Ibn-i Teymîyye, 7. hicri asrın son üçte biri ile 8. asrın ilk üçte,
biri arasında yaşamıştır.
Afimler arasında bir alim ve fetva vermede kendisine başvurulan bir kaynak olarak ortaya çıkmasından beri insanlar onun hakkında İkiye ayrılmışlardır. Kimi O'nu medhu sena etmiş, kimi de kötülemiştir. Bu durum zamanımıza kadar devam etmiştir
İnsanlardan bir kısmı O'nu takttrde aşırı gitmiş, hatta O'nu büyük imamlardan daha yüce bir mertebeye çıkarmışlar, O'nu Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, ve el-Leys gibi Ümmetin büyük dehalarının üzerinde tutmuşlardır. Bir kısmı ise Onun için içtihad mertebesine ulaşamadığını İleri sürerek içtihad ettiği konularda haddini aşmış olduğunu, boyundan büyük işlere kalkışmış bulunduğunu zannetmişlerdir. Hatta bazıları, O'nun dîn dairesinden çıktığını, öncekilerin bağlandıkları kayıtlardan sıyrıldığını, dine tecavüzde bulunduğunu zannederek O'nu küfürle itham etmişlerdir
Eski ve yeni müşahedeler göstermiştir ki, insanların kiminin yücelterek kiminin de kötüleyerek hakkında ihtilâfa düştükleri bir kimse mutlaka yüce birisi olmalı, bir dehaya sahip olmalıdır ki, bakışlar ona yönelsin ve gözler ona çevrilsin. Netice itibari ile yakınları ve dostları olmalı, ayrıca onun kusurlarını araştıran, eksiklerini sayıp döken O'nu tenkid fırsatını kollayan düşmanları olmalıdır.
işte İbn-i Teymiyye böyle birisi idi. Gerçekten büyük bir şahsiyyetti. Çağdaşlarından hiçbirinde toplanmayan vasıflar onda bir araya gelmiştir
Zeki ve zarifti. Deha sahibi, güçlü bir müellifdi. O beliğ bir hatipti. Kuvvetli bir araştırmacı idi. Eskilerin söylediklerini görmüş, geçmişden haberdar bir alimdi. İbn-i Teymiyye'ye kadar eskilerin sözlerini zaman olgun-laştırmış, tecrübeler tehzib etmiş denemeler onları yarı duru hale getirmişti. İbn~İ Teyrniyyenin basireti, eskilerin sözlerinin özüne nüfuz etmiş, onların derinliklerine dalmış inceliklerini öğrenmişti. Rivayetleri araştırmış, farklı görüşleri birbiri İle mukayese etmiş, zamana uygulamıştı. Bütün bunlarla beraber o, külli kaideleri idrak ile cüzziyyata rapt etmeyi, çe-şitli dağınık meseleleri toplayıp onları tek bir asra sığdırmayı da başarmıştı.
2 — Önünde geçmişten miras olarak kalan fıkhî ve aklî serveti araştırması ve incelemesi, İbn-İ Teymiyye'yi seleften kalan servete zıt düşen şeylerin aleyhine hükmedecek bir hakim ve meselelerinde ihtilaflı konuları hallü fasi edecek bir kadı haline getirdi. Böylece İbn-İ Teymiyye İhtilaflı meselelerde hüküm verirken normal bir kadının hüküm verişi gibi davrandı. Hükme kaynak olacak deliller onu sevkediyordu. Kendisi bu delilleri sevketmiyordu. Beyyineler kendisini yönlendiriyor fakat o asla delilleri yönlendirmiyordu. Delilleri de ancak Allah'ın kitabı Peygamber'in (S.A.VJ sünneti Sahabe'nin(R.AJ eserleri oluyordu.
O'nun metodu sahabelerin kaza ve hükümlerinde takip ettikleri me-toddan başkası değildi. Allah'ın (C.C) kitabına, sünnete ve sahabe tatbikatına uygun bulduğu şeyi destekler ve O'nu yaymaya çalışırdı. Muhalif bulduğu şeyi de -sözün sahibi kim olursa olsun- karsı çıkar ve batıl olduğunu ortaya koymaya çalışırdı. Bu yüzden yıkmaya çalıştığı bu tür görüşleri benimseyen birçok grup, onunla mücadele etmek, O'na karşı kıyam etmek, O'nu taşkınlıkla ve haddi aşmakla suçlamak üzere harekete geçmişlerdir.
3 — Ibn-İ Teymiyye sadece fer'î meselelerle ilgilenip, bunların ihtilaflı konularına hükümler getirmekle kalmadı. İlm-i Kelâm'la ilgili olmak üzere usul konularına da daldı. Kur'ân-ı Kerim'în mahluk olup olmaması, Allah'ın kudret ve iradesi yanında insanın kudret ve iradesi ile ilgili, geçen dönemlerde Cehmiyye ve Kaderiyye'nin ortaya atıp kızıştırdıkları meseleler hakkında konuştu. Sıfatlarla ilgili müteşabih âyetler hakkında söz etti. Allah Taalayı «istiva» ile vasıflandırdı.
Bütün bu meseleleri ancak Kitap, Sünnet, Sahabe ve büyük tabiilerin metodlanna kendini mukayyed (bağımlı) sayan usulü ve dosdoğru olan aklın hükmü ile araştırdı ve inceledi. Sahabe ve büyük îabiîerden sonra gelenlerden, İlmî derecesi ve tarihi yeri ne olursa olsun, hiç kimsenin görüşü İle kendini bağımlı saymadı. Tabi bu konuda Ebu'l-Hasen el-Eşarî'-ye muhalefet etti.
O'nun ulema arasında yeri herkesçe malum olup tabileri de pek çoktur. Hatta İbn-İ Teymiyye'nİn yaşadığı dönemde alimlerin büyük çoğunluğunu Eş'ariler teşkil ediyordu. İbn-i Teymiyye, Eş'ari ve Maturidi'lerin irade meselesinde Cehmiyye gibi düşündüklerini söyledi. Tabi böyle olunca da, bu iki mezhebin tabileri ona açıktan bir düşmanlıkla hücuma geçerek kendisini taşkınlıkla, doğru yoldsn çıkmakla ve sapıklıkla suçladılar. Aralarında ardı arkası kesilmez bir savaş başladı. İbn-i Teymiyye onların sözle ve delille haklarından geliyordu. Muhalifleri de ondan, zindanlarda zulmetmek ve sultanları aleyhine kışkırtmak sureti ile öfkelerini alıyorlardı,
4 — Fakihlsr ve kelâmcılardan olan hasımlarını kendi üzerine çekmekle yetinmedi. Aksine hakkı savunan sesini, sesleri çok yüksek olan, halk üzerinde büyük bir etkinlikleri bulunan başka bir gruba karşı da yöneltti, onları tenkid etti. Bunlar sofilerdi. İbn-i Teymiyye bunlara açıktan cephe aldı, sülük ettikleri yolların hatalarını açıkladı. Onlara karşı yayg'.n bir savaş ilân etti. Onların gözbağcılıkla ve halkı hak yoldan saptırmakla suçladı. Tabileri arasında saydıkları evliya ve salih kişilerle tevessülde bulunmayı îenkid ederek bunu, kendilerini Allah'a yaklaştırmak için mah-luk'un Allah katında bir şefaatçi edinilmesi kabilinden saydı. Nitekim müşrikler de Allah'ın (C.C) kendilerinden hikâye yolu ile bildirdiği âyette aynı şeyi söylüyorlardı. «Biz onlara (putlara) ancak bizi Allah'a yaklaştır-mslerı İçin tapıyoruz» (Zümer; 3) diyorlardı.
Bu noktadan hareketle İbn-i Teymiyye tepkisini artırdı ve mücadelesini şiddetlendirdi. Sofiyye'den. sapıklıklarını ortaya koymanın mümkün olduğu hiçbir konuyu bırakmadı. Hepsini açıkladı. Kendisi ile Soîiyye arasında münakaşalar şiddetlendi. O'nunla münazara ve mücadele için bir sraya geldiler. Hiçbir durumlarını gizlemiyor, hatta içinde hiçbir şey saklamıyor, herseyi ortaya döküyordu. Öyle ki, O'nun cesaret ve cür'eti, bütün insanların huturunda mahlükattan hiç bir kimseden hatta bütün mah-lukatın efendisi Hz. Muhammed'den (S.A.V) bile istiânede bulunup yardım dilemenin sahih olmadığını ilân etme derecesine ulaştı
Bunu, büyük kalabalıkların önünde haykırdı. Görüşlerini açıklarken halk İle seçkin zümre arasını ayırmıyordu. Alimlere söylediğini halka da söylüyordu. Çünkü bunun din olduğuna inanıyordu. Emri bi'l-Maruf nehy-i ani'l-Münker (iyiliği tavsiye kötülüklerden sakındırma) görevi İster halktan olsun ister tahsilli kişilerden olsun, itikadında sapıklık bulunan herkesin irsad edilmesini gerektiriyordu. Hatta halkın doğru yola ulaştırılması daha gerekli idi. Alim kimseler onların irşadından meşguldü. Alim, irşada ve yolu aydınlatmaya kadir olduğu halde halk yoldan saparsa onların veballerinden bir kısmı da o alime yüklenirdi. Bu konuda İbn-i Teymiyye Hz. Ali [R.A)'nin «Alimler niçin öğretmediniz dîye sorguya çekilmedikçe, cahiller niye öğrenmediniz dîye sorgulanmazlar.» sözü gibi düşünüyor ve amel ediyordu.
5 — Delillerine sonsuz güven duyan, büyük alîm İbn-i Teymiyye görüşlerini hiç kimseden çekinmeden rahatça açıklıyordu. Allah O'na apaçık bir dil, hikmet dolu bir kalp ve güçlü bir kalem vermişti. Bu anlattıklarımızla yetinmedi.
