Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şia'ya Göre: Şia ve Ehlisünnet Nazarında Sahabe

anonim

New member
Katılım
11 Eki 2011
Mesajlar
137
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Konum
daha bulunmadi...
Dr.Muhammed Ticani.

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

İhtilâflı konuların mihverini oluşturan ve mezhebî ihtilâflarda hakkı bulmaya yardımcı olan en önemli konu, sahabenin hayatını, davranışlarını ve fikirlerini incelemektir. Çünkü onlar bizim dinî anlayışımızda en önemli yere sahiptirler. Müslümanların çoğu, onları asıl kaynak bilmekte ve dinî öğretisinde onları ölçü kabul etmektedir. Sahabenin bu önemli mevkileri içinidir ki geçmiş İslâm âlimleri onların hayatını ayrıntılarıyla tarih kitaplarında kaydetmişlerdir. Hatta sırf bu konuyla ilgili olarak "Us-du'l-Gabe Fi Temyizi's-Sahabe", "el-İsâbe Fî Marifeti's-Sahabe", "Mizanu'l-İtidal" ve bunlara benzer birçok eser yaz-mışlar ve bu kitaplarda Ehlisünnet'in görüşünü esas alarak sahabenin hayatını incelemişlerdir. Ama burada önemli bir eleştiriyle karşı karşıyayız. O da tarih yazarlarının eserlerini Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyti'ne ve onların Şiasına açıkça düşmanlık eden Emevî ve Abbasîlerin istek ve görüşlerine uygun düşecek şekilde yazmış oldukları gerçeğidir. Dolayıyla yalnız bu tarihçilerin yazdığı ile yetinerek Ehlibeyt'in savunucusu olan diğer İslâm âlimlerinin sahabe hakkındaki rüş ve fikirlerini incelememek insafa uygun düşmez. Bu konularda asıl sorun, sahabenin kendisinden başlamıştır. Çünkü sahabe Resulullah'ın (s.a.a) yazacağı vasiyet hususunda ihtilâfa düşüp kıyamete kadar Müslümanların sapıklığa düşmesini önleyecek olan Resulullah'ın (s.a.a) vasiyetini yazdırmasına engel oldu. Onlar bu davranışlarıyla İslâm ümmetini ilâhî bir nimetten mahrum bıraktıkları gibi bu mahrumiyet sonucu Müslümanların bölük bölük olmalarına ve sonu gelmeyen ihtilâf ve tefrikalara düşmelerine de sebep olmuşlardır. Hilâfet meselesinde de ilk ihtilâf sahabeden başlamıştır. Onlar, "hâkim güç" ve onlara "muhalif olan grup" olarak ikiye ayrılmışlardır ve bu da Müslümanların, Ali'nin Şiası ve Muaviye'nin Şiası olarak ikiye bölünmelerine sebep olmuştur. Yine sahabe, Allah'ın kitabı'nın tefsiri ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinin açıklaması hususunda ihtilâf etmiş ve neticede çeşitli mezhepler ve muhtelif kelam ekolleri meydana gelmiştir ve siyasî hedefler uğruna çeşitli felsefeler ortaya çıkmıştır. Kısaca Müslümanların bölünüp ihtilâfa düşmelerinin asıl kaynağı sahabenin ihtilâfıdır. Yoksa, tek Allah, tek Peygamber ve tek Kur'ân'a inananların ihtilâfları başka neye dayanabilir? İhtilâfların ana menşei, Resulullah'ın (s.a.a) vefatının ilk günü, "Sakife-i Benî Saide"de toplanan sahabelerin ihtilâfı olmuştur. O ihtilâf, doğduğu günden itibaren günümüze kadar varola gelmiştir ve artık ne zamana kadar devam edeceğini de Allah bilir.
Şia nazarında sahabe üç gruba ayrılır:
Birinci grup: Seçkin Sahabelerdir. Bunlar Resulullah'ı(s.a.a) iyice tanıyıp, sadakatle onunla birlikte olan, kanlarının son damlasına kadar ona verdikleri ahde vefalı kalan, ihlas ve doğrulukla ona yardım eden, Hz Peygamber'in vefatından sonra da ahiretlerine sıkıca bağlı kalıp şaşmayan ve geri dönmeyen kimselerdir. Allah Teala Kur'ân'ın birçok ayetinde onları övmüş ve Resulullah (s.a.a) da defalarca onları övmüştür. Şia bu tür sahabeye çok hürmet eder, onların seçkinliğine inanır ve tam bir saygıyla onları yad eder. Aynı şekilde Ehlisünnet de bu tür sahabeyi seçkin bilir onları hürmetle anar.

İkinci grup: Dünya metaından bir şey umduğu için veya korkudan Müslüman olduğu için Peygamber'e (s.a.a) tâbi olan kimselerdir. Bunlar Müslüman oldukları için Resulullah'a (s.a.a) minnet ediyor, bazen ona eziyet bile ediyor ve onun emir ve yasaklarına önem vermiyorlardı; hatta çoğu zaman açık ve sarih hükmün karşısında kendi görüşlerini öne sürüyorlardı. Kur'ân-ı Kerim, bunların oyunlarını tehdit ve kınama yoluyla etkisiz bırakıyordu. Bazı ayetlerde yüce Allah onların hatalarını yüzlerine vurarak, onların kaypak şahsiyetlerini ortaya çıkarmıştır. Aynı şekilde Resulullah da (s.a.a) birçok hadisinde onları uyarmıştır. Şia, bu tür sahabenin seçkinliğine inanmaz. Sadece onların yaptıkları işleri nakletmekle yetinir.

