Seyda Hazretleri Hakkinda Basinda çikan Yazilar
Seyda Hazretleri Hakkinda Basinda çikan Yazilar
GÖNÜLLER SULTANI
Vazife:
Hekimoğlu İSMAİL
Allah indinde din, İslamiyet'tir. Gerçek müslümanlar bulunduğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır Demek ki islamiyet, kıyamete kadar yaşayacak. Yaşanan bir din için Allah, dine hizmetkar olacak kullarını göndermektedir. İslamiyete hizmet eden herkes, Allah'ın memurları hükmündedir. Görünmemekle beraber her birinin rütbesi vardır.
Keramet:
İslamiyete hizmet edenlerin en belli vasfı keramettir. İslami ahlaka sahip olmak, İslami ilimleri bilmek bir bakıma keramet gibi görünse de, alışmışlığın dışında bazı işlerin yapılabilmesi de keramet planında yer almaktadır. Kerametin en mühim şekli, insanlara, İslam'ca yaşamayı verebilmektir.
Ayyaşlarin Tevbesi:
İki ayyaş bir taraftan kadehleri boşaltırken, bir taraftan da çene çalıyorlardı:
-Senin ki artık içmez oldu.
-Sorma yahu, bir hoca görmüş, kendisi hoca kesilmiş,
Kahkahayı bastıktan sonra:
-Adam hem içmiyor, hem sakal bırakmış, hem de camiye gidiyor. Ha babam ha!..
-Görmesem inanmazdım.
Biraz sustular. İkisi de kadehlerim tutuyor, ikiside sigarayı tellendiriyordu.
-Biz de gitsek mi?
-Anlamadım!
-Kafayı iyice çekelim, ceplere de birer tane yerleştirelim. Bagaja da dolduralım, bakalım hoca ne yapacak?
Yine güldüler, kadeh tokuşturdular. Bu karara sevinmişlerdi.
Bir hafta sonra sarıklı cübbeli, entarili bir şahsın karşısına dikildiler. Ayakta duramayacak kadar sarhoştular.
-Para verdiniz, gidip için...
Onların hayatları "içmek"ti. Hoca da "için" diyor. Hemen ayrılıp arabanın yanına döndüler. Kendi tabirleriyle çilingir sofralarını kurup, içmek istediler, mümkün değil, tek yudum alamadılar. O zaman şişeleri taşa çaldılar.
Tevbe:
Yarabbi, işledigim günahlara tevbe ediyorum. Keşke işlemeseydim. Bir daha işlemeyecegim...
Bunun arkasından sekiz şart, abdest, gusül abdesti alınacak, iki rek'at tevbe namazı kılınacak...
Keramet mi?
Namaz kılmayan, namaza belki düşman olan kimseler abdest almaya başlıyor. İslam okyanusuna giren bu adamlar titriyor, ürperiyor. "Allah" diye bağırıyor. Şubat ayındayız, mevsim kış. Soğuktan değil, hayatın değişmesinden dolayı titreyenler, rengi kireç gibi olanlar, yeni bir hayata geçenler, içkiye, kumara veda edenler, meyhaneyi kapatanlar, namaza başlayanlar, sakal bırakanlar...
Gong!
Olup bitenleri anlamaya çalış. Bunlar akılla, kitapla izah edilemez. Şu ayyaşın abdest alışına bak! Şu komünistin Allah deyişini dinle! Şu kumarbazın maddeten ve manen ellerini yıkamasını seyret! Artık modern hayatın çölünde vaha kurulmuş.Artık islami bir hayatın çizgileri çizilmiş. Artık ferman ferman üstüne inmiş, boyunlar bükülmüş, eller bağlanmış...
Çorba:
"Müslümanlar para kazanın zengin olmayın" cümlesinin tatbikatı burada. Gönüller Sultanı, Asr-ı Saadeti yirminci asra getirmeye çalışıyor. Yüzlerce, binlerce insana kendi kazancından çorba içiriyor, ekmek veriyor, kimseden birşey alınmıyor. Herkese bir şeyler veriliyor. Çorba ve ekmek bugünkü standartların dışında. Fakat sahabe çorbasına ve ekmeğine çok yakın.
Camiler yaptırmış tıklım tıklım dolu. Yatsı namazında üst üste secde ettik, imam kendisi...
Sonra camide halı üstünde uyuyanlar. Mevsim kış, Soğuk, şiddetli, üşüyen var, hasta olan yok... Dedim ya akıl üstü, kitap dışı şeyler... Hatta, dışarda beton üzerinde yatanlar olmuş, yine hastalanan yok. Hastalıkları iyileşenlere de rastladım. Kuyruk:
Yatsıdan sonra tekrar abdest aldım. Talimata göre artık konuşmak, yemek içmek yok. Saat dokuz, üstü açık dört banyonun önünde, gusül abdesti için kuyruğa girmişler. Bekleyenlere dikkat ettim. Bunlara el yıkatmak mümkün değilken, bu geç vakitte, kar serpiştirirken, soğuk su ile gusül aldıran güç nedir?
"Bekleyen çok" diye gittim gece yarısı saat bir de geldim. Yine kuyruk var. bu iş başka...Ben de gusül aldım. Söylenenleri gücüm yettiği kadarıyla yapmağa çalıştım.
Mehenk:
Gördüğüm, duyduğum herşeyi islamın mihengine vurmaya çalıştım. Bildiğim kadarı ile İslama aykırı bir hal yok. İslamiyeti yaşama gayreti, bir kısım kabahatlerin üstünü örtüyor. Bir fakih, "Allah" diye bağrılmasını hoş karşılamadı. Halbuki bir kısım insanların vücut serinde dehşetli değişimler oluyor. Büyük fırtınalar içinde, en güzel feryad, yine "Allah" demektir.
Sürgün:
Düşünüyorum, bir kisim insanlari devlet sürgün ediyor. Gönüller Sultani kendi kendini sürgün etmiş. Şehirlerden uzaklaşmiş. Tepeler üzerinde, en basitinden yerler yapmiş. Evler basit, cami büyük!... Televizyon, radyo, gazete yok. Siyaset, parti, iktidar hirsi yok. Şehirlerin günaha akan caddeleri, hileli hurdali ticaretleri yok. Gayri ihtiyari zaman kendi kendime sorum "Türkiye'de miyim?"
Irklar, kavimler kaynaşmiş, diller bir kelimede ittifak etmiş: "Allah!"
Su:
Dikkatle bakınca İslamiyetin keramet gerçeği burada da oldukça bol. Mesela, asırlardır susuz olan bu topraklarda, bir yer kazılmış, su çıkmış. Bu sudan hergün binlerce kişi abdest alıyor, içiyor, yıkanıyor ve bahçeler sulanıyor. Kıraç topraklarda güzel bahçeler kurulmuş
İlim Alah'ın İslam Allah'ın ve hepimizi yaratan Allah! Gönüller Sultanı bir insandır, Allah'ın askeridir. Emir almış, vazifesini yapıyor.
Falan köyün camisi cemaatsizmiş. Şimdi gençlerle dolu. Çünkü Gönüller Sultani'm görmüşler.
Öğle tatilinde camiye koşan işçiler, onu görmüşler.
Çantasını kenara bırakıp namaz kılan gençler, onu görmüşler.
İslamiyetin Hak din olduğuna binlerce delil var Bir de Gönüller Sultanı'nın icraatı...
MENZİLDE BİR GÜNEŞ BATTI
Hekimoğlu İSMAİL
Menzil, varılacak yer demektir. Hiç kimse "Falan yere gidin" demedi, herkes oraya akın akın gitti. Evvela devlet gözetledi: "Ne oluyor?" diye, sonra Muhammed Raşid Efendi'yi gözetim altına aldı, sorgulaması yapıldı:
-Biz, kimseye gelin demiyoruz, onlar kendi istekleriyle geliyorlar. Onlara bir şey de söylemiyoruz...
Şeklinde ifade verdi fakat, yakasini bir türlü birakmadilar. Neticede o bizi birakti, dünya yurdundan ahiret yurduna göçtü.
"Allah indinde din İslamiyettir" buyuruluyor, "Allah dinini kıyamete kadar koruyacaktır" deniyor. Halbuki islami eğitim hemen hemen yok edilmiş, günah selleri sevapları da alıp götürmüş, ortada ismi Müslüman fakat Avrupa hayatı yaşıyan insanlar kalmış... Bu durumda İslamiyet nasıl devam edecek?
Sebepleri yaratan Allah, bazan sebepleri aşarak icraatini sürdürüyor. Menzil'de bunun tatbikatini gördük.
Menzil Urfa yolu üzerinde, Urfa'ya yakın bir yer. Eskiden burası bir bozkırmış. Raşid efendi'nin dedesi buraya gelip, gayet basit evler yapmışlar, bir- kaç haneden ibaret bir belde kurmuşlar. İşin en Önemli yanı buradan bir su çıkmış, tadı değişik amma güzel içmeye, temizliğe, bahçe sulamasına yetecek kadar sanki kendi kendilerini sürgün etmişler, şehirlerden kaçıp, ıssız bir yerde ikamete başlamışlar. Fakat milyonlarca insanın bulunduğu şehirlerde kendilerini yalnız hissedenlere inat, bunlara hergün binlerce insan akın akın ziyarete gelmiş. Evet, orada bulunduğum üç gün içinde hergün otobüsler, taksiler, minibüsler dolusu insan gelirdi.Mahşeri bir kalabalık vardı, bu insanları oraya çekip getiren neydi? Niçin geliyorlardı? Yaz, kış demeden, yorgansız, yataksız camide veya surda burda nasıl yatıyorlardı? Ne yiyip içiyorlardı?
Evet, İslami Öğretim ve eğitim yok edilirken, Müslümanlar sebeplerin dışında, İslamiyet'le müşerref olup, İslamiyet'in hakkaniyetine alenen inanıyorlardı.
Raşid efendi, pek konuşmazdi, vaz-u nasihatte bulunmazdi. Sadece imamlik ederdi. Amma onu gören kötü alişkanliklarini terk eder, bazilari sakal birakir, dini kiyafetler içinde işine bakardi. Nasil ki, miknatis, demir cinsinden şeyleri miknatislandirirsa, o da yanina yaklaşana Islami hayati aşilardi. Bu, elbette Allah vergisiydi. Islam'dan uzaklaşan bir kisim kullarini Allah, bu şekilde Islam'a çekiyordu.Her irktan, her mezhepten, hatta her dinden insanlar gelirdi, bunlari getiren sebebi anlamak mümkün degil, amma giden bir daha gitmek ister, sevdiklerini de götürürdü.