Şia fırkasına da kalbi ile, kalemi ile, dili ile sert bir hücumda bulundu. Çünkü İbn-i Teymiyye bunların İslâm düşmanları, haçlılarla işbirliği içinde olduklarını ve müslümsnlarm sırlarını, onlara açtıklarını sezmişti. Yine bunların Moğollarla meskun ahaliye karşı işbirliği ve dayanışma İçinde olduklarını, ele geçirdikleri müslümanları onlara teslim ettiklerini ve müslüman topraklarını peşkeş çekip fitne ve fesat çıkardıklarını öğrenmişti. Moğollarla kılıçla savaşan atlı kahraman İbn-i Teymiyye bu Şia taifesine karşı güçlü kalemi keskin düi ile kılıç sıyırmış, yorulmadan usanmadan usullerini reddetmeye, delillerini iptal etmeye başlamış, içyüzlerini ortaya koyacak risaleler yazmıştır.
Devrindeki Batiniyye, Şîa ve Hâkimiyye fırkalarının, Nusayrilerin hallerinde, gizli usullerinde, Ibn-i Teymiyye ve diğer muasırları, kendilerini onların haklarında zanda bulunup, şüpheye sevkedici şeyler görüyor, haklarında dolaşan söylentileri kabul ediyorlardı. İbn-i Teymiyye'nin onlar hakkındaki hükmü de bütün bu söylentilerle uyum arzediyordu. Şöyle kî bunlar durumlarını saklıyorlar, başkalarına açmadıkları şeyleri kendi aralarında ve cemaatleri içinde gizliyorlardı. Sırlarını saklamada aşırı bir gayret sarfediyorlar İslâm cemaatinden olan Önderlere ve büyüklere suikast için faaliyet gösteriyorlardı. Bunların eserleri altıncı ve yedinci asırlarda ortaya çıktı ve kulaktan kulağa yayıldı. Artık durum gizli kapaklı değildi. Müslümanlarla haçlılar arasında harp bütün şiddeti ile kızışmış halde devam ediyordu. Bütün bunlar İbn-i Teymiyye ve muasırlarının Şia fırkaları hakkında zanda bulunmalarını haklı çıkaran ve kolaylaştıran nedenlerdir.
6 — İbn-İ Teymiyye bütün bu fırkalara karşı koymuştu. Bu yüzden bunların arasında, kendilerini telâfi etmek için onun hakkında kötü sözler çıkaran, tenkitçi kimselerin bulunması şaşılacak birşey değildir. Asıl şaşılacak olanı İbn-i Teymiyye'nin korkusuzca davetine ve fırkaları kendi üzerine çekmeye devam etmesidir. O'nun yıllar boyu hapishane köşelerinde kalması tuhaf değil, asıl tuhaf bulunacak husus muhaliflerinin kendisine, elleri ve kılıçları ile tecavüzde bulunmamaları idi.
Mısır'da ders verirken Sofilerin halkı kışkırtması neticesinde sadece bir defa vaki olan ve bazı ellerin eza etmek için bedenine uzatıldığı ve süratle tekrar kendilerine çevrildiği eza hariç İbn-i Teyrniyye'ye bunca muhaliflerinin ellerini bedenî işkence etmek için uzatmamalarının sebebi neydi?
Sebeb şuydu: İbn-i Teymiyye ihlâslı bir adamdı. Hayata herkes tarafından sevilerek başlamıştı. Halk için olsun, seçkin zümre için olsun ihlâsı aşikârdı. O Ailah [C.CJ yolunda kılıcı ile cihad eden fakih ve alimdi. Sadece ilmi, kalemi ve dili ile cihad etmekle kalmamış aksine Moğollarla savaşmak için kılıcını kınından sıyırmıştır. iiirn ve siyasette cesur ve atılgan olduğu gibi, savaş alanında da cesur ve kahramandır. Dimeşk'tsn bir heyetin başında Moğol hükümdarı Kazan Han'a gitmiş, ordusunun ülkede bozgunculuk ve fesad çıkarmasına mani olmasını istemişti. O'na cesur bir kalb ile hitap etmiş ve bu katı asker hükümdarın diktatörlükle ortayakoyduğu işleri gerçek vasfı ile yüzüne karşı dile getirmekte en ufak bir te-reddüd göstermemiştir.
Halkın başına gelen bir musibette onlarla beraber koruyucu bir zırh idi. Halkı dili İle, kalemi ile, kılıcı ile, müdafaa ederdi. Onların sıkıntılarına iştirak ederdi. Bu yüzdendir ki bütün kalbler ona kulak verir, gönüller ona doğru meylederdi. Bunlar, onun sözünün kabulünü kolaylaştırırdı. Her ne kadar ulema katında alışılmış ve maruf olan bazı şeylere muhalefet ederek karşı koymuş ise de amelleri onun dininin doğruluğuna, imanının kuvvetine şahiddi. Amellerin nefislerde dikkat uyandırması, sözlerin etkisinden dalıa fazla olurdu. Bunun ötesinde, saygı duyulan kuvvetli bir şahsiyeti, cezbedici tatlı bir ruhu, şefkat ve merhametle çarpan bir iradesi vardı. Bütün bunlar, onu insanların arasında, kendine has bir mertebe ve şerefe sahip kılıyor, söylediklerini tutmalarını sağlıyordu veya en azından ona muhalefet ederlerse, saldırıda bulunmuyorlardı. Bunlara delillerinin parlaklığı, ifadesinin fasihliği, belagatının kuvveti de eklenince, onu dinleyenlerin nasıl bir tesir altında olduklarını anlarız. Bütün bunların ötesinde o, saf kaynaktan, kıyamet gününe kadar yegane kaynak olma özelliğini sürdürecek olan Allah'ın kitabı ve Rasulünün sünnetinden delil ve görüşlerini alıyordu. Dinleyenlerin akıllarını sonsuz muhabbet alanına götürüyordu. Çoğu halk ona kulak veriyor, mest oluyordu. Çoğu seçkin tabakadan olan kimseler de onun delilleri ile ikna oluyorlardı.
Bu yüzdendir ki, bu büyük alime karşı tuzaklar hazırlayanların, sultanın yanında aleyhine dolaplar çeviren kimselerin muasır alimlerden oluştuğunu görüyoruz. Bu alime karşı halktan gelen bir ayaklanma görmüyoruz. Sadece tabii olmayan ve hasımları tarafından ortaya konan amillerin tesiri altında Mısır'da meydana gelen basit bir olay vardır. Böyle bir olay Suriye'de meydana gelmemişti. Çünkü orada büyük-küçük herkes onun mertebesini yakından tanıyordu. Mısır'da ise halkın çoğu tarafından bilinmiyordu. Bu yüzden de halkı aleyhine kışkırtmak kolaydı.
7 — Buraya kadar bahsettiklerimiz bu parlak şahsiyetten bazı görüntülerdir. Biz bu çalışmamızda bizi O'na götürecek anahtarı elde etmeye, özelliklerini öğrenmeye, hakikatini, künhünü elde etmeye, ilgili haberleri sonuna kadar araştırıp incelemeye çalışacak küçüklüğünden rüşdüne erinceye, sonra güçlü bir adam en sonunda da yüce bir alim oluncaya ve bu minval üzere cereyan eden hayatını başından sonuna kadar inceleyeceğiz.
İbn-i Teymiyye'nin hayatı açıktır. Hakkında genişçe yazılmış bilgiler vardır. Çünkü gerek hayatında ve gerekse ölümünden sonra ona bel bağlayan samimi talebeleri O'nun hayatını derinlemesine araştırmışlar ve basma gelen olayları, başkaları ile girdiği mücadele ve savaşları etraflıca yazmışlardır. Bunlardan bazıları, bunları vakıaya uygun objektif bir bakış la nakletmiş ve olaylara hayal mahsûlü mübalağalar eklemernisîerdir. Çünkü bunlar olaylara şahid olmuşlar ve gözleri ile görmüşler müşahede ve gözlemlerini yazmakla yetinmişlerdir.
Vakıaların hayal mahsulü eklentilerle genişletilmeden serdedilmesl, araştırmacıya, o şahsın ilmî bir incelemeye tabi tutulmasını kolaylaştırır; neticeleri öncüllerine irca eder, fer'i meseleleri aslına döndürür ve eserleri müsssirlerine bağlar, böylece inceleme kolaylıkla sürer, gider
Bu yüzden İbn-i Teyrniyye'nîn hayatını incelerken dört imamın hayatını incelema sırasında menakip yazarlarının kaleme aldıkları biyografilerde, haklarındaki gerçek bilgilere vakıf olmak için gerekli araştırma sırasında karşılaştığımız zorluklarla karşılaşmıyoruz. Çünkü imamların hayatları i!e ilgili kitaplarda mübalağa edilmekte, makul gayr-ı makul medih ve sonaisr!:, dolu bulunmaktadır. Dolayısı ile toplanılıp yazıya dökülen malumat arasında da gerçek olanları seçip ayırmak çok zor ve güç olmuştu.
Ama burada biz, İbn-i Teymiyye'nin hayatını çoğu durumlarda müba-İağe.dan uzak olarak doğru bir şekilde kaleme alınmış, hazır bir vaziyette buluyoruz. Farklı kaynaklarda mübalağalı ifadeler arasında karşılaştırma yapmak kolay olmaktadır.
8 — îbn-i Teymiyye'nin insanî şahsiyetini yaşadığı vakıalardan çıkarıp ortaya koymanın kolaylığı yanında, onun ilmi şahsiyetini öğrenme yolunda karşımıza başka bir zorluk çıkmaktadır. Gerçekten O'nun i'mî şahsiyetini ortaya koymak oldukça zordur. Hatta İmam Ebu Hanife, imam Malik v.b. gibi büyük imamların İlmî şahsiyetlerini ortaya koymaktan daha zordur. Günkü onların zamanında ilini ağızdan almıyordu. Zira ilim. hafızalarda saklı olup henüz kitaplara girip satırlara dökülmemişti. Dolayısı ile İmam'ın ilmi şahsiyetinin nasıl oluştuğunu Öğrenmek kolaydır.
Biz evvelâ ilmî şahsiyetini öğrenmek istediğimiz imamın hocalarını ve bunların metodlarım araştırırız. Hocaların tanınması talebesinin aldığı şeyleri öğrenmemizi kolaylaştırır. Aldıkları ile bizzat kendisinin ortaya koydukları bilgileri tesbitten onun geride bıraktığı ilmî eserin ölçüsünü öğrenmemiz mümkün olur. Hareket noktamız; gerçek alimin, kendisinden önceki alimlerin bıraktıkları ile kendini yetiştirip kendinden sonrakilere yeni gıdalar takdim eden kişi olduğu prensibidir. Eskilere getirdiği yenilikler O'nun İlmî şahsiyetini teşkil eder.