Üçüncü grup: Münafıklardan ibarettir. Bunlar kendilerini sahabe gibi tanıtan, yani gönüllerinde küfrü gizleyerek, zâhiren iman eden ve bu yolla Resulullah'ı (s.a.a) aldatmak ve ona karşı hile düzenlemek isteyen kişilerdir. Allah, bunların hakkında Kur'ân'da bir sûre indirmiş ve Kur'ân'ın başka surelerinde de onların tehlikesini hatırlatmıştır ve cehennemin en şiddetli yerinde onları yakacağını vaat etmiştir. Resulullah da (s.a.a) Müslümanların onlardan uzak durmalarını buyurmuş, hatta onların bazılarının isimlerini ve özelliklerini de bazı sahabîlerine öğretmiştir. Şiîler ve Sünnîler, bu tür sahabeye lânet okumak ve onlardan uzak olmak hususunda ittifak etmişlerdir.
Sahabenin bu üç kısmından ayrı bir başka grup daha var ki, onlar sahabeden olmakla birlikte aynı zamanda Resulullah'ın akrabasıdırlar. Onlar, Allah'ın kendilerine verdiği ahlakî faziletleri, tertemiz ruhları ve diğer özellikleriyle sahabe arasında seçkin bir mevkie sahip idiler. İşte bunlar, Ehlibeyt'tirler ki, "Allah onlardan her çeşit pisliği giderip onları tertemiz kılmıştır.”Onlara salavat göndermeyi, Allah Teala Resul'üne salavat göndermek gibi farz kılmıştır ve humusun onlara vermeyi emretmiştir.Resulullah'ın (s.a.a) tebliğinin karşılığı olarak her Müslümana onlara sevgi ve muhabbet beslemeyi vacip etmiştir.Ve bunlar (Ehlibeyt) Allah'ın uyulmasını emrettiği U-lu'lEmr (emir sahibi)dirler. Ve bunlar Kur'ân'ın ayetlerinin tevilini, onun müteşabihini (çeşitli mânâlara benzerlik gösteren ayetlerini) ve muh- kematını (mânâsı apaçık olan ayetlerini) bilen ve ilimlerinde şüphe olmayan kimselerdir.Ve zikir ehli bunlardırlar. Resulullah bunları Sekaleyn hadisinde Kur'ân'la bir arada zikredip onlara sarılmayı emretmiştir.Ve yine Hz. Resulullah (s.a.a) bunları Nuh'un gemisine benzetmiş, ona binenlerin kurtuluşa ereceğini ve ondan uzak duranların boğulup helâk olacağını bildirmiştir.Sahabîler Ehlibeyt'in değer ve makamını biliyorlar ve onlara hürmet ve ikram ediyorlardı. Şia Ehlibeyt'e uymakta ve onları diğer bütün sahabeden üstün saymaktadır. Onlar bu hususta Kur'ân'dan ve sahih sünnetten açık delillerle istinat ediyorlar. Ehlisünnet ve'l-Cemaat da Ehlibeyt'e hürmet edip onlara saygı gösteriyor ve onları faziletli biliyor; ama sahabeyi Şia gibi üç kısma bölmüyor. Sünnîler münafıkları sahabeden saymazlar. Onlara göre sahabe Peygamber'den sonraki en üstün mahluktur. Sahabeyi sınıflandırmak isteseler de İslâm'ı kabul edip, o yolda zorluklara tahammül etmede öncelik taşıma bakımından birini birinden üstün sayarlar. İlk derecede Hulefa-i Raşidîn'i, daha sonra rivayetlerine göre cennetle müjdelenen on kişiden geri kalan altısını sahabenin en faziletlileri olarak sayarlar. Bu nedenle Ehlisünnet, Hz. Resulullah'a (s.a.a) ve Ehlibeyti'ne salavat gön derirken, tüm sahabeyi de istisnasız olarak onlarla birlikte zikrederler.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Ehli Sünnet Nezdinde Sahabe

Ehli Sünnet Nezdinde Sahabe

"Şubhesiz ki Allah size emânetleri ehline vermenizi emretmek tedir.”

Şu halde Allah celle celâlühû Mü'minlere, emânetleri ehline vermelerini emretmektedir. Her ilmî mes'ele de emânetlerden bir emânettir. Öyleyse Allah celle celâlühû ilim emânetlerini dahî gerçek sâhiblerine vermelerini emretmektedir. Aksine bir delîl olmadığından bu emrin mûcebi (gerektirdiği hüküm) vücûbdur (farzlık ve vâciblik, yani olmazsa olmazlıkdır.) O hâlde, ehil kimselerce ehil olduğu kabûl edilmeyen, Hüdâî nâbit[1] vatandaşlar, hele hele bilhassa Küfrün Enderûnlarında yetiştirilip onların tâ’lîm ve terbiyesine i’timâd edenler bu sahada konuşamazlar, konuşturulamazlar, sözlerine aslâ i'tibâr edilemez. Aksi takdîrde bu, bazen iyi niyyetle de olsa, dîni hafîfe almak ve onunla oynamak olur ki, sonu korkunç bir zarardan başka bir şey olmaz.


Sahâbî, Sahâbe
ve Ashâb mes'elesinin doğru kavranması da bu emânet mefhûmu içindeki ilmî mes'elelerdendir. Zîrâ onlar dînimizin ilk muhâtabları ve tatbîkçileri olup, Kur’ân’ı ve Sünnet’i başka bir ifâdeyle dîni bize ilk aktaran kimselerdir. Onlar hakkındaki en küçük bir yanlış ve zihniyet, Kur'ân ve Sünnet üzerinde şübhe ve tereddütlere götüren düşünceler meydana gelmesine sebebiyet verir. Nitekim dünden bugüne hep böyle olmuştur.



Sahâbî Ta'rîfi Hakkında Bir Takım Farklı Görüş ve İfâdeler:

“Sahâbî Kimdir?” sorusunu Allâme Zeynuddîn el-İrâkî’nin Fethu’l-Muğîs’inde geçen değişik görüşlerden hulâsa ederek cevablamaya çalışalım:

Bir
: “Nebî aleyhissalâtü vesselâm’ı Müslümân olarak gören Sahâbîdir.”

Yani, sağ iken onu görendir… Kâfir olarak O’nu görüp de, ölümünden sonra Müslüman olan Sahâbî değildir. Peyğamber iken gören mi, peyğamberlikten önce de gören mi? Bu husûs ihtilâflıdır. Temyîz[2] yaşındayken, akıl bâliğ yaşındayken gören mi, yoksa çocuk iken de gören mi? Şeyhimiz[3] Alâî, temyîz yaşındayken gören, görüşündedir.

İki
: Tâbi’ olmak ve O’ndan almak yoluyla Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’le beraberliği uzun olan, oturup kalkması çok olan. Ebû Muzaffer es-Sem’ânî bunu usûlcülerden nakletti. Sem’ânî‘Sahâbî’ ismi, lügat ve açık ma'nâsı bakımından bu (anlatılan) kimseye denir” dedi.Sem’ânî (devamla) ‘hâlbuki hadîsçiler, Sahâbîlik ismini, Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’den bir hadîs yâhud bir kelime işiten herkes içün kullanmaktadırlar. Onlar, mes'elede geniş davranıyorlar; o kadar ki, O’nu bir defa göreni de sahâbeden sayıyorlar’ dedi.


