Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Seyyid Taha-yı Hakkâri

cüneytkaya

New member
Katılım
10 Tem 2007
Mesajlar
85
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
Seyyid Taha-yı Hakkâri hazretleri, Anadolu'da yaşayan büyük velilerdendir. Silsile-i aliyyenin otuz birincisidir. Peygamber efendimizin neslinden olup Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin on birinci torunudur. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin halifelerindendir. 1853 yılında Şemdinli yakınındaki Nehri'de vefat etti. Kabri orada olup ziyaret edilmekte, feyz ve bereketlerinden istifade olunmaktadır.

Asil ve temiz bir aileye mensup olan Seyyid Taha-i Hakkari'de çocukluğunda büyüklük ve olgunluk halleri görülür, zeka, istidat, vakar ve heybeti ile herkesin dikkatini çekerdi. Onu her gören ilerde pek büyük bir zat olacağını söylerdi. Küçük yaşta Kur'an-ı kerimi hatmetti ve ezberledi. Sonra ilim tahsiline başladı. Süleymaniye, Kerkük, Irak, Erbil, Bağdat gibi ilim merkezlerine giderek şöhretli âlimlerden, tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimleri, zamanın fen ve edebiyat bilgilerini öğrendi.

Seyyid Taha, daha ilim talebesi iken, bir gün Bağdat'a yakın bir yerde, çok küçük bir akarsudan abdest alıyordu. Arkadaşları; "Bu su çok azdır, bununla abdest olmaz" deyince; "Bu, ma-i caridir, yani akar sudur. Dinimizde bununla abdeste izin vardır. Siz ilim talebesisiniz, bunları bilirsiniz. Sonra bu suda balık bile yaşar" buyurdu ve elini orada biriken su birikintisine sokup çıkardı. Arkadaşlarına uzatarak; "Bakın bu suda kocaman balıklar yaşamaktadır" deyip elindeki balığı gösterdi. Bu büyük kerameti gören arkadaşları; "Bundan sonra sen ne yaparsan yap, bir daha sana itiraz etmeyeceğiz" dediler.

Hicri on üçüncü asrın kutbu olan Mevlana Halid, Hindistan'a giderek, Gulam Ali Abdullah Dehlevi'nin huzuru ile şereflenip, layık ve müstahak oldukları fazilet ve kemalatı aldı. Sonra, Allahü teâlânın kullarına doğru yolu gösterip Hakk'a kavuşturmak için vatanına döndü. Her taraf, Mevlana'nın kalbinden saçılan nurlarla aydınlanmaya başladı. Bu sırada arkadaşı olan Seyyid Abdullah da Süleymaniye'de bulunan Mevlana'yı ziyarete gitti. Sohbetinde bulunarak, kemale geldi ve halife-i ekmeli yani en olgun halifesi oldu. Mevlana Halid-i Bağdadi'ye, biraderinin oğlu Seyyid Taha'nın, harikulade ve yüksek istidadını anlattı. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri de, bir daha gelişinde, onu beraberinde getirmesini emir buyurdu. Seyyid Abdullah, ikinci ziyaretlerinde yeğeni Seyyid Taha'yı da götürdü. Mevlana hazretleri, Bağdat'ta Seyyid Taha'yı görür görmez, Abdülkadir Geylani hazretlerinin kabr-i şerifine gidip, istihare etmesini emretti. Seyyid Taha da kabre gidip istihare etti. Ceddi Abdülkadir Geylani hazretleri, “Mevlana Halid, zamanının âlimi, evliyanın büyüğüdür. Hemen ona git, teslim ol, onun emrine gir” buyurdu.

Seyyid Taha, büyük dedesi Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin manevi emri ve izni üzerine, Mevlana'nın huzuruna geldi. Bu öyle bir gelişti ki, pek az kimselere nasip olmuş, nasıl ve neler elde ederek gideceği, bu başlangıç ve gelişten belli oluyordu. Mevlana, Seyyid Taha'nın yetişmesine, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, kalblerin düşünemediği makamlara erişmesine himmet gösterip yardım etti. İleride zamanın en büyük âlim ve velisi olacak tarzda, ihtimam ve ciddiyetle onu terbiye etti. Riyazet ve mücahedesinde hiç eksiklik etmedi.

Mevlana Halid hazretleri, yetiştirme ve terbiye esnasında, Seyyid Taha'ya dağdan taş getirtirdi. Bu hâl, talebeleri arasında, taaccüble karşılanır; "Hocamız Mevlana, Resulullahın Ehl-i beytine çok fazla bağlı olduğu halde, Seyyid hazretlerini dağa göndermesindeki hikmet nedir?" derlerdi. Hazret-i Mevlana ise, bu hususta konuşmaz sükut ederdi.

Seyyid Taha hazretleri, Mevlana Halid-i Bağdadi'nin yanında ****en gün kaldıktan sonra, velilikte pek yüksek derecelere kavuştu. Keşf ve keramet sahibi olarak hilafet-i mutlaka ile şereflendi.