O, seyyiddi, âli beyttendi. Bu noktada düşünüyorum: Hazreti Ali'yi sevdigini söyleyen, onun soyuna hürmetkar ve bagli olan Aleviler, bu seyyidler kervanina tabi olsalar gerçek manada Hazreti Ali'ye de tabi olurlar.Seyyidler çok önemlidir, onlardaki hal ve tesir daha başkadir.
Raşid Efendi Arapça, Türkçe ve Kürtçe bilirdi. Menzil'de Kürt'ü Türk'ü, Arap'i kardeş kesilirdi. Böylece milli derdimizin dermani idi, bir kisim bürokratlar kadrini bilmedi. Osmanli Devleti'ni asirlarca ayakta tutanlar,Raşid efendi gibi kimselerdi. Türkiye, bunlarin kiymetini bilmedigi için şimdi başimiza PKK olaylari çikti. Çünkü Islamiyet'i yaşamaktan başka bir gayesi olmayan Raşid Efendi ve onun gibiler sürekli gözetim altinda bulunduruldu, sürgün edildi, ifadesi alindi, kisacasi rahat birakilmadi, olaylar PKK'lilara malzeme oldu. Islamiyet her irki, her mezhebi, kisacasi Mülümanlar'i kardeş ederken bugünkü kavmiyetçilik kardeşi kardeşe düşman etti. Raşid Efendi gibilere imkan taninsaydi Güneydogu hadiseleri olmazdi.
Dedik ya, "O, seyyiddi". Seyyidler kervanı yollarına devam edecek, bu kervana katılanların dünya ve ahiretleri cennet olacaktır inşaallah.
BİR MANEVİ ÖNDERİN KAYBI
Fehmi KORU
Vefatının üçüncü günüydü ve vefatı öğrendiğimiz günden beri ilk defa biraraya geliyorduk. Yüzündeki buruk ifadeyi açıklamak için, "İnsanın mürşidi Ölünce içinde bir boşluk kalıyor" dedi. Birkaç gündür etrafta hissettiğim sarsılmanın en derin anlamım bunu söyleyenin yüzüne baktığım o an çıkardım. Yakınımdaki birçok insan, şu sıralarda içlerinde derin bir boşluk hissediyorlar. Ve o sebeple buruklar...
Hayatında hiçbir iniş çıkışı bulunmayan, davranışları önceden kesitirilebilir bir insan olan babamın, hepimizi şaşırtan iki ani ve fevri davranışını gördük bugüne kadar... Biri, bizlere kızıp biraz kafasını dinlemek istediğinde, neredeyse 30 yıl aradan sonra, askerliğini yaptığı il olan Malatya'ya çekip gitmesiydi. Diğeri ise, birkaç günlük bir başka ortadan kaybolmasıydı. Döndükten bir müddet sonra, o da iyice sıkıştırınca, Adıyaman'ın Menzil köyüne gitttiğini itiraf etmişti.
İzmir nere Adıyaman nere? Esnaflar çevresinde biçok kişi, her hafta birkaç otobüsle Menzil ziyaretini alışkanlık haline getirmişler; cami arkadaşları onu da ikna edip, bizlere bile haber vermesini beklemeden Menzil'e sürüklemişler... Sorguladığımızda, orada gördüğü basit ama anlamlı hayattan bölük pörçük sahneler aktarmıştı: Altı her zaman kaynayan kazan, dışarıdan gelenlerin yatması için hazırlanmış yer yatakları, cemaat halinde kılınan namazlar... Kimsenin aç, açıkta ve manevi korumasız kalmadığı bir yermiş Menzil...
Başkalari manevi hayatin dişinda kalmişlar "ölümü" zor idrak ediyorlar. Çok kisa sürede olup bitenler onlari şaşirtiyor olmali. Cuma namazi sirasinda vefat eden bir insan, sevenleri tarafindan hemen köyüne götürülüyor, Şafii gelenegine uyularak vakit geçirmeden topraga veriliyor... Ölümle topraga verme arasinda yalnizca 24 saat geçmesine ragmen onbinin üzerinde insan Menzil'e gelmiş bile... Türkiye'nin her tarafindan...
Şeyh Raşid Erol, vefatindan sonra çikan yazilardan ögrendigime göre, Öyle fazla konuşan bir "mürşid"degilmiş...Onu ziyaret edenler, Menzil'de bulduklari ortamin etkisinde kalirlarmiş... Daha dogrusu, sözlü ikna yerine, hal ve tavriyla teblig yöntemi imiş onunki... Baglandigi esaslar ve takipçilerinin izlemesini istedigi ilkeler, varligiyla etrafina örnek olarak insandan insana geçiyor olmali...
Mana aleminin dışında kalanlar işte bunu anlayamaz. Onların zannetikleri, inanan kesim arasındaki ilişkilerin madde ve para temeline dayandığıdır... Biraz daha insaflı olanlar, önder durumundaki kişinin cazibesinin etkisini de kabul ederler. Ancak hiçbirinin aklına, kalpten kalbe bir yol olabileceği gelmez... Konuşmadan anlaşılabileceğini düşünmezler bile.. Oysa, Seyyid Raşid Erol, Öyle çok konuşmayan, insanları etkilemek için hiç çaba göstermeyen, ama insanların peşinden ayrılmadığı bir "mürşid"di.
Küçücük bir köy, sırf o orada yaşıyor diye, ülkenin her tarafından gelen insanlarla dolup taşıyordu. Otobüslerle, otomobillerle gelenler, köydeki imkanlarla misafir ediliyor, doyuruluyor ve isteyen istediği kadar kalıp, istediği anda orayı terkediyordu. Gelenlerin içinde kötü alışkanlıkları olan, içki ve kumardan kendilerini alamayanlar, Menzil'in manevi havasını teneffüs edince, o alışkanlıklarını terkediyorlardı... Vaktiyle meyhane iken lokantaya çevrilmiş yerler gördüm Anadolu'da... Adlarım da "Menzil"e çevirmişlerdi...
12 Eylül askeri darbesinin en baskıcı günlerinde, ülkeyi yöneten komutanlar Menzil'i de keşfetmişlerdi. Kimin aklına nereden geldiyse, Şeyh Raşid Erol'a zo-, runlu ikamet yeri olarak Gökçeada'yı seçmişti. Az kişinin yaşadığı, vaktiyle Rumlar tarafından iskan edilmis bir adayı... İkametgahıda, eğer yanlış bilmiyorsam, bir meyhanenin üstüydü. İnançlı bir insana yapılabilecek en büyük zulüm... Çeşitli sağlık sorunları bulunan Şeyh'in tedavisini de engelliyorlardı. Zorunlu ikamet ve tedavisinin engellenmesi bir yana, kendisini tanıyanlarla irtibatının kesilmesi daha da büyük bir zulümdü.
Kenan Evren, sonradan kitaplaştirdigi anilarinda, Turgut Özal'a ilk olumsuz teşhisi koymasina Şeyh Raşid Erol'un vesile oldugunu anlatir. Özal, sagligi bozuk, sevenleriyle irtibati kopmuş Şeyh'in sürgün hayatinin sona ermesini talep etmiştir. Her halde, bunu, uygun bir dille yapmiş olmali. 12 Eylül'ün kudretli lideri, "Yaptigi teklif igrençti" gibi bir şeyler söyler... Bir manevi liderin zulmüne.son verilmesini igrenç bulan Kenan Paşa...
Seyyid Raşid Erol'un zorunlu ikametinin sona erdirilmesi, askerlerin göreve getirdigi merhum Turgut Özal gibi siyasiler tarafindan başarilamaz, ama yine onlarin kurdugu partinin başina getirdikleri bir başka emekli askerin devreye girmesi etkili olur. MDP Lideri Turgut Sunalp Paşa, parti işinde yaninda bulunan siyasetten anlayan bir kadronun telkiniyle, Şeyh Raşid Erol'un daha uygun bir yere taşinmasini saglar... Ankara'daki kisa bir ikamet, ANAP iktidarinin ilk günlerinde, yeniden Menzil'e dönüşle noktalanir.
Köydeki cenaze töreninde Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkani Muhsin Yazicioglu da bulunmuş... Yeniden Doguş Partisi (YDH) lideri Hasan Celal Güzel de... Fotograflara baktim, çeşitli vesilelerle tanidigim yiginla insan gördüm. Hepsi de sevgi ve bagliliklarini sunmak üzere oraya gitmişlerdi, besbelli... Bagliligi olan bir yakinim, gitmesi mümkün olmadigi halde gitmediginin izdirabini çekiyordu, törenden dört gün sonra bile... Binlerce kişi ayni duygulan paylaşiyor olmali şimdi...
Cuma günü Meclis'e gittim ve cuma namazım da orada kıldım. Zaman'dan vefat haberini duymuşlar, ama teyidi için bir kanal gerekmiş... Benim aklıma ilk gelen isim, Şeyh ile uzaktan ilgimi kuran işadamı Ahmet Etöz oldu. İzmir Caddesi'nde spor malzemeleri mağazası olan Ahmet Bey, vefat haberiyle birlikte hastaneye koşmuş... Magazasinda çalişanlar vefati dogruladilar. Şimdi kimbilir ne kadar üzgündür Ahmet Bey...
Türkiye zor bir döneme girdi. Bu dönemde birlik ve beraberliğin çimentosu olacak manevi liderlere daha fazla ihtiyaç var. Seyyid Muhammed Raşid Erol, Adıyaman'ın Menzil köyünde, doğusu ve batısıyla bütün anadolu'yu kepçeleyen böyle bir manevi önderdi. Vefatı, onu tanıyan, ona bağlılık duyanlar kadar, onu uzaktan sevenleri de derinden üzdü.
TRT bu vefattan herkesi haberdar edebilirdi, etmedi. Gazeteler, etki alanının genişliğini tam kestiremedikleri için, kısa haberler vermekle yetindiler...
Şeyh Raşid Erol, kendi çizgisini devam ettirecek hayırlı evlatlarla onbinlerce bağlısını geride bıraktı. Onu tanıyamamış bizim gibiler de yokluğunu hissedecekler... Ama en büyük kayıp, ayrılık ve bölünme belasının pençesine düşmüş olan ülkenindir; bunu unutmayın...
Mekanı cennet olsun...