Ebu’l-Muzaffer
, usûlcülerden böyle nakletti. Oysa bu görüş usûlcülerden bir kısmının görüşüdür. Âmidî, İbnu Hâcib ve başkaları böyle anlattılar. İbnu’s-Sabbâğ da bu husûsta el-Udde isimli kitâbda kesin konuştu.

Kadı Ebû Bekir el-Bâkıllânîşöyle dedi: Lügat âlimleri arasında ‘Sahâbî’nin ‘suhbett’ten[4] türediğinde, belli bir miktâr suhbetten türemediğinde, bu (sahâbî) ismin(in), az yâhud çok başkasıyla beraber olan içün geçerli olacağında anlaşmazlık yoktur. ‘Falancayla, bir sene, bir ay,bir gün, bir saat (an) suhbet ettim (arkadaşlık yaptım)’ denir. Bu da lügatte bu ismin Efendimiz sallellâhu aleyhi ve sellem’le günün bir anında beraber olan içün geçerli kabûl edilmesini gerektirir. İsmin iştikâkında asıl olan işte budur. Bununla beraber, bu isimlendirmeyi, ancak beraberliği çok ve buluşması kesintisiz olan içün kullanmaları husûsunda imâmların (bir kısmının) örfü yerleşmiştir. Bu ismi, imâmlar(ın bir kısmı) kişiyle bir an buluşan ve gezen, ondan bir hadîs işiten içün kullanmazlar.

Âmidî şöyle dedi
: En doğrusu şudur: Sahâbî O’nu görendir. (Âmidî) bunu, Ahmed İbnu Hanbel’den ve ashâbımızın çoğundan nakletti. Bu görüşü İbnu Hâcib de seçmiştir. Çünki suhbet (beraber oluş) azı da çoğu da içine alır.

Evet, Ebû Zur’a er-Râzî veEbû Dâvûd’un sözlerinde suhbetin görmekten daha sınırlı olduğunu gerektirecek ifâde vardır. Zîrâ onlar, Târık İbnu Şihâb’ın Efendimiz sallellâhu aleyhi ve sellem’i görmesi vardır ama suhbetiyoktur, dediler. Bize Âsım el-Ahvel’den rivâyet edilen de böyledir. O, Abdullah İbnuSercis Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’i gördü, ama sahâbîliği yoktur, dedi.[5]

Muhammed İbnu Sa'd
’ın, et-Tabakât’ta yaptığı rivâyet de bunu göstermektedir: “Mûsâ es-Seylânî şöyle dedi: Enes İbnu Mâlik’e vardım ve ‘sen Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’in ashâbından kalan son kimse misin?’ dedim. O, şöyle cevâb verdi: Bedevîlerden bir topluluk kaldı, amma Ashâbından son kalan benim

İbnu Salâh, ‘Bu rivâyetin isnâdı güzeldir; Müslim bunu Ebû Zur’a’nın yanında rivâyet etti’, dedi.
Buna verilecek cevâb şudur: O, (Enes) husûsî (özel ve ileri seviyede bir) suhbeti (arkadaşlığı) isbât etmeyi kastetti. Bu, o bedevîler içün yoktu. Ebû Zur'a ve Ebû Dâvûd da umûmî sahâbîliği değil, husûsî sahâbîliği kasdettiler.

Üç
: Saîd İbnu Museyyeb’den O, Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem ile bir veya iki sene ikâmet etmeyeni, bir veya iki harbe çıkmayanı Sahâbî saymadığı rivâyet edilmiştir.

Ben (Irâkî) derim ki; bu rivâyet, İbnu’l-Museyyeb’den sahîh olarak gelmemiştir. Ona varan isnâdda Muhammed İbnu Ömer el-Vâkıdî vardır ki, bu adam hadîsde zayıf biridir.

Dört
: Onunla uzun zaman beraberlikle birlikte O’ndan hadîs almak da şart koşulmuştur.


Beş
: ‘O’nu Müslüman, bâliğ ve âkil olarak gören…’

Büluğ kaydı şâzzdır. (Sağlam görüşlere ters olup hükümsüzdür.)

Altı
: ‘O’nu görmese bile Müslüman olarak O’nun zamanına yetişen…’[6] (İrâkî’den Hulâsa Nakil Bitti.)

Bu altı maddeye İbnu Hacer’den bir madde daha ekleyelim:

Yedi
: ‘Nebî aleyhissalâtü vesselâm’a îmân ederek onunla karşılaşan ve Müslüman olarak ölen.’

Körlük yüzünden onu göremeyen, ama onunla karşılaşan sahâbî ta'rîfine giriyor. Kezâ onunla oturup kalkması uzun veya kısa olan, ondan hadîs rivâyet eden ve etmeyen de ta'rîfe giriyor. Bu ta'rîf, muhakkıklar, Buhârî, Şeyhi Ahmed İbnu Hanbel ve onlara uyanlarca seçilen en doğru ta'rîftir. Bunun dışındaki ta'rîfler hükümsüzdürler.[7]
Bu ta'rîf hadîsçilerin tamamı, usûl-i fıkıhçıların da bir kısmının görüşüdür.

Usûl-i fıkıhçıların çoğunun görüşü ise uzun beraberlik şartını ihtivâ eder.

Ancak bu uzun beraberlik ne kadar olmalıdır? Bu mikdârın altı ay olduğu da iki sene olduğu da söylenmiştir.
Kısa bir müddet beraberliğine rağmen Ehl-i Sünnet tarafından ittifakla Sahâbî kabûl edilen Cerîr İbnu Abdillâh el-Becelî ve benzeri kişileri göz önüne aldığımızda uzun zaman beraber olmak şeklindeki sınırlandırmanın pratiğe aksetmediğini görmekteyiz. Aksettiğini var saysak bile, bu uzun zamanın miktârı belli değildir.

