Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şefaat etme hakkı varmdır?

Uhud daðý

New member
Katılım
2 Tem 2007
Mesajlar
796
Tepkime puanı
39
Puanları
0
Yaş
40
Şefaat terim olarak, bir kimsenin bağışlanmasını dilemek yardım etmek, bir kimseden, başkasına yardımcı olması için aracı olmak başkasının işini görmek için aracılık yapmak, suçlunun affı için aracılık etmek veya günahı olan kimsenin bağışlanması için Allah'la kul arasında aracılık yapmak anlamlarına gelmektedir.

Geleneksel kültürümüzde ise, Peygamberlerin, evliyanın ve kimi seçkin kimselerin, günahkar ve muhtaç olan kulların günahlarının bağışlanması için aracılık yapacakları ve Allah'ın da bu aracıların hatırına, günahkârların günahını bağışlaması olarak bilinmektedir.

Bu, aynı zamanda, Allah'ın değer verdiği kuluna bir ikramı, günahkâr kuluna da rahmetidir. Bu anlayışa göre, Allah, hesap günü peygamberlerine ve iyi/seçkin kullarına, günahı olan kimselerin bağışlanması için yetki verecek, onlar da uygun gördükleri kimselerin günahlarının bağışlanmasına ve cennete girmesine aracı (şefaatçi) olacaklardır.

Diğer islamı kavramlarda olduğu gibi, şefaat kavramına da gerçek anlamından başka anlamlar yüklenilerek, Müslümanların inançlarında büyük sapmalara neden olunmuştur. Şefaat kavramının yanlış anlaşılması neticesinde, insanların çoğu, seçkin (!) takva sahibi ve Allah'ın yanında yeri olduğu söylenen veya sanılan kimselere, hesap gününde kendilerine şefaat edecekler diye yönelmektedirler.

Bu da onların aldatılmalarına, uyutulmalarına ve sömürülmelerine neden olmaktadır. Şefaat, Kur'an bütünlüğü içinde yer almış, o bütünün bir parçasıdır. Böyle olduğu için de, Kur'an bütünlüğü içinde ele alınıp, Kur'an'ın ruhuna uygun bir tanım yapılacağına, Kur'an'ın bütünlüğüne ve özüne ters, gerçeklere aykırı bir tanımlama yapılmıştır.

Büyük bir çoğunluk, Kuran gerçeğine aykırı bu tanıma göre inancını şekillendirdiğinden, hesap günü yardımını umdukları (şefaat edeceklerine inandıkları) kimselere muhtaç oldukları inancıyla, onlara sığınmakta ve bu kurtancılara yönelmekte sıkı bir bağlılıkla bağlanarak Allah'a yaptıkları kulluktan daha fazla kulluk eder hale gelmektedirler.

Diğer yandan da, nasıl olsa "Peygamber bütün ümmetine şefaat ederek, bağışlanmalarını sağlayacaktır" inancı, Müslümanlarca dinin temel anlayışı haline getirildiğinden, birçok kimse "nasıl olsa şefaat edilerek bağışlanacağım' düşüncesi ile Allah'a gereğince kuluk etmeyi bırakıp, şeytanın adımlarına uymaktadır.

Ona göre, işlediği günahlardan dolayı göreceği cezadan, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti olduğu için, Peygamber şefaat edecek ve kendisini kurtaracaktır, işte bu anlayışın sahipleri, dini yaşanan hayatın belirleyicisi olmaktan çıkarmış, kuru bir inanca dönüştürmüşlerdir.



Şefaat inancı, Mekke dönemi müşriklerinin çok önemseyip öne çıkardığı bir inançtı. Müşrikler, Peygamber(sav)'den gelen çağrıyı reddediyor, inandıkları ve ibadet etikleri ilahların (Lat, Uzza, Menat , .} kendilerine şefaatçi olacaklarına inanıyorlardı.