SEYYİD MUHAMMED RAŞİD (K.S.)'NİN ARDINDAN
Vehbi VAKKASOĞLU
Soru: Türk toplumunda yaşayan birisi olarak vefatinin sene-i devriyesi dolayisiyla Seyyid Muham-med Raşid (ks) Hz. hakkinda gözlem, duygu ve düşüncelerinizi anlatir misiniz?
V. Vakkasoğlu: Evet, o mübarek zatın da gerçekten çok büyük bir hayranlığı içerisindeyim:
Ne yazık ki sadece hayranlığı bile, gerçekten beni hala heyacanland.ırır. Kendilerini ilk ziyaret ettiğim zaman, hatta ziyaretim sırasında daha kendilerini görmeden, bulundukları mekanda ve çevrede ruhani-yetlerini hissettiğim bir büyüktür. Allah (cc) rahmet eylesin. Allah (cc) şefaatlerine bizleri ulaştırsın'înşa-allah, sevenleri olarak. Tabii, bu bizim gözlemimiz fazla önemli değil. Bu Mübarek zatlar hakkında söz söyleme hakkına ve selahiyetine de hiçbir zaman sahip değiliz. Böyle bir soruya muhatap olduğumuz için,ben ayrıca hem büyük bir sevinç hemde büyük bir mahcubiyet duyuyorum. İnşallah O'nun üzerine söz söylemenin de bir bereketi ve feyzi olur, bundan istifade ederiz. Bir tarihte son Osmanlılardan Münevver Ayaşlı Hanımefendiden dinlemiştim. O da ziyarete gitmiş. İngiltere'den gelen Müslüman olmuş bir İngiliz kafile, bunlar da tarikat mensubu insanlar merak etmişler, Türkiye'de yaşayan Allah dostlarını bir görelim diye. O zaman gidip ziyaret etmişler, Muhammed Raşid Hazretlerini. Çoğu Hanım olduğu için hanımlara yakın konuşmayı arzu etmediği söylenmiş kendilerine. Ama onlar, o gönül insanları, maddeden, maddenin getirdiği batılılıktan bunalmış insanlar, "uzaktan olsun görelim" demişler ve Münevver hanimdan ben dinlemiştim "Nasil bir kanaat edindiniz? diye sordum evladim demişti bana, uzaktan görünen maddi, manevi hali, eşgali, tavri, hatta görünüşüyle onun gerçek bir Nakşi şeyhi, bir Veli ve Allah Dostu olduguna inandim. Yaklaşmamiza, bizatihi muhatap olmamiza hiç gerek kalmadi. O'nun ruhaniyeti, bizi o kadar uzak mesafelerde kavramişti" demişti. Ingiliz Müslümanla-nnda ülkemize ilk defa gelen insanlarin da bu karara Çok katilmiş olmalari,, gerçekten bizim için, zaten inandığımız bir şeyin tesciliydi ve bana göre çok Önemliydi. O Mübarek Zatın, en çok hoşuna giden Özelliklerinden bir tanesi kesinlikle gıybet ettirmemesi, cemaatleri ve tarikatları, bir rakip firma olarak kesinlikle görmemesi ve onlar hakkında soru sorulupta konuşma mecburiyetinde kaldığı zaman da bizatihi şahit olmuşumdur; daima Övgüyle daima onların hizmetlerini takdirle yadetmesidir. Tabii oldukları büyükleri, diğer Allah dostlarım hürmetle, saygıyla ve hakikaten büyük bir tevazuyla anması oıîun gösterdiği o tevazuyla şahsen benim ve diğer dinleyicilerin de muhakkak ki gözlerinde çok daha büyümüştür. Müslümanlara örnek olması gereken çok önemli bir davranıştır bu... İslam Kardeşliğini bugün tesis etmek için, bu anlayışa ihtiyacımız var. Tabii, Muhammed Raşid Hazretlerinin neslinden ve manevi silsilesinden geldiği babalarını (Gavs Hz.) da ben bizzat görmedim. Çok yakında olmama rağmen göremedim. Adıyaman'da çalışıyordum o sırada. Vefatı da o tarihlere rastladı. Onun da yanlarına ve yakınlarına varmadığım halde, benim yaşadığım çok kerametleri varrdı. Çok arzu ettim, göremedim. Ama rüyamda gördüm. Hakikaten, çok, unutamadığım heyacanları, manevi feyzleri yasatmasına şahit olmuşumdur. O'nun hem evladı, hem de maddi ve manevi olarak silsilesini devam ettiren Muhammed Raşid Hazretlerini de gerçekten o feyze sahip, insanları irşad eden büyük bir Veli olarak gördüm. Oradaki insanlarla ayak üstü bir sohbet etmiştim. Onları öyle mutlu gördüm ki, yeni gelmişlerdi. Hatta ayyaşliktan, uyuşturucudan, serkeşlikten vb. ip-tilalardan kurtulamamiş olarak orada bulunanlari gördüm. Ve onlarda öyle bir sevinç, öyle bir huzur gördüm ki bunlar aninda meydana gelen şeylerdi ve adeta beş yildizli otelde dünyanin en güzel memleketin gezmeye gelmiş insanlarin haletini, ruh halini gördüm. Onlar yataklara bile sahip olmayan, sirt sirta adeta Çanakkale şehitleri gibi yan yana dizilmiş adim atacak yer kalmamiş bir mekanda yatip kalkiyorlar. Ve sadece bir tabak çorbayla ve oranin ekmegi ile beesleni-yorlar. Yani maddi imkan içinde, bu kadar fakir, gerçekten çok fakir ve maddi imkanlardan yoksun bir mekanda, bu insanlari mutlu eden, bu kadar huzura kavuşturan ne idi diye düşündüm. Çünkü onlarinda daha önce böyle birr maneviyattan haberleri yok ve böyle birşeyi yaşamamişlar. Evet, yani oranin güzelligine o zatin oraya .verdigi feyzi görmemek için insan kör olmalıydı, ama olması bile geçerli bir sebep değildi. Çünkü o huzur, insanın hakikaten gönlüne yayılıyordu. Evet, rahmetle anıyoruz ve o hizmetin yine o nesilden ve o soydan geelmiş birileri tarafından devam ettirilmesinden de büyük bir memnuniyet duyuyoruz. İnşallah madde vefatlar, manevi vefatlara sebep olmaz, ve bu hizmet, feyz vermeye, insanları irşad etmeye devam eder.
İnsanımızı ayakta tutan, iç ve dış bozgunculara karşı güçlü ve dirençli kılan, kültürümüzü nesilden nesile sessiz sedasız büyük bir tevazu ile nakleden büyükler vardır. İsimleri, resimleri bilinmez büyüklerdir bunlar. Çünkü saklanmayı, mahremiyet perdesiyle örtülü kalmayı kendileri isterler.Onlar kendi varlıklarını öne çıkaran her türlü hal ve hareketten uzakta kalmaya özel bir özen gösterirler, hizmetlerinin karşılığını hakiki alemde görmeyi umarlar, bunun için de talip oldukları şey sadece ve sadece Cenab-ı Hakk'ın rızasidir.
Bu büyükler, Allah rızası yolunda, dayanılması çok zor ceberutlara, baskıcılara, laiklik perdesine bürünüp gizlenmiş din düşmanlarına rnüthiş bir direnişle karşi koymuşlar, yollarindan dönmemişler, gelecege dair ümitlerinden vazgeçmemişlerdir. Daha dogrusu, gelecegin nasil olacagini fazla da düşünmeden Islam'a, imana sahip çikmişlar, neticeyi Allah'in rahmetinden bekleyerek riza ve tevekkül göstermişlerdir.
Bugün iman ve İslam davasındaki insanlarımız yakın geçmişimizde yaşanan şerefli mücadeleleri bilmek zorundadırlar. Bilmek ve vefa duygusunun gereğini yerine getirmek zorundadırlar. Geçmişin sıkıntılarını bilmek, hem bugünümüz için dersler verecek, hem de içinde bulunulan kolaylık ve imkanların şükrünü ihmal etmemeye sebep olacaktır. Ayrıca bu isimsiz kahramanların tanınması, hizmetlerinin bilinmesi, onların haksız suçlanmalarının da Önüne geçecektir. Zira bugünün şartlarından geçmişe dönüp bakınca, birtakım yanlış değerlendirmeler yapılıyor ve bu suretle de devrin ilim adamları, Allah dostları, manevi dinamikleri suçlanabiliyor.
İşte onlardan biri... Bir büyük silsilenin günümüzdeki temsilcisi, manevi dünyamızın temel yapı taşlarından Muhammed Raşid Erol Hazretleri... Ebedi aleme göçüsüyle bütün mü'minleri büyük bir hüzne boğdu. Ancak, milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz bir dönemde dahi ne yazık ki, başta devlet radyo ve televizyonları olmak üzere medyamız bu olayı görmezlikten geldi. Bu görmezden gelişin temel sebebi, bir eski hastalıktır. Bizi bir vatanda iki millet haline getiren eski bir hastalık. İşin içine din, dindarlık, daha doğrusu islamiyet girince, bir kısım aydın ve bürokratımızın hâlâ kendilerim kurtaramadıkları lâiklik hassasiyetiyle çekinmek, korkmak, endişelenmek ve bu suretle de uzak kalmak, lakaytlaş-mak duygusu... Onbinleri ilgilendiren ve heyecanlandıran bir olayda dahi kör ve sağır kalmak vurdumduymazlığı, bu eski aydın hastalığının temel belirtisidir. Oysa ki, vefat eden maneviyat kutbu, ülkenin sadece güneydoğusunda değil, her yanında bir manevi asayiş muhafızı gibiydi. Ona gönül bağlamış olanlar, her türlü kargaşaya ve teröre karşı, ülkenin her yanında güçlü bir teminat idiler. Ve varlıklarıyla terörü önlemeye giden yolun nerelerden geçmesi gerektiğini de işaretini veriyorlardı. Anadolu'yu bir huzur ortamı haline getirmekte samimi olanların onlarla ortak paydalar aramamaları mümkün mü?
