Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şeytanin Insani Sakin Ve Sessiz şekilde Din Ahlakindan Uzaklaştirma Plani

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
ŞEYTANIN İNSANI SAKİN VE SESSİZ ŞEKİLDE DİN AHLAKINDAN UZAKLAŞTIRMA PLANI


Kuran'daki pek çok ayette belirtildiği gibi, şeytanın bu planı Allah'ın rızasını tam anlamıyla gözeten ve nefsinin mazeretlerine geçit vermeyen samimi Müslümanlar üzerinde etkili olamamaktadır. Şeytanın etkisini inananlardan uzaklaştıran, sürekli Allah'ı anmaları ve Rabbimiz'in gücünü, sevgisini ve azabını düşünme konusunda gevşeklik göstermeleridir.


(Şeytan) Dedi ki: Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar (ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.
seytanin_plani1.jpg



Allah bizi doğruyu yanlıştan, iyi olanı kötüden ayırt etmeyi sağlayan vicdanımızla birlikte yaratmıştır. Vicdanı insana, yaptığı herhangi bir iş ya da verdiği herhangi bir karar için doğruyu seçme konusunda yol gösterir. Tercih ettikleri ahlaki tutuma göre bazı insanlar vicdanlarının rehberliğini kabul ederek ayette de belirtilen Allah'ın dosdoğru yolunu tercih ederken, bazıları vicdanlarının kendilerine işaret ettiği yolu görmezden gelirler. Vicdanını reddeden insanın kulak vereceği ses ise, amacı sonunda kendisini sonsuza dek kalacağı cehenneme sürüklemek olan şeytanın sesidir. Şeytan insanı doğru yoldan ayırıp azgınlığa sürüklemek için insanlara olabilecek her yolla yaklaşmaya çalışır. İnsanı aldatan ise, şeytanın din ahlakından uzaklaşmaya olan davetini çoğu zaman tek bir hamlede değil, yavaş yavaş, sakin ve sessiz bir plan dahilinde gerçekleştirmesidir. Böylece günah işlemeye vicdanı elvermeyen bir insan, bu şeytani planın akışına uyarsa kendini bir süre sonra din ahlakından tamamen uzaklaşmış olarak bulacaktır.

Şeytanın Oyunları Samimi Olarak İman Edenler Üzerinde Etkili Olmaz

Kuran'daki pek çok ayette de belirtildiği gibi, şeytanın bu planı Allah'ın rızasını tam anlamıyla gözeten ve nefsinin mazeretlerine geçit vermeyen samimi Müslümanlar üzerinde etkili olmamaktadır. Şeytanın etkisini inananlardan uzaklaştıran, sürekli Allah'ı anmaları ve Rabbimiz'in gücünü, sevgisini ve azabını düşünme konusunda gevşeklik göstermemeleridir. Bu kişiler ayette "muhlis kullar", yani ihlasla, katıksız samimiyetle Allah'ı en çok razı edecek yolu tercih eden kişiler olarak bildirilmiştir. Allah bu gerçeği ayetlerinde şöyle bildirmiştir:

Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Allah) Dedi ki: "İşte bu, Bana göre dosdoğru olan yoldur. Şüphesiz, kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin Benim kullarım üzerinde zorlayıcı hiçbir gücün yoktur." (Hicr Suresi, 39-42)

Kuran'da gerçekten inananların az sayıda oldukları haber verilmiştir. Şeytanın yukarıda bahsettiğimiz "insanı din ahlakından yavaş yavaş ve sessiz şekilde uzaklaştırma planı"nı en çok uygulamaya çalışacağı kişilerin inançlı insanlar olması son derece normaldir. Çünkü iman etmeyenler, zaten onun kendisine görev edindiği şekilde, Allah'ın rızasından uzak ve ahireti unutmaya çalışarak yaşamaktadır. Öyleyse samimi olarak iman eden bir Müslümanın bu yönde dikkatinin açık olması gerekir. Kendisini insanların birçoğunun içine düştüğü bu aldanışlardan korurken de dikkat edeceği en önemli nokta, şeytanın planının "sessiz ve sakin bir işleyişe" sahip olmasıdır. Çünkü bazı insanların, kendilerini yaratan Allah'ı ve O'nun emirlerini düşünmedikleri, din ahlakından uzak yaşadıkları ve ölümden sonraki hesabı unuttukları halde vicdan azabı çekmelerini engelleyen unsurlardan biri, bunları yapmaya yavaş yavaş ve aşama aşama alışmalarıdır.

