anonim
New member
M.Mutahhari.
İslâm, kendine has bazı ölçülerle herhangi bir kimse*nin "ŞEHADET" makamına erişmiş olmasını büyük bir lü*tuf olarak değerlendirmiştir. Yeter ki bu kimse hakikatte yüce İslami hedef ve beşeri kıymetlerin seçkin yollan uğru*na canını feda etsin... Böylece insanın erişebileceği en yüce derece ve makama, kendi ebedi saadet yolculuğuna nail ola*cak istikamete yönelmiş olsun.
Şüheda hakkında, Kur'an-ı Kerim'in kullandığı tabir ve manalar ile hadislerde nakledilen tabirler ve İslâm riva*yetleri, İslâm mantığını tanımağa yettiği gibi, bu kelimele*rin Müslümanların ananelerindeki kutsallığı bulmanın se*bebini de ortaya koymağa yeter.
ŞEHİD'İN VEFAKÂRLIĞI HAKKINDA
Kur'an-ı Kerim şehidin vefakârlığı hakkındaki mevzuda şöyle buyuruyor:
"Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler ama siz farkında olmazsınız "(Bakara/154)
İslâmda bir şahsın makamı ve gördüğü iş yüceltil*mek istenirse, o şahsın makamı şehîd makamıyla, gördüğü iş şahadet ecriyle müsavi tutulurdu. Şöyle ki: Allah (c.c) yo*lunda, O'na yaklaşma, hakikati bulma veya hizmet için ilim peşinde koşan bir kimse bunu kendi geçimine vasıta kıl*mamak kaydıylatahsil eder de bu talebelik ve ilim arayıp bulma esnasında vefat ederse, böyle bir kimseye "şehîd ola*rak dünyadan gitti" denir.
Bu kutsallık tabiri ve makam ululuğu ilim peşinde ko*şana layık görülmüştür. Aynı şekilde ailesinin geçim ve ida*resi için kendisini bir sürü zorluklara atarak iş yapıp zah*met çeken İslâmiyet iş yapmayı ve çalışmayı farz bilip, başkalarına yük olanların karşısında olduğundan kişiye "Allah yolunda mücâhiddir" denir.
ŞEHİD'İN BEDENİ
İslâm hekimane bir dindir, maslahat, sır ve remz, bil*hassa toplum remz ve sırlarından gayrı düsturları olmayan bir dindir, İslâm düsturlarından birini ele alalım; her hangi bir Müslümanın ölümünde, o mevtayı usulü vechi ile yıka*dıktan sonra ona gusül verip, pak bir kefenle tekfin etmek, meyyit namazını kılmak ve bilahare defnetmek bütün diğer şahıslara farzdır. Bunların hepsi, şimdi üzerlerine bahis aç*mak istemediğimiz hikmet, sır ve remzlerdir.
Ancak, bu yapılan vazifede bir istisna vardır, işte o da Şehîd'dir. Şehîd'in sadece namazı kılınıp defni yapılır. O yı*kanmaz, Ona gusül verilmez, O'nun üzerindeki elbiseler çı*kartılıp kefenlenmez.
Bu istisnanın kendisinde bir sır ve remz gizlidir elbet*te. Zira şehîd'in ruh ve şahsiyet/ o derece pak ve her şeyden arınmış durumdadır ki, bu paklık O'nun bedenine, kanına ve giyimine tesir etmiştir elbette...
Şehîd'in bedeni öyle bir cesettir ki ruhun hükümleri orada cari olmuştur. Aynı şekilde, şahadet vakti üzerinde bulunan giyimi de şehide cari olan hükme bürünür.
Şehîd'in giyim ve bedeni, ruh, düşünce, Hakk'a tapış ve tertemiz fedailiği nedeniyle elbette ki büyük şeref kazanmış olmaktadır.
Şehîd, eğer bir harp meydanında o canı verene teslim ederse, o kana bulanmış beden ve giyimle gusül verilmeksi*zin ve kefenlenmeksizin defnedilir.