Allah ta onlara verdiği cevapta, şefaat etme hakkının kendisinde olduğunu ve O'ndan başka hiçbir varlığın böyle bir hakka sahip olmadığını ve şefaat etme hakkının ancak Allah tarafından verilebileceğini ki öyle bir hakkı da hiç kimseye vermediğini ortaya koyarak, onların bu beklentilerim boşa çıkarıyordu, şimdi efendim bu şefaat meselesinde Allahın müşriklere verdiği cevap idi yani ozamanlar Müslümanların şefaat diye bir sorunu bile yoktu .!!! müslümanlar Allahın ayeti ile müşriklere cevap veriyorlardı.ne diyorlardı... şefaat yoktur...!!!!!!! Sizi ancak Allah kurtaracak gelin iman edin diyorlardı..onlarda hayır bu taptıklarımız bize şefaat edecek diyorlardı. Bu şefaat dialoğu böyle başladı. "Dilediğine şefaat etme hakkı verecektir" ifadesi şu anlama gelmekteydi:
"Ey mürşrikler! Hiçbir varlık şefaat etme gücüne ve hakkına kendiliğinden sahip olamaz. Çünkü böyle bir hakkı vermek sadece benim elimdedir. Bu hakkı ancak ben dilediğime veririm. Ben vermedikten sonra sizin yöneldiklerinizin kendiliklerinden böye bu hakka sahib olamayacağını bilin, Ve bilin ki, Peygamber de dahil, şefaat etme hakkını hiçbir varlığa vermedim/' Keza yüce Kuran:

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا شَفِيعٍ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ (4)

Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (32 Secde - 4) diyerek bu gerçeği ifade etmektedir.


Yine Kur'an'a baktığımızda, iyi veya kötü, az veya çok kim ne yaptıysa karşılığını görecektir: 'Kim zerre kadar iyilik işlemişse karşılığını görür.

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَه (7)

وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَه (8)


Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür.
Kim de zerre kadar kötülük işlemişse karşılığını görür (99 zilzal 7,8)



Allahü taale şöyle buyurur:

وَاتَّقُوا يَوْمًا لاَ تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئًا وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنْصَرُونَ (48)



Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının (2 Bakara 48);

يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْئًا وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ (19)

"O gün kimsenin kimseye faydası dokunmaz. O gün hüküm bütünüyle Allah'ındır, (82 înfıtar 19)

Herkesin tek başına hesaba çekileceğini:

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ (38)

"O gün herkes, yaptığının hesabını vermek için alıkolnur“(74 Müddesir. 38) ,

Tartıların kurulacağını, tartısı ağır gelenlerin cennetlik, hafif gelenlerin cehennemlik olduğunu:

فَأَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ (6) فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ (7) وَأَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ (8)

فَأُمُّهُ هَاوِيَةٌ (9) وَمَا أَدْرَاكَ مَا هِيَهْ (10) نَارٌ حَامِيَةٌ (11)



"Kimin sevabı ağır gelirse., işte o memnun olacağı bir hayata kavuşacaktır. Kimin günahı ağır gelirse, onun yeri de haviye (kavurcu ateş) tir," (101 Kaaria -6,7,8,9)

Cennetlik olanların ancak iman eden ve salih amel işleyenler olacağını:

"İman edip salih amel işleyenler de temelli kalmak üzere cennetliktirler." (2 Bakara - 82)
ayetiyle açıkça ortaya koymaktadır. Zira Allah adildir, adalet sahibidir;

"Kim salih amel işle se lehine, kim de kötülük işlerse aleyhinedir. Rabbin, kullarına asla zulmetmez." (fusilet -19)
Allah'ın yanında torpil yapmak söz konusu olamaz. Herkese hakkı tam verilecektir, Cehennemi hak edenler cehenneme gidecektir;
"Hayır, kim kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, işte onlar, içinde temelli kalmak üzere cehennemliktirler" (Bakara - 81);

onları hiç kimse kurtaramaz:

"O gün kimsenin kimseye faydası dokunmaz, o gün hüküm bütünüyle Allah'ındır" (İnfîtar - 19)
Yani herkese yaptığının karşılığı vardır. Cennet ve Cehennem bu dünyada yaptıklarımıza karşılıktır.