Allah'a samimi ve gönülden teslim olmuş bir Müslüman ise her an her yerde Allah ile beraber olduğunun bilincindedir. Her işine Allah'ı hatırlayarak başlar. İnsanın Allah ile sürekli içli bir bağlantı halinde olması ise, dünyaya bir imtihana tabi olmak üzere geldiğini unutmamasını sağlar. Dünya hayatının bir imtihandan ibaret olduğu ise ayette şu şekilde haber verilmiştir:


O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
(Mülk Suresi, 2)

Dolayısıyla, insan yaşamı boyunca her an nefsinin mi yoksa vicdanının mı sesine uyduğuyla denenecektir. Bunun farkında olan kişi, nefsi kendisini herhangi bir kötülüğe yöneltmek ya da gevşekliğe sevketmek istediğinde, bunun bir imtihan olduğunu bilerek, hemen vicdanın gösterdiği yola yönelmelidir.

Şeytanın Hileleri

Şeytanın insanı dünya hayatının günlük akışındaki detaylara, problemlere ya da geçici güzelliklere kaptırmak için başvurduğu hilelerden biri, ona Allah'ın varlığını ve üstün gücünü unutturmaktır. Böylece insan, davranışlarında ve kararlarında doğru ve yanlış ayrımını Allah'ın rızasına göre yapmayı da unutacaktır. Bu durumda kişinin kararlarındaki ana ölçü, Allah'ın emirleri değil, kendi nefsinin ve şeytanın istekleri haline gelir.

Daha önce bahsettiğimiz şeytanın "sakin ve sessiz şekilde" insanları din ahlakından uzaklaştırma planındaki aşamalar, insanı Allah rızasının en çoğundan, O'nun razı olmayacağı noktaya doğru gerileterek ilerleme kaydeder. Nefsine karşı irade gösteremeyen insan, vicdani değil nefsani tercihler yapar. Eğer bu insan önceden Allah rızasını gözeten bir kişiyse, tercihlerindeki fark hemen görülür.

Vicdanın sesini susturmaya önceleri kendince çok önemli görmediği hata ve iradesizliklerle başlayan insan, kendisini bir süre sonra en büyük günahları işlerken ve bundan hiç rahatsızlık duymaz bir halde bulabilir. Bu aşamaların başlangıcında şeytan insana vicdan azabını azaltacak sözde mazeretler buldurur. Bu sözde mazeretlerin en etkili olanlarından biri, insanın kendisine "güçsüz olduğu" yönünde telkin vermesidir. Bunun için de öncelikle kişiyi Allah'ı anmaktan uzaklaştırmak ister.


"Müşrikler istemese de, O, dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur." (Tevbe Suresi, 33)




Örneğin, şeytanın inanan bir insana yapacağı ilk güçsüzlük telkinleri, sabahları namaza kalkmakta zorlandığı, uyanmaya gücünün yetmediği yönünde olur. İnsan uykuya ihtiyaç duyacak şekilde aciz yaratılmıştır. Fakat samimi Müslümanla kendine mazeret bulmak isteyen zayıf imanlı bir insanı birbirinden ayıran özellik, Allah korkusudur. İnsana belirlenmiş vakitlerde ibadet etmeyi farz kılan Allah, onu buna kolayca güç yetirecek şekilde yaratmıştır. Samimi Müslüman bu gerçeği bilir ve Allah'ın kendisinden istediği ibadetleri yapmamak için asla acizliklerini mazeret olarak öne sürmez. Şeytanın telkinlerine kapıyı açık bırakan insan ise, zaten akşam uyurken sabah kalkamayacağını kendine telkin etmeye başlamıştır bile. Allah Kuran'da "Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar..." (Ankebut Suresi, 45) ayetiyle namazın şeytanın insana yaptırmak istediği kötülükleri engellediğini bildirir. Meryem Suresi'nin 19. ayetinde de namaz kılma duyarlılığını kaybettikten sonra şehvetlerine kapılıp uyanlar haber verilmiştir: "Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namaz (kılma duyarlılığın)ı kaybettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular" Şeytanın, insanı çirkin utanmazlıklara ve kötülüklere kapılmaktan, nefsani isteklerine uymasından alıkoyan namazdan uzaklaştırması ise, onun planındaki ilk aşamalardan biridir.