KUTSALLIĞIN KAYNAĞI
..................
5. Şahadete götüren ölüm: Bu öylesine bir ölümdür ki, Kur'an-ı Kerim'in tabiriyle "Fİ SEBİL-ALLAH" olup, in*sanlık ve mukaddes bir hedef uğruna, muhtemel veya mu*hakkak veya şüpheli tehlikelere karşı, 'ŞEHADET' merte*besiyle yüceltilen bir ölüm olarak tanımlanır.
Şehâdet'in iki rüknü ve esası vardır. Birinci rüknü, mukaddes bir hedefe Allah yolunda "Fİ SEBİL-ALLAH" varlığını feda etmesi, diğeri ise bunun açıkça yapılması*dır.
Normal olarak şehâdet esnasında cinayet de söz konusudur. Yani, bu amel maktule nispet edildiğinde şehâdet ol*masıyla mukaddes; katile nispetiyle de bir cinayettir, aşağı*lıktır, adiliktir.
Şehâdet, mukaddes bir hedef uğruna, şahsın kendi arzularıyla veya şahsî düşüncelerden ve ihtiraslardan arın*mış olmasına binaen, muhakkak ki iftiharı mucîb olacak ve taltif edilecek yüce bir makamdır, kahramanlığın tâ kendi*sidir. Bütün bu sayılan ölümler için yücelik ve iftihar vesile*si olabilecek, hayat ve yaşamadan daha üstün, daha güzel, daha mukaddes sayılabilecek ancak ve ancak şehâdettir.
Burada, teessüfle bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Zira Seyyid-üş Şühedâ (a.s)'yı dile getirenlerin çoğu her ne kadar O Hazreti "Mukaddes Şehîd" lakabıyla anıyor*lar ve "Seyyid-üş şühedâ" diye adlandırıyorlarsa da, bu mes'elelerde yeterli araştırmaları olmadığından, Eba Ab*dullah (a.s)'ı sadece o Hazretin cürümsüzlüğü ve bu mevz*ulara karışmayışı nedeniyle ele alıyor, İmam Huseyn'i (a.s) bu hırsın hevesli kurbanlığı; hevesli bir çocuk gibi kanını bo*şa akıtışından teessüre düşüyorlar ve ağlıyorlar adeta, Eğer bu mevzûyu bu şekilde ele alacak olursak, O Hazret mazlum ve günahsızdır. Nitekim böyle cinayetlerin kurbanları mazlum ve günahsız olurlar, ancak şehîd sayılmazlar. Peki Seyyid-üş Şüheda (a.s)'yı böyle görebilmeğe nasıl imkân olur acaba?
İmam Huseyn (a.s.) hiçbir zaman diğer kimselere kar*şı hırs ve hevesinin kurbanı değildir. Hiç şüphe yok ki bu ne*denle bu faciada, vaziyeti bu hale sürükleyenle onun müntesiplerinin işlediği büyük cinayet aşikârdır. Fakat İmam Huseyn (as.)'e intisap edenlerin, şehâdet mertebesine eriştikle*ri de meydandadır. Zira mukaddes hedefleri uğruna, akılla*rı başlarında olarak bir mukavemet ve açıkça bir karşı duru*şu vardır. Bu etrafındaki insanların, bu büyük şehide biatleri vardı. O'nun yoluna başlarını koymak ve O'na teslim ol*mak istiyorlardı. Fakat O bütün bu yükün altına girmek için her türlü sonucu düşünüyor ve karşı görünüyor, aynı za*manda da bu şerait altında sükûtu büyük bir günah telakki ediyordu. O Hazretin tarihî ve bilhassa beyanlar, bu mevzûyu tam bir aydınlığa kavuşturur.
Şu halde şehâdet kutsallığını, mukaddes hedefleri uğ*runa bütün varlıklarım açıkça feda etmekten çekinmeyen kimselerden alır.