Saîd İbnu Museyyeb
’den zayıf bir isnâd ile gelen ve mu'teber olmayan, bir veya ikisene, bir veya iki harbde beraber olmak haberi dışında belli bir miktârdan söz edilmemektedir. Öyleyse bu uzunluk ölçüsü büyük nisbette izâfîdir ki, anlıkbuluşmalardan fazla olan, az yâhud çok bütün buluşmaları içine alabilir.


İbnu’l-Hümâm
’ın, et-Tahrîr’de, Tahrîr şârihleri İbnu Emîr el-Hâcc’ın et-Takrîr ve’t-Tahbîr’de, Emir Padişah’ın da Teysîru’t-Tahrîr’de, zikrettikleri “(Sahâbî olmak içün) Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem ile uzun müddet beraberliğin gerekliliğinin Hanefîlerce seçilen bir görüş olması” bu şekilde anlaşılmalıdır. Zîrâ onlar, “altı aylık” veya “bir senelik” beraber olmak veyâhud da “bir harbde beraber olmak” görüşlerini “denildi ki” gibi bir lafızla ifâde etmekle açıkça zayıf bulmaktadırlar. Sahâbîliği ittifakla kabûl edilen ama iki seneden hatta altı aydan çok daha az bir zamanda Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’le beraber olan Cerîr radıyellâhu anhu gibilerini Sahâbe’nin dışında tutmamaları[8] bu dediğimizi güçlendirmektedir.


Demek ki bu görüş, sadece müteahhirûn’un[9] görüşü değil, aksine hem mütekaddimûn’un[10], hem de müteahhirûn’un görüşüdür. Bazı câhil edebsizlerin dediği gibi, -hâşâ- tabulaştırılan[11] değil, âlimiyle, avâmıyla Ümmet’in hemen tamamının görüşüdür. Ümmet’in ittifakıyla Sahâbe’den kabûl edilen bir takım zâtları Sahâbe’nin dışına çıkartmayı, putlaştırdığı cüce aklı ve azgın nefsinin şiddetli arzusu gereği kaçınılmaz gören kubur fareleri.. Esâs tabucu olanlar onlardır.


‘Ashâbıma sövmeyiniz…’ hadîsine gelince…

Evet, Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdu:

{ لَا تَسُبُّوا أَصْحَابِى فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَوْ أَنَّ أَحَدَكُمْ أَنْفَقَ مِثْلَ أُحُدٍ ذَهَبًا مَا بَلَغَ مُدَّ أَحَدِهِمْ وَلَا نَصِيفَهُ }
“Ashâbıma sövmeyin!.. Canım elinde olan(Allah)a yemîn ederim ki, sizden biriniz uhud dağı kadar altun harcasa onlardan birinin ne bir müddüne ve ne de yarısına ulaşamaz.”[12]

Bu hadîse dayanarak vesveselerle mü'minleri şaşırtmaya çalışan bir takım insan şeytanları da var.

Şu densizler‘Bu sözü söyleyen Efendimiz sallellâhu aleyhi ve sellem’in muhâtabları kimlerdi, ashâbı kimdi diyorlar. Yani, ‘sövmeyin dediği kimseler, açık ki ashâbı değildi’ demek istiyorlar. Böylece, bu hadîsten müthiş bir ma'nâ çıkartmış oluyorlar (!)

Kur'ân, Sünnet ve lîsân ilimlerinden mahrûm ve uzak olmak, bu saçmalama ve hezeyan içün yeter bir sebeb olmayıp, ayrıca kendini dev aynasında gören bir cüce ve edebsiz birisi olmak da zarûrîdir.

Zîrâ;

Bir
: Bazen şu anda karşınızda bulunanlara hitâb eder, onları değil, o türden olan geçmişlerini kastetmiş olabilirsiniz.

Nitekim Kur’ân’ın birçok âyetinde Efendimiz sallellâhu aleyhi ve sellem zamanındaki Yehûdîlere hitâb edilip onların geçmiş ataları kastedilmektedir.[13] Çünki anlatılan şu mâcerâlar Peygamberimiz sallellâhu aleyhi ve sellem zamanındaki Yehûdîlere âid değildi.

İki
: Bazen birilerine hitâb eder, bir kısmını kastedersiniz, hepsini değil.

Mü’minlern tamâmına hitâb edilmesine rağmen namaz kılın, oruç tutun, haccedin zekât verin, cihâd edin emirleriyle sadece belli şartları bulunduranların kasd edilmesi gibi…

Üç
: Bazen karşınızdaki birine hitâb eder, hiçbir şekilde onu kastetmez, başkasını kastedersiniz. Birine seslenir, başkasına duyurursunuz.

Türkçede bunu, ‘kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle’ yâhud ‘anla’ ifâdesiyle anlatırlar.
Nitekim Allah celle celâlühû şöyle buyurmuştur:
{وَلَقَدْ أُوحِيَ إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ}
“Yemîn olsun ki, kesinlikle sana ve senden önceki(resûl)lere, ‘şâyet şirk koşarsan, yemîn olsun ki, elbette amelin boşa gider ve zarara uğrayanlardan olursun’ diye vahyedilmiştir.”[14]

“Yemîn ederim ki şâyet sen (ey Resûlüm), ilim sana geldikten sonra, onların hevâlarına uyacak olursan, senin içün (seni) Allah(ın azabın)’dan (kurtaracak) ne bir dost ne de bir yardımcın yoktur.”[15]


Her bir Mü'min bilir ki, Allah celle celâlühû müşrik olacak birisini -hâşâ- yanılıp peygamber yapmaz. Peygamberler ma'sûm olup, şirke girmek ihtimâlleri yoktur. Öyleyse bu hitâb, peygamberlerin şahsında peygamber olmayanlaradır.