İbn-i Teymiyye 7. asırda gelmiştir. Bu dönemde mezhepler tedvin ve-dilmiş, sünnet, ilgili kitaplarda yeterince toplanmış, çeşitli ilimler kocaman kocaman kitaplar içinde dercedilmiştir. Felsefî, dini, lugavî ve tarihî bütün ilimlerden hepsi tedvin edilmiş bulunuyordu.
Dolayısıyle İbn-i Teymiyye'nin ilim aldığı hocaları bilmek artık kolay değildi. Çünkü sadece yaşayan kimselerden olmamış, aksine kendinden nesiller önce geçmiş bulunan alimlerden de insanlığa miras bıraktıkları kitaplar vasıtası ile İlim almıştı. Talebenin ilim elde etmek İçin araştıracak, üzerine kapanacak, okuduğu nice kitaplar vardır ki, [adetçe) kendisini karşısına alıp da okuttuğu hocalardan daha çoktur.
9 — İbn-i Teymiyye hiç kuşkusuz pek çok hocadan ilim almıştır. Onlardan hadis, lügat ilimleri, tefsir, fıkıh ve akaid gibi dinî ilimleri ve zamanında bilinen daha başka ilimleri okumuştu. Çevresi, ilimleri bizzat ehlinden sima imkânını kendisine bahşediyordu. Çünkü ailesi ilmin beşikliğini yapıyordu. Babası ve dedesi büyük alimlerdendi. Dedesinin Hanbelî usulü ile ilgili kıymetli ve meşhur kitapları vardı. Hanbelî fukahasından olup fıkıhta güçlü bir alimdi.
Ne var ki biz, İbn-i Teymiyye'nin sadece kendilerinden şifahen ilim aldığı hocaları ile yetinmediğini ksbul etmek zorundayız. Hatta İbn-i Teymiyye'nin düşünce ve aklının oluşmasında ve gelişmesinde en büyük pay, bizzat araştırıp okuduklarına aittir. Çünkü O hocalarından hiçbirinin bilmediği, temas etmediği yenilikler getirmiştir. İbn-i Teymiyye'nin bütün fıkhı mukayeseli olarak ve hükümlerin teşri hikmetlerine, kendilerinden gözetilen gayelere vâkıf olarak incelemiş olduğunu görüyoruz. O'nun İslâm Toplumu içerisinde bilinen İslâm! mezheplerin usullerine tam vakıf olduğunu görüyoruz. O'nu iyi bir araştırmacı ve inceleyici olarak buluyoruz. Sonra O'nun kendisine ait derin felsefî düşüncelerinin bulunduğunu ve bunlardan kabule şayan ve uygun bir teşri felsefesi çıkardığını görmekteyiz.
Bu durumda, O'nun mutlaka asrında pek parlak bulunan aklî, felsefî ve dinî bütün eserleri okuduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. O'nun feylesofların kitaplarını, bunlara reddiyelerini, Gazali'nin, İbn-i Rüşd'ün vb. kitaplarını okuduğunu kabullenmek durumundayız. Hatta biz Kelâm İlminde bazan metodik açıdan Gazali ile arasında îikrî bir uygunluğun mevcudiyetini görüyoruz.
Bunlann bir tesadüf eseri olması mümkün değildir. Yine İbni Teymiyye İhvan-ı Safa'nın, bazan sapıtarak bazan doğru tutarak İslâm Şeriatını inceledikleri risalelerinden de haberdar olmuş olmalıdır. Yine O'nun Ibn-İ Hazm'ın el-Muhalla'sını incelemiş olması da kesinlikle hükmedilen bir husus olmalıdır.
Böylece İbn-İ Teymiyye tedvin edilmiş olan bütün İslâmî İlimleri incelemiş oluyoı-du. Bu konuda pekçok haber vardır. İbn-i Teymiyye sonra bu okuyup incelediği İlimlerden kendi nesli ile kendinden sonra gelecek nesilleri yenileyecek canlı kuvvetli bir unsur çıkarmıştı.
Hatta o sadece İslâmî araştırmalarla da yetinmeyip başka dinleri de incelemiştir. Sanırız, buna en güzel delil «el-KBvlu's-Sahih fî men beddele dîne'UMesîh» (1) adlı kitabıdır. Çünkü bu kitap kendisinin, Hıristiyanlığın doğuşunu ve gelişmesini kendi zamanındaki durumunu çok iyi bilen bir yazardan çıktığını ortaya koymaktadır.
10 — işte biz İbn-i Teymiyye'nin ilmî şahsiyetini incelemedeki zorluğu burada buluyoruz. Çünkü O'nun ilim aldığr kaynakları aklını beslediği ve böylece düşündüklerini ortaya koyduğu akli gıda çeşitlerini saymaya güç yetiremeyiz.
İster bunları kesinlikle bilelim, isterse bilmeyelim, şu kesindir ki, tarihin İbn-i Teymiyye adına ölümsüzlük defterine tescil ettiği ilmî külliyatı (el-Mecmûatıs'l-ilmîyye) kendi sahasında tek eserdir. İbn-i Teymiyye buradaki metodunda, ne tabi bir mukailid ne de birilerine benzemeye çalışan kişidir. Kendinden önce geçen hiçbir kimseye benzemeyen tamamen fikrî istiklale sahip birisi oîarak kaleme almıştır.
O her ne kadar öncekilerin ilminden istifade etmişse de kendi nefsinde kalıbını, kendi düşüncesinde istikametini bulan bir düşünce getirmiş idi. Aynen cesedin her türlü gıdadan istifade edip de sonunda, gıdalan-dığı her unsuru ihtiva eden bir karışımı meydana getirmesi gibi. Ama bu karışım vücutta bulunan Özelliklerden dolayı ne alınan gıdalardan biridir ne de onlardan birine benzer bir şekil almamaktadır. İşte İbn-i Teymiyye böyle idî.
İnşallah bu hususu gücümüz yettiğince açıklamaya çalışacağız.
11 — Bu büyük alimin hayatını ve ilmî şahsiyetini ortaya korken karşılaştığımız güçlüklerden biri budur. Karşımıza engel olarak çıkan bir diğer güçlük daha vardır. O da içinde yaşadığı dönemdir. !bn-i Teymiyye'nin yaşadığı asır hadiselerin çokluğu, birbirini takibi, çeşitlerinin çokluğu ile temayüz eder. islâm devletleri küçük devletçikler haline dönüşmüş, birbirleri arasındaki münasebetler sertleşmiş, herbiri diğerinin üzerine çullanmak için fırsat kollar olmuştu.
Devlet zulme dönüşmüş, saltanatın sabit bir yeri kalmamıştı. Hükümran sülâleler çoğalmış, saltanatı elde etmek için birbiri ile yarışanlar artmıştı. Herkes saltanat istiyor, ordusu olan herkes devlete göz dikiyordu. Böylece otorite parçalanmış, işler sarsılmıştı. Müslüman halk kitlesi saltanatı elde tutmak İsteyenlerle, bunların elinden almak isteyenler için mücadelelerini sürdüren kimseler arasında yağma edilmiş ve paylaşılmıştı.
Haçlılar, İslâm yurduna saldırıp, kötü niyetlerini gerçekleştirmek İstediklerinde Mısır ve Suriye sultanlarından gayret sahibi melikler bulunmuş ve onlara mani olmuşlardı. Müslümanlar henüz bir nefes almamışlardı ki, Moğollar sanki her tepeden sel gibi akan Ye'cüc ve Me'cüc kavmi gibi İslâm alemini istilâ etmişlerdi.
Gizlice faaliyetlerini sürdüren fırkalar Müslümanların daha fazla bölünmesi için desiseler kurmaya başlamışlar, aradaki ayrılıkları körükleyen dolaplar çevirir olmuşlardı. Ufukları aşarak dünyada islâm Cennet! olan Endülüs'e doğru yöneldiğimizde daha korkunç bir manzara ile karşılaşıyorduk. Mülk, küçük küçük devletçiklere bölünmüş hatta her şehir başlı basma bir devlet halini almıştı. Düşmansa hepsini bir biri ardı sıra avlıyordu. Nihayet bu asırdan sonra hepsini tükete tükeîe son kalıntıyı da acımadan merhamet etmeden denize çökmüştü. Ateşten su bekleyenden başka hangi ahmak düşmanlardan rahmet bekleyebilirdi?
İşte bu durum İmân dolu bir kalbe sahip olan İbn-i Teymiyye'nin yaşadığı asrın kısa bir özetidir. İnsan çevresinin çocuğu, asrının bir ürünüdür. Aynen iyi bir tohum gibi güzelce yetişebilmesi için mutlaka uygun bir iklim ve tohumu besleyecek bir toprak olması gerekir. Başka yerde bitmez. Dahi İnsan da aynıdır. İçinde yaşadığı asırla alışverişte bulunur, acısından tatlısından alır, faydalanır, sonra ıslahına yönelir. Bu yüzden bu büyük fakihin elemleri ile yakından ilgilendiği içinde yaşadığı bu asra şöyle bir göz atmak gerekmektedir. Bu asrın incelenmesi ise çeşitli yönleri ve farklı türden incelenmesi gereken hususları olduğu için hiç de kolay değildir.
12 — Biz İbn-i Teymiyye'nin hayatını ve içinde yaşadığı asrı inceledikten sonra onun ilmini incelemenin kolay bir iş olmadığını göreceğiz. Çünkü İbn-i Teymiyye geçen imamlar gibi mütehassıs değildi. Mesela Ebu Hanife fakihdi ve sadece fakih olarak bilinirdi. Her ne kadar hayatının ilk dönemlerinde kelâm ilmine, bir dalışı olmuş ise de o ilmi kelâmdaki hilâ-îi bir tarafa atarak fıkıhta ve ahkam İstinbatında derinleşmeye kendisini vermişti. İmam Malik fakih ve muhaddisti, ve fıkıhla hadisin arası tamamı İle henüz ayrılmamıştı. İmam Eş-Şaîii her ne kadar fakih ve edip ise de asıl fıkıh ve usulünde derinleşmişti. Bu yüzdendir ki bu İmamların ilmî yönlerini incelemek koiaydır. Çünkü sadece bir yönden ibarettir. Diğer yönler ise kendilerinin birer mütehassıs olarak değil de müslüman alimler olmaları sıfatı ile benimsedikleri görüşlerden İbarettir.