Adam kayırma, torpil yapma, Allah'ın razı olacağı bir hâl değildir. Kim neyi hak ediyorsa, ancak hak ettiğini alacaktır. Allah hak edenlere hak ettikleri kadar şefaat(yardım/bağışlama) edecektir. Gerçek bu olmasına karşın, şefaat konusunun kaynaklarımızda ve inancımızda yer alış şekline kısaca değinmeye çalışalım.

"Muhammed (sav): Her peygamberin bir duası vardır. Ben ise inşaallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için saklamak istiyorum' buyurmuştur. (Buhari, Davut-1, Tevhid-31).



"Her Peygamber kendi ümmetine şefaat edeceklir" (Buhari).



"Hz. Peygamber (sav) hadislerinde büyük günah işleyenler de dahil mü'minlerin şefaatına nail olacaklarını söylemiştir'' (Buhari-Rikak, 51/Ebu Davut-Es-Sünne, 2o/Tirnıizi-ll-66).



"Peygamberler içinde ilk defa şefaat edecek ve şefaati kabul olunacak peygamber, Hz. Muhammed'dir (sav). (Müslim-Fedail, 2).


Hz. Peygamber (sav)'in bir çok hadis kitabında zikredilen bu büyük şefaatinin ana hatları şöyledir:



Allah, insanların hepsini düz ve geniş bir sahada hüküm ve hesap için toplayacaktır. Orada insanların meşakkat ve gamı dayanılmayacak bîr dereceye varacaktır. Bu sırada insanların bir kısmı, diğer bir kısmına "size erişen şu faciayı görüyor musunuz, Rabbinize size. şefaat edecek birisine gidiniz' derler, Sırasıyla Adem (as), Nuh (as), İbrahim (as), Musa (as) ve îsa (as) peygamberlere gelirler.

Bu peygamberlerden her biri onları diğerine gönderir. Nihayet Hz. İsa, onları Hz. Muhammed (sav)'e gönderir. O vakit Peygamber (sav) arşın altında secdeye kapanır. Allah O'na secdesinde yapılacak hamdlerin en güzelini ilham eder.
O Allah'a hamd ettiği sırada "başını kaldır, iste, verdim. Şefaat eyle, şefaatin kabul olunur" cevabını alır. Muhakemeye başlanır. Bundan sonra Hz. Peygamberin şefaati ile imanlılardan bir miktar cehennemden çıkarılır.

Rasülullah bir kaç defa daha secdeye kapanarak Allah'a hamd ve dua eder. En nihayet o'nun şefaatiyle, Allah'ın izin ve takdiri dahilinde mü'minlerden büyük bir çoğunluk cehennemden çıkarılacaktır, işte Hz. Peygamberin, haiz olduğu bu şefaat makamı Makam-ı Mahmad'tur.

(El - îsra 79, Buhari-Tevhıd 24, Müslim-İman 84)"/Şamü islam Ansiklopedisi/Şamil Yayınevi/6. Cilt sh18)-

"Allah ancak seçkin kullarına, peygamberlerine ve velilerine şefaat izni verecektir. Çünkü onlar Allah'ın razı olduğu seçkin kullandır. Hiç kuşkusuz. bunların başında da Hz. Muhammed(sav) gelir. Ama oradaki şefaatin bizim bildiğimiz anlamda bir şefaat olması da mümkün değildir. Çünkü bildiğimiz şefaat, aracılık yaparak birine hak etmediği birçıkar sağlamak demektir ki Allah böyle bir şey yapmaktan uzaktır, yücedir.o şefaatin niteliğini Allah bilir. Zira Ahiret ahvali dünyaya benzemez/'

Başta hadis kitapları olmak üzere diğer birçok kaynak kitapta, şefaatle ilgili yukarıda aktardığımız türden yığınla bilgi verilmektedir. Şefaat kavramına Kur'an'ın özüne aykırı anlam vererek Müslümanların inancına sokan mantık başka bir hadîsi (!) (la ilahe illallah diyen cennete gidecektir) ölçü alarak bir tek sözle herkesi Cennete göndermektedir,

Bu yalanı Hz. Peygambere mal edenlere şunu sormak gerekir: "Madem ki bu söz hadistir, o zaman şefaate ne gerek var?.. Nasıl olsa la ilahe illallah diyen herkes Cennete girecek..!!

