâf ve tefrikalara düşmelerine de sebep olmuşlardır. Hilâfet meselesinde de ilk ihtilâf sahabeden başlamıştır. Onlar, "hâkim güç" ve onlara "muhalif olan grup" olarak ikiye ayrılmışlardır ve bu da Müslümanların, Ali'nin Şiası ve Muaviye'nin Şiası olarak ikiye bölünmelerine sebep olmuştur. Yine sahabe, Allah'ın kitabı'nın tefsiri ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinin açıklaması hususunda ihtilâf etmiş ve neticede çeşitli mezhepler ve muhtelif kelam ekolleri meydana gelmiştir ve siyasî hedefler uğruna çeşitli felsefeler ortaya çıkmıştır. Kısaca Müslümanların bölünüp ihtilâfa düşmelerinin asıl kaynağı sahabenin ihtilâfıdır. Yoksa, tek Allah, tek Peygamber ve tek Kur'ân'a inananların ihtilâfları başka neye dayanabilir? İhtilâfların ana menşei, Resulullah'ın (s.a.a) vefatının ilk günü, "Sakife-i Benî Saide"de toplanan sahabelerin ihtilâfı olmuştur. O ihtilâf, doğduğu günden itibaren günümüze kadar varola gelmiştir ve artık ne zamana kadar devam edeceğini de Allah bilir.
Şia nazarında sahabe üç gruba ayrılır:
Birinci grup: Seçkin Sahabelerdir. Bunlar Resulullah'ı(s.a.a) iyice tanıyıp, sadakatle onunla birlikte olan, kanlarının son damlasına kadar ona verdikleri ahde vefalı kalan, ihlas ve doğrulukla ona yardım eden, Hz Peygamber'in vefatından sonra da ahiretlerine sıkıca bağlı kalıp şaşmayan ve geri dönmeyen kimselerdir. Allah Teala Kur'ân'ın birçok ayetinde onları övmüş ve Resulullah (s.a.a) da defalarca onları övmüştür. Şia bu tür sahabeye çok hürmet eder, onların seçkinliğine inanır ve tam bir saygıyla onları yad eder. Aynı şekilde Ehlisünnet de bu tür sahabeyi seçkin bilir onları hürmetle anar.
İkinci grup: Dünya metaından bir şey umduğu için veya korkudan Müslüman olduğu için Peygamber'e (s.a.a) tâbi olan kimselerdir. Bunlar Müslüman oldukları için Resulullah'a (s.a.a) minnet ediyor, bazen ona eziyet bile ediyor ve onun emir ve yasaklarına önem vermiyorlardı; hatta çoğu zaman açık ve sarih hükmün karşısında kendi görüşlerini öne sürüyorlardı. Kur'ân-ı Kerim, bunların oyunlarını tehdit ve kınama yoluyla etkisiz bırakıyordu. Bazı ayetlerde yüce Allah onların hatalarını yüzlerine vurarak, onların kaypak şahsiyetlerini ortaya çıkarmıştır. Aynı şekilde Resulullah da (s.a.a) birçok hadisinde onları uyarmıştır. Şia, bu tür sahabenin seçkinliğine inanmaz. Sadece onların yaptıkları işleri nakletmekle yetinir.
Üçüncü grup: Münafıklardan ibarettir. Bunlar kendilerini sahabe gibi tanıtan, yani gönüllerinde küfrü gizleyerek, zâhiren iman eden ve bu yolla Resulullah'ı (s.a.a) aldatmak ve ona karşı hile düzenlemek isteyen kişilerdir. Allah, bunların hakkında Kur'ân'da bir sûre indirmiş ve Kur'ân'ın başka surelerinde de onların tehlikesini hatırlatmıştır ve cehennemin en şiddetli yerinde onları yakacağını vaat etmiştir. Resulullah da (s.a.a) Müslümanların onlardan uzak durmalarını buyurmuş, hatta onların bazılarının isimlerini ve özelliklerini de bazı sahabîlerine öğretmiştir. Şiîler ve Sünnîler, bu tür sahabeye lânet okumak ve onlardan uzak olmak hususunda ittifak etmişlerdir.