Şehid
ŞEHİDİN KUTSALLIĞI
İslâm, kendine has bazı ölçülerle herhangi bir kimse*nin "ŞEHADET" makamına erişmiş olmasını büyük bir lü*tuf olarak değerlendirmiştir. Yeter ki bu kimse hakikatte yüce İslami hedef ve beşeri kıymetlerin seçkin yollan uğru*na canını feda etsin... Böylece insanın erişebileceği en yüce derece ve makama, kendi ebedi saadet yolculuğuna nail ola*cak istikamete yönelmiş olsun.
Şüheda hakkında, Kur'an-ı Kerim'in kullandığı tabir ve manalar ile hadislerde nakledilen tabirler ve İslâm riva*yetleri, İslâm mantığını tanımağa yettiği gibi, bu kelimele*rin Müslümanların ananelerindeki kutsallığı bulmanın se*bebini de ortaya koymağa yeter.
ŞEHİD'İN VEFAKÂRLIĞI HAKKINDA
Kur'an-ı Kerim şehidin vefakârlığı hakkındaki mevzuda şöyle buyuruyor:
"Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler ama siz farkında olmazsınız "(Bakara/154)
İslâmda bir şahsın makamı ve gördüğü iş yüceltil*mek istenirse, o şahsın makamı şehîd makamıyla, gördüğü iş şahadet ecriyle müsavi tutulurdu. Şöyle ki: Allah (c.c) yo*lunda, O'na yaklaşma, hakikati bulma veya hizmet için ilim peşinde koşan bir kimse bunu kendi geçimine vasıta kıl*mamak kaydıylatahsil eder de bu talebelik ve ilim arayıp bulma esnasında vefat ederse, böyle bir kimseye "şehîd ola*rak dünyadan gitti" denir.
Bu kutsallık tabiri ve makam ululuğu ilim peşinde ko*şana layık görülmüştür. Aynı şekilde ailesinin geçim ve ida*resi için kendisini bir sürü zorluklara atarak iş yapıp zah*met çeken İslâmiyet iş yapmayı ve çalışmayı farz bilip, başkalarına yük olanların karşısında olduğundan kişiye "Allah yolunda mücâhiddir" denir.
ŞEHİD'İN BEDENİ
İslâm hekimane bir dindir, maslahat, sır ve remz, bil*hassa toplum remz ve sırlarından gayrı düsturları olmayan bir dindir, İslâm düsturlarından birini ele alalım; her hangi bir Müslümanın ölümünde, o mevtayı usulü vechi ile yıka*dıktan sonra ona gusül verip, pak bir kefenle tekfin etmek, meyyit namazını kılmak ve bilahare defnetmek bütün diğer şahıslara farzdır. Bunların hepsi, şimdi üzerlerine bahis aç*mak istemediğimiz hikmet, sır ve remzlerdir.
Ancak, bu yapılan vazifede bir istisna vardır, işte o da Şehîd'dir. Şehîd'in sadece namazı kılınıp defni yapılır. O yı*kanmaz, Ona gusül verilmez, O'nun üzerindeki elbiseler çı*kartılıp kefenlenmez.
Bu istisnanın kendisinde bir sır ve remz gizlidir elbet*te. Zira şehîd'in ruh ve şahsiyet/ o derece pak ve her şeyden arınmış durumdadır ki, bu paklık O'nun bedenine, kanına ve giyimine tesir etmiştir elbette...
Şehîd'in bedeni öyle bir cesettir ki ruhun hükümleri orada cari olmuştur. Aynı şekilde, şahadet vakti üzerinde bulunan giyimi de şehide cari olan hükme bürünür.
Şehîd'in giyim ve bedeni, ruh, düşünce, Hakk'a tapış ve tertemiz fedailiği nedeniyle elbette ki büyük şeref kazanmış olmaktadır.
Şehîd, eğer bir harp meydanında o canı verene teslim ederse, o kana bulanmış beden ve giyimle gusül verilmeksi*zin ve kefenlenmeksizin defnedilir.