Evet, daha kısa zaman Önce, Muhammed Raşid Erol Hazretleri'nin başına gelen sürgünlü olaylara bakılınca, yöneticilerimizin bindiği dalı kesme gafletini bile aşan bir şaşkınlık içinde olduklarını açıkça müşahede ediyoruz. Nedir bu korku? Bırakınız bu büyüklerin faaliyetlerine yardım etmeyi, onların vefatlarını ve bunu meydana getirdiği yurt sathına yayılan acıyı haber değerinde bile görmemek gafleti hala sürebiliyor. Bu kafayla halkla bütünleşmek nasıl mümkün olacaktır? İnançlarda, uuygu ve düşüncelerde birlik ve beraberlik nasıl sağlanacaktır? Bütün yurt sathında olduğu gibi, Güneydoğumda da temelli ve esaslı bir birliğin ve ortak paydanın adı İslam'dır. Artık bunu yok saymanın imkanı kalmamıştır.
O bölgemize saldıran eşkıyanın bile, gerçek yüzünü din açısından göstermeye başladığı bizzat Genelkurmay Başkanı Sayın Doğan Güreş Paşa tarafından açıklanmıştır. Güreş Paşa'ya göre, bir kısım teröristler. "Buralarda eskiden bizim ecdadımız yaşıyordu ve kiliseler vardı" diyorlar. Dış kaynaklı, Ermeni destekli Hıristiyani hülyaların açığa çıktığı bir zamanda bile artık bazı tarihi yanlışları bir tarafa atıp, insanımızı İslam harcıyla birleştirmeyi, düşünemeyenlerin samimiyetlerine nasıl İnanacağız?
Şeyh Muhammed Raşid Hazretleri'nin mensup oldugu manevi silsile, iman ve irşad sahasinin en parlak ve etkili yollarindandir. Öyle ki, bir zamanlarin meşhur eşkiyalari olan Mamido ve Celilo dahi, Gavs Hazretleri'nin sohbet halkasinda yepyeni bir şahsiyet haline gelmişler, eski hayatlarindan tamamen çekilerek, tertemiz bir ömür yaşamişlardir. Bunun binlerce örnegi, o mütevazi Menzil'de halen yaşanmaktadir.
Bunca ibretli olaydan sonra, hâlâ birtakım temelsiz fobilerle yurdumuzun manevi dinamiklerine, göz yummanın gafletle de tarifi zorlaşmaktadır. O maneviyat büyükleri bu dünyadan ve sizlerden birşey beklemiyorlar. Siz ise iddialı olduğunuz dünyevi rahat ve huzurun sağlanmasında onlara çok çok muhtaçsınız. Bırakınız inancı, böyle bir fayda için bile onlara yak-laşamamamn; dost olmamanın altındaki psikoloji nedir? Evet, artık bu tahlili yapmanın ve birtakım fobilerden, komplekslerden kurtulmanın çoktan zamanı geldi ve geçiyor bile.
Muhammed Raşid Hazretleri'ne Allah 'tan rahmet, geride kalan sevdiklerine sabr-i cemil diliyor, bu kudsi silsilenin kiyamete kadar "Imana hizmet" yolunda muvaffakiyetini Cenab-i Hakk'tan niyaz ediyorum.
ASR-I SAADETTEN UZANAN BİR DAL
Cemil TOKPİNAR
MANEVİYAT semamızdan bir yıldız daha ebediyetler ülkesine kaydı.
Fanilik diyarında vazifesini tamamlayan bir maneviyat kutbu alem-i ervaha uçtu. "Menzil Şeyhi"diye bilinen Nakşibendi şeyhlerinden Seyyid Muhammed Raşid Erol (k.s)
Hazretleri rahmet-i Rahmana kavuştu.
Müridleri arasmda,daha çok "Seyda Hazretleri" diye anılan M. Raşid Efendi, bilhassa 1980'lerde tanınmış ve çevresinde büyük tesir icra etmişti.
Türkiye'nin her yerinden otobüslerle ziyaretine giden binlerce insan, tevbe alıp memleketine dönüyor ve daha önce işlediği günahları terkederek, İslami bir yaşayışa giriyordu.
Bizim Bolvadin'den de yüzlerce insan ziyaretine gitmiş ve tarikat dersi almişti.
Memleketimizde ara sıra kafile teşkil edilir. Otobüsle gidilirdi. Yine böyle bir ziyaret organize edilmisti. Lise sondayız. Sömestir tatiliydi. Ben de hem merak ettiğimden hem de duasını almak için gitmek istedim.
Bir otobüsle yola çıktık. 1980'in Şubat'ıydı. Hava çok soğuktu. Şiddetli bir kış yaşanıyordu. Otobüsle benden bir iki yaş küçük, genç bir hemşeriyle beraber oturuyorduk. İsmi Said'di Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ'da kalırken sık sık Bolvadin'den geçtiğinden bizim orada çok iyi tanınıyordu. Bu yüzden çok kimse çocuğuna Said ismini veriyordu. Yol arkadaşım da bunlardandı.
Ben yanıma bir kaç risale almıştım. Yolda onu okuyarak yanımdaki arkadaşa bu eserlerin ehemmiyetinden bahsettim.
Yola çıktıktan galiba bir gün sonra, Adıyaman'ın Kahta ilçesine bağlı Menzil köyüne ulaşmıştık. Çok kalabalıktı. Bizim gibi ziyarete gelen birçok kafile vardı.
Yemek olarak genellikle çorba ve bulgur pilavı ikram ediyordu. Yöreye has ekmek ve otlu p,eynir vardı.
Seyda Hazretlerinin imamlığında vakit namazlarını ve Cuma namazını kıldık. İnsanlar namazdan sonra grup grup geliyor, tevbe alıyorlardı. Hatırımda kaldığı kadarıyla
Seyda Hazretlerinin önüne oturup, "Allah'ım, Ben pişmanım, bir daha yapmayacağım. Gavs Hazretlerim kendime Şeyh kabul ettim" diyorlardı.
Bu şekilde günahlarina tevbe edip, tarikat dersi alanlar, gerekli zikir ve ibadetlerini yapiyorlardi.
Çok meşakkatli bir yolculuktan sonra yanibaşina kadar gittigim halde ne yazik ki, elini Öpüp duasini isteyemedim. Niçin yapamadim? Çünkü, yanma varanlarin hepsi tarikata giriyorlardi, ben zaten risale-i Nur'la imana hizmet etmeyi esas aldigimdan tarikat dersi almayi uygun bulmadim. Aksi takdirde Üstadima sadakatsizlik etmiş olurum diye düşündüm. Şeyhin huzuruna varip, "Efendim, ben tarikat dersi almayacagim. Sadece dua talep ederim" demeyi de uygun bulmadim. Kendisini kirmiş olurum diye düşündüm, çok çekindim. Oysa lisan-i münasiple meramimi anlatip, elini Öpebilirdim, her neyse...
Menzil'den dönerken Urfa'ya uğradık. Bediüzzaman Hazretlerinin parçalanan kabrine gittim. Fatiha okudum. Daha sonra orada tanıdığım birisiyle dersaneye gittik. Namaz kılıp, ders yaptık.
M. Raşid Efendi hakkinda çok şey söylenebilir. Ancak on binlerce insani irşad ettigi bir gerçektir. Ayrica amel ile birlikte ilme de ehemmiyet verirdi. Mü-ridlerine Risale-i Nur'u okuyup istifade etmelerini söyledigini işitmiştim.
Bir gün Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Mustafa Sungur Ağabey'e merhumu sormuşlar. O da "Asr-ı Saadetten uzanan bir daldır." cevabını vermiş. Allah gani gani rahmet eylesin.
MUHAMMED RAŞID EFENDI
Altınoluk Dergisi Aralık 1993, Say t: 94
Geçtiğimiz ay dar-ı bekaya tevdi ettiğimiz Mu-hammed Raşid Erol Efendi ülkemizin gönül mimarlarından birisidir. Bir Allah dostudur. Son dönem tarihimizin sancılı hayatında, şahsında unutulmaz manalar taşıyarak yaşamış, ebedi aleme de öyle göçmüşlerdir. Bir Allah dostu temiz yaşar, temiz ölür, geride güzellikler bırakır, kutlu bir iz burakır. Muhammed Raşid Efendi de izi takip edilecek kutlu önderlerden olmuştur.
"Doğunun farklı manalar yüklendiği bir zamanda Doğu'da yaşamasına rağmen ülkenin doğusundan batısından coşkulu bir gönül akımının hedef noktası ^ olrnası, Türkiye için kurtuluşu işaret eden remizler ta-Şir Türkiye O'nu anlasaydı, bunca sancıyı yaşamazdı eminiz. Çünkü böyle Allah dostları, tıpkı bayrağını taşıdıkları Aallah Resulü (s.a.) gibi şahıslarında iklimleri* kavimleri, renkleri, sesleri, dilleri kardeş yaparlar.
Birbirine ısındırırlar. Onların yüreklerinde buluşanlar dost olurlar, kardeş olurlar. Adıyaman'ın Menzil köy-"ceğizinde yuva tutan bu Allah dostu da, ülkenin her dilden, her kavimden, her topraktan çocuklarını kolla n arasına almış, birbirine katmış ve sonunda Allah yolunun yolcuları yapmış, yani kardeş yapmıştır. Menzil ikliminde Türkün Kürd'ün düşmanlığı yoktu. Arabın, Çerkezin-Lazın, Gürcünün de öyle...Hatta Avrupalının, Amerikalının da... Öyleyse ülke, bir Allah dosu-tunun gönül ikliminde buluşsa, dertsiz olurdu, sancısız olurdu.
Muhammed Raşid Efendi, yalniz bir dost iklim oluşturmakla kalmadi. Onun varligi ile ihya olan küçük Menzilcik, "şerefü'l-mekan Bi'1-mekin-Mekanin şerefi, orada ikamet edenin izzeti sebebiyledir" sözünün tam temsil yeridir. Şerefi veren Allah Tealadir. Eger insan O'na, sadece O'na baglanirsa, O insani aziz eder. Isterse insanlarin gözlerinin görmeyecegi ellerinin kolay ulaşamayacagi mekanlarda yaşasinlar. Çünkü Allah'tir diledigini aziz kilan, diledigini zelil eden... Irtihallerinde peşlerinde sadece Menzil köyü degil, onun gönül ikliminde buluşan koca bir dünya buluştu. Öyleyse Izzeti Allah yolunda aramak gerek. Orada mahviyete'erilirse, Allah, insani insanlar nazarinda aziz kilacak. "Menzil Şeyhi"Muhammed Raşid Efendi'nin bize biraktigi bir ibret de bu.