İbn-i Teymiyye'ye gelince durum farklıydı. Onun fıkıh alanındaki yükselişleri onu zamanın fakihi yapmış, kelâm ilmindeki yükselişleri ise onu bu sahada en belirgin bir şahsiyet yapmıştır. Kur'ân-ı Kerim'e getirdiği tefsirler ve usulü tefsiri incelemesi, usule dair metodlar koyması onu müfessirler safına katmıştır. Bütün bu ilimlerde kendisine ait araştırma ve incelemeye dayanan görüşleri vardır, ki her ne kadar kendisi bu görüşlerin selef mezhebi olduğunu, kendisinin ortaya koyduğu bir bid'at, kendisince ilk kez söylenen bir yenilik olmadığını; aksine, İslâm'ın taptaze olduğu ve senelerin üzerine taklid ve unutulma tozlarını kondurmadığı şerefli dönemindeki İslâm'a dönüş olduğunu söylüyorsa da bu görüşleri ilk defa ortaya atan kişi kendisi sayılır.
Bu durumda O'nun ilmini ortaya koyabilmek için bütün bu ilmi yönlerini incelemek ve bu ilimlerdeki yükselişini muasırlarına muhalefet ettiği konulan öğrenmek gerekmektedir. Yalnız ilmî yönlerinden birini bırakıp diğeri İle yetinmek, sadece fıkhî yönünü incelemek ve kelâm ilmindeki ortaya koyduğu görüşleri terketmek doğru olamaz. O zaman biz incelememizde, O'nun hayatından büyük bir bölümünü, bu konudaki görüşlerinden dolayı kınandığı ve bu yüzden birkaç sene hapiste kaldığı hayatının önemli bir kısmını ihmal etmiş oluruz. Yine o devrinin en büyük fakihi, muasırlarının da zikrettiği gibi fıkhî çalışmaları ile içtihad mertebesine ulaşmış müçtehid ve bu konuda dört imama muhalefet etmiş, talak ve benzeri meselelerle ilgili verdiği feîvalardaki muhalefeti yüzünden hapiste vefat etmiş biri oiup dururken onun sadece kelâmî yönünü incelemekle yetinmek ve fıkhını ele almamak da yine doğru olmayacaktır.
13 — Diğer yönlerini ihmal etmeden O'nu bir fakih olarak incelemeye tabi tuttuğunuzda bu kez O'nun içtihaddaki mertebesini tayin etmek hiç de öyle kolay bir iş olmayacaktır. Çünkü İbn-i Teymiyye ilk öğreniminde Hanbelî mezhebine mensupdu ve Hanbelî mezhebi ile olan ilgisini de hiçbir zaman kesmemişdi. Hanbelî mezhebini uyulması en güzel mezheb olarak telâkki ediyordu. Çünkü bu mezheb diğer mezhepler içinde selef-i sa-ühine en çok bağlı olanı idi. İnşallah yerinde bahsedeceğimiz İçin bu hususu açıklamaya da gerek yoktur.
İbn-i Teymiyye'nin bütün ailesi Hanbelî idi. Hanbelî fıkhı ve usulünde babasına ve dedesine ait bir eseri tamamlamıştı: Hanbelî alimleri, Hanbelî mezhebindeki usul kitaplarından birinin Teymiyye ailesine ait -Müsvedde» olduğunu zikrederler. Söz konusu Teymiyye oğulları Şeyh Mecdud-din, oğlu Abdulhalim ve torunu Şeyhu'l-istam Takiyyuddin'dir ki bizim inceleme konumuz bu sonuncusudur.
Kendisine ait, Hanbelî mezhebinde bulunmayan tercihleri bulunmasına rağmen İbn-i Teymiyye yetişmesi İle, ailesi ile, fıkhı kültürü ve İncelemedeki meyli İle Hanbelî idi. Bununla birlikte, Kitap, Sünnet, Sahabe fetva ve kazaları alanlarında kendine ait tercihleri bulunuyordu ve bu tercihlerinde mezhep sahibi dört imam'ın hepsine de muhalefete ulaşan neticelere varmıştı. Talakla yemin ve bununla talakın vuku bulmamasına dair verdiği fetvası tek lâfızla birden veya tek bir meclisde ayrı ayrı verilen üç telakin tek bir talak sayılacağına dair fetvası bunlardandır. İbn-İ Teymiyye bu ve benzeri meselelerde dört mezhep dahilinde tevcihte bulunma dairesini aşarak Kitab'a, Sünnete ve Sahabe kavillerine yönelmiş ve bunlardan başkasına iltifat etmemiştir.
Durumu bu olduğuna göre şimdi onun içîihaddaki konumu hangi mertebede olacaktır. Dört İmam veya Ebu Hanİfe'nin ashabı Ebu Yusuf, Mu-hammed b. Hasen ve Züfer b. Huzey! (ki bizim kanaatimize göre bunlar mutlak müctehiddirler) gibi mutlak müçtehid midir? Yoksa ne kadar furuda Hanbelilere hatta bütün dört mezhep imamlarına muhalif neticelere ulaşsa da usulde Hanbelî mezhebine bağlı ve bu mezhebin metodu üzerinde yürüyen bir müntesib müçtehid midir?
Bu durum İbn-i Teymiyye'nin Ahmed b. Hanbel ve diğer imamlara muhalefet ettiği feri meselelerin araştırılmasını bu feri meselelerde ulaştığı, hükümleri üzerine bina ettiği usullerin tedkikini bu usullerin Hanbeli mezhebi usulleri ışığı altında ele alınmasını gerektiren bir meseledir. İncelemeden sonra eğer kendi usullerinin Hanbeli usullerinin genel kapsamı içine girdiğini, bu mezhebin metodlarından uzak olmadığını görürsek, O'nun bir müntesib müçtehid olduğunu kararlaştırırız. Çünkü bu durumda Hanbelî mezhebi usulleri ile mukayyed olacak, bu mezhebe müntesib bulunacaktır. Yok böyle değil de bazı meselelerde muhalif olarak üzerine çeşitli hükümler bina ettiği usulleri yeni türden usuller olup Ahmed b. Hanbel'in usullerinin genel kapsamı dahiline girmiyorsa, o zaman da İbn-i Teymiyye'nin Hanbeli mezhebini taklid ve ona intisab bağlarını soyup atan bir mutlak müçtehid olduğunu kabul edeceğiz.
İşte bu neticeye ulaşmak da ancak onun fıkhî görüşlerini derin bir araştırma ve incelemeye tabî tutmaktan sonra mümkün olacaktır. Böyle bir araştırmada biz, genel olarak onun fıkhının kıymetini özel olarak da kendinden öncekilere muhalefette bulunduğu meselelerdeki İçtihadının mesafe ve sınırını öğrenmiş olacağız
14 — Ulaştığı neticelerin ilmî değerini ortaya koymanın yolu onun
kitap ve risalelerinin İncelenmesidir. Bu kitap ve risaleleri onun aklının meyveleri ile dolup taşmaktadır. Hatta siz onun bu eserlerinde kalbinin çarpmasını duyacak, içinde geçirdiği duyguları hissedeceksiniz.
Başkalarına nisbetle ilminin yüceliğinin ortaya çıkması için muhalefet ettiği konularda kendinden başkalarının görüşlerini de mutlaka İncelememiz gerekecektir. Çünkü ancak iki delilin karşılaştırılması ile görüşlerden hangisinin daha İsabetli, hangisinin daha doğru olduğunu bilmemiz mümkün olacaktır. Yine bu durumun tam olarak aydınlık kazanabilmesi İçin mutlaka hücumda bulunduğu fırkalardan da söz etmemiz gerekecektir. Biz onun Şiaya çattığını ve hücumunu, zamanında bulunan Batı-niyye, Hakimiyye ve Nusayriyye kollarına tahsis ettiğini görüyoruz. Bu durumda bazı Şiî haberlere ve metodlarına kısaca temas etmemiz gerekecektir. Yine O'nun cebir ve ihtiyar meselesinde Cehmiyye ve Eş'arilere hücumda bulunduğunu görüyoruz. Bu durumda Cehmiyye'nin ve Eş'arıle-rin bu meseledeki görüşlerini, aralarındaki farkın ne olduğunu, sonra da bu meselede bizzat kendisinin ne düşündüğünü, kendisinin görüşleri ile Mutezilenin görüşleri arasındaki farkın ne olduğunu öğrenmemiz gerekecektir. Çünkü bu durum aralarındaki ihtilâfın esaslarını ve yönlerini ay dınlatmış olacak, bundan da Öte İbn-i Teymiyye'nin akılcılığına açıklık kazandırmış olacaktır.
Yine lbn-i Teymiyye Halku'l-Kur'ân (Kür'ân'ın mahluk olup olmaması) konusunda söz söylemiş ve bu konudaki görüşleri aydınlatmıştı. Dolayısı ile bu meselenin geçirdiği devrelere temas etmemiz gerekecektir. Ve bunun gibi daha niceleri... Böylece görülüyor ki bu konudaki yolculuk bir hayli zor olacak ve incelenecek olanlarla hayli uzayacaktır. Bunun ortaya konmasına Allah Teala'dan başka da hiçbir yardımcı yoktur.
Buraya O'nun İslâm'ı yabancı unsurlara karşı savunmalarına da İşaret etmeyi unutmamalıyız. Nitekim Kıbrıs'taki bazı hıristiyanların islâm'ın prensiblerine hücumları sırasında İslâm'ı onların hücumundan korumaya ve kalemi ile onlarla mücadele etmeye koyulması ve Moğoliar'a karşı kılıcı ile savaşması bu kabildendir.
Biz burada kudreti yüce olan Allah'a sığınıyor ve bizi yardımı ile desteklemesini, hidayet ve tevfikine mazhar kılmasını temenni ediyoruz. O dilediği şeye kadirdir.
biri arasında yaşamıştır.