Bazı sapıklar çıkıp da bu âyetlere dayanarak, peyğamberlerin ma’sûm olmadığını iddiâ edecek olularsa onlara şu âyeti okuyunuz:
{قُلْ إِنْ كَانَ لِلرَّحْمَنِ وَلَدٌ فَأَنَا أَوَّلُ الْعَابِدِينَ}
“De ki, eğer Rahmân bir çocuk edinecek olsaydı, (ona) ibâdet edecek olanların ilki ben olurdum.”[16]
Rahmân elbette bir çocuk edinmeyeceği açık ve kesindir. O hâlde bu âyetten de anlaşılmaktadır ki, koşulan şart her zaman olabilecek demek değildir.
{لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا}
“Şâyet onlarda (yerlerde ve göklerde) ilâhlar olsaydı elbette bozulurlardı.”[17]
{لَوْ أَرَدْنَا أَنْ نَتَّخِذَ لَهْواً لاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا}
“Şâyet biz bir eğlence edinecek olsaydık, onu elbette kendi katımızdan edinirdik.”[18]
{لَوْ أَرَادَ اللَّهُ أَنْ يَتَّخِذَ وَلَداً لاصْطَفَى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ}
“Şâyet Allah bir çocuk edinmeyi isteseydi, elbette yaratmakta olduklarından dileyeceğini seçerdi[19]



>>> Devam

 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Dört: Bazen önünüzdeki birilerine hitâb eder, onlardan ve onların yolunda olacak olanlar, ama henüz mevcûd bulunmayıp ileride gelecek olan kimseleri kastedersiniz.

Nitekim AhmedİbnuHanbel,Buhârî, Müslim ve diğerleri tarafından rivâyet edilen

{ كَيْفَ أَنْتُمْ إِذَا نَزَلَ ابْنُ مَرْيُمَ فِيكُمْ وَإِمَامُكُمْ مِنْكُمْ}
“İmâmınız (Mehdî) sizden iken, Meryem oğlu 'Îsâ aleyhisselâm aranıza indiği zaman nasıl olacaksınız?!..” [20] hadîsi ve
YineMüslim’in rivâyet ettiği,
{ كَيْفَ أَنْتُمْ إِذَا نَزَلَ ابْنُ مَرْيَمَ فِيكُمْ فَأَمَّكُمْ}
“Meryem’in oğlu (Îsâ aleyhisselâm) aranıza inip de size imamlık yaptığı zaman nasıl olacaksınız?!..”[21] hadîsi bu dediğimizin delillerindendir.
Çünki bunlarda muhâtablar Sahâbe idiyse de murâd edilen, onların yolunda olan ama henüz bulunmayan, ileride gelecek olan mü'minlerdir.
Beş: Bazen, müsnedün ileyh (hükmün, yani haberin veya fiilin dayandırıldığı şahıs) zamir olarak (meselâ sen şeklinde) getirilir. Ama sadece karşıdaki muhâtab kastedilmeyip muhâtab olabilecek herkes murâd edilebilir.
Altı: Kimi zaman belli bir sıfatı üzerinde bulunduran topluluğa hitâb edilir, tecrîd yoluyla o sıfatı kâmil olarak üzerinde bulunduranlar kastedilir. Onlara göre eksik bulunduranlardan bu sıfat nefyedilir (onlarda bu sıfat yok denilir).
{ فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ}
‘Çünki şübhesiz başlardaki gözler değil, lâkin göğüslerdeki gözler kör olur’[22] âyetinde ve
{ لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يُجِلَّ كَبِيرَنَا وَيَرْحَمْصَغِيرَنَا وَيَعْرِفْ لِعَالِمِنَا حَقَّهُ }
‘Büyüğümüze hürmet etmeyen, küçüğümüze merhâmet etmeyen ve âlimimizin hakkını bilmeyen bizden değildir,’[23]
{ لَيْسَ مِنَّا مَنْ لمَ ْيَرْحَمْ صَغيِرَنَا وَيَعْرِفْ حَقَّ كَبِيرِنَا}
“Küçüğümüze merhâmet etmeyen ve büyüğümüzün hakkını(veya ‘şerefini’) bilmeyen bizden değildir.”[24]
{ لاَ إِيمَانَ لِمَنْ لاَ أَمَانَةَ لَهُ وَلاَ دِينَ لِمَنْ لاَ عَهْدَ لَهُ}
“Emâneti olmayanın îmânı, ahdi(nde durması) olmayanın da dîni yoktur,”[25]
{ لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا وَيَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ}
‘Küçüğümüze merhâmet etmeyen, büyüğümüze hürmet etmeyen, ma'rûfu emretmeyen ve münkerden kaçındırmayan bizden değildir’,[26]
{ لَيْسَ الشَّدِيدُ بِالصُّرَعَةِ، إِنَّمَا الشَّدِيدُ الَّذِي يَمْلِكُ نَفْسَهُ عِنْدَ الغَضَبِ}
‘Kuvvetli kimse pehlivân değildir;kuvvetli kimse sadece kızgınlık ânında kendine sâhib olandır’[27] gibihadîslerde ifâde edildiği gibi.
Yedi: Bazen belli bir vasfı üzerinde bulunduranlara hitâb edilir, önceden bu vasfa sâhib olup, diğerlerini geçen öncüler kastedilir.
Nitekim Efendimiz sallellâhu aleyhi ve sellem,
{ أَيُّهَا النَّاسُ إنَّ اللهَ بَعَثَنِي إلَيْكُمْ فَقُلْتُمْ: كَذَبْتَ وَقَالَ: أَبُو بَكْرٍ صَدَقْتَ وَوَاسَانِي بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ، فَهَلْ أَنْتُمْ تَارِكُوا لِي صَاحِبِي}
“Ey insanlar!.. Şübhe yoktur ki Allah beni size peyğamber olarak gönderdi ve siz, ‘yalan söyledin’ dediniz; Ebû Bekr de ‘doğru söyledin’ dedi ve canıyla malıyla beni korudu; sâhibimi (sahâbîmi) bana bıraksanız ya[28]buyururken, birinci muhâtabı onunla münâkaşa ederek bu söze sebebiyyet veren Ömer radıyellâhu anhu, sâhibim dediği de Ebû Bekir radıyellâhu anhu idi. Ömer radıyellâhu anhu’nun Sahâbî olduğunda ise hiçbir mü'min şübhe etmez. Edenin canı cehenneme…
‘Ashâbıma sövmeyiniz’sözünün ilk muhâtabı Ahmed İbnu Hanbel ve diğerlerinden gelen sahîh rivâyetlere göre Hâlid İbnu Velîd idi:
{ عَنْ أَنَسٍ قَالَ: كَانَ بَيْنَ خَالِدِ بْنِ الْوَلِيدِ، وَبَيْنَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ كَلاَمٌ، فَقَالَ خَالِدٌ لِعَبْدِ الرَّحْمَنِ: تَسْتَطِيلُونَ عَلَيْنَا بِأَيَّامٍ سَبَقْتُمُونَا بِهَا، فَبَلَغَنَا أَنَّ ذَلِكَ ذُكِرَ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم، فَقَالَ: دَعُوا لِى أَصْحَابِى فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَوْ أَنْفَقْتُمْ مِثْلَ أُحُدٍ، أَوْ مِثْلَ الْجِبَالِ ذَهَبًا مَا بَلَغْتُمْ أَعْمَالَهُمْ}