Bir başka ibret daha var ki, bu da insanımizdaki şahsiyet sarsintisini tedavi edecek adresi gösteriyor. O, Islam'dir. O, Islam'in rahmet iklimini hayata taşiyan tasavvuf mektebidir. Muhammed Raşid Efendi'nin bir özelligi, dara düşmüş gönüllerin tevbe pinarinda yikandiklari mahal olmasidir. Allah, her kuluna degişik ikramlar lütfeder. Muhammed Raşid Efendi, sanki Rabbimizin, tevbe kapisidir. Ona gelen, tevbe kapisindan girer, yikanir, arinir, durulur, bir güzel insan haline gelir. Şöyle bir etrafiniza bakiniz, o tevbe kapisindan geçmiş, güzel yüzler görürsünüz. Içkiden tevbe etmiş, uyuşturucudan tevbe etmiş, kumardan, yuvasi yikimin kenarindan dönmüş, cinayete karişip, gönlü yufkalaşmiş bir nice insan... Muhammed Raşid Efendi'nin duasi, nazi niyazi, bir şefkati, nazari insanlari adeta bir ölüp dirilme ameliyesinden geçirmiş ve ortaya yepyeni bir kişilik çikmiş. Ders ne? Şu: Insanlari günahlari sebebiyle bitirmemek gerek. Gerek ki Allah'a yakaracak bir kalb sahibi olmali ve onunla dergah-i ilahiyeye yönelmeli. Orada kapilar her zaman açik. Yeter ki ulaşabilsin.
Ulaş ve kardeşin için dua et; kirinden arinsin. Mü'min izzet ile donansin yeniden.
Muhammed Raşid Efendi'nin arkasindan, Türkiye'nin hakim sisteminin tavri içinde bir şeyler söylemek gerekir. Türkiye'nin hakim sistemi, bir çok Islam alimine, Allah dostuna dünyayi zindan etmiştir. Kimilerinin hayatlarina kastedilmiştir. Bu zulümler, onlarin izzetinden bir şey eksiltmiş degildir. Aksine onlar, önder insanlardi, ümmetin istirabini yaşarken de öderlik ettiler. Şehitlikte de, cihadda da öncü oldular. Yüzü kara kalan o zulümleri yapanlardir. Onlarin ahirette yüzleri karadir. Ama dünyada da kara yüzlüdürler. Işte tarih o kara suratlari teşhir edip duruyor. Muhammed Raşid Efendi, sistemin çile haşatindan nasibini alan Allah dostlarındandir. 12 Eylül döneminde hasta halinde sürgün yaşamiştir. Vefatindan sonra da devletin yayin organlarında hakkinda tek satir çikmamiştir. Bu, bu sisteme utanç olarak yeter. Toplumun ana sütunlarini ihmal eden, ihmal eden ne kelime onlari yikmak için savaş veren bir sistem, ne kadar sagliklidir, ne kadar kalicidir?
Yaşanan sancilar bu sorunlarin açik cevabini vermiyor mu? Oysa sistem bu Allah dostlarını anla-saydı, onları sevseydi, onlara dayansaydı, onları toplumun ana dayanakları haline getirseydi... Ama o zaman sistem öncelikle onların inanç iklimini anlamış olmaz mıydı? Elbet öyle olurdu.
Şimdi sistem bir firsati daha kaçirdi. Anlayişsizligi, günahlari ve tabii sancilari ile başbaşa kaldi.
Muhammed Raşid Efendi Hazretlerine rahmetle niyaz ediyor, fatihalar gönderiyoruz. Gönül dostlarina, manevi evladlanna taziyelerimizi sunuyoruz.
SEYDA HAZRETLERI BÜTÜN ÜMMET-I MUHAMMED'E YOL GÖSTERDI
Sadık ALBAYRAK (Gazeteci-Yazar)
- Raşid Efendi'nin Türkiye'deki misyonunu anlatirmisiniz?
-Raşid Efendi (R.A), şöhrete ulaşmiş ismiyle "Şeyda Hazretleri", neseb olarak Eh-i Bey t'e mensuptur. Necip bir nesilden gelmesi dini ilimler kadar ta-savvufi gelişmede de büyük pay sahibi olmuştur. Tarikat olarak Nakşibendilige olan vukufu Türk-Kürt-Acem ya da Arap halklari üzerinde etkisi büyük olmuştur. Her ilmin bir mektebi olmasina ragmen Türkiye'de tekkeler kapatildigi halde müteselsilen hilafet hirkasini giymek suretiyle bu tarikat çizgisini sürdürmüştür. Bu durum tarikatların tekke ve zaviyelerde yapacakları hizmetin yasaklarla önlenemeyeceğini göstermiştir. Şeyda Hazretleri en canli örnegini temsil eder. Cedleri Mevlana Halidi Bagdadi ve daha sonra, gelenler meşruti ve ceberrut yönetimler, tarafindan ve siyasi güçler tarafından baskıya uğramalarına rağmen bu çizginin devam ettirilmesi Şeyda Hazretle-ri'ne kadar gelmesi kendilerinden sonra da beklenen ve görünen fonksiyonu icra edeceğinin bir işaretidir. Şeyda Hazretleri'nin cedleri hangi baskı ve zulme uğramışlarsa kendileri de aynı şekilde bundan payını almıştır. Hiçbir siyasi otoriteye başkaldırmadığı halde Cenab-ı Peygarnber'in Ehl-i beyt'in çizgisini sürdürüp siyasi otoritenin mefluç, müflis ve mülevveş bir hale girdiği toplumun değişik katmanlarındaki insanları bir tek çizgiye getirmesi, en çok şeriat ve tarikat düşmanlarının tepkisini çekmiştir. Batılılaşmanın kol gezdiği metropol şehirlerden uzak bir köyde ömür sürerken Türkiye ve Türkiye'nin dışından kafileler halinde insanların otobüslerle Menzil'e gelmesi, Menzil-i maksut'a ermelerine vesile olmuştur. Bu durum, bu gelişme, bu yeni ihya hareketi daha çok bizde militarist baskilar sirasinda kendini'gösterdiginden, kendi evinden barkindan alinarak batiya sürgün edilmesi, gözetim altinda bulundurulmasi müridanina en umulmadik hareketlerin reva görülmesi, yaptigi hizmetin büyüklügünü gösterir. Ehl-i tarik ulviyet ve yüceliklerini, çektikleri çile ile pekiştirirler. Zaten geçtikleri yollar çileli yollardir. Aldiklari hilafet hirkasi icazeti onlari ister istemez bu yola sevkeder. Böylece kendilerinden sonra gelecek olan toplumlara öncülük vazifesi görürler. Şeyda Hazretleri de Türkçe-Kürtçe ile belirli degil de, degişik lisanla tüm ümmete hitab etmiştir. Böylece yaptigi hizmetler ne Türklere, ne Kürtlere ne de Araplara maledilebilir. Tümden ümmeti Muhammede yol gösterici olmuştur. Diliyoruz ki, kendisinden mustahlef olanlar bu yolu devam ettirirler.
-12 Eylül yönetimi Şeyda Hazretleri'ni neden Çanakkale'ye sürgüne gönderdi?
-12 Eylül yönetimi solla, aşiri uçlarla ugraştigi gibi müslümanlarla da ugraşmayi bir görev bilmiştir. Çifte standart uygulamakla çarpikligin üstesinden gelebileceklerin sandilar. Halbuki 12 Eylül'cü militaristler Şeyda Hazretlerinin yaptigi hizmetleri engellememiş olsalardi, bugün belki de Türkiye'nin irkçi şoven bir kurt meselesi olmayacakti.
Türkiye'de bugün, ne acidir ki dogrudur, bir Bosna-Hersek bunalimi yaşa mayacakti. 12 Eylülcü militaristler kafalarina yerleştirilen sarik-cübbe ve teşbih korkusu Şeyda Hazretleri'nin üstüne gitmeyi amaçlamişlardir. Bu baski tersine tepen bir silah gibidir. Menzil cemaatinin daha çok yayginlik kazanmasina sebep olmuştur. Yani zulüm, şiddetini artirdikça mazlumlarin sayisi da çogalir.
- Devletin resmi medya araçları, TRT ve Anadolu Ajansı özellikle sanki böyle bir olay yokmuşçasına davrandılar. Bütün özel kuruluşların ilgisine rağmen resmi kuruluşlar cenazeyi ısrarla du-yurmadılar. Bunun altında hâlâ 12 Eylül uzantısı korkuları mı var acaba?
-12 Eylül uzantısı değil de rejimin 70 yıllık tercihi kendini göstermiştir. Şöyle ki, bugün resmi ideoloji medyasını yönlendiren iktidar çevreleridir. Bu kurumlarda yer alan etkili kişiler masonik zihni yet H adamlardi. Bunun böyle olmasi dogal karşilanmalidir. Resmi ideolojinin medyası böyle bir tavrı ilk defa göstermemektedir. Yani, Batılı sistemin çift standart uygulaması resmi ideolojiden yana olanlarla, resmi ideolojiye İslami perspektiften bakanlara karşı çelişik bir tavrı olmuştur. Bir haham, bir papaz resmi ideolojinin haber kaynaklarında aldığı yer kadar, bir şeyhin, bir alimin, .İslami görüntüsü bir değer ifade etmemektedir. Bunu fazlaca da yadırgamamak lazım. Türkiye'deki Batılılaşmanın öncüleri bu tercihi Lozan'da yaptılar, o günden bugüne devam ediyor. Resmi ideolojinin çizgisinde bir sapma görülürse o zaman gidişten endişe etmeli, yeni stratejilerin, planların Müslümanlar üzerinde oynanmak istendiği akıldan çıkarılmamalıdır.
SEYDA HAZRETLERİ
Sadık ALBAYRAK
Seyda Hazretleri büyük veli bir zattı. Etrafa saçtığı ilim ve zühd hayatı ile, genişleyen halkanın bir hikmet ve ihlasa dayalı olduğu, kendiliğinden nürna-yan olur, Bugün onun yolunu izleyenler onun da geçmişten tevarüs ettiği yolda, genişleyen halkanın, müstahlef olmuş kişilerce İslam'a ve kafur (kafur) diyarına yaydırılmasını ivedi hale getirmektedir.
Seyda Hazretleri'nin sorumluluk alanı, bir devir feneri gibi, dost yanını aydınlattığı gibi, Türkiye'nin hudutlarını aşarak, aktar-ı İslama yayılmıştır, bunun, kendiliğinden oluşması hiç bir zoraki propagandanın olmaması çizilen yolun saf ve samimi ana hatları ile tesbit edilip hayata hakim kılınıp tozlu gönüllere bir iman ve vecd halini doğurmasından ileri gelmektedir.