Oysa ki yukarıda verdiğimiz ayetlerde de görüldüğü gibi şefaat etme hakkı hiç kimseye verilmemiştir, Sadece Allah'a mahsustur.
Yalnızca Allah dilediğine şefaat edecektir. Kur'an kimlerin Cennete, kimlerin Cehenneme gideceğini hiçbir tartışmaya yer vermeyecek bir açıklıkla bildirmektedir, Şefaat konusunu Kur'an ve Kur'an'ın ortaya koyduğu ölçüye göre değerlendirmek gerekir.

Yoksa, konu Kur'an'ın bütünlüğünden kopuk, sadece kendi kapsamı içinde değerlendirildiğinde ya yanlış anlaşılacak ya da eksik ve boşlukta kalacaktır. Şefaatle ilgili ayetler Kur'an'ın bir bütün olarak ifade ettiği gerçek göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Oysa ki bu yapılmamakta ve bundan dolayı da çelişkili sonuçlara varılmaktadır.

Şimdi şefaatin olduğuna delil gösterilen bazı ayetlere birkez daha bakalım:



"... O'nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?" (2 Bakara 255).

يَوْمَئِذٍ لَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَانُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا (109)

"O gün Rahmanın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez“ (20 Taha- 109)
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنْ ارْتَضَى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِهِ مُشْفِقُونَ (28)
"Allah, onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bilir. Onlar, O'nun razı olduğundan başkasına şefaat edemezler. Kendileride, O'nun korkusundan titrerler" (21-Enbiya-28)

وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (23)

"Allah katında, sadece O 'nun izin verdiği kimselerin şefaati geçerlidir. Bekleyiş içinde olanların korkuları yatışınca: "Rabbiniz ne söyledi" derler. "Hakkı söyledi?" diye cevap verirler. O çok yücedir, çok büyüktür" (34 Sebe 23)
وَلاَ يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلاَّ مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ (86)
"Bilerek hakka şehadet edenler müstesna, (yani hariç)O'nun yanısıra yalvardıkları, şefaate güç yetiremezler '(43 Zuhruf 86)
 

Uhud daðý

New member
Katılım
2 Tem 2007
Mesajlar
796
Tepkime puanı
39
Puanları
0
Yaş
40
Bu ayetlerden yola çıkarak. Yüce Allah'ın bazı kimselere/varlıklara şefaat yetkisi vereceğini düşünenler yanılmaktadırlar: Bunlar Kur'an bir bütün olarak göz önünde bulundurmadan, sadece ayetlerin ne dediğine bakarak, ne demek istediğini kavramadan; ayetlerin yalın kelime anlamlarından hareket ederek ve atalar dini ile geleneksel kültürün etkisinde de kalarak şefaat etme hakkının Allah'tan başka varlıklarda da olacağı neticesine varmaktadırlar.
Oysa ki varılan netice doğru sayıldığında bu sonuç diğer ayetlerle çelişmekedir. Bu da anlamın doğru verilmediğini göstermektedir. Allah'ın kitabında asla çelişki olmadığına göre, o halde bu ayetler neyi ifade etmektedir? Bakara 255'tekî



"O'nun izni olmadan kim şefaat edebilir?"

ayetinden yüce Allah'ın şefaat izni vereceği anlamını çıkarmak mümkün değildir.