Enes radıyellâhu anhu’dan yapılan rivâyete göre O şöyle dedi:

Hâlid İbnu Velîd ve Abdurrahmân İbnu Avf radıyellâhu anhumâ arasında kelâm (münâkaşa) vardı. Hâlid Abdurrahmân’a, ‘bizden önce (Mekkenin fethinden evvel) kavuştuğunuz günlerle bize dil uzatıyorsunuz’ dedi. Bize gelen habere göre bu söz Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’e ulaştı ve şöyle buyurdu: Ashâbımı bana bırakın. Canım elinde olan(Allah)a yemîn ederim ki, uhud dağı veya[29] dağlar kadar altun harcasanız onların amellerine yetişemezsiniz.”[30]

Hâlid İbnu Velîd’in bir Sahâbî olduğunda ise ancak münâfıklar ve din düşmanları aksi kanaat sâhibi olurlar. O Hâlid ki, küfrün korkulu rüyası ve ‘Allah’ın kılıcı’ idi. Çünki,


Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem O’nun içün şöyle buyurdu:

فَيَوْمَئِذٍ سُمِّيَ خَالِدٌ سَيْفَ اللهِ}“اَلَّلهُمَّ هَذَا سَيْفٌ مِنْ سُيُوفِكَ فَانْتَصِرْ بِهِ”{
“ ‘Allahım!.. Bu senin kılıçlarından bir kılıçtır. Onu vasıtasıyla intikâm al.’ Bunun içün Hâlid’e ‘seyfullah’ ismi verildi.”[31]
O’na, ancak kâfirler ve zındıklar düşman olabilir. Mü'minler, O’nu Sahâbe’nin dışına çıkaramaz.
Şu hâlde, ‘bu hadîsin ilk muhâtabları Sahâbe’den değildi’ demeye mü'minler cesaret edemezler. Hadîsi şu câhillerin anladığı gibi anlamamamız lâzım geldiğinin en büyük bürhânlarından biri de oradaki kimselerin Sahâbe’den olduklarına dâir bulunan icmâ'dır ki, o kat'î bir hüccettir.

Elhâsıl, hadîsin ilk muhâtabı olan Hâlid İbnu Velîd icmâ' ile Sahâbe’den olduğuna göre, ‘sövmeyiniz’ sözünün ilk muhâtabları Sahâbe’den değildiler, denilemez.


Bu hadîsi, şu câhillerin anladığı gibi anlayan geçmiş hiçbir âlim var mıdır? Kesinlikle yoktur.

Aksine bütün âlimlerin te'vîli bizim söylediğimiz istikâmettedir.
Diğer zayıf, hatta uydurma bir takım ‘tabulaştırılan’ rivâyetler bu hakîkati değiştirmeye yetmez.


Netîce

Günümüzde Şia ve onların düşüncesinin esîri olan müzebzeb şaşkınlar bu meseleyi de kaşımaktadırlar. İlla bazı Sahâbîleri Sahâbîlikten düşürebilmek için olmadık yalandan geri durmamaktadırlar. Sahâbe’yi tanıtan Ehl-i Sünnet kitâblarda geçen zevâtın hepsi Sahâbî’dir. Bu kitâblardaki Sahâbî olup olmadıklarında Ehl-i Sünnet âlimlerince ihtilâf edilenler hakkında ise kesin konuşulmamalı, ihtimâl elden bırakılmamalıdır. Rıdvânullahi teâlâ eleyhim ecmaîn. Onlar, kâinâtın güneşi sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz’den aldıkları ışıkla karanlık semâmızı ve yollarımızı aydınlatan ve süsleyen lambalar, yönümüzü gösteren yıldızlardır. Hâlid İbnu Ma’dân rahimehullâh isimli tâbiî’nin dediği gibi, ‘onlar bizim aslımız ve faslımızdır; kalblerimiz onlara çarpar Onlara kem gözle bakan zındıklara ‘köpek’ demek köpeklere hakâret, ‘tezek’ demek de tezekler içün âr olur.



[1] Hüdâî Nâbit: Allah teâlâ tarafından, kendiliğinden bitme, aşısız, yabânî. [2] Temyîz: İyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı, kadın erkek ilişkilerini ayırmak.

[3] Irâkî’nin şeyhi.

[4] Suhbet: Beraber bulunmak, arkadaşlık yapmak.

[5] Lâkin Buhârî ve İbnu Hibbân Sahâbî olduğu görüşündedirler. İbnu Hacer, el-İsâbe (779, ter:5325), Beytü’l-Efkâru’d-Devliyye,2004

[6] Irâkî, Fethu’l-Muğîs’den kısaltarak: 343-347

[7] İbnu Hacer, el-Isâbe: 1/7-8

[8] İbnu’l-Hümâm, et-Tahrîr (326), Tahrîr şârihleri İbnu Emîr el-Hâcc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr (2/348-349), Emîr Pâdişâh, Teysîru’t-Tahrîr (3/66-67)

[9] Müteahhirûn: Sonrakiler

[10] Mütekaddimûn: Öncekiler

[11] Tabu: Büyük atlas okyanusu adaları ahâlisinin bir mevhum ma'bûd’a (ilâha) daha doğrusu mukaddes kabûl etmek istedikleri her şeye verdikleri isimdir. Canlı cansız bir şeye bu isim söylendi mi, herkes ona riâyet, hürmet, hatta ibâdet etmeye mecbûr olup, hürmette kusur edenler umûmun düşmanlık ve tahkîrine dûçâr olurlar. (Ş. Sami, Kamusu’l-A’lâm:3/1604)
Yani şu edebsize göre Ümmet’in hemen hemen hepsi putperest. İyi bir düşünülsün, bu putperestlik kime yakışıyor?