Cenab-ı Peygamberin şeriat-ı garra-ı Ahmediyyesini bize kadar ulaştıran bu zevat-ı kiram olduğundan meşayihin ölümü yeni dirilişlere vesile olduğu için Şeyda Hazretleri selefleri gibi halefleri ile de yaşatılıp rahmet ve niyaza mazhar olacaktır. Her geçen ardından gelenlerle daha da yükseldiğinden Cenab-ı Peygambere yakınlıkla Ümmet, üstünlük kazanıp felah bulur.
SEYYİD MUHAMMED RAŞİD (K.S.)
Aleaddİn ÖZDENÖREN
Ben Seyda Hazretlerini babasının şeyhine mensup Siirtte Ali Arıncak köyünde rahmetli olan Ali Arınç vasıtasıyla tanıdım. Çok büyük etkinliği var. Ve hala bu etkinlik devam ediyor. Ben bizzat Adıyaman'a gittim. Kendilerini gördüm. Elini öpmek bize nasip oldu. Muhakkak ki çok büyük bir insan ve ona hiç şüphe yok. Türkiye'de çok yaygın ve kendisini seven mürid topluluğu var. Mesela İzmit neresi Adıyaman neresi o kadar çok seven var ki herhalde bu millete bu kadar yardım edecek bir zat zor gelir. İnşallah gelir de. Çok müstesna bir insan, bunun dışında Türkiye'de alkolizmin büyük ölçüde önüne geçmiş bir insan Ben Sincan trenine biniyorum. Orada satıcı çocuklar var. Hepsi intisap etmişler, içmeyi falan bırakmışlar. Satış yaparken Menzile Menzile diye bağırıyorlar; tabii millet acaba ne diyor bu çocuklar diye soruyorlar. Böylesine kendisini Türkiye genelinde kabul ettirmiş bir şahsiyet Rahmana gitti. Allah gani gani rahmet eylesin. Dualarımızı inşallah kabul buyurur ve ahirette bizi eteği altına alırsa ne mutlu bize.
SULTANIM EFENDİM
Şerif BENEKÇI
1970'li yıllarda yaşadığımız yapay kutuplaşmalardan en zararlı çıkan kesirn, üniversite gençliği olmuştu. Şimdi orta yaş kuşağını meydana getiren insanlarımızın, her biri ayrı ufuklarda yoğunlaşan arayış ve sancılarının bu yurda ve bu yurdun insanlarına nelere mâl olduğunu zamanla daha iyi anladık.
Basmakalıp yargılarını ve tekerlemelere dayalı suçlamalarını zaman içinde elinin tersiyle bir kenara itebilmiş olan herkes, şunu kabul eder ki, vuruşanlar bizim çocuklarımızdı. Lâkin o yıllar, böyle düşünmüyor, yahut düşünemiyorduk. Son olmasını dilediğimiz "gece baskını" na çeyrek kala ayılanlar, "Ne oluyor?" diyenler oldu. Bir yerlerde hata yaptığımızı en iyi biz -vuruşanlar- anhyorduk; çünkü akan kan bizim kanımız, ağlayan bizim anamızdı. Yanlış yerlerde ve yanlış cephelerde saf tuttuğumuzu dramatik derinliğiyle anlamıştık. (1980 Eylül'ünde gerçekleşen askerî darbe ve çarpık uygulamalar, yanlışta ısrar eden arkadaşlarımızı da yol ayrımına getirmiş, böylece bir süreç tamamlanmıştı.)
Farklı bir sese ve farklı bir nefese duyduğumuz ihtiyaç, ekmek ve suya duyduğumuz gereksinimden az değildi. Uğultulu tepeler ve sarp vadilerin çocuğu olan, yaratılışı iktizası uç noktalarda gezinen insanları, ancak okyanus boyutlu derinlik ve ufuk etkileyebilirdi.
O yıllarda, bir dostuma şöyle dediğimi hatırlıyorum:
"Ne bahtsız nesiliz, dostum. Bir Mevlâna'mız, bir Yunus'umuz bile yok... Hani hazret-i insan, hani Allah'ın halifesi?"
ODTÜ'den tanıştığımız dostum, ağlamaklı bir sesle şöyle demişti:
"Duyduğum doğru ise, Urfa yakınlarında bir zat varmış. Peygamberimizin soyundan, deniliyor. Bir gidelim mi ne dersin?"
Seyyid Muhammed Raşid Efendi'nin (ks) varligindan böyle haberdar olmuştum.
Uzun süre, Urfa yönüne doğru dönüp, ufka doğru baktığımı, bir çağrı beklediğimi dün gibi anımsıyorum. Aylar geçti, bir türlü o tarafa gidemedim. Derken, gün geldi, çile doldu ve yol açıldı:
Sultanım, Seyyidim, Mürşidim, Efendim;
Böyle bir sonbahar mevsimiydi; Menzil'e vasıl oldum. Sonradan romana aktardığım bir şafak yürüyüşü böyle başlamış, ben Fırat boylarından size gelmiştim.
O kerpiç duvarlı, toprak örtülü, ak badanalı evinizi görünce içim cız etmiş, 'İşte, gelmem gereken yeı burası' diye mırıldanmıştım.
Derken, kutlu bir ikindi üzeriydi, siz Efendim gölündünüz köy meydanında. Menzil meydanı, bir anda kâinat meydanı oluvermiş; ahşap cami, mütevazı şadırvan, duvar diplerinde gezinen birkaç insan ve bahçe duvarının üzerinde uçuşan güvercinler, birden kayboluvermişlerdi.
Sizi görmüştüm,,Sultanim, Efendim: Daha ne olsundu?
Ne can, ne sıcak, ne içten bakmıştınız öyle? Nübüvvet nazarının sizden yayılan ışıltıları arasında, çörek kıvrımlı ve süt beyazı sarığınızın bir yerinde kaybolup gitmiştim:
Gözümün önünde fırıldak gibi dönüp duran kara delikler ve kendimle getirdiğim sorular tanımsız tebessümünüzle yok oluvermişti.
Aradan tam on altı yıl geçti. Anlamsız beklentiler, nankörlükler, "akıl" ve "ben" merkezli saplantılarla geçen tam otuz üç mevsim.
Sizi gereği gibi değerlendiremediğim için ruha-niyyetinizden bir kez daha özür diliyorum; Mürşidim, Efendim.
Sizden bahsetmek benim ne haddime. Yapmaya çalıştığım, bazı ayrıntıların altını gizmekten ve onlan, çok sevdiğiniz Müslümanlara duyurmaktan ibarettir.
Has bir bendeniz anlatmıştı; bir bağ bozumu mevsiminde ondan dinlemiştim: Siz, bahçenizdeki ağaçların arasından süzülerek gelmiş, orada bel belleyen bir sofiyi bir süre seyrettikten sonra, tebessüm ederek yanından ayrılmıştınız. Bahçıvan Nuri edep sınırları içinde size yaklaşmış, öyle masum ve sevimli tebessümünüzün sebebini sorumuş.
"Gurban, o sofinin neyine tebessüm ettiniz, sorabilir miyim efendim?" demiş.
Siz, efendimiz baharlar açan tebessümünüzü şöyle izah buyurmuşsunuz:
"Gülmem şu ki, sofi vargücüyle bele vuruyor. Bütün iradesiyle bele yükleniyor. Bunun sonucu olarak bel topraga batiyor, belleme gerçekleşiyor. Işte insan, sofinin bütün gücüyle bele bastigi gibi, nefsine bir defa vursa, başka bir hamleye gerek kalmadan, ikinci adimda Allah'i bulur."
Biz, ağır rayihalı hacı kokularının mabedde bile insanı bunalttığı ve güzel koku sevgisini bile çarpık algılandığı bir zaman diliminde, siz Efendimizi mihrapta gül koklarken görmekten hoşnuttuk.
Gülü mabedimize soktuğunuz, onu mihrapta kokladığınız, güvercinler için saçak altlarına özel aşi-yanlar yaptırdığınız, toprakta yürüdüğünüz ve toprağa oturduğunuz için; şehirlerden, kasaba ve diğer yerlerden fevç fevç size geliyorduk.
Anadolu ve diğer uzak iklimlerde yaşayan insanların, küçük gece kelebekleri gibi size yönelişleri devletlilerde endişe, sıradan insanlarda "acaba" ve Müslüman entellerde burun kıvırma sebebi olurken, neslimin ve ben-i Adem'in ak bahtlı insanları "Menzil Rahmet Üçgeni"nin girdabına yakalanıyordu.
"Bermuda = Şeytan Üçgeni" merak ve ilgi konusu olmaya daha layik görülürken, ilahi rahmet ve Rabbani esintinin böylesi, insanlari şaşkina çevirmiş, kimilerinin de havsala duvarlarini yerle bir etmişti. Bundandi, kimi bilimsel ve acul kafali zevatin "Güneyli esinti"ye soguk bakişi.
Siz, toprak örtülü evlerin tehlike addedilerek kuşatilmasi, sürgünlere ve her şeye ragmen, pak ceddinizin açtigi aydinlik çizgiyi sürdürdünüz. Horlanmiş bir ümmet, ikiye ayrilmiş bir millet ve kimlik bunalimina sürüklenen gençlik, sizi bulmakta ve benimsemekte gecikmedi. Ateşin ortasinda oluşturdugunuz bahçede, renkler ve irklar yan yana oturmanin, zikir halkasi oluşturmanin ve müslüman kardeşi olmanin doyumsuz keyfini yaşadi. Topraga ilk tohumun atildigi Harran Ovasi'na el sallayan çiplak bozkir tepelerinde Rabbani tecellilerin ve Samedani istihzalarin binlercesi mevsimler boyu uçuştu, durdu. Herkes, gönlünce ve nasibince bir hoşluk yaşadi, ali himmetinizle.
Siz, vaktin iyice daraldığı karalann ve denizlerin bile kirlendiği bir zamanda geldiniz. Rabbim sizi,in-sanlık erdemlerinin dağ doruklarına kaçırıldığı, kalplerin darmadağın olduğu, şaşmaz ve değişmez ölçülerin bile makam ve mevki uğruna akademik tartışmalara mevzu edildiği bir zamanda, ahir zamanda göndermişti.
İyi ki göndermiş. Yoksa bizim halimiz nice olurdu? Hamdimiz, alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Sizin amacınız insanoğlunu kurtarmaktı. Öğretiniz sadelik ve derinlik esasına dayanıyor; ve siz, sözün ayağa düştüğü bir zamanda, sükutun zirvesinde kalmayı yeğliyordunuz.
