Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sende muhacirsin...

  • Konbuyu başlatan abdirabbih
  • Başlangıç tarihi
A

abdirabbih

Guest







Sen De Muhacirsin
Cüneyt EREN
Hicret...
Ne hoş, ne ulvî...
Yeni ve bilinmeyen bir dünyaya yolculuk...
Ardında gemileri yakarak...
Ardında sevgiliyi, sevenleri, can dostları bırakarak.
Omzunda üç çocuklu bir ailenin yükü...
Ve de sırtta mukaddes bir emanet..
Güvenilen sadece Allah!
Ardında vefa timsali can dostları...

Türkiye'deki bütün birikimimizi terk ederek, böyle yoğun hislerle çıkmıştık yola. Yol uzun, yük ağır... Gözümüz sadece ileriye bakıyordu. Çünkü ufkumuz öndeydi. İnsan, gözlerinin görebildiği o son sınırda ne arar? Ufuktaki ümit değil midir beklenen? Kısık gözlerle aranan? İşte bunun için, ufuk ile ümit birbirleriyle özdeşleşmiştir âdeta.

Bizden de kıyısından katılmamız istendi bu kervana.

Hayır diyemezdik; zîrâ yüke bir omuz vermekti istenen bizden.

Hayır diyemezdik; zîrâ o yük hepimizindi, bizimdi aslen.

İşimden istifa etmiştim, eşyalarımızı da satmıştık. Aklımızda sadece geri dönülmemek üzere olan yolculuk... Bazıları gülmüştü böyle güzel bir vazifeden ayrılma talebime. Bazıları da mânâ verememişti.

Ama bazıları da vardı ki, teşvik etmiş, duada bulunarak güce güç katmıştı.

Ziyaret edip vedalaştığımız muhterem büyüklerimizden de dua istemiştik. Beni kucaklamış ve “Asıl sizin dualarınız makbul, siz hicret ediyorsunuz.” demişlerdi.

Türkiye'den ayrılma vakti gelmişti. Ailelerimizle vedalaşarak, çoluk çocuk, bizi bekleyen bilinmezliğe doğru yola koyulduk...

Mutlu ve ümitliydik.

Uçağın içinde birbirimize bakıyorduk. Çocuklarımızla yan yana oturmuştuk. Henüz iki aylık bebeğimiz de kucağımızdaydı .

Kuş gibi çarpıyordu kalblerimiz. Can dostlardan, vatandan ve hatıralardan ayrılığın hüznünü çocukların anneleri belli etmemeye çalışıyordu. Göz göze geldiğimiz anlarda tebessümden yardım umuyorduk.

Yol boyunca hicretten bahsettik: muhacirlerden, kudsiyetinden, sevabından...

İlk soru büyük oğlumdan geldi:
- Baba bizler muhacir miyiz artık?

- Elbette oğlum, hepimiz muhaciriz. Allah'a olan güvenimle, bitmeyecek aşk ve sevgimle söylemiştim bunu...

Küçük oğlum:
- Ben de mi baba?

‘Ona da, ‘evet’ demiştim annesine gülümseyerek.

Birkaç dakika sonra eşimle en küçüğün altını değiştirmek üzere arka kabindeki tuvalete gittik. Bebeği üzerine koyacağımız portatif masayı çekince masanın üzerinde, “Hello my Father. I'm a Mohacir” (Merhaba baba, ben muhacirim) yazısı ilişti gözümüze.

Çok şaşırmıştık. Ne kadar hoş bir tevafuktu. Birbirimize baktık bir süre... Kim yazmış olabilirdi?

Bu, bizden önce hicret eden aynı yolun yolcularından bir muhacir çocuğun tarihe not düşmesiydi belki. Tam ihtiyaç anında, bu ilâhî ikramla bize yalnız olmadığımız hatırlatılıyordu. Âdeta bu yazıyla, iki aylık bebeğimiz de bizim konuşmalarımıza iştirak etmiş, hissiyatımıza ortak olmak istemişti. Bu bize yetmez miydi?..

İnsan bazen hâdiseleri yaşarken, taşıdığı ehemmiyet ve kıymetinin büyüklüğü ölçüsünde değerlendiremiyor. Ama, kâinat içinde bir yaprağın dahi bir kader ağı içerisinde, bir ilim ve hikmet örgüsüyle dalından düşmesinin takdir edildiği hakikati de, insana başıboş olmadığını hatırlatıyor.

Evet biz de başıboş değildik. O anda ve ondan sonraki hayatımızın her anında. Bunu hayatımız boyunca hep hissettik, gördük.​


alıntıdır..........
 
Üst Alt