[12] Ebû Dâvû et-Tayâlisî, el-Müsned (290, H:2183), Ahmed (3/11,54), İbnu Ebî Şeybe, M. Avvâme baskısı, (33071) Buhârî (3673), Müslim (2540,2541), Ebû Dâvûd (4658), Tirmizî (3861), Nesâî, el-Kübrâ (8308,8309), İbnu Mâce (161), Ebû Ya’lâ (1193-1198), İbnu Hibbân (6994,7253,7255) vd.

[13] Bakara:47, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 61, 64, 73, 92, 93 ve benzeri âyetler.

[14] Zümer:65

[15] Bakara:120,145

[16] Zuhruf:81

[17] Enbiyâ:22

[18] Enbiyâ:17

[19] Zümer:4

[20] Buhârî(3265)veMüslim(155/244), ‘imâmınız sizden olduğu veya size imâmlık yaptığı zaman’ şeklindeki bir tereddüt ile Ahmed(2/272), Ebû Hureyre radıyellâhu anhu’dan.

[21] Müslim (155/245), Ahmed(2/272, yukarıdaki hadîs)

[22] Hacc:46

[23] Hâkim (1/122), Ahmed “Ümmetimden değildir” lafzıyla (5/323), Münzirî, ‘isnâdı hasendir’ dedi (et-Terğîb ve’t-Terhîb:1/78), Ubâde İbnu’s-Sâmıt radıyellâhu anhu’dan.

[24] Ahmed (2/185), Hâkim (1/62),Tirmizî, ‘büyüğümüzün şerefini’ lafzıyla (1920), Abdullah İbnu Amr İbni Âs radıyellâhu anhumâ’dan.

[25] Ahmed (3/135), İbnu Hibbân (194)

[26] Tirmizî, ‘hasen ğarîbdir,’ (1921), Ahmed ‘büyüğe’ ve ‘küçüğe’ lafızlarıyla (1/257), İ. Abbâs radıyellâhu anhum’a’dan

[27] Ahmed (2/517), yine [‘Kuvvetli kimse pehlivan değildir’ buyurdu. İnsanlar ‘ya kimdir diye sorunca ‘fakat o kızgınlık ânında kendine sâhib olandır’ buyurdu”] lafzıyla (2/268), Buhârî (6114), Müslim (2609), Ebû Dâvûd, [“Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem, ‘sizde pehlivanı ne sayarsınız’ buyurdu; ‘adamların yıkamadığı kimsedir’ dediler; O da ‘hayır öyle değil, lâkin o, kızgınlık ânında kendine sâhib olandır’ buyurdu” lafzıyla] (4779)

[28] Buhârî (3661,4640), İbnu Ebî Âsım, es-Sünne (1223), Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr (4/411, H:1709)

[29] Bu ifâde, Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimizin değil de rivâyet edenin tereddüdüdür.

[30] Ahmed (3/266)

[31] Ahmed (5/299), Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ (5/48 H:8159), İbnu Hibbân (7048) İsnâdı sahîhdir.
 

anonim

New member
Katılım
11 Eki 2011
Mesajlar
137
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Konum
daha bulunmadi...
Ehl-i sünnet kitaplarında geçen zevatın hepsi sahabilerdir burada bir ihtilafımız yok. Ama sahabi kelimesini kutsal, ululuk, yücelik ile eşanlamlı algılayan ve kullanan sadece sünnilerdir işte ihtilaf bu noktada.Oysa ki, Kuran –i Kerim`in Yusuf suresinin 39.cu ayetinde Yusuf peygamber putlara tapınan zindan arkadaşlarına da “sahabilerim” diye hitap etmiş; “Ya sahıbeyis sicni e erbabum muteferrrikune hayrun emillahul vahidul kahhar” (Yusuf 39) Kuran`ın çeşitli yerlerinde sahabe ve ashab kelimesi geçer ve bugün sünnilerde olan sahabe kavramına göre değil.
Seçkin sahabelere can feda!
Kötü söz sahibinindir!
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Ehli Sünnet, sahabeye Peygamberimiz'in onlar (sahabe) hakkında ki hususi ifadeleri nedeni ile tazim ve hürmet eder. Peygamberimizin (sav) sahabeye verdiği kıymet ve saygınlık ölçüsünde hiyerarşik bir sevgi saygı yansımasıdır bu Ehli Sünnet için. Bunlar dışında sahabeler için beşeri hususiyetleri aşan bir yücelik söz konusu değildir. Eğer sahabeler herhangi bir yerde ve herhangi bir şekilde beşeri hususiyetleri aştığı şeklinde bir ifade ile anılırsa/anılmışsa, bu sahabelere kutsiyet yüklemek ve buğz etmek şeklinde değil, bahsi geçen o lafzın ıstılahına bakmayı gerektirir ki, bunlar yazılı edebiyatın gereğidir.

Ayrıca; sahabiliğin Yusuf 39 suresinde lafzı anlamı ile kullanılması ile, Peygamberimizin (sav) sahabileri için ıstılahi olarak kullanılmasını eş görmek sadece cahilliktir.

Sahabelerin hepsine can feda!
Kötü söz hak edenindir!
 

anonim

New member
Katılım
11 Eki 2011
Mesajlar
137
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Konum
daha bulunmadi...
Ayrıca; sahabiliğin Yusuf 39 suresinde lafzı anlamı ile kullanılması ile, Peygamberimizin (sav) sahabileri için ıstılahi olarak kullanılmasını eş görmek sadece cahilliktir.


Yazılanları miheng taşı Kuran`a vurduktan sonra "doğrusunu Allah (cc) bilir" dedik; Hiçbir alim hangi kelimenin kimlere ait kullanılmasını ve kelimenin kendi içinde neleri, kimleri ihtiva etdiğini ve kullanma yerini Allah`tan (cc) daha iyi bilemez,
bahsi geçen kelime Peygamberden (s.a.a.s) önce indirilen kitaplarda değil bizzat kendisine indirilen kitapta geçmiş. Bize hüccet olması için yeterli sebep.



 

anonim

New member
Katılım
11 Eki 2011
Mesajlar
137
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Konum
daha bulunmadi...
Şia`nın ilmi yaklaşımından vemetodundan habersiz birinin bu yaklaşımı doğaldır.