Sahabenin bu üç kısmından ayrı bir başka grup daha var ki, onlar sahabeden olmakla birlikte aynı zamanda Resulullah'ın akrabasıdırlar. Onlar, Allah'ın kendilerine verdiği ahlakî faziletleri, tertemiz ruhları ve diğer özellikleriyle sahabe arasında seçkin bir mevkie sahip idiler. İşte bunlar, Ehlibeyt'tirler ki, "Allah onlardan her çeşit pisliği giderip onları tertemiz kılmıştır.Onlara salavat göndermeyi, Allah Teala Resul'üne salavat göndermek gibi farz kılmıştır ve humusun onlara vermeyi emretmiştir.Resulullah'ın (s.a.a) tebliğinin karşılığı olarak her Müslümana onlara sevgi ve muhabbet beslemeyi vacip etmiştir.Ve bunlar (Ehlibeyt) Allah'ın uyulmasını emrettiği U-lu'lEmr (emir sahibi)dirler. Ve bunlar Kur'ân'ın ayetlerinin tevilini, onun müteşabihini (çeşitli mânâlara benzerlik gösteren ayetlerini) ve muh- kematını (mânâsı apaçık olan ayetlerini) bilen ve ilimlerinde şüphe olmayan kimselerdir.Ve zikir ehli bunlardırlar. Resulullah bunları Sekaleyn hadisinde Kur'ân'la bir arada zikredip onlara sarılmayı emretmiştir.Ve yine Hz. Resulullah (s.a.a) bunları Nuh'un gemisine benzetmiş, ona binenlerin kurtuluşa ereceğini ve ondan uzak duranların boğulup helâk olacağını bildirmiştir.Sahabîler Ehlibeyt'in değer ve makamını biliyorlar ve onlara hürmet ve ikram ediyorlardı. Şia Ehlibeyt'e uymakta ve onları diğer bütün sahabeden üstün saymaktadır. Onlar bu hususta Kur'ân'dan ve sahih sünnetten açık delillerle istinat ediyorlar. Ehlisünnet ve'l-Cemaat da Ehlibeyt'e hürmet edip onlara saygı gösteriyor ve onları faziletli biliyor; ama sahabeyi Şia gibi üç kısma bölmüyor. Sünnîler münafıkları sahabeden saymazlar. Onlara göre sahabe Peygamber'den sonraki en üstün mahluktur. Sahabeyi sınıflandırmak isteseler de İslâm'ı kabul edip, o yolda zorluklara tahammül etmede öncelik taşıma bakımından birini birinden üstün sayarlar. İlk derecede Hulefa-i Raşidîn'i, daha sonra rivayetlerine göre cennetle müjdelenen on kişiden geri kalan altısını sahabenin en faziletlileri olarak sayarlar. Bu nedenle Ehlisünnet, Hz. Resulullah'a (s.a.a) ve Ehlibeyti'ne salavat gön derirken, tüm sahabeyi de istisnasız olarak onlarla birlikte zikrederler.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
İhtilâflı konuların mihverini oluşturan ve mezhebî ihtilâflarda hakkı bulmaya yardımcı olan en önemli konu, sahabenin hayatını, davranışlarını ve fikirlerini incelemektir. Çünkü onlar bizim dinî anlayışımızda en önemli yere sahiptirler. Müslümanların çoğu, onları asıl kaynak bilmekte ve dinî öğretisinde onları ölçü kabul etmektedir. Sahabenin bu önemli mevkileri içinidir ki geçmiş İslâm âlimleri onların hayatını ayrıntılarıyla tarih kitaplarında kaydetmişlerdir. Hatta sırf bu konuyla ilgili olarak "Us-du'l-Gabe Fi Temyizi's-Sahabe", "el-İsâbe Fî Marifeti's-Sahabe", "Mizanu'l-İtidal" ve bunlara benzer birçok eser yaz-mışlar ve bu kitaplarda Ehlisünnet'in görüşünü esas alarak sahabenin hayatını incelemişlerdir. Ama burada önemli bir eleştiriyle karşı karşıyayız. O da tarih yazarlarının eserlerini Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyti'ne ve onların Şiasına