seytanin_plani2.jpg
Yukarıda bahsettiğimiz güçsüzlük telkiniyle ibadetlerini aksatmaya başladıktan sonra, insanın fikirlerinde de bir gevşeme ve çözülme görülür. Din ahlakının kendisine kazandırdığı haysiyet duygusuyla, daha önceleri iman etmeyenlerin din ahlakına uygun olmayan davranış ve sözlerine fikren tepki duyan insandaki bu fikri tepkiler giderek zayıflar ve yerini kayıtsızlığa bırakır. Çünkü kendisi de bu aşamada yavaş yavaş kendi nefsinin istediği gibi yaşamaya başlamıştır ve nefsinin rehberliğinde yaşayanlara tepki göstermek, yeni yaşam felsefesiyle çelişecektir. Bu kayıtsızlık, bir süre sonra insanların Allah'ın emir ve isteklerini göz ardı ederek yaşayabilecekleri yanılgısını savunmaya dönüşür. Henüz dinsizliği kendine yakıştıramayan ve hala din ahlakının bir kısmını uygulayan bu kişi, vicdanını kendince rahatlatmanın yolunu samimiyetsiz ve yanlış çıkarımlar yapmakta bulur. Kendi kendine bir çok mazaret öne sürer; sözde "gücünün yetmediğini", "aslında elinden geleni yaptığını", "iyi niyetli olduğunu" iddia ederek vicdanını rahatlatmaya çalışır. Halbuki samimi bir Müslüman, tüm bunların aslında kişinin dinsizliğe giden yolda kendini rahatlatabilmek amacıyla samimiyetsizce kullandığı mantıklar olduğunun farkındadır. Din ahlakını yaşayan bir kişinin sınırlarını dünyevi istekleri ve amaçları değil, Kuran ayetlerine göre samimi olarak işleyen bir vicdan belirlemelidir. Din ahlakının nasıl yaşanacağı konusunda bu tür sapkın mantıklar üretenlerin şeytanın peşinden gittikleri Kuran'da şöyle bildirilir:


İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır durur ve her azgın-kaypak şeytanının peşine düşer. Ona yazılmıştır: "Kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırır ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir." (Hac Suresi, 3-4)

İnsanı namaz kılmaktan ve Müslümanca duyarlılık göstermekten alıkoyan şeytanın planındaki bir sonraki adım, bu kişinin inkarcı ahlakına duyduğu duyarsızlığı sempatiye dönüştürmektir. Bununla eş zamanlı olarak, bu insanın Allah'ın kendilerinden istediği hayatı yaşamakta kararlı olan samimi Müslümanlara olan bağlılığı ve sevgisi de azalır. Tahmin edileceği gibi, azalmakla da kalmaz ve bu kişi inkar edenlerin ahlakını normal karşıladıkça Müslümanların ahlakını da vicdanının zayıflamasının bir neticesi olarak- kendince anormal karşılamaya ve suni bahanelerle eleştirmeye başlar. Çünkü vicdanı kendisine aslında samimi Müslümanlar gibi yaşaması ve nefsi uğruna Allah'ın rızasından taviz vermemesi gerektiğini sürekli hatırlatmaktadır. Samimi Müslümanların varlığı, bu kişiyle kendisini dünyada ve ahirette hüsrana uğratacak olan- dünyevi istek ve tutkuları arasında görünmez bir engel gibidir. Eğer hayatlarını derin bir Allah sevgisi ve korkusuyla yönlendiren bu insanların varlığı vicdanını rahatsız etmese, belki din ahlakından uzaklaşıp küfür ahlakına tam olarak adapte olması çok daha çabuk olacaktır.