Afimler arasında bir alim ve fetva vermede kendisine başvurulan bir kaynak olarak ortaya çıkmasından beri insanlar onun hakkında İkiye ayrılmışlardır. Kimi O'nu medhu sena etmiş, kimi de kötülemiştir. Bu durum zamanımıza kadar devam etmiştir
İnsanlardan bir kısmı O'nu takttrde aşırı gitmiş, hatta O'nu büyük imamlardan daha yüce bir mertebeye çıkarmışlar, O'nu Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, ve el-Leys gibi Ümmetin büyük dehalarının üzerinde tutmuşlardır. Bir kısmı ise Onun için içtihad mertebesine ulaşamadığını İleri sürerek içtihad ettiği konularda haddini aşmış olduğunu, boyundan büyük işlere kalkışmış bulunduğunu zannetmişlerdir. Hatta bazıları, O'nun dîn dairesinden çıktığını, öncekilerin bağlandıkları kayıtlardan sıyrıldığını, dine tecavüzde bulunduğunu zannederek O'nu küfürle itham etmişlerdir
Eski ve yeni müşahedeler göstermiştir ki, insanların kiminin yücelterek kiminin de kötüleyerek hakkında ihtilâfa düştükleri bir kimse mutlaka yüce birisi olmalı, bir dehaya sahip olmalıdır ki, bakışlar ona yönelsin ve gözler ona çevrilsin. Netice itibari ile yakınları ve dostları olmalı, ayrıca onun kusurlarını araştıran, eksiklerini sayıp döken O'nu tenkid fırsatını kollayan düşmanları olmalıdır.
işte İbn-i Teymiyye böyle birisi idi. Gerçekten büyük bir şahsiyyetti. Çağdaşlarından hiçbirinde toplanmayan vasıflar onda bir araya gelmiştir
Zeki ve zarifti. Deha sahibi, güçlü bir müellifdi. O beliğ bir hatipti. Kuvvetli bir araştırmacı idi. Eskilerin söylediklerini görmüş, geçmişden haberdar bir alimdi. İbn-i Teymiyye'ye kadar eskilerin sözlerini zaman olgun-laştırmış, tecrübeler tehzib etmiş denemeler onları yarı duru hale getirmişti. İbn~İ Teyrniyyenin basireti, eskilerin sözlerinin özüne nüfuz etmiş, onların derinliklerine dalmış inceliklerini öğrenmişti. Rivayetleri araştırmış, farklı görüşleri birbiri İle mukayese etmiş, zamana uygulamıştı. Bütün bunlarla beraber o, külli kaideleri idrak ile cüzziyyata rapt etmeyi, çe-şitli dağınık meseleleri toplayıp onları tek bir asra sığdırmayı da başarmıştı.
2 — Önünde geçmişten miras olarak kalan fıkhî ve aklî serveti araştırması ve incelemesi, İbn-İ Teymiyye'yi seleften kalan servete zıt düşen şeylerin aleyhine hükmedecek bir hakim ve meselelerinde ihtilaflı konuları hallü fasi edecek bir kadı haline getirdi. Böylece İbn-İ Teymiyye İhtilaflı meselelerde hüküm verirken normal bir kadının hüküm verişi gibi davrandı. Hükme kaynak olacak deliller onu sevkediyordu. Kendisi bu delilleri sevketmiyordu. Beyyineler kendisini yönlendiriyor fakat o asla delilleri yönlendirmiyordu. Delilleri de ancak Allah'ın kitabı Peygamber'in (S.A.VJ sünneti Sahabe'nin(R.AJ eserleri oluyordu.
O'nun metodu sahabelerin kaza ve hükümlerinde takip ettikleri me-toddan başkası değildi. Allah'ın (C.C) kitabına, sünnete ve sahabe tatbikatına uygun bulduğu şeyi destekler ve O'nu yaymaya çalışırdı. Muhalif bulduğu şeyi de -sözün sahibi kim olursa olsun- karsı çıkar ve batıl olduğunu ortaya koymaya çalışırdı. Bu yüzden yıkmaya çalıştığı bu tür görüşleri benimseyen birçok grup, onunla mücadele etmek, O'na karşı kıyam etmek, O'nu taşkınlıkla ve haddi aşmakla suçlamak üzere harekete geçmişlerdir.
3 — Ibn-İ Teymiyye sadece fer'î meselelerle ilgilenip, bunların ihtilaflı konularına hükümler getirmekle kalmadı. İlm-i Kelâm'la ilgili olmak üzere usul konularına da daldı. Kur'ân-ı Kerim'în mahluk olup olmaması, Allah'ın kudret ve iradesi yanında insanın kudret ve iradesi ile ilgili, geçen dönemlerde Cehmiyye ve Kaderiyye'nin ortaya atıp kızıştırdıkları meseleler hakkında konuştu. Sıfatlarla ilgili müteşabih âyetler hakkında söz etti. Allah Taalayı «istiva» ile vasıflandırdı.
Bütün bu meseleleri ancak Kitap, Sünnet, Sahabe ve büyük tabiilerin metodlanna kendini mukayyed (bağımlı) sayan usulü ve dosdoğru olan aklın hükmü ile araştırdı ve inceledi. Sahabe ve büyük îabiîerden sonra gelenlerden, İlmî derecesi ve tarihi yeri ne olursa olsun, hiç kimsenin görüşü İle kendini bağımlı saymadı. Tabi bu konuda Ebu'l-Hasen el-Eşarî'-ye muhalefet etti.
O'nun ulema arasında yeri herkesçe malum olup tabileri de pek çoktur. Hatta İbn-İ Teymiyye'nİn yaşadığı dönemde alimlerin büyük çoğunluğunu Eş'ariler teşkil ediyordu. İbn-i Teymiyye, Eş'ari ve Maturidi'lerin irade meselesinde Cehmiyye gibi düşündüklerini söyledi. Tabi böyle olunca da, bu iki mezhebin tabileri ona açıktan bir düşmanlıkla hücuma geçerek kendisini taşkınlıkla, doğru yoldsn çıkmakla ve sapıklıkla suçladılar. Aralarında ardı arkası kesilmez bir savaş başladı. İbn-i Teymiyye onların sözle ve delille haklarından geliyordu. Muhalifleri de ondan, zindanlarda zulmetmek ve sultanları aleyhine kışkırtmak sureti ile öfkelerini alıyorlardı,
4 — Fakihlsr ve kelâmcılardan olan hasımlarını kendi üzerine çekmekle yetinmedi. Aksine hakkı savunan sesini, sesleri çok yüksek olan, halk üzerinde büyük bir etkinlikleri bulunan başka bir gruba karşı da yöneltti, onları tenkid etti. Bunlar sofilerdi. İbn-i Teymiyye bunlara açıktan cephe aldı, sülük ettikleri yolların hatalarını açıkladı. Onlara karşı yayg'.n bir savaş ilân etti. Onların gözbağcılıkla ve halkı hak yoldan saptırmakla suçladı. Tabileri arasında saydıkları evliya ve salih kişilerle tevessülde bulunmayı îenkid ederek bunu, kendilerini Allah'a yaklaştırmak için mah-luk'un Allah katında bir şefaatçi edinilmesi kabilinden saydı. Nitekim müşrikler de Allah'ın (C.C) kendilerinden hikâye yolu ile bildirdiği âyette aynı şeyi söylüyorlardı. «Biz onlara (putlara) ancak bizi Allah'a yaklaştır-mslerı İçin tapıyoruz» (Zümer; 3) diyorlardı.
Bu noktadan hareketle İbn-i Teymiyye tepkisini artırdı ve mücadelesini şiddetlendirdi. Sofiyye'den. sapıklıklarını ortaya koymanın mümkün olduğu hiçbir konuyu bırakmadı. Hepsini açıkladı. Kendisi ile Soîiyye arasında münakaşalar şiddetlendi. O'nunla münazara ve mücadele için bir sraya geldiler. Hiçbir durumlarını gizlemiyor, hatta içinde hiçbir şey saklamıyor, herseyi ortaya döküyordu. Öyle ki, O'nun cesaret ve cür'eti, bütün insanların huturunda mahlükattan hiç bir kimseden hatta bütün mah-lukatın efendisi Hz. Muhammed'den (S.A.V) bile istiânede bulunup yardım dilemenin sahih olmadığını ilân etme derecesine ulaştı
Bunu, büyük kalabalıkların önünde haykırdı. Görüşlerini açıklarken halk İle seçkin zümre arasını ayırmıyordu. Alimlere söylediğini halka da söylüyordu. Çünkü bunun din olduğuna inanıyordu. Emri bi'l-Maruf nehy-i ani'l-Münker (iyiliği tavsiye kötülüklerden sakındırma) görevi İster halktan olsun ister tahsilli kişilerden olsun, itikadında sapıklık bulunan herkesin irsad edilmesini gerektiriyordu. Hatta halkın doğru yola ulaştırılması daha gerekli idi. Alim kimseler onların irşadından meşguldü. Alim, irşada ve yolu aydınlatmaya kadir olduğu halde halk yoldan saparsa onların veballerinden bir kısmı da o alime yüklenirdi. Bu konuda İbn-i Teymiyye Hz. Ali [R.A)'nin «Alimler niçin öğretmediniz dîye sorguya çekilmedikçe, cahiller niye öğrenmediniz dîye sorgulanmazlar.» sözü gibi düşünüyor ve amel ediyordu.
5 — Delillerine sonsuz güven duyan, büyük alîm İbn-i Teymiyye görüşlerini hiç kimseden çekinmeden rahatça açıklıyordu. Allah O'na apaçık bir dil, hikmet dolu bir kalp ve güçlü bir kalem vermişti. Bu anlattıklarımızla yetinmedi.