açıkça düşmanlık eden Emevî ve Abbasîlerin istek ve görüşlerine uygun düşecek şekilde yazmış oldukları gerçeğidir. Dolayısıyla yalnız bu tarihçilerin yazdığı ile yetinerek Ehlibeyt'in savunucusu olan diğer İslâm âlimlerinin sahabe hakkındaki görüş ve fikirlerini incelememek insafa uygun düşmez. Bu konularda asıl sorun, sahabenin kendisinden başlamıştır. Çünkü sahabe Resulullah'ın (s.a.a) yazacağı vasiyet hususunda ihtilâfa düşüp kıyamete kadar Müslümanların sapıklığa düşmesini önleyecek olan Resulullah'ın (s.a.a) vasiyetini yazdırmasına engel oldu. Onlar bu davranışlarıyla İslâm ümmetini ilâhî bir nimetten mahrum bıraktıkları gibi bu mahrumiyet sonucu Müslümanların bölük bölük olmalarına ve sonu gelmeyen ihtilâf ve tefrikalara düşmelerine de sebep olmuşlardır. Hilâfet meselesinde de ilk ihtilâf sahabeden başlamıştır. Onlar, "hâkim güç" ve onlara "muhalif olan grup" olarak ikiye ayrılmışlardır ve bu da Müslümanların, Ali'nin Şiası ve Muaviye'nin Şiası olarak ikiye bölünmelerine sebep olmuştur. Yine sahabe, Allah'ın kitabı'nın tefsiri ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinin açıklaması hususunda ihtilâf etmiş ve neticede çeşitli mezhepler ve muhtelif kelam ekolleri meydana gelmiştir ve siyasî hedefler uğruna çeşitli felsefeler ortaya çıkmıştır. Kısaca Müslümanların bölünüp ihtilâfa düşmelerinin asıl kaynağı sahabenin ihtilâfıdır. Yoksa, tek Allah, tek Peygamber ve tek Kur'ân'a inananların ihtilâfları başka neye dayanabilir? İhtilâfların ana menşei, Resulullah'ın (s.a.a) vefatının ilk günü, "Sakife-i Benî Saide"de toplanan sahabelerin ihtilâfı olmuştur. O ihtilâf, doğduğu günden itibaren günümüze kadar varola gelmiştir ve artık ne zamana kadar devam edeceğini de Allah bilir.
Şia nazarında sahabe üç gruba ayrılır:
Birinci grup: Seçkin Sahabelerdir. Bunlar Resulullah'ı(s.a.a) iyice tanıyıp, sadakatle onunla birlikte olan, kanlarının son damlasına kadar ona verdikleri ahde vefalı kalan, ihlas ve doğrulukla ona yardım eden, Hz Peygamber'in vefatından sonra da ahiretlerine sıkıca bağlı kalıp şaşmayan ve geri dönmeyen kimselerdir. Allah Teala Kur'ân'ın birçok ayetinde onları övmüş ve Resulullah (s.a.a) da defalarca onları övmüştür. Şia bu tür sahabeye çok hürmet eder, onların seçkinliğine inanır ve tam bir saygıyla onları yad eder. Aynı şekilde Ehlisünnet de bu tür sahabeyi seçkin bilir onları hürmetle anar.
İkinci grup: Dünya metaından bir şey umduğu için veya korkudan Müslüman olduğu için Peygamber'e (s.a.a) tâbi olan kimselerdir. Bunlar Müslüman oldukları için Resulullah'a (s.a.a) minnet ediyor, bazen ona eziyet bile ediyor ve onun emir ve yasaklarına önem vermiyorlardı; hatta çoğu zaman açık ve sarih hükmün karşısında kendi görüşlerini öne sürüyorlardı. Kur'ân-ı Kerim, bunların oyunlarını tehdit ve kınama yoluyla etkisiz bırakıyordu. Bazı ayetlerde yüce Allah onların hatalarını yüzlerine vurarak, onların kaypak şahsiyetlerini ortaya çıkarmıştır. Aynı şekilde Resulullah da (s.a.a) birçok hadisinde onları uyarmıştır. Şia, bu tür sahabenin seçkinliğine inanmaz. Sadece onların yaptıkları işleri nakletmekle yetinir.