Bu aşamadaki bir insan, henüz tam anlamıyla dinsiz olacak kadar vicdanını köreltmiş değildir. Giderek artan iradesizliğinin verdiği vicdan azabını bastırmak için zaman zaman hala Allah'ın taraftarı olduğunu düşünür. Fakat din ahlakını yaşama konusunda ancak samimi Müslümanlarla birlikte olduğu sürece irade gösterebilir. Nefislerinin istediği gibi din ahlakına muhalif yaşayanların yanına gittiği anda, aslında onların tarafında olduğunu düşünmeye başlar. Şeytanın etkisi altındaki bu insanın karanlık ruh halini Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:

İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İman ettik" derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise derler ki: "Şüphesiz sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz. (Asıl) Allah, onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarına (belli bir) süre tanır." (Bakara Suresi, 14-15)

Onlar, ne sizdendirler, ne onlardan. Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri halde, yalan üzere yemin ediyorlar. (Mücadele Suresi, 14)

Şeytanın Kişiyi Samimi Müslümanlardan Uzaklaştırması

Allah'a tam teslim olmuş Müslümanları artık kendi içinde eleştirmeye başlamış olan bir insan, zamanla bu eleştirilerin dozunu arttırır. Ancak belirtmek gerekir ki, bunlar hakka ve gerçeğe dayalı eleştiriler değildir. Samimi olarak iman edenler, günlük yaşamlarında Rabbimiz'in bir emri olan "insanları kötülükten alıkoymak ve onlara iyiliği emretmek" hükmünün gereği olarak zaten birbirlerini uyarır ve sürekli güzelliğe yönlendirirler. Şeytanın etkisiyle hareket etmeye başlayan zayıf imanlı birinin Müslümanlara yönelik eleştirileri ise, onları güzelliğe yönlendirmek ya da kötülükten alıkoymak amaçlı değildir. Bu eleştirilerin amacı, kişinin nefsine uyabilmek için kendince mazaretler bulabilmek ve din ahlakından uzaklaşmasına kendince zemin hazırlayabilmektir. Dolayısıyla bu eleştiriler hakka ve gerçeğe dayanmayan, suni bahanelerden ibarettir.

Dini Allah rızasının en fazlasını hedefleyerek yaşamak, insanın nefsinin isteklerinden tamamen feragat etmesi demektir. Nefsine karşı koyamayan insan ise hatanın kendisinde değil, sözde dini katıksızca yaşamaya kararlı olan kişilerde olduğu yanılgısına inanmaya başlar. Bu sapkın düşünceyi öne sürmesinin nedeni ise, aksinde kendisinin hatalı olduğunu kabul etmesinin gerekecek olmasıdır. Kuran'da Allah'ın kendilerinden istediği hayatı yaşayan ve asıl hedefleri sonsuz hayatta cenneti kazanmak olan müminler, Allah'tan samimi olarak korkan ve iyiliği, merhameti, sadakati gerçek anlamda, gönülden isteyerek yaşayan kişilerdir. Dolayısıyla bir insanın samimi Müslümanlar'da suni hatalar bulmaya çalışması ve onlara öfke ve kin duyması için, ancak şeytanın telkinlerine kapılması ve kendisine hiçbir zararı dokunmamış bu insanları nefsinin isteklerini gerçekleştirmeye bir engel gibi görmesi gerekir. Nitekim şeytanın planına göre artık ölümden sonra hesap vereceğini unutması ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya başlaması gereken bu insan için, samimi Müslümanların varlığı ve Allah rızası için yaptıkları tüm faaliyetler son derece rahatsız edici hareketlerdir. Bu şiddetli rahatsızlığın sebebi, gerçek ve samimi Müslümanların Allah yolunda tüm imkanlarını en son noktasına kadar seferber ederek din ahlakına sahip çıkmalarıdır. Tevbe Suresi'nin 111. ayetinde Müslümanların bu kararlılığı şöyle bildirilir: "Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır" Ayetin devamında ise müminlerin bundan dolayı duydukları sevinç ve mutluluk şu şekilde haber verilmiştir:

" Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)