Şia fırkasına da kalbi ile, kalemi ile, dili ile sert bir hücumda bulundu. Çünkü İbn-i Teymiyye bunların İslâm düşmanları, haçlılarla işbirliği içinde olduklarını ve müslümsnlarm sırlarını, onlara açtıklarını sezmişti. Yine bunların Moğollarla meskun ahaliye karşı işbirliği ve dayanışma İçinde olduklarını, ele geçirdikleri müslümanları onlara teslim ettiklerini ve müslüman topraklarını peşkeş çekip fitne ve fesat çıkardıklarını öğrenmişti. Moğollarla kılıçla savaşan atlı kahraman İbn-i Teymiyye bu Şia taifesine karşı güçlü kalemi keskin düi ile kılıç sıyırmış, yorulmadan usanmadan usullerini reddetmeye, delillerini iptal etmeye başlamış, içyüzlerini ortaya koyacak risaleler yazmıştır.
Devrindeki Batiniyye, Şîa ve Hâkimiyye fırkalarının, Nusayrilerin hallerinde, gizli usullerinde, Ibn-i Teymiyye ve diğer muasırları, kendilerini onların haklarında zanda bulunup, şüpheye sevkedici şeyler görüyor, haklarında dolaşan söylentileri kabul ediyorlardı. İbn-i Teymiyye'nin onlar hakkındaki hükmü de bütün bu söylentilerle uyum arzediyordu. Şöyle kî bunlar durumlarını saklıyorlar, başkalarına açmadıkları şeyleri kendi aralarında ve cemaatleri içinde gizliyorlardı. Sırlarını saklamada aşırı bir gayret sarfediyorlar İslâm cemaatinden olan Önderlere ve büyüklere suikast için faaliyet gösteriyorlardı. Bunların eserleri altıncı ve yedinci asırlarda ortaya çıktı ve kulaktan kulağa yayıldı. Artık durum gizli kapaklı değildi. Müslümanlarla haçlılar arasında harp bütün şiddeti ile kızışmış halde devam ediyordu. Bütün bunlar İbn-i Teymiyye ve muasırlarının Şia fırkaları hakkında zanda bulunmalarını haklı çıkaran ve kolaylaştıran nedenlerdir.
6 — İbn-İ Teymiyye bütün bu fırkalara karşı koymuştu. Bu yüzden bunların arasında, kendilerini telâfi etmek için onun hakkında kötü sözler çıkaran, tenkitçi kimselerin bulunması şaşılacak birşey değildir. Asıl şaşılacak olanı İbn-i Teymiyye'nin korkusuzca davetine ve fırkaları kendi üzerine çekmeye devam etmesidir. O'nun yıllar boyu hapishane köşelerinde kalması tuhaf değil, asıl tuhaf bulunacak husus muhaliflerinin kendisine, elleri ve kılıçları ile tecavüzde bulunmamaları idi.
Mısır'da ders verirken Sofilerin halkı kışkırtması neticesinde sadece bir defa vaki olan ve bazı ellerin eza etmek için bedenine uzatıldığı ve süratle tekrar kendilerine çevrildiği eza hariç İbn-i Teyrniyye'ye bunca muhaliflerinin ellerini bedenî işkence etmek için uzatmamalarının sebebi neydi?
Sebeb şuydu: İbn-i Teymiyye ihlâslı bir adamdı. Hayata herkes tarafından sevilerek başlamıştı. Halk için olsun, seçkin zümre için olsun ihlâsı aşikârdı. O Ailah [C.CJ yolunda kılıcı ile cihad eden fakih ve alimdi. Sadece ilmi, kalemi ve dili ile cihad etmekle kalmamış aksine Moğollarla savaşmak için kılıcını kınından sıyırmıştır. iiirn ve siyasette cesur ve atılgan olduğu gibi, savaş alanında da cesur ve kahramandır. Dimeşk'tsn bir heyetin başında Moğol hükümdarı Kazan Han'a gitmiş, ordusunun ülkede bozgunculuk ve fesad çıkarmasına mani olmasını istemişti. O'na cesur bir kalb ile hitap etmiş ve bu katı asker hükümdarın diktatörlükle ortayakoyduğu işleri gerçek vasfı ile yüzüne karşı dile getirmekte en ufak bir te-reddüd göstermemiştir.
Halkın başına gelen bir musibette onlarla beraber koruyucu bir zırh idi. Halkı dili İle, kalemi ile, kılıcı ile, müdafaa ederdi. Onların sıkıntılarına iştirak ederdi. Bu yüzdendir ki bütün kalbler ona kulak verir, gönüller ona doğru meylederdi. Bunlar, onun sözünün kabulünü kolaylaştırırdı. Her ne kadar ulema katında alışılmış ve maruf olan bazı şeylere muhalefet ederek karşı koymuş ise de amelleri onun dininin doğruluğuna, imanının kuvvetine şahiddi. Amellerin nefislerde dikkat uyandırması, sözlerin etkisinden dalıa fazla olurdu. Bunun ötesinde, saygı duyulan kuvvetli bir şahsiyeti, cezbedici tatlı bir ruhu, şefkat ve merhametle çarpan bir iradesi vardı. Bütün bunlar, onu insanların arasında, kendine has bir mertebe ve şerefe sahip kılıyor, söylediklerini tutmalarını sağlıyordu veya en azından ona muhalefet ederlerse, saldırıda bulunmuyorlardı. Bunlara delillerinin parlaklığı, ifadesinin fasihliği, belagatının kuvveti de eklenince, onu dinleyenlerin nasıl bir tesir altında olduklarını anlarız. Bütün bunların ötesinde o, saf kaynaktan, kıyamet gününe kadar yegane kaynak olma özelliğini sürdürecek olan Allah'ın kitabı ve Rasulünün sünnetinden delil ve görüşlerini alıyordu. Dinleyenlerin akıllarını sonsuz muhabbet alanına götürüyordu. Çoğu halk ona kulak veriyor, mest oluyordu. Çoğu seçkin tabakadan olan kimseler de onun delilleri ile ikna oluyorlardı.
Bu yüzdendir ki, bu büyük alime karşı tuzaklar hazırlayanların, sultanın yanında aleyhine dolaplar çeviren kimselerin muasır alimlerden oluştuğunu görüyoruz. Bu alime karşı halktan gelen bir ayaklanma görmüyoruz. Sadece tabii olmayan ve hasımları tarafından ortaya konan amillerin tesiri altında Mısır'da meydana gelen basit bir olay vardır. Böyle bir olay Suriye'de meydana gelmemişti. Çünkü orada büyük-küçük herkes onun mertebesini yakından tanıyordu. Mısır'da ise halkın çoğu tarafından bilinmiyordu. Bu yüzden de halkı aleyhine kışkırtmak kolaydı.
7 — Buraya kadar bahsettiklerimiz bu parlak şahsiyetten bazı görüntülerdir. Biz bu çalışmamızda bizi O'na götürecek anahtarı elde etmeye, özelliklerini öğrenmeye, hakikatini, künhünü elde etmeye, ilgili haberleri sonuna kadar araştırıp incelemeye çalışacak küçüklüğünden rüşdüne erinceye, sonra güçlü bir adam en sonunda da yüce bir alim oluncaya ve bu minval üzere cereyan eden hayatını başından sonuna kadar inceleyeceğiz.
İbn-i Teymiyye'nin hayatı açıktır. Hakkında genişçe yazılmış bilgiler vardır. Çünkü gerek hayatında ve gerekse ölümünden sonra ona bel bağlayan samimi talebeleri O'nun hayatını derinlemesine araştırmışlar ve basma gelen olayları, başkaları ile girdiği mücadele ve savaşları etraflıca yazmışlardır. Bunlardan bazıları, bunları vakıaya uygun objektif bir bakış la nakletmiş ve olaylara hayal mahsûlü mübalağalar eklemernisîerdir. Çünkü bunlar olaylara şahid olmuşlar ve gözleri ile görmüşler müşahede ve gözlemlerini yazmakla yetinmişlerdir.
Vakıaların hayal mahsulü eklentilerle genişletilmeden serdedilmesl, araştırmacıya, o şahsın ilmî bir incelemeye tabi tutulmasını kolaylaştırır; neticeleri öncüllerine irca eder, fer'i meseleleri aslına döndürür ve eserleri müsssirlerine bağlar, böylece inceleme kolaylıkla sürer, gider
Bu yüzden İbn-i Teyrniyye'nîn hayatını incelerken dört imamın hayatını incelema sırasında menakip yazarlarının kaleme aldıkları biyografilerde, haklarındaki gerçek bilgilere vakıf olmak için gerekli araştırma sırasında karşılaştığımız zorluklarla karşılaşmıyoruz. Çünkü imamların hayatları i!e ilgili kitaplarda mübalağa edilmekte, makul gayr-ı makul medih ve sonaisr!:, dolu bulunmaktadır. Dolayısı ile toplanılıp yazıya dökülen malumat arasında da gerçek olanları seçip ayırmak çok zor ve güç olmuştu.
Ama burada biz, İbn-i Teymiyye'nin hayatını çoğu durumlarda müba-İağe.dan uzak olarak doğru bir şekilde kaleme alınmış, hazır bir vaziyette buluyoruz. Farklı kaynaklarda mübalağalı ifadeler arasında karşılaştırma yapmak kolay olmaktadır.
8 — îbn-i Teymiyye'nin insanî şahsiyetini yaşadığı vakıalardan çıkarıp ortaya koymanın kolaylığı yanında, onun ilmi şahsiyetini öğrenme yolunda karşımıza başka bir zorluk çıkmaktadır. Gerçekten O'nun i'mî şahsiyetini ortaya koymak oldukça zordur. Hatta İmam Ebu Hanife, imam Malik v.b. gibi büyük imamların İlmî şahsiyetlerini ortaya koymaktan daha zordur. Günkü onların zamanında ilini ağızdan almıyordu. Zira ilim. hafızalarda saklı olup henüz kitaplara girip satırlara dökülmemişti. Dolayısı ile İmam'ın ilmi şahsiyetinin nasıl oluştuğunu Öğrenmek kolaydır.
Biz evvelâ ilmî şahsiyetini öğrenmek istediğimiz imamın hocalarını ve bunların metodlarım araştırırız. Hocaların tanınması talebesinin aldığı şeyleri öğrenmemizi kolaylaştırır. Aldıkları ile bizzat kendisinin ortaya koydukları bilgileri tesbitten onun geride bıraktığı ilmî eserin ölçüsünü öğrenmemiz mümkün olur. Hareket noktamız; gerçek alimin, kendisinden önceki alimlerin bıraktıkları ile kendini yetiştirip kendinden sonrakilere yeni gıdalar takdim eden kişi olduğu prensibidir. Eskilere getirdiği yenilikler O'nun İlmî şahsiyetini teşkil eder.