KUTSALLIĞIN KAYNAĞI
..................
5. Şahadete götüren ölüm: Bu öylesine bir ölümdür ki, Kur'an-ı Kerim'in tabiriyle "Fİ SEBİL-ALLAH" olup, in*sanlık ve mukaddes bir hedef uğruna, muhtemel veya mu*hakkak veya şüpheli tehlikelere karşı, 'ŞEHADET' merte*besiyle yüceltilen bir ölüm olarak tanımlanır.
Şehâdet'in iki rüknü ve esası vardır. Birinci rüknü, mukaddes bir hedefe Allah yolunda "Fİ SEBİL-ALLAH" varlığını feda etmesi, diğeri ise bunun açıkça yapılması*dır.
Normal olarak şehâdet esnasında cinayet de söz konusudur. Yani, bu amel maktule nispet edildiğinde şehâdet ol*masıyla mukaddes; katile nispetiyle de bir cinayettir, aşağı*lıktır, adiliktir.
Şehâdet, mukaddes bir hedef uğruna, şahsın kendi arzularıyla veya şahsî düşüncelerden ve ihtiraslardan arın*mış olmasına binaen, muhakkak ki iftiharı mucîb olacak ve taltif edilecek yüce bir makamdır, kahramanlığın tâ kendi*sidir. Bütün bu sayılan ölümler için yücelik ve iftihar vesile*si olabilecek, hayat ve yaşamadan daha üstün, daha güzel, daha mukaddes sayılabilecek ancak ve ancak şehâdettir.
Burada, teessüfle bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Zira Seyyid-üş Şühedâ (a.s)'yı dile getirenlerin çoğu her ne kadar O Hazreti "Mukaddes Şehîd" lakabıyla anıyor*lar ve "Seyyid-üş şühedâ" diye adlandırıyorlarsa da, bu mes'elelerde yeterli araştırmaları olmadığından, Eba Ab*dullah (a.s)'ı sadece o Hazretin cürümsüzlüğü ve bu mevz*ulara karışmayışı nedeniyle ele alıyor, İmam Huseyn'i (a.s) bu hırsın hevesli kurbanlığı; hevesli bir çocuk gibi kanını bo*şa akıtışından teessüre düşüyorlar ve ağlıyorlar adeta, Eğer bu mevzûyu bu şekilde ele alacak olursak, O Hazret mazlum ve günahsızdır. Nitekim böyle cinayetlerin kurbanları mazlum ve günahsız olurlar, ancak şehîd sayılmazlar. Peki Seyyid-üş Şüheda (a.s)'yı böyle görebilmeğe nasıl imkân olur acaba?
İmam Huseyn (a.s.) hiçbir zaman diğer kimselere kar*şı hırs ve hevesinin kurbanı değildir. Hiç şüphe yok ki bu ne*denle bu faciada, vaziyeti bu hale sürükleyenle onun müntesiplerinin işlediği büyük cinayet aşikârdır. Fakat İmam Huseyn (as.)'e intisap edenlerin, şehâdet mertebesine eriştikle*ri de meydandadır. Zira mukaddes hedefleri uğruna, akılla*rı başlarında olarak bir mukavemet ve açıkça bir karşı duru*şu vardır. Bu etrafındaki insanların, bu büyük şehide biatleri vardı. O'nun yoluna başlarını koymak ve O'na teslim ol*mak istiyorlardı. Fakat O bütün bu yükün altına girmek için her türlü sonucu düşünüyor ve karşı görünüyor, aynı za*manda da bu şerait altında sükûtu büyük bir günah telakki ediyordu. O Hazretin tarihî ve bilhassa beyanlar, bu mevzûyu tam bir aydınlığa kavuşturur.
Şu halde şehâdet kutsallığını, mukaddes hedefleri uğ*runa bütün varlıklarım açıkça feda etmekten çekinmeyen kimselerden alır.