Dolayısıyla hiçbir dünyevi çıkarı olmayan müminlerin varlığını bilmek bile, dünya hayatındaki geçici ve ahirettekilere göre kıyas bile edilemeyecek kadar eksik zevklere razı olan bir insanın nefsani keyfini kaçırmaya yeterlidir. Gerçek bir Müslüman, Allah'ın rızası için akılcı biçimde kötülükle fikri alanda mücadele etmenin dünyadaki tüm işlerinden daha öncelikli olduğuna inanır ve İslam'ın insanlığa getireceği güzellikleri, barışı ve refahı insanlara mümkün olan her yolla anlatır. Şeytanın yolundan gidenler nasıl her yerde ve her fırsatta kendi sistemlerinin propagandasını yaparak insanları din ahlakından uzaklaştırmaya çalışıyorsa, mümin de fikri olarak her alanda şeytanın sisteminin gerçek yüzünü deşifre eder. Bunların karşılığında tek beklediği Allah'ın kendisinden razı olması ve kendisini cennetine kabul etmesidir. Bu karşılıksız ve canı gönülden yapılan tebliğ faaliyetleri, her yerde din ahlakını terk edip küfür ahlakına uyan kişinin karşısına çıkar. Samimi Müslümanların fikri mücadelesindeki ana amaç olan Allah'ın emrettiği sevgi, saygı ve iman dolu hayat biçiminin güzelliği, şeytanın etkisi altındaki insanlar tarafından fark edilip anlaşılamaz. Şeytanın din ahlakından uzaklaştırma planına tabi olmadan önce Müslümanların güzel ahlakını, Allah yolundaki asil fikri mücadelelerini destekleyen bu kişi, şeytanın hilelerine aldanarak artık müminlere kin duyar hale gelmiştir. Şeytanın telkiniyle din ahlakını yaşamayanlara duyduğu sempati, artık bağlılığa dönüşmüştür.

Bu aşamadan sonra şeytanın işi daha kolaydır, çünkü hedefi olan insanı tamamen Allah'ın zikrinden uzaklaştırmış ve Müslümanlara karşı kalbine nefreti yerleştirmiştir. En başlarda vicdanının sesini zaman zaman da olsa dinleyen ve ahireti ölümü hatırlayıp Allah'tan bağışlanma dileyen bu kişi, artık samimi Müslümanlarla olan bağlarını da tamamen koparmıştır. İnkar eden diğer pek çok insan gibi ne kendi hatalarını görmeye ne de başkalarının kendisine hatalarını göstermesine tahammülü kalmamıştır, çünkü kendini şeytanın sahte "zeka ve uyanıklık" telkiniyle her tür hata ve eksiklikten müstağni görmekte, bu da onu iyice azgınlığa sürüklemektedir. Allah, Alak Suresi'nde müstağniyetin azgınlığı getirdiğini şöyle bildirir:

"Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden." (Alak Suresi, 6-7)

Artık nefsinin istediği her şeyi yapabileceğini zanneden bu kişinin hayatı, çok huzursuzdur ve azap doludur. Söz konusu kişi bu huzursuzluk ve vicdan azabından kurtulmanın yolunu Allah'ı, ölümü ve din ahlakını tamamen unutmakta bulacağını zanneder. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü şu kesin bir gerçektir ki "kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Ra'd Suresi, 28) Din ahlakından uzak yaşayan insanların, müminlerin arasında geçerli olan gerçek sevgiden, saygıdan, fedakarlık ve karşılıksız iyiliklerden de son derece uzak olduklarını anlamaları çok uzun sürmez. Çünkü bu insanlar Allah'ın değil şeytanın istediği sistemi yaşarlar.Bu sistemin temel özelliği, içinde bulunduğu sevgisiz ve acımasız ortam içerisinde ezilmemek mücadelesi ve karşısındakini ezerek yükselme yarışıdır. Dolayısıyla sevginin yerini nefret, saygının yerini karşısındakine değer vermemek, fedakarlığın ve karşılıksız iyiliğin yerini ise acımasızlık ve yapılan iyilikleri karşısındakinin yüzüne vurmak gibi ahlaksızlıkar ve kötülükler alır. Tüm bunları açıkça gördüğü halde, bu kişi pişman olamayacak kadar kibirlidir, çünkü gururu ve kibiri yüzünden Allah'a itaat etmeyen şeytanın etkisi altındadır. Samimi Müslümanların içinde bulundukları yaşam şartları ne olursa olsun her zaman huzurlu ve mutlu olmaları, en zor zamanlarda dahi ümitsizliğe kapılmamaları, hatta tam aksine daha da şevkli ve azimli olmaları, onu iyice öfkelendirir. Samimi dindarların başarıya ulaşmaları ve hiçbir şeyden yılmamaları demek, şeytanın düzeninin başarısız ve eninde sonunda yenilmeye mahkum olması demektir. Çünkü Rabbimiz'in Kuran'da müjdelediği gibi "Müşrikler istemese de, O, dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur." (Tevbe Suresi, 33)