Çünkü bu bir cevap ayetidir. 'Kendilerine bir takım, şefaat edici uyduranlara karşı, siz bunu nereden uyduruyorsunuz? Sizin için şefaat edici olarak gördüklerinize, şefaat etme hakkını/yetkisini kim verdi? diye müşriklere cevap veriyor burada Allah.

çünkü ayetin iniş sebebi çok önemlidir..Allaha yönelin dediklerin hayır bize Allah katında şefaat edecektir ilahlarımız diyenlere cevapdır.

Müslümanların şefaat diye bir sorunu yoktu.. Başka bir ilah daha var da o mu verdi? Bilesiniz ki böyle bir yetkiyi ancak ben veririm. Ben de vermediğime göre yani bu konuda hiç kimseye yetki/izin vermeyeceğime göre; benim izin vermediğim kimselere kim izin verme gücüne sahiptir ki, siz uydurduğunuz şeylerden şefaat umuyorsunuz. Siz istediğiniz kadar kendinize şefaatçi uydurun. Ben hiç kimsenin size şefaat etmesine izin verecek değilim.



Her şeyin yaratıcısı ve tek sahibi olan Allah'a; peygamberlerin, meleklerin ve seçkin kimselerin söz geçirebileceği veya vereceği karara etki edebileceği anlayışını reddeden bu ayet, aynı zamanda başka varlıklara güvenen kimselerin bu güvenlerini boşa çıkarmaktadır. Gerek,

"o gün Rahmanın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez,.." (Taha - 109)

ve gerek, "Allah'ın katında sadece O'nun izin verdiklerinin şefaati geçerlidir" (Sebe -23) ayetinden hesap gününde Rahmanın bazı kimselere şefaat izni vereceğini ve sözünden razı olduğu kimselerin şefaat edebilecekleri anlamını çıkarmak ilk etapta doğru gibi görülebilir. Bu ayetler şefaatin olduğunu göstermektedir denilebilir

Ancak bu yanlış bir anlayıştır. Şöyle ki: Bu ayetler müşriklere cevaben hesap gününde geçen bir sahneyi anlatmaktadır. Ve burada şefaat bağışlama değil yardım etme anlamında kullanılmaktadır. Sebe -23 ayetinin öncesinde yer alan ayetlere baktığımızda:

"sura ûfürülecek günde mücrimlerin kör olarak toplanılacağı, onların hiçbir tarafa sapmaksizın, kaçabilecekleri bir yer bulamadan, kendilerini çağıranları izlemek zorunda ve mecburiyetinde kalacakları ve Rahmanın korkusundan bütün seslerin kırılacağı" sonucu çıkar ve işte o gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimseler birbirlerine destek olacak ve yardım edeceklerdir.

Bir yardımlaşma ve dayanışma içinde olacaklardır. Mü'minler birbirlerine yardım ederken; mücrimler böylesi bir yardımdan yoksun bırakılacaklardır. Evet, ayetteki şefaat kavramı yardım etme anlamında kullanılmıştır, bağışlama anlamında değil. Çünkü, şefaatin yalnızca 'bağışlanma' anlamına gelmediğini aynı zamanda yardımcı olma anlamına geldiğinide biliyoruz.



Bu ayetler 'ne diyor? anlayışı ile değerlendirildiğinde ve Kur'an'ın bir bütün olarak bu konuda ifade ettiği anlam dikkate alınmadığında; sanki Allah'tan başka şefaat edici varmış gibi anlaşılabilir. Oysa ki kıyamet/hesap/amel/Ödül/ceza/yârgılanma gibi konularda, insanların muhatap olacakları hesaba çekilmeye dair Kur'an'ın ortaya koyduğu gerçekten hareket edilerek bu ayetler dikkate alınırsa, 'ayetler ne diyor?' değil, 'ne demek istiyor?' anlayışı ile değerlendirilirse ve bu konuda biraz sonra değineceğimiz ayetlerden de yararlanılırsa, elde edeceğimiz sonuç, Allah'tan başka şefaat edicinin olmadığı gerçeğini ortaya koyacaktır.