Şia kişisel görüşleri ve kıyası hükm vermek için baz almamaktadır. Sahabe konusunda da aynı;
Kişiler arasında yakın sohbet arkadaşlığı kurulduğunda "sâhib" kelimesi ikinci zamire eklenerektamamlama oluşturmaktadır. Hz. Resulullah (s.a.a.s)döneminde salt "sahib" veya "ashab" terimleri söylendiğindeHz. Peygamber'in dostları ve arkadaşları anlaşılmıyordu; bilakis, dahasonraları, Hilâfet Ekolü'nün mensupları tarafından Hz. Resulullah'ın (s.a.a.s)arkadaşları için sadece "sahabe", "sahabe" ve"Ashab" kelimeleri kullanılmaya başlanmıştır. Yani sadecePeygamber'in arkadaşlarının "sahabe" olarak adlandırılması neKur'ân'dan kaynaklanan bir şeydir, ne de İslâm'dan; bu sadece daha sonradanbelirlenmiş bir ıstılahtır. Bu şia`nın görüşüdür ne bizim sizi ictihadlarınızdan vaz geçirmek gibi niyetimiz var, ne de inancınızdan taviz vermenizi beklemeyiz. Herkesin aklı kendisine yetecek kadardır.
Şia`nın ilmi yaklaşımının ve metodunun az da olsa anlaşılması için Hz. İmam Caferi Sadık`dan (a.s) hadisler yeterli olur.
Eban b. Tağlib şöylediyor: “İmam Sadık’a (a.s) şöyle arzettim: “Eğer bir kimse, bir kadının parmaklarından birini kesecek olursa, ne kadar diyet vermesi gerekir?”
-On deve
-Eğer iki parmağını kesecekolursa nasıl?
-Yirmi deve
-Eğer üç parmağını kesecek olursanasıl?
-Otuz deve
Doğal olarak İmam Sadık’ın(a.s) cevabını işiten herkes, kendi kendine şöyle diyecektir: “Her parmakkarşısında on deve vermek gerekir.” Nitekim Eban b. Tağlib de böyledüşünüyordu. Bu açıdan şöyle sordu: “Eğer dört parmağını kesecek olursa nasıl?”
İmam (a.s) şöyle buyurdu:“Yirmi deve vermesi gerekir.”
Eban b. Tağlib şaşırarakşöyle dedi: “Sübhanallah! Üçparmak için otuz deve vermesi gerekirken, dört parmak için yirmi deve vermesimi gerekir? Biz Irak’ta bunu işittik ama bunu söyleyen kimseden uzak durduk veşöyle dedik: “Bu konu şeytandandır.”
Bu sırada İmam Sadık (a.s)onu bu tür sözler söylemekten sakındırdı ve şöyle buyurdu: “Sus ey Eban! BuAllah Resulü’nün (s.a.a) hükmüdür. Kadın, diyetin üçte birine kadar erkek ilebirliktedir. Ama eğer üçte birini geçerse yarıya döner. Ey Eban! Eğer kıyasüzere benimle konuşuyorsan, bil ki eğer dinde ve ilahi hükümlerde kıyasuygulanacak olursa, bu, dinin ortadan kalkmasına neden olur.”


Hz. İmam Caferi Sadık (a.s) Ebu Hanife ile görüşmesi;
Bana bildirildiğine göre sen kıyas üzere hüküm veriyorsun.
-Evet öyledir.
“Ey Nu’man! Hangi suç daha büyüktür? Cinayet mi zina mı?”
-Cinayet.
-O halde neden, sence daha büyük olan cinayet hususunda iki şahit yeterlidir ama zina hakkında dört şahit gereklidir? Acaba burada kıyas, sorunu hallediyor mu?
-Hayır.
-Hangi şey daha aşağılıktır; idrar mı yoksa meni mi?
-İdrar.
-O halde neden Allah, sence daha aşağılık olan idrar için abdesti farz kılmış, meni için ise guslü farz kılmıştır? Acaba burada da kıyas sorunu halledebilir mi?
-Hayır.
-Hangi şey daha büyük ve azametlidir; namaz mı yoksa oruç mu?
-Namaz.
-O halde neden hayızlı kimseye oruçlarını kaza etmesi farz kılınmıştır ama sana göre daha büyük olan namazın kazası farz kılınmamıştır? Acaba burada da kıyas sorunu halledebilir mi?
-Hayır.
-Hangi şey daha zayıftır; kadın mı yoksa erkek mi?
-Kadın.
-O halde Allah neden miras hususunda erkek için iki ve sence daha zayıf olan kadın için bir pay karar kılmıştır? Acaba burada da kıyas sorunu halledebilir mi?
-Hayır.
-Neden Allah, on dirhem hırsızlık yapan bir kimsenin elinin kesilmesini emretmiştir ama eğer bir kimse zalimce birinin elini kesecek olursa beş bin dirhem diyet vermesi gerekir? (Özetle insanın eli on dirhem değerinde midir, yoksa beş bin dirhem değerinde mi?) Burada da kıyas sorunu halletmekte midir?
-Hayır.
-Bana bildirildiğine göre, “Sonra o gün size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz” ayetinin tefsirinde: “Nimetlerden maksat, yaz gününde soğuk su ve temiz yiyecektir.” diyorsun.
-Evet, ben böyle tefsir ediyorum.
-Eğer bir kimse seni davet edip sana temiz yiyecek ve lezzetli su verse, sonra da sana minnet koysa onun hakkında ne dersin?
-Onun hakkında, “cimridir” derim.
-(Eğer su ve yiyeceği sormak ve bu konuda minnet etmek cimrilik ise) bu cimriliği Allah’a isnat etmek mümkün müdür?
-O halde bu ayette yer alan nimetten maksat nedir?
-Biz Ehl-i Beyt’in sevgisi kastedilmiştir.”


 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Caferi Sadık (ra) nerede, Şia nerde... Şia'nın ilmi yaklaşımını gayet güzel anladık, şüphe yok, türlü muamelattan dahi malum.
 

anonim

New member
Katılım
11 Eki 2011
Mesajlar
137
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Konum
daha bulunmadi...
Eger gerçek olan sizin bildiğinizse,günümüze kadar ve günümüzde de Peygamber (s.a.a.s) ehli-beytinden olanların,seyyitlerin büyük çoğunluğunun şia olması nasıl olmuş?
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Her ne ise, herkes bildiğine inansın, üzmeyelim, üzülmeyelim, hakikatı Allah (cc) biliyor, bu konuyu fazlaca uzatmayalım, çünkü kimseye fayda etmeyecek...
 
Üst Alt