SONUÇ

seytanin_plani3.jpg
Bu yazıda şeytanın insanı sessiz ve sakin bir şekilde, yavaş yavaş din ahlakından uzaklaştırma planına karşı yapılan uyarılar, şüphesiz her Müslüman için geçerlidir. Çünkü her insan nefsiyle mücadele etmekle sorumludur ve nefis insana durmaksızın kötülüğü emretmektedir. Şeytanın planının ilk safhalarında belki namaz kılmamanın ya da mümin kardeşlerine düşman olmanın asla ve asla kendisi için mümkün olamayacağına emin olan bir insan, safha safha Allah'ı anmaktan uzaklaşarak sonunda şeytanın emirlerine uyar hale gelebilir. Şeytanın bu planını baştan bozmanın yolu, Allah'ı her an "ayakta iken, otururken, yan yatarken" (Al-i İmran Suresi, 191) zikretmekten ve şeytanın vereceği her şüphenin Kuran'la düşünüldüğünde yok olup gideceğini bilmekten geçmektedir. Rabbimiz ayette şöyle bildirmiştir:


"(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir." (A'raf Suresi, 201)

Şu da unutulmamalıdır ki şeytanın planının samimi olarak iman edenler ve Allah'a sığınanlar üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Her insan zaman zaman gaflete düşebilir, nefsinin vesveseleriyle karşılaşabilir. İmanı zayıf olan bir insana göre, samimi ve Allah'a katıksızca bağlı bir Müslümanın önemli bir ahlaki üstünlüğü, şeytanın hileli planını fark etmesi ve onun aldatmacalarına Kuran'la düşünerek cevap verebilmesidir. Şeytan da Allah'ın kontrolü altındadır ve Allah'ın gücünü takdir edebilen, O'nun hakimiyetine kendisini gönülden teslim eden ve ahireti dünyadan üstün tutan insanları asla etkisi altına alamaz:

"Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir." (Nahl Suresi, 99-100)

Şeytanın hileli düzeninin bilinmesi gereken bir başka özelliği de, insanı oyunlarıyla imandan uzaklaştırıp ümitsizliğe düşürerek, artık dönüş imkanının kalmadığı yalanını telkin etmesidir. Halbuki Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir ve gerçekten samimi olarak hatasını anlamış bir insana tevbe ve bağışlanma kapıları her zaman açıktır. Allah, şeytana uyup hata yapanların Kendisi'nden bağışlanma istediklerinde bağışlandıklarını ve bir daha bu kötülüklere dönmemekte kararlı davrandıklarında sonsuza kadar cennetle karşılık gördüklerini şöyle bildirmiştir:

" Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) Yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık (ecir)var." (Al-i İmran Suresi, 135-136)

Kendisini yaratanın ve sahip olduğu tüm nimetleri verenin Allah olduğunu bilen bir insan için Rabbimiz'i sevmek, O'nun azabından sakınmak ve O'nu yüceltmek büyük bir şereftir. Allah'ın varlığının dellileri her yerdedir ve olayları vicdanıyla değerlendiren bir insan için bunları görmek son derece kolaydır. Şeytanın bu planıyla karşılaşmış olan herkes için, her ne aşamada olursa olsun, her an Allah'ın bağışlayıcılığına dönüş imkanı vardır. Her ne hata yapılırsa yapılsın, önemli olan insanın son halidir. Yaptıkları için Allah'tan bağışlanma dileyen ve hatalarını telafi etmek isteyen bir Müslümanın geçmişle kıyaslanmayacak kadar samimi olması da mümkündür. Bunu isteyen bir insanın ilk yapacağı şey, Allah'a sığınarak şeytanın oyununu bozmak ve bildiği her yolla Rabbimiz'in rızasını kazanmaya çalışmaktır.

Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir. (Müzzemmil Suresi, 19)


"Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden." (Alak Suresi, 6-7)
 
Üst Alt