-Evet şimdi de şefaatin söz konusu edildiği diğer ayetlere bakalım;



"... Sizin O'ndan başka veliniz de şefaatçiniz da yoktur ' (32 Secde 4).



"O gün kîmsenin kimseye faydası dokunmaz. O gün hüküm tümüyle Allah'ındır" ( infitar 19)
وَاتَّقُوا يَوْمًا لاَ تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئًا وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ هُمْ يُنْصَرُونَ (123)
Hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. (2 bakara 123 )
يَاۤاَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ (254)
"Ey iman edenler! Alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan infak edin. Kafirlere gelince işte onlar zalimlerdir" (2 Bakara - 254).
فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَلَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ (54)
İşte bugün hiç kimseye (hiç) bir şeyle zulmedilmez ve siz de yaptıklarınızdan başkasıyla karşılık görmezsiniz. (36 Yasin 54).

Allah, ahirette dilediğine şefaat edeceği gibî bu dünyada da şefaat eder/etmektedir Keza insanlar da şefaat ederler. Ancak, bu Allah'ın şefaat etmesi gibi değildir. Yani bîr kimse, başkasına yaptıklarının hesabını verirken, ona yardımcı olarak kurtulmasına sebep olamaz, insan insana ancak bu dünyada ve ancak belirli ölçüde şefaatçi yardımcı) olabilir.

Kişi, bir başkasına, ancak iyi ve kötü olanı göstererek, iyi işler yapması konusunda , onu uyararak yardımcı olabilir. Maddi ve manevi katkı sağlayabilir. Başkasının kendi şahsına karşı işlemiş olduğu hatayı veya suçu bağışlayabilir.

Başkasının o'nun herhangi bir sıkıntısını gidermesinde yardımcı olabilir. Kulun, kula şefaati bu şekilde olur. Yoksa, hiç kimse yaptıklarına karşılık hesap verme konusunda Allah'ın kendisine vereceği cezadan, başkasının aracılık etmesiyle kurtulamaz. Zaten bu Allah'ın adaletine de yaraşır bir şey değildir, Allah meleklerden, nebilerden ve diğer varlıklardan şefaat umanlara cevap olarak: "Allah'ın izni olmadan hiçbir varlık şefaat edemez" demektedir. Bu, Allah'ın bu kimselere 'şefaat etmeleri konusunda vereceği "anlamına gelmez tam aksine böyle bir beklentinin boş oIduğunu belirten bir cevaptır, bunun boş bir avunma olduğunu ortaya koyan bir açıklamadır, Zira yüce Allah, tapındıkları putların kendi katında onlara şefaat edeceğini söyleyenlere de aynı şekilde cevap vermektedir. Bu Kur'an'ın anlatım yöntemi/tekniğidir.

Kur'an bu yöntemi sık sık kullanmaktadır. Örneğin, "Ben dilemedikçe doğru yolu bulamazsınız" ayeti aynı yöntemle vahy edilen ayetlerden biridir. Bu ayetten yola çıkarak, yani bu ayete yalın olarak ifade ediş biçimine göre anlam verirsek, şu sonuç ortaya çıkar; Allah'ı ve Kitab'ın ve o Kitabın hükümlerini reddeden bir kimsenin hiçbir sorumluluğu yoktur.

Böylece kafir olan bir kimsenin, kafir oluşundan dolayı hiçbir günahı yoktur, Çünkü onun kafir olmasını Allah dilemiştir neticesine varırız. Böyle bir netice Kur'an'a "aykırı ve onunla çelişen bir netice değil inidir?

Yalın olarak böyle anlaşılsa da öz olarak ve gerçekte bu ayet hidayeti seçmeyenlerin hiçbir sorumluluklarının olmadıkı anlamını içermemektedir. Zira Kur'an birçok ayetinde insanın dilediğini seçme ve alma hakkına sahip olduğunu; dilerse hidayeti dilerse küfrü seçebileceğini, bu konuda tamamen özgür bırakıldığını söylemektedir!