Seyyid Taha hazretleri, hilafetle müşerref olup Berdesur'a hareket edeceği zaman, Mevlana onu büyük bir cemaatle uğurladı. Vedadan sonra, Seyyid Taha, Mevlana'nın ayrılmış olduğunu hissedip, atına binmek istediğinde, üzenginin bir kimse tarafından tutulduğunu anladı. Baktığında, üzengiye yapışan ve onu tutanın hocası Mevlana olduğunu gördü. "Estağfirullah" deyip, geri çekildi. Mevlana, Seyyid Taha hazretlerine hitaben; "Bir zaman nefsinin terbiyesi için size dağdan taş getirtiyordum. Şimdi Resul-i ekremin Ehl-i beytine olan bağlılığım sebebiyle üzengini benden başka kimse tutamaz. Siz de bundan kaçınamazsınız" buyurdu. O da sıkılarak; "Emir edepten üstündür" sözü gereğince ata bindi. Bir müddet binlerce âlim, salih, talebe ve halkın katıldığı uğurlama merasimi ile yürüdü. Sonra, Mevlana durdu. Elindeki dizginleri, Seyyid Taha'ya verip; "Bundan sonra dizginlerin senin elindedir. Terbiye ve yetişmende kusur etmedim. Cenab-ı Hak yardımcın, büyüklerin ruhları sığınağın olsun" buyurdu. Taha-yı Hakkâri hazretleri Mevlana Halid-i Bağdadi'nin halifesi olarak Berdesur'a geldi.

Amcası Seyyid Abdullah, Nehri'de talebe yetiştirmek ile meşgul iken, oraya çok yakın olan Berdesur'a Seyyid Taha'nın da gönderilmiş olmasının hikmetini anlayamayan birçokları; "Böyle iki büyük halifenin bir yere gönderilmesinin sebebi nedir?" dediler. Fakat bunu, kısa bir süre sonra Seyyid Abdullah vefat ettiğinde anladılar. Bunun üzerine, oranın halkı tarafından Seyyid-i Büzürk (Büyük Efendi) diye bilinen Seyyid Taha hazretleri, Nehri kasabasına gelip irşada başladı. Burada kırk iki sene, ilim talebesine, Hak aşıklarına ve Hakk'ı arayanlara ilim, feyz ve nur saçtı. Aşıklar, uzaktan yakından pervane gibi bu irşad ve nur kaynağının etrafına toplandılar.

Seyyid Taha'nın sohbetleri bereketiyle pek çok kimse Allahü teâlânın rızasını kazandı. Onu gören müslim veya gayri müslim, o anda Allahü teâlâyı hatırlardı.

İnkârcılardan ve bid’at sahiplerinden kaçınmak hususunda buyurdu ki:
"Münkirden (inkârcıdan) ve bid’at ehlinden aslandan kaçar gibi kaçın! Münkirin ekmeğini yiyenin kalbi, zikre karşı kırk gün ölür. Bu münkirler, Resulullahın zamanında olsalardı, ona iman etmezlerdi."

Seyyid Taha hazretleri, vefa ve sadakatte Hz. Ebu Bekr-i Sıddık'ı, şecaatte ve adalette Hz.Ömer'i, haya ve hilmde Hz. Osman'ı, vilâyet-i kübrada Hz. Ali'yi (radıyallahü anhüm) temsil ederdi. Tıpkı Resulullaha yakın Eshab-ı kiramdan birisi gibiydi.

Vakar ve heybetinden mübarek yüzüne bakılmazdı. Yüzündeki heybet ışığı, on dördüncü gecedeki ay gibi gözleri kamaştırırdı. Alnı geniş, kaşları gür, iki kaşları arası açık, mübarek gözleri siyah, yüzleri yuvarlak, sakalı top, orta boylu bir nur parçası idi. Gönül sahipleri görünce, ruhen aşık olurlardı. Sohbetlerinin ehli olanlar, aşkla kendilerinden geçerlerdi. Nehri hududuna girildiğinde, feyz ve muhabbet kokuları, akıllı olanları ve gönül sahiplerini istila ederdi. Ziyaretçiler, abdestsiz olarak Nehri'ye giremezdi.

Seyyid Taha hazretleri, teheccüd namazını ekseriya bereketli evinde, bazen kendi mescitlerinde eda ederlerdi. Kuşluk namazını daima camide kılardı. Her gün medreseleri kontrol eder, müderris ve talebelerin tahsillerini tetkik buyururdu. Müderrislerin müşkil meselelerini hallederdi. Nehri, karınca yuvası gibi, daima salih kişiler ve talebelerle dolu idi. Binlerce gönül sahibi feyz almak için boyunlarını büküp, o dergaha akın ederlerdi. Gece-gündüz o makamın, zikir, fikir, ibadet ve taatsız bir anı bulunmazdı. Seyyid Taha hazretleri dergahı teşriflerinde, herkesin gönülleri, inci saçılan dillerinden çıkacak sözlere bağlanırdı.

İkindi namazından sonra "Hatm-i hacegan-ı kebir", sonra imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat'ı okunurdu. Seyyid Fehim hazretleri Nehri'de ise ona, yok ise, muhterem damatları ve halifeleri Seyyid Abdülehad hazretlerine okuturlardı.
 
Üst Alt