İbn-i Teymiyye 7. asırda gelmiştir. Bu dönemde mezhepler tedvin ve-dilmiş, sünnet, ilgili kitaplarda yeterince toplanmış, çeşitli ilimler kocaman kocaman kitaplar içinde dercedilmiştir. Felsefî, dini, lugavî ve tarihî bütün ilimlerden hepsi tedvin edilmiş bulunuyordu.
Dolayısıyle İbn-i Teymiyye'nin ilim aldığı hocaları bilmek artık kolay değildi. Çünkü sadece yaşayan kimselerden olmamış, aksine kendinden nesiller önce geçmiş bulunan alimlerden de insanlığa miras bıraktıkları kitaplar vasıtası ile İlim almıştı. Talebenin ilim elde etmek İçin araştıracak, üzerine kapanacak, okuduğu nice kitaplar vardır ki, [adetçe) kendisini karşısına alıp da okuttuğu hocalardan daha çoktur.
9 — İbn-i Teymiyye hiç kuşkusuz pek çok hocadan ilim almıştır. Onlardan hadis, lügat ilimleri, tefsir, fıkıh ve akaid gibi dinî ilimleri ve zamanında bilinen daha başka ilimleri okumuştu. Çevresi, ilimleri bizzat ehlinden sima imkânını kendisine bahşediyordu. Çünkü ailesi ilmin beşikliğini yapıyordu. Babası ve dedesi büyük alimlerdendi. Dedesinin Hanbelî usulü ile ilgili kıymetli ve meşhur kitapları vardı. Hanbelî fukahasından olup fıkıhta güçlü bir alimdi.
Ne var ki biz, İbn-i Teymiyye'nin sadece kendilerinden şifahen ilim aldığı hocaları ile yetinmediğini ksbul etmek zorundayız. Hatta İbn-i Teymiyye'nin düşünce ve aklının oluşmasında ve gelişmesinde en büyük pay, bizzat araştırıp okuduklarına aittir. Çünkü O hocalarından hiçbirinin bilmediği, temas etmediği yenilikler getirmiştir. İbn-i Teymiyye'nin bütün fıkhı mukayeseli olarak ve hükümlerin teşri hikmetlerine, kendilerinden gözetilen gayelere vâkıf olarak incelemiş olduğunu görüyoruz. O'nun İslâm Toplumu içerisinde bilinen İslâm! mezheplerin usullerine tam vakıf olduğunu görüyoruz. O'nu iyi bir araştırmacı ve inceleyici olarak buluyoruz. Sonra O'nun kendisine ait derin felsefî düşüncelerinin bulunduğunu ve bunlardan kabule şayan ve uygun bir teşri felsefesi çıkardığını görmekteyiz.
Bu durumda, O'nun mutlaka asrında pek parlak bulunan aklî, felsefî ve dinî bütün eserleri okuduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. O'nun feylesofların kitaplarını, bunlara reddiyelerini, Gazali'nin, İbn-i Rüşd'ün vb. kitaplarını okuduğunu kabullenmek durumundayız. Hatta biz Kelâm İlminde bazan metodik açıdan Gazali ile arasında îikrî bir uygunluğun mevcudiyetini görüyoruz.
Bunlann bir tesadüf eseri olması mümkün değildir. Yine İbni Teymiyye İhvan-ı Safa'nın, bazan sapıtarak bazan doğru tutarak İslâm Şeriatını inceledikleri risalelerinden de haberdar olmuş olmalıdır. Yine O'nun Ibn-İ Hazm'ın el-Muhalla'sını incelemiş olması da kesinlikle hükmedilen bir husus olmalıdır.
Böylece İbn-İ Teymiyye tedvin edilmiş olan bütün İslâmî İlimleri incelemiş oluyoı-du. Bu konuda pekçok haber vardır. İbn-i Teymiyye sonra bu okuyup incelediği İlimlerden kendi nesli ile kendinden sonra gelecek nesilleri yenileyecek canlı kuvvetli bir unsur çıkarmıştı.
Hatta o sadece İslâmî araştırmalarla da yetinmeyip başka dinleri de incelemiştir. Sanırız, buna en güzel delil «el-KBvlu's-Sahih fî men beddele dîne'UMesîh» (1) adlı kitabıdır. Çünkü bu kitap kendisinin, Hıristiyanlığın doğuşunu ve gelişmesini kendi zamanındaki durumunu çok iyi bilen bir yazardan çıktığını ortaya koymaktadır.
10 — işte biz İbn-i Teymiyye'nin ilmî şahsiyetini incelemedeki zorluğu burada buluyoruz. Çünkü O'nun ilim aldığr kaynakları aklını beslediği ve böylece düşündüklerini ortaya koyduğu akli gıda çeşitlerini saymaya güç yetiremeyiz.
İster bunları kesinlikle bilelim, isterse bilmeyelim, şu kesindir ki, tarihin İbn-i Teymiyye adına ölümsüzlük defterine tescil ettiği ilmî külliyatı (el-Mecmûatıs'l-ilmîyye) kendi sahasında tek eserdir. İbn-i Teymiyye buradaki metodunda, ne tabi bir mukailid ne de birilerine benzemeye çalışan kişidir. Kendinden önce geçen hiçbir kimseye benzemeyen tamamen fikrî istiklale sahip birisi oîarak kaleme almıştır.
O her ne kadar öncekilerin ilminden istifade etmişse de kendi nefsinde kalıbını, kendi düşüncesinde istikametini bulan bir düşünce getirmiş idi. Aynen cesedin her türlü gıdadan istifade edip de sonunda, gıdalan-dığı her unsuru ihtiva eden bir karışımı meydana getirmesi gibi. Ama bu karışım vücutta bulunan Özelliklerden dolayı ne alınan gıdalardan biridir ne de onlardan birine benzer bir şekil almamaktadır. İşte İbn-i Teymiyye böyle idî.
İnşallah bu hususu gücümüz yettiğince açıklamaya çalışacağız.
11 — Bu büyük alimin hayatını ve ilmî şahsiyetini ortaya korken karşılaştığımız güçlüklerden biri budur. Karşımıza engel olarak çıkan bir diğer güçlük daha vardır. O da içinde yaşadığı dönemdir. !bn-i Teymiyye'nin yaşadığı asır hadiselerin çokluğu, birbirini takibi, çeşitlerinin çokluğu ile temayüz eder. islâm devletleri küçük devletçikler haline dönüşmüş, birbirleri arasındaki münasebetler sertleşmiş, herbiri diğerinin üzerine çullanmak için fırsat kollar olmuştu.
Devlet zulme dönüşmüş, saltanatın sabit bir yeri kalmamıştı. Hükümran sülâleler çoğalmış, saltanatı elde etmek için birbiri ile yarışanlar artmıştı. Herkes saltanat istiyor, ordusu olan herkes devlete göz dikiyordu. Böylece otorite parçalanmış, işler sarsılmıştı. Müslüman halk kitlesi saltanatı elde tutmak İsteyenlerle, bunların elinden almak isteyenler için mücadelelerini sürdüren kimseler arasında yağma edilmiş ve paylaşılmıştı.
Haçlılar, İslâm yurduna saldırıp, kötü niyetlerini gerçekleştirmek İstediklerinde Mısır ve Suriye sultanlarından gayret sahibi melikler bulunmuş ve onlara mani olmuşlardı. Müslümanlar henüz bir nefes almamışlardı ki, Moğollar sanki her tepeden sel gibi akan Ye'cüc ve Me'cüc kavmi gibi İslâm alemini istilâ etmişlerdi.
Gizlice faaliyetlerini sürdüren fırkalar Müslümanların daha fazla bölünmesi için desiseler kurmaya başlamışlar, aradaki ayrılıkları körükleyen dolaplar çevirir olmuşlardı. Ufukları aşarak dünyada islâm Cennet! olan Endülüs'e doğru yöneldiğimizde daha korkunç bir manzara ile karşılaşıyorduk. Mülk, küçük küçük devletçiklere bölünmüş hatta her şehir başlı basma bir devlet halini almıştı. Düşmansa hepsini bir biri ardı sıra avlıyordu. Nihayet bu asırdan sonra hepsini tükete tükeîe son kalıntıyı da acımadan merhamet etmeden denize çökmüştü. Ateşten su bekleyenden başka hangi ahmak düşmanlardan rahmet bekleyebilirdi?
İşte bu durum İmân dolu bir kalbe sahip olan İbn-i Teymiyye'nin yaşadığı asrın kısa bir özetidir. İnsan çevresinin çocuğu, asrının bir ürünüdür. Aynen iyi bir tohum gibi güzelce yetişebilmesi için mutlaka uygun bir iklim ve tohumu besleyecek bir toprak olması gerekir. Başka yerde bitmez. Dahi İnsan da aynıdır. İçinde yaşadığı asırla alışverişte bulunur, acısından tatlısından alır, faydalanır, sonra ıslahına yönelir. Bu yüzden bu büyük fakihin elemleri ile yakından ilgilendiği içinde yaşadığı bu asra şöyle bir göz atmak gerekmektedir. Bu asrın incelenmesi ise çeşitli yönleri ve farklı türden incelenmesi gereken hususları olduğu için hiç de kolay değildir.
12 — Biz İbn-i Teymiyye'nin hayatını ve içinde yaşadığı asrı inceledikten sonra onun ilmini incelemenin kolay bir iş olmadığını göreceğiz. Çünkü İbn-i Teymiyye geçen imamlar gibi mütehassıs değildi. Mesela Ebu Hanife fakihdi ve sadece fakih olarak bilinirdi. Her ne kadar hayatının ilk dönemlerinde kelâm ilmine, bir dalışı olmuş ise de o ilmi kelâmdaki hilâ-îi bir tarafa atarak fıkıhta ve ahkam İstinbatında derinleşmeye kendisini vermişti. İmam Malik fakih ve muhaddisti, ve fıkıhla hadisin arası tamamı İle henüz ayrılmamıştı. İmam Eş-Şaîii her ne kadar fakih ve edip ise de asıl fıkıh ve usulünde derinleşmişti. Bu yüzdendir ki bu İmamların ilmî yönlerini incelemek koiaydır. Çünkü sadece bir yönden ibarettir. Diğer yönler ise kendilerinin birer mütehassıs olarak değil de müslüman alimler olmaları sıfatı ile benimsedikleri görüşlerden İbarettir.