Dolayısıyla bu ayetle söylenen gerçek şudur: Hidayeti seçmeyenlerin sorumluluğu kendilerine aittir. Ve kafir olan bu kimseler tercihlerinde öylesine kararlı kimselerdir ki bir müdahale olmadan kendiliklerinden girdikleri yolu değiştirmeleri, verdikleri kararı bozmaları mümkün değildir.

Ancak Allah müdahale ederse, onları girdikleri yoldan zorla alıp, hidayete iletirse doğru yola erişmeleri mümkün olur. Kuşkusuz Allah dilerse bunu yapar. Çünkü,, Allah'ın her şeye gücü yeter. Ne var ki, Allah, kuluna dilediğini seçme hakla vermiş olduğundan, böyle bir müdahaleyi yapacak değildir, Bu hîtap(ayet) bir durum tesbitidir.

Adam sapıklığı seçmiş ve kararlı bir biçimde de yolunu sürdürmektedir. Ona hiçbir uyan yarar sağlamamaktadır. Bu öylesine bir hal almıştır ki, iş tamamen Allah'a kalmıştır. Ancak Allah müdahale ederse o kimse düzelecektir. Yani, "ey sapık adam, sen öylesine sapıtmış ve küfre girmişsin ki ancak Allah müdahale ederse (Allah dilerse) düzeleceksin. Allah dilemedikçe müdahale ettmedîkçe) senin kendiliğinden düzelmen, doğru yolu bulman, hidayete ermen mümkün değildir" denmektedir.

Bu konu, Sitemizin aynı bu bölümde Hidayet ve Sapıklığı insan seçer bölümünde daha detaylı olarak yer aldığından şimdilik bu kadarla yetinelim.

Tekrar konumuza dönüp düşünmeye devam edelim; Bir kimseyi yapacağı kötü bir şeyden caydırmaya çalışmak, ona engel olmak, onu ikna etmek bütün bunları yaparak ona şefaat etmek/ yardımcı olmak bizim için bir görev ve sorumluluktur.

Ancak, diyelim ki o kimse suç işledi ve mahkeme huzuruna çıkarıldı, işlediği suça karşılık hakim de ona ceza verdi. Hakimin ona vereceği cezayı engellemek, aracı olup onun affedilmesini sağlamaya çalışmak nasıl ki doğru bir davranış değilse, -kötülüğe destek ve yardımcı olmak anlamına gelmekse veya adaleti çiğneyerek zulüm işlemekse-nasıl ki böyle bir iş yapmamız şefaat olarak nitelen-dirilemeyecekse, tıpkı bunun gibi, Hesap Gününde bir takım kimselerin suçlu ve günahkarlara aracı (şefaatçi) olarak bağışlanmalarına yardımcı olabilecekleri anlayışı AlIah'ın adaleti ile çelişmektedir.
Yüce Allah'ın:

وَاتَّقُوا يَوْمًا لاَ تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئًا وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنْصَرُونَ (48)

"Kimsenin başkasının cezasını çekmeyeceği, kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, kimseden fidye alınmayacağı ve kimsenin yardım da görmeyeceği günün, azabından korkun" (Bakara - 48)

hükmüne rağmen nasıl oluyor da, kimileri kendilerine şefaatçi edinme arayışına giriyorlar?

Allah'a rağmen kur'ana rağmen bir arayış değil mi?

De ki: 'Allah'ın dilemesi dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiç bir şeye) malik değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler, ne öne alınabilirler (10 Yunus - 49) peygamberin, bütün müminlere şefaatçi olacağını ve onları kurtaracağını varsayan mantık Kurana ters düşen bir mantıktır.



Yarattığı kullarının içinden seçerek, vahyi île muhatap etme şerefine erdiren, O'nu yüceler yücesi olan Elçilik makamına çıkaran Rabb'imiz, şayet O'na şefaat etine hakkı tanısaydı veya böyle bir yetki verseydi, bu konuya bir tek ayetle olsun değinmez miydi?