Siz Ahir Zaman Sultanı "Şartsız icazet" veriyordunuz. Bizler Hatem'ün Nebi'nin (s.a.v.) ifadeleriyle "döküntü insanlar" dik. Bir ömrü, gecesi ve gündüzüyle, bizleri toplamakla geçirdiniz. Bizleri çer çöp gibi toplayıp, yer ve gönül sofranıza kabul ettiniz. Yolu Menzil'e düşen ahir zaman gariplerinin eline ağaç, kaşık ve arpa unu karıştırılmış kepekli ekmek tutuşturdunuz, büyük cedleriniz "HalÜ"ler ve "Habib"ler gibi olmak, size gerçekten yakışıyor; ve siz Efendimiz, ko-luydu-bacağıydı, gömleğiydi-entarisiydi demeden, yangından ve bulanık selden, kimi neresinden tuttuy-sanız çekip çıkarıyor, kıyıya alıyordunuz.
Yer dolusu hatalarla geldiğimiz Fırat kıyısındaki köyde, gene yer dolusu mağfiret buluyorduk: Orada tövbe etmenin, "yitik develer"i bulmanın ve Mevlalar Mevlası'nı sevindirmenin doğal sonucuydu bu ("xx")
Hac vakfesi için buluduğunuz dağlar güzeli Arafat'ta daha önce hiç görmediğiniz bir çocuğun karpuz kabuğuna ip bağlamasına yardım etmiş, "Haydi birlikte oynayalım" teklifini kırmayıp, çocuğa oyun arkadaşı olmuş, Arafat handiyse boşaldığı halde, siz alacakaranlığa dek onunla oynamış, çocuk nihayet oyuna doyunca Arafat'tan ayrılmıştınız.
Siz ne ince ruhlu, ne asil soylu, ne güzel insandınız Efendim?
"Doğrusu dünya hayatı oyun ve oyalanma-dır"buyuruyor, Hazret-i Kur'an. Biz bu oyun ve oya-lanma'nın kural ve işlerliğini, incelik ve estetiğini siz Efendimizden öğrendik.
Seyyidim, Efendim; Siz, 1414 Hicri yılının hazan mevsiminde fani varlığınızla görüş ufkumuzun dışına çıktınız, yeni bir dünyaya doğdunuz. Şuna yürekten inanıyordum ki, ruhaniyyetiniz ve hoş esintiniz daima bizimle olacak. Yazlık mesciddeki dut ağaçlarının altında kıldığımız sabah namazları ile, ikindi sonları gene sizinle yaptığımız hatmeler yalan dünya'rnn hoş lezzetleri olarak belleğimizde daima yaşayacak.
İnsanın, şu dünyadan güzel hatıralarla dönmesi ne güzel!
Biz seni sevenler, her mevsim Menzil'deyiz: Bahar gelirken, nar çiçekleri açarken, bağ bozumu ve harman zamanı... Senin üzümünü, aşını ekmeğini yemeye, dergahın çorbasını ve ayranını içmeye devam edeceğiz,. Hiçbir şeyyapamaz isek bunları yapacak, hiçbir şey olamaz isek, gene Menzil'de olacagiz. Zira sen bizim 'yol' babamizdin... Seyyidim, Güzel Efendim, Gül Şeyhim, sultanim; vasiyetin ve devrettigin miras başimiza taçtir, zira bizler 'Ehl-i bey t* sevgisini kendimize sermaye bilmişizdir.
Bir Şafak Yürüyüşü'nün şanli başlaticisi! Me'va Cennetleri'nden bize, bu ümmete gülümse. Yüce Rab-bini, sizin ve diger ulu Sadatlarin yüksek sirlarinin kudsiyyetini artirsin ve bizleri, şefaatlerinizden mahrum eylemesin. (Amin, bihürmet-i seyyid'il Mürselin, velhamdülillahi Rabb'il alemin)
EVREN VE MENZİL ŞEYHİ
Taha KIVANÇ
Eski Cumhurbaşkani Kenan Evren anilarinin son bölümünü yine milliyet Gazetesinde yayinliyor.Milliyet, bu bölümün yayinina başlarken, "En fazla tartişilacak bölümler" ifadesini kullandi.Gerçekten Sayin Evren, yakin zamanlar üzerinde kalem oynattiginda, daha fazla toz kaldiriyor.
Sayın Evren, anı yazmakla iki milyar TL kazanacağını ummuştu.Gerçi Millyet gazetesinden dizi için bir para almıyacaktı, ama kitabı telif hakkı olarak eline milyarlar geçebilecekti.İlk cilt birkaç baskı yapınca hesaplar tutacak sanıldı.Oysa müteakip ciltler raflarda okuyucu bekliyor.Yayınevi, milyarlar bir tarafa, eli yüzü düzgün bir telif hakkı ödeyebilmek için, dört ciltle biteceği duyrulan anılara bir cilt daha ekledi.Buna rağmen, yayın bitip hesaplaşma için masaya oturulduğunda eski Cumhurbaşkanı büyük bir hayal-kırıklığı yaşayabilir.Dahası, anılar mali bir.itilaf konusu olabilir yayınevi ile yazar arasıda...
Anıların son bölümü, Turgut Özal'ın başbakan, Kenan Evren'in cumhurbaşkanı olduğu dönemde geçenlerle iîgili.Sayın Evren, özenle iktidara hazırladıkları MDP ve lideri emekli orgeneral Turgut Sunalp'in değil de, ANAP'ın iş başına gelişini bir türlü gönlüne yedirememiş...Özalın tarikatçı olduğunu bilseydim parti kurmasına izin vermezdim diyor.
Muammer Yaşar Bostanci'nin "Paşalar Politikasi" adli kitabinda ustaca anlattigi o dönemle ilgili herşey daha yazilmadi. Sayin Evren şimdi atip tutuyor, ama, isteseydi bile Turgut Özal'in seçimlere girmesini engelleyemezdi.Izin alarak darbe yapmişlardi, izni veren güç Turgut Özal'in partisi için aracilik yapiyordu.Erkekse izin vermeseydi bakalim...O dönemde, Amerikali'nın biri gidip digeri geliyor ve ANAP'in seçimlere katilmasini engellememesi için Evren'i uyariyordu.
Turgut Özal, Sayın Evren'in yıllar sonra iddia ettiği gibi bir tarikat mensubumuydu? Bugün olup bitenlere bakarak, öyle olmadığı açıkça görülüyor.Tarikat konusunu, mason dayanışması gibi bir şey sananlar, tarikat mensubiyetini locaya kaydolmak gibi bilenler, aksini ileri sürseler bile, Turgut Bey, tarikatçı değildi.
Evren'in anılarında Menzil Şeyhi Muhammed Raşid Erol'un sürgün cezası kaldırması konusuda işleniyor. Evren'e göre, Özal'ın irtica yanlısı olduğunun ilk belirtisi, başbakan olur olmaz, karşısına gelip, Menzil Seyhi'nin sürgün cezasının kaldırılmasını istemesi olmuş...Evren, "Midem Bulandı" diyor.
Turgut Özal, Evren'in bu sözlerini cevaplandır-dı."O dönemde birçok kişi yargılanmadan cezalandırılıyordu, adı geçen zat da onlardan biriydi.Bozcaada'da mecburi ikamete tabi tutulmuştu, hem de hiç sorgulama geçirmeden" dedi. Cevaptan, Menzil Seyhi'nin Bozcaada'daki mecburi ikametinin kaldırılmasını kendisinin sağladığı anlamı çıkıyor.
Oysa gerçek bambaşka... Şeyh Muhammed Raşid Erol'u askerler, hiçbir suçu olmadigini bildikleri halde sürmüşlerdi.Adiyaman ve çevresinde etkili oldugu gibi nami bütün Türkiye'yi sarmiş bir din bilgini olan Menzil Şeyhi'nin varligi onlari rahatsiz ediyordu.Sürgün olarak Bozcaada'yi seçmeleride manidardi.Şeyh'i Bozcaada'daki Şarap Fabrikasi'mn üst katinda oturtuyorlardi.Böylece, ayyaş olarak Menzil'e gelip elindeki şişe ve kadehi kirarak tövbekar olan birçok kişinin "intikamini" oliyorlardi kendi akillarinca...
Şeyh'in sürgünden kurtulmasi için Turgut Özal'da ugraştimi bilmiyorum.Menzil Şeyhi'ne yakin bazi kişilere sordum, onlar da hatirlamiyorlar.Fakat Kenan Evren'in başbakan adayi olarak ortaya sürdügü, o zamanin MDP Genel Başkani emekli orgeneral Turgut Sunalp, Menzil Şeyhi'nin çilesinin bitmesi için çok gayret gösterdi.Bu biliniyor.
Cezayı kaldıran, Muhammed Raşid Erol'u önce Çanakkale'ye, daha sonra da aldığı sağlık raporuyla memleketine geri gönderen ise, Evren'in çok yakını bir başka orgenaraldi: Necdet Üruğ. Üruğ Paşa bir ağabey gibi sevdiği ve bağlı olduğu Turgut Sunalp'ın, "Eğer bu konuyu halledersek çok oy kazanırız" demesi üzerine, araya girmişti.Acaba bunlardan haberdar değil mi Sayın Evren?
Kenan Evren'in bir iddiası da Şeyh Erol'un üfürükçülük yaptığı...Bunun da doğru olmadığını biz biliyoruz, ama bir başkasının tanıklığı daha muteber olur diye Hıncal Uluç'un sözlerini aktaracağız.Sabah yazarı bakın ne diyor:
"Anılarının bir yerinde Evren sözü sürgündeki Şeyh Raşid Erol'a getiriyor.Zamanın sıkıyönetim komutanı, üfürükçülük yaptığı gerekçesi ile, Adıyaman'ın Menzil köyünde yaşayan Şeyh'i Bozcaada'ya sürmüş.Başbakan Turgut Özal da Şeyh'in affını istemiş.
"Evren, 'olmaz böyle şey.Şeyh olarak geçinen bu kişi üfürükçülük yapiyor ve bu yüzden dünyanin parasini kazaniyormuş.Üfürükçülük kanunen de, dinende yasaklanmiştir' diyor.