Üçüncü grup: Münafıklardan ibarettir. Bunlar kendilerini sahabe gibi tanıtan, yani gönüllerinde küfrü gizleyerek, zâhiren iman eden ve bu yolla Resulullah'ı (s.a.a) aldatmak ve ona karşı hile düzenlemek isteyen kişilerdir. Allah, bunların hakkında Kur'ân'da bir sûre indirmiş ve Kur'ân'ın başka surelerinde de onların tehlikesini hatırlatmıştır ve cehennemin en şiddetli yerinde onları yakacağını vaat etmiştir. Resulullah da (s.a.a) Müslümanların onlardan uzak durmalarını buyurmuş, hatta onların bazılarının isimlerini ve özelliklerini de bazı sahabîlerine öğretmiştir. Şiîler ve Sünnîler, bu tür sahabeye lânet okumak ve onlardan uzak olmak hususunda ittifak etmişlerdir.
Sahabenin bu üç kısmından ayrı bir başka grup daha var ki, onlar sahabeden olmakla birlikte aynı zamanda Resulullah'ın akrabasıdırlar. Onlar, Allah'ın kendilerine verdiği ahlakî faziletleri, tertemiz ruhları ve diğer özellikleriyle sahabe arasında seçkin bir mevkie sahip idiler. İşte bunlar, Ehlibeyt'tirler ki, "Allah onlardan her çeşit pisliği giderip onları tertemiz kılmıştır.Onlara salavat göndermeyi, Allah Teala Resul'üne salavat göndermek gibi farz kılmıştır ve humusun onlara vermeyi emretmiştir.Resulullah'ın (s.a.a) tebliğinin karşılığı olarak her Müslümana onlara sevgi ve muhabbet beslemeyi vacip etmiştir.Ve bunlar (Ehlibeyt) Allah'ın uyulmasını emrettiği U-lu'lEmr (emir sahibi)dirler. Ve bunlar Kur'ân'ın ayetlerinin tevilini, onun müteşabihini (çeşitli mânâlara benzerlik gösteren ayetlerini) ve muh- kematını (mânâsı apaçık olan ayetlerini) bilen ve ilimlerinde şüphe olmayan kimselerdir.Ve zikir ehli bunlardırlar. Resulullah bunları Sekaleyn hadisinde Kur'ân'la bir arada zikredip onlara sarılmayı emretmiştir.Ve yine Hz. Resulullah (s.a.a) bunları Nuh'un gemisine benzetmiş, ona binenlerin kurtuluşa ereceğini ve ondan uzak duranların boğulup helâk olacağını bildirmiştir.Sahabîler Ehlibeyt'in değer ve makamını biliyorlar ve onlara hürmet ve ikram ediyorlardı. Şia Ehlibeyt'e uymakta ve onları diğer bütün sahabeden üstün saymaktadır. Onlar bu hususta Kur'ân'dan ve sahih sünnetten açık delillerle istinat ediyorlar. Ehlisünnet ve'l-Cemaat da Ehlibeyt'e hürmet edip onlara saygı gösteriyor ve onları faziletli biliyor; ama sahabeyi Şia gibi üç kısma bölmüyor. Sünnîler münafıkları sahabeden saymazlar. Onlara göre sahabe Peygamber'den sonraki en üstün mahluktur. Sahabeyi sınıflandırmak isteseler de İslâm'ı kabul edip, o yolda zorluklara tahammül etmede öncelik taşıma bakımından birini birinden üstün sayarlar. İlk derecede Hulefa-i Raşidîn'i, daha sonra rivayetlerine göre cennetle müjdelenen on kişiden geri kalan altısını sahabenin en faziletlileri olarak sayarlar. Bu nedenle Ehlisünnet, Hz. Resulullah'a (s.a.a) ve Ehlibeyti'ne salavat gön derirken, tüm sahabeyi de istisnasız olarak onlarla birlikte zikrederler.