İbn-i Teymiyye'ye gelince durum farklıydı. Onun fıkıh alanındaki yükselişleri onu zamanın fakihi yapmış, kelâm ilmindeki yükselişleri ise onu bu sahada en belirgin bir şahsiyet yapmıştır. Kur'ân-ı Kerim'e getirdiği tefsirler ve usulü tefsiri incelemesi, usule dair metodlar koyması onu müfessirler safına katmıştır. Bütün bu ilimlerde kendisine ait araştırma ve incelemeye dayanan görüşleri vardır, ki her ne kadar kendisi bu görüşlerin selef mezhebi olduğunu, kendisinin ortaya koyduğu bir bid'at, kendisince ilk kez söylenen bir yenilik olmadığını; aksine, İslâm'ın taptaze olduğu ve senelerin üzerine taklid ve unutulma tozlarını kondurmadığı şerefli dönemindeki İslâm'a dönüş olduğunu söylüyorsa da bu görüşleri ilk defa ortaya atan kişi kendisi sayılır.
Bu durumda O'nun ilmini ortaya koyabilmek için bütün bu ilmi yönlerini incelemek ve bu ilimlerdeki yükselişini muasırlarına muhalefet ettiği konulan öğrenmek gerekmektedir. Yalnız ilmî yönlerinden birini bırakıp diğeri İle yetinmek, sadece fıkhî yönünü incelemek ve kelâm ilmindeki ortaya koyduğu görüşleri terketmek doğru olamaz. O zaman biz incelememizde, O'nun hayatından büyük bir bölümünü, bu konudaki görüşlerinden dolayı kınandığı ve bu yüzden birkaç sene hapiste kaldığı hayatının önemli bir kısmını ihmal etmiş oluruz. Yine o devrinin en büyük fakihi, muasırlarının da zikrettiği gibi fıkhî çalışmaları ile içtihad mertebesine ulaşmış müçtehid ve bu konuda dört imama muhalefet etmiş, talak ve benzeri meselelerle ilgili verdiği feîvalardaki muhalefeti yüzünden hapiste vefat etmiş biri oiup dururken onun sadece kelâmî yönünü incelemekle yetinmek ve fıkhını ele almamak da yine doğru olmayacaktır.
13 — Diğer yönlerini ihmal etmeden O'nu bir fakih olarak incelemeye tabi tuttuğunuzda bu kez O'nun içtihaddaki mertebesini tayin etmek hiç de öyle kolay bir iş olmayacaktır. Çünkü İbn-i Teymiyye ilk öğreniminde Hanbelî mezhebine mensupdu ve Hanbelî mezhebi ile olan ilgisini de hiçbir zaman kesmemişdi. Hanbelî mezhebini uyulması en güzel mezheb olarak telâkki ediyordu. Çünkü bu mezheb diğer mezhepler içinde selef-i sa-ühine en çok bağlı olanı idi. İnşallah yerinde bahsedeceğimiz İçin bu hususu açıklamaya da gerek yoktur.
İbn-i Teymiyye'nin bütün ailesi Hanbelî idi. Hanbelî fıkhı ve usulünde babasına ve dedesine ait bir eseri tamamlamıştı: Hanbelî alimleri, Hanbelî mezhebindeki usul kitaplarından birinin Teymiyye ailesine ait -Müsvedde» olduğunu zikrederler. Söz konusu Teymiyye oğulları Şeyh Mecdud-din, oğlu Abdulhalim ve torunu Şeyhu'l-istam Takiyyuddin'dir ki bizim inceleme konumuz bu sonuncusudur.
Kendisine ait, Hanbelî mezhebinde bulunmayan tercihleri bulunmasına rağmen İbn-i Teymiyye yetişmesi İle, ailesi ile, fıkhı kültürü ve İncelemedeki meyli İle Hanbelî idi. Bununla birlikte, Kitap, Sünnet, Sahabe fetva ve kazaları alanlarında kendine ait tercihleri bulunuyordu ve bu tercihlerinde mezhep sahibi dört imam'ın hepsine de muhalefete ulaşan neticelere varmıştı. Talakla yemin ve bununla talakın vuku bulmamasına dair verdiği fetvası tek lâfızla birden veya tek bir meclisde ayrı ayrı verilen üç telakin tek bir talak sayılacağına dair fetvası bunlardandır. İbn-İ Teymiyye bu ve benzeri meselelerde dört mezhep dahilinde tevcihte bulunma dairesini aşarak Kitab'a, Sünnete ve Sahabe kavillerine yönelmiş ve bunlardan başkasına iltifat etmemiştir.
Durumu bu olduğuna göre şimdi onun içîihaddaki konumu hangi mertebede olacaktır. Dört İmam veya Ebu Hanİfe'nin ashabı Ebu Yusuf, Mu-hammed b. Hasen ve Züfer b. Huzey! (ki bizim kanaatimize göre bunlar mutlak müctehiddirler) gibi mutlak müçtehid midir? Yoksa ne kadar furuda Hanbelilere hatta bütün dört mezhep imamlarına muhalif neticelere ulaşsa da usulde Hanbelî mezhebine bağlı ve bu mezhebin metodu üzerinde yürüyen bir müntesib müçtehid midir?
Bu durum İbn-i Teymiyye'nin Ahmed b. Hanbel ve diğer imamlara muhalefet ettiği feri meselelerin araştırılmasını bu feri meselelerde ulaştığı, hükümleri üzerine bina ettiği usullerin tedkikini bu usullerin Hanbeli mezhebi usulleri ışığı altında ele alınmasını gerektiren bir meseledir. İncelemeden sonra eğer kendi usullerinin Hanbeli usullerinin genel kapsamı içine girdiğini, bu mezhebin metodlarından uzak olmadığını görürsek, O'nun bir müntesib müçtehid olduğunu kararlaştırırız. Çünkü bu durumda Hanbelî mezhebi usulleri ile mukayyed olacak, bu mezhebe müntesib bulunacaktır. Yok böyle değil de bazı meselelerde muhalif olarak üzerine çeşitli hükümler bina ettiği usulleri yeni türden usuller olup Ahmed b. Hanbel'in usullerinin genel kapsamı dahiline girmiyorsa, o zaman da İbn-i Teymiyye'nin Hanbeli mezhebini taklid ve ona intisab bağlarını soyup atan bir mutlak müçtehid olduğunu kabul edeceğiz.
İşte bu neticeye ulaşmak da ancak onun fıkhî görüşlerini derin bir araştırma ve incelemeye tabî tutmaktan sonra mümkün olacaktır. Böyle bir araştırmada biz, genel olarak onun fıkhının kıymetini özel olarak da kendinden öncekilere muhalefette bulunduğu meselelerdeki İçtihadının mesafe ve sınırını öğrenmiş olacağız
14 — Ulaştığı neticelerin ilmî değerini ortaya koymanın yolu onun
kitap ve risalelerinin İncelenmesidir. Bu kitap ve risaleleri onun aklının meyveleri ile dolup taşmaktadır. Hatta siz onun bu eserlerinde kalbinin çarpmasını duyacak, içinde geçirdiği duyguları hissedeceksiniz.
Başkalarına nisbetle ilminin yüceliğinin ortaya çıkması için muhalefet ettiği konularda kendinden başkalarının görüşlerini de mutlaka İncelememiz gerekecektir. Çünkü ancak iki delilin karşılaştırılması ile görüşlerden hangisinin daha İsabetli, hangisinin daha doğru olduğunu bilmemiz mümkün olacaktır. Yine bu durumun tam olarak aydınlık kazanabilmesi İçin mutlaka hücumda bulunduğu fırkalardan da söz etmemiz gerekecektir. Biz onun Şiaya çattığını ve hücumunu, zamanında bulunan Batı-niyye, Hakimiyye ve Nusayriyye kollarına tahsis ettiğini görüyoruz. Bu durumda bazı Şiî haberlere ve metodlarına kısaca temas etmemiz gerekecektir. Yine O'nun cebir ve ihtiyar meselesinde Cehmiyye ve Eş'arilere hücumda bulunduğunu görüyoruz. Bu durumda Cehmiyye'nin ve Eş'arıle-rin bu meseledeki görüşlerini, aralarındaki farkın ne olduğunu, sonra da bu meselede bizzat kendisinin ne düşündüğünü, kendisinin görüşleri ile Mutezilenin görüşleri arasındaki farkın ne olduğunu öğrenmemiz gerekecektir. Çünkü bu durum aralarındaki ihtilâfın esaslarını ve yönlerini ay dınlatmış olacak, bundan da Öte İbn-i Teymiyye'nin akılcılığına açıklık kazandırmış olacaktır.
Yine lbn-i Teymiyye Halku'l-Kur'ân (Kür'ân'ın mahluk olup olmaması) konusunda söz söylemiş ve bu konudaki görüşleri aydınlatmıştı. Dolayısı ile bu meselenin geçirdiği devrelere temas etmemiz gerekecektir. Ve bunun gibi daha niceleri... Böylece görülüyor ki bu konudaki yolculuk bir hayli zor olacak ve incelenecek olanlarla hayli uzayacaktır. Bunun ortaya konmasına Allah Teala'dan başka da hiçbir yardımcı yoktur.
Buraya O'nun İslâm'ı yabancı unsurlara karşı savunmalarına da İşaret etmeyi unutmamalıyız. Nitekim Kıbrıs'taki bazı hıristiyanların islâm'ın prensiblerine hücumları sırasında İslâm'ı onların hücumundan korumaya ve kalemi ile onlarla mücadele etmeye koyulması ve Moğoliar'a karşı kılıcı ile savaşması bu kabildendir.
Biz burada kudreti yüce olan Allah'a sığınıyor ve bizi yardımı ile desteklemesini, hidayet ve tevfikine mazhar kılmasını temenni ediyoruz. O dilediği şeye kadirdir.