"Ben o sırada Erkekçe dergisi genel yayın müdürüyüm.Şeyh'in ünü öylesine yayılmıştı ki arkadaşları Menzil Köyüne yolladık.Öğrendikleri ilginçti.Gerçekten Şeyh'in evi yurdun dörtbir yanından gelenlerle dolup taşıyordu.Özellikle içki, sigara ve kumarı bırakmak isteyenleri, yakınları akın akın Şeyh'e getiriyor-lardı.Anlatılanlara göre, Şeyh bunların hepsini tedavi de ediyordu, ama para almıyordu.Tüm ısrarlara rağmen maddi karşılık kabul etmiyordu."
"Arkadaşlarimiz döndüklerinde 'isterse milyarder olur, ama kabul etmiyor' diyorlardi.
"Bu da bizim bildiğimiz..."
Bir dergi yöneticisi iki muhabir göndererek işin dogrusunu ögrenirken, devletin başi, kulaktan dolma şikayetlerle idare ediliyor ve "Tarikatçi oldugunu bilseydim partisine izin vermezdim" diyor.
Kenan Evren, tam dokuz yıl Türkiye'nin kaderine hükmetti, şimdi de Elbe Adası'ndan dönen Napoleon gibi, Armutalan'dan Ankaraya Dönme sevdasında...Bizi de kahreden bu...
EFENDİM, MUHAMMED RAŞİD (K.S.) HAZRETLERİNİN ARDINDAN
Ahmet Selçuk ÖZDAĞ
Menzil-i ırak bu yolun, bu yola kim varası
Müşkülü çoktur bu yolun, bunu kim başarasi
(Yunus)
Gönülleri kainat çapında büyük olan insanları, kelimeleri dar kalıplarıyla ifade etmek son derece zor-dur.Mana iklimlerinin zirvelerinde dolaşan yüce kimseler için bu imkansız derecesinde zor bir iştir.Hiç şüphesiz bunlardan biri, belki de en birincilerinden biri (Mürid Şeyhini, Efendisini öyle bilmeli) de Ahlak-ı hamide sahibi, büyük öncülerden, Peygamber varisi, Silsiie-i Sadatın gözbebeklerinden Seyyid Muhammed Raşid Erol Hazretleri'dir. (Allah ruhlarını ali etsin, Allah rahmet eylesin)
Görenlerin yüzünde dünya kirinin bulamadığı bir emsalsiz parlaklığı müşahede ettikleri, o büyük şahsiyetin en belirgin vasfı hiç şüphesiz sünnet ve cemaaat yolunda gösterdikleri tarifsiz hassasiyettir.Öyle bir peygamberi metodla, peygamberi meşrebli olarak yaşadi ki, hem otoriteyle çatişmak istemedi, hemde Isla-nii metodtan hiç taviz vermedi.
Şeyh Sunisi (K.Ş.) Hazretleri 40 gün uzakta kalir sonra seslenirdi; "Getirin herhangi birisini getirirler, Rabb-i Rahimimüyn izni ile irşad eder, fena fillah, be-kabillah makamina çikanrdi.Yüz yillar sonra Anadolu'nun kiraç topraklarindan bir güneş dogdu.
Değil birilerini, binleri irşadla görevlendiril-di.Asil bir edayla asli görevini tam bir iştiyak ve vecd haliyle deruhte ettiler.O İbrahim meşrebli idi; aynen Ceddi İbrahim (A,S.) gibi çıkıp seslenecek "Bayrak düştüğü yerden kaldırılır darb-ı meseli gereği insanlığı hakka hakikate, Allah'a davet edecekti.Duyuracak olan da Allahımızdı (C.C.)
Muhammed Raşid (K.S.) Hazretleri oturuşundan kalkişina kadar, yürüyüşünden ibadetine kadar tek bir bidatin bulaşmadigi sade hayatinda Asr-i Saadet'in gü-neşden çaginin nurdan izlerini görmek mümkün-dü.Kendileri ile'tanişmam, 12 Eylül hazan rüzgarlannin vatan çocuklarini acimasizca savurdugu günlere rastlar.O 12 Eylül ki bir tomurcuk için binlerce ormani yakti.Mecburu ikametgah olarak tahsis edilen Buca Cezaevi'nden, Manisa emniyetine götürülmüştüm.Acilarim o kadar uzviyet kazanmiş, şahsiyetim, kişiligim o kadar ayaklar altina alinmişti ki, Islam'in yasakladigi intihan düşünür olmuştum. Zamanin geçmedigi, eziyetlerin zirveleştigi, aklimin durdugu bu demde canima kiymaya karar verdim.Ben med ve cezirlerin fazlalaştiginda uzaklaşmiştim.Bir ara (uyku ile uyaniklik arasi) bir ses duydum, -Muhammed Raşid Hazretleri, Muhammed Raşid Hazretleri- diye birisini çagiriyordu, sesleniyordu. Gözlerimi açtim, karşimda hücremde beyaz sakalli, yeşil cüppeli, iri ücüsseli bir zat.Bir an titredim, acilarim unutturuldu, gülümse-dim.Gördügüm siluet kayboldu.Bir daha sorguya alinmadim. 12 Eylül önceleri, Ahmet Er, agabeyimden, Şeyda Hazretleri'nin ismini çok duydugum için, keramet izhar ettiklerini, hücrelerde dahi tasarrufta bulunduklarina bizzat şahit oldum.
"Tarikat ve tasavvuf; bir telkin ve tavsiye işi degildir, bir nasip işidir" sözü geregince, istihare ve Istişarelerden ve de bazi gönlümüze getirilen ilhamlardan sonra intisap devri başladi.Herkes idraki oraninda na-siplenmiş.Biz de o günden bugüne dek idrakimiz oraninda himmetten nasiplendik.
Bizlere birgün hususi sohbetlerinden birisind şöyle buyurdular: "Islam'a hizmet edin, Islam'a zarar vermeyin, maddenize ve mananiza zor getirmeden hizmet edin" Ne muhteşem bir hizmet düsturu, mücadele anahtari.
"Her kim boynunda "biat" şerefi bulunmaksizin ölürse cahiliyet Ölümü ile ölür."
Gönül erlerinin elini tutan, ellerine tutunanlar için her taraf bağ-ı iremdir.O günden sonra zindanlar, medrese-i yusufiye gül-gülistan oldu bizim için.Buca Cezaevinin koğuşlarını, İmam-ı Rabbani'nin, Abdül-kadir Geylani'nin, Şeyda Hazretleri'nin, Said-i Nur-si'nin ruhaniyetleri doldurdu.Biz Rabbül Alemin ezel şerbetini içmiş bir eli tutalım ki, o da bizi tutsun di-yorduk.Bulduk.El ele, elde Hakk'a ulaşsın istiyorduk.Başardık.Seyda Hazretleri'nin (K.S) davası, insanı karanlıklardan çıkarıp Nur'a kavuşturmak sevdasıidi.Kainatın süsü, yaratılanların en şereflisi olan insanı layık olduğu yere ulaştırma davası idi.Bir cümle ile, "ölü beşeriyetin dirilmesine vesile olmak" ameliyesi şiarı, davası idi.Kanun-i umumidir ki, öğle vakti dünyaya gelen bir dava adamı yoktur.Onlar dairna gece-yarısı karanlıklar içinde dünyaya gelmiş, eziyet ve meşakkat içinde büyümüş, gördükleri zulüm ve işkence ile bilenmişlerdir.Seyda (K.S.) Hazretleri sürgünlere gönderildi, suikastlara maruz kaldı, gözetim altında tutuldu.Ama o irşaddan hiç geri durmadı..."Zaman imanları kurtarma zamanıdır" diyen maneviyat kardeşi tasavvufla yapan son dönemin nadide güllerinden-di.Mübarek Efendimiz'in (K.S.) kucağını kainat içine alacak kadar açarak, herkesi sinesine basması, bir taraftan ümmete merhametin nişanesi iken, öbür taraftan da, zaman imanı kurtarma zamanı, tarikatı de böyle bir vazifenin hareket merkezi olarak görme anlayışının şuurlu bir tecellisi olarak görülebilir.
O Menzil'i ruhani varlığı ile bir asr-ı saadet şehrine çevirendi.
O, dünya ateşler içerisinde iken Menzil'i gül-gü-listan eyleyendi. .
O, herkes şu veya bu sebeple, degişirken Kürd'ü, Türkmen'i, Çerkez'i, Arab'i, Yörük'ü kardeşligin engin denizinde yüzdürendi.
O, herkes cehennemlere koşarken aynen Necip Fazil'in ifadesi ile "Durun kalabaliklar bu cadde çikmaz sokak" diye haykiran insanligi cennete davet eden davetçi idi.
O, Allah'tan haber alan bir silsilenin, sadat-ı teşkilatın numunelerinden biri idi.
Bir gün kendisini ziyarete gitmiştik, bir arkadaşimiz Adnan Menderes'in iadei itibarinin edildigini söylediler.Iyi ve güzel olmuş dediler, döndüler ve buyurdular ki "Sizler de yakin bir zamanda (tarih verdiler) Osmanli'nin iade-i itibarim istersiniz. "Sonra bir kardeşinin seyyidlerin itibarini sordular, buyurdular ki, "Onlarin itibarini Mehdi (A.S.) alacak.
Henüz Medrese-i Yusufiye'den çıkmamıştım.Bir gece bir rüya gördüm, rüyamda bir büyük zat Keçiören'in girişindeki tepelerde (Fatih Sitesi) Muhammed Raşid Hazretleri, Bedüzzaman beraberlerdi.Büyük zat, bana döndü dedi ki, Bediüzzaman geçen yüzyılın kutbu idi, Şeyda da bu yüzyılın kutbudur. 15 gün sonra da zahiri hürriyetle tanıştım.Keçiören'de devletin bir müessesinde çok Önemli görevleri ifa ettirdiler."
Neslimiz mana ve madde planında yeni fetihler yapmak istiyorsa Bediüzzaman, Süleyman Hilmi Tu-nahan, M. Zahid Kutku, M. Raşid Erol (K.S.) gibi gönül erleriyle bir bütün olmak zorundadır.İnanıyor ve iman ediyoruz ki, bu ruhla maneviyat sofrasının ev sahipliğini Müslüman-Türk milleti yapacaktır.(Mane-viyat dünyasının keşfidir.)
Efendimiz; seni tanımak, nefesinden nefeslen-mek, nazarlarına uğramak ne büyük şerefti, bizleri şe-refyab eylediniz.
Şefaatinize nail olabilmek için imanla teslim-i ruh etmeyi Allah bizlere nasip etsin.