Alemlere rahmet olarak gönderilmek ayrı, (ki burada rahmet, insanlığın kurtuluşu için gönderilen hidayet yolunun ortaya konması elçilik anlamında kullanılmıstır. Yoksa kötülük yapanların günah işleyenlerin, suçluların bağışlanmasına aracılık değildir) şefaatçi olmak ayrıdır.



Gerçekten de, Rasulullah (sav), insanlara doğru yolu gösterdiği ve bu dinin nasıl yaşanacağı konusunda örnek olduğu için en büyük rahmettir. Peygamberin rahmet olması bundan dolayıdır- Yoksa, günahkara torpil yapması değildir,

"Onlar için bağışlanma dilesen de, dilemesen de birdir. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, Allah ve Rasulünü küfretmelerinden dolayıdır, Allah, fasıkları doğru yola iletmez“ (9 Tevbe- 80).

Evet, Allah, elçisine ve mesajına uymayanların, vahyin öngördüğü, şeyleri dikkate almayıp ihlal edenlerin bu seçimleri yüzünden hak edecekleri cezayı çekeceklerini ve bu konuda peygamberine dahi söz hakkı vermeyeceğini açıkça bildirmektedir.

Allah, öyle bir Allahtır ki yaptığı ve yapacağı hiçbir şeyi başka bir varlığa danışmaz. Zaten bu Allah'a yaraşmaz da. Allah, "Bu Kitap'ta asla çelişki bulamazsınız' demiyor mu?

O halde bunca ayete rağmen şefaatle ilgili delil getirilen ki bu ayetler yukarıda da izah ettiğimiz gibi yanlış anlamlandırılmaktadır. Bazı ayetlerle Kur'an bütünlüğüne ve onun gerçeğine aykırı bir neticeye nasıl varılabilir ? Bir yandan "zerre miktarı da olsa kim ne yaparsa karşılığını görecek" diyen Allah, diğer yandan da insanların işledikleri günahları/kötülükleri, başkalarının aracılığı ile affedecek.

Bu nasıl bir mantık? "Ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin? Ve yine ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin? O kimsenin kimseye yardım edemeyeceği bir gündür! O gün buyruk, yalnız Allah'ındır"( infitar 17,18,19)

kimsenin kimseye yardım edemeyeceği bir gündür. Yüce Rabb'imiz böyle diyor. Buna rağmen, nasıl oluyor da başkalarının yardım edebileceğine dair bir inanç benimsenebiliyor?

Kur'an'dan edindiğimiz bilgi odur ki, hiçkimse (peygamberler de dahil), kimseye bağışlanması konusunda aracılık edemeyecektir, Allah, bu konuda (günahların bağışlanması konusunda) hiç kimseye yetki ve hak vermemiştir.

Herkes hakettiğinîn karşılığını alacaktır. Sadece yüce Rabbimiz dilediğini bağışlayacaktır. Bu bağışlama (şefaat) bizim için niteliği ve niceliği yönünden müteşabihata girmektedir ve ne olduğunu gerçek olarak sadece Rabb'imiz bilmektedir.
 

mahmut555

New member
Katılım
23 Ocak 2007
Mesajlar
17
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
kelimeyitevhidi gercek manada kalbine işleyen kişiye ateş dokunmaz müslüman olan kalbinde zerre kadar iman olan cennete girecektit ama günahını cekip girecektir şefatin manası cehennem görmeden cennete girmektir. yani anlıyacagın senin bazı görüşlerine katılmıyorum imamı rabbani gibi zatların kitaplarını demekki okumamışsın ALLAH işaallah dogruları sana gösterir amin duay lakal
 

ahmet_hoca

New member
Katılım
7 Ağu 2007
Mesajlar
123
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
işte şeytanın bizleri avladığı açıklarımızdan biride şefaat bulacağımız inancı müslümana düşen mümkün mertebe İslamı yaşamak ve az günah işlemek
 
Üst Alt