Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sebeplere yapışan kâfir mi olur?

HuLuSi_KaLP

New member
Katılım
3 Haz 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
50
Sebeplere yapışmak dinimizin emridir

Vehhabiler diyor ki:
Peygamberlerin ve onların yolunda olanların gittikleri yol vesiledir, kendileri vesile değildir. Madde, cisim ve zat, sebep olamaz. Diri olup yanında bulunandan bir şey istemek caizdir. Uzaktakinden ve ölüden istemek, bunları vesile etmek şirktir.
CEVAP
Her şeyi yaratan, yapan yalnız Allahü teâlâdır. Bir şeyi yaratmak için, başka bir mahlukunu vasıta ve sebep yapması, Allahü teâlânın âdetidir. Allahü teâlânın bir şeyi yaratmasını isteyenin, o şeyin yaratılmasına vesile olan sebebe yapışması lazımdır. Peygamberler hep sebeplere yapışmışlardır.
Allahü teâlâ sebebe yapışmayı övmektedir. Peygamberler sebeplere yapışmayı emir etmektedir. Dünyadaki olaylar, hadiseler de, sebebe yapışmanın lazım olduğunu göstermektedir. Bir şeye kavuşmak için, o şeyin sebebine yapışılır. O sebebi, o şeye sebep yapan ve insanın o sebebe yapışmasını sağlayan, o sebebe yapıştıktan sonra, o şeyi yaratan, hep Allahü teâlâ olduğuna inanmak lazımdır. Böyle inanan bir kimse, bu sebebe yapışmakla, o şeye kavuştum diyebilir. Bu sözü, o şeyi sebep yarattı demek değildir. Allahü teâlâ, o şeyi bu sebeple yarattı demektir.

Mesela (içtiğim ilaç ağrımı kesti), (Seyyidet Nefise hazretlerine adak yapınca, hastam iyi oldu), (Çorba beni doyurdu), (Su, hararetimi giderdi) sözleri, bu şeylerin hep vesile ve vasıta olduklarını göstermektedir. Bunlar gibi konuşan müslümanların, yukarıda bildirdiğimiz gibi inandıklarını düşünmek lazımdır. Böyle düşünene kâfir denemez. Vehhabiler de, diri olandan, yanında bulunandan bir şey istemek caizdir diyor. Birbirlerinden ve hükümet memurlarından çok şey istiyorlar. Vermeleri için yalvarıyorlar. Uzakta olandan ve ölüden istemek şirktir. Diriden istemek şirk olmaz diyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri ise, birisi şirk olmayınca, öteki de şirk olmaz diyor. Aralarında fark yoktur diyor.

Sebepler üç kısımdır
İslam âlimlerinin büyüklerinden Muhammed Masum hazretleri Mektubat kitabında buyuruyor ki:
Sebeplere yapışmak tevekküle münafi değildir. Çünkü, sebeplere tesir etmek kuvvetini de Allahü teâlâ vermektedir. Sebeplere yapışırken, sebeplerin tesirini Allahü teâlâdan bilmeli ve Ona güvenmelidir. Tesir ettikleri tecrübe edilmiş olan sebeplere yapışmak, tevekkül etmek demektir. Tesiri bilinmeyen, ümit dahi edilmeyen sebeplere yapışmak, tevekküle uygun olmaz. Tesiri kati olan sebeplere yapışmak lazımdır, hatta vazifedir. Ateş yakıcıdır. Ateşe yakmak hassasını, tesirini veren Allahü teâlâdır. Aç olunca, gıda, taam yiyeceğiz. Gıdaya doyurmak tesirini Allahü teâlânın verdiğine inanacağız. Faydalı tesiri kati olan böyle sebepleri kullanmayarak zarar hasıl olursa, Allahü teâlâya itaat etmemiş oluruz. Ona karşı gelmiş oluruz.

Sebepler üç kısımdır:
Tesiri görülmemiş, işitilmemiş sebepleri kullanmak caiz değildir.

Tecrübe edilmiş, faydalı tesir ettikleri anlaşılmış olan sebepleri kullanmak vaciptir. Bunları terk etmek günah olur.

Tesirleri şüpheli olan sebepleri kullanmak vacip, lazım değil ise de, caizdir.

Allahü teâlâ, mühim olan işleri yapmadan evvel, bunları tecrübeli, bilgili kimselerle meşveret etmemizi, bundan sonra yapmamızı, yaparken de, Allahü teâlâya tevekkül etmemizi, neticeyi Ondan beklememizi emretti. Meşveret etmek de, sebebe yapışmaktır. Bu emir, faydalı sebebe yapışmanın vacip olduğunu ve sebebin tesirini Allahü teâlâdan beklemek lazım olduğunu bildirmektedir.

Ahiret işlerinde yani ibadet ve taat yapmakta tevekkül olmaz. İbadetleri yapmamız, bunun için çalışmamız emir olundu. Ahiret işlerinde tevekkül etmek değil, havf ve ümit etmek lazımdır. Bu emirleri yapmak, bunların kabul olunması ve sevap verilmesi için Allahü teâlânın merhametine ve ihsanına itimat etmek, güvenmek lazımdır. Emirleri yapmak ve yasaklardan sakınmak, kulluk vazifesidir.
İnsan tasavvufta ne kadar ilerlerse ilerlesin, kemale gelsin, kurb-i ilahiye kavuşsun, bedeni ile, ruhu da mahluk olmaktan kurtulamaz. Allahü teâlâdan başka her şey hadistir, mahluktur. Var olmadan önce yok idiler. Sonra da yok olacaklardır. Müslüman olmak için böyle inanmak lazımdır.

Ahirette azaptan kurtulmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine inanmak, uymak lazımdır. Bu kitaplara uymayan keşfler, kerametler hiçbir işe yaramaz. (c.1, m.182)

Vesile ve sebep aramak
Peygamberlerin ve Evliyanın vasıtası ile yani onları sebep yaparak, vesile ederek, Allahü teâlânın yaratmasını istemek caiz olduğunu gösteren âyet-i kerimeleri bildirelim:
(Ey iman edenler! Allahü teâlâdan korkunuz! Ona yaklaşmak için vesile arayınız.) [Maide 35]

(Ol kimseler ki, dua ve ibadet ederler, Rablerine yaklaşmak için, vesile ve sebep ararlar. Sebeplerin Allahü teâlâya en çok yaklaştıranını isterler.)
[İsra 57]

Bu âyet-i kerimelerde Allahü teâlâ, sebebe, vesileye yapışmayı emretmektedir. Vesilenin kendisine en çok yaklaştırıcı bir şey olduğunu bildirmektedir. Vesilenin belli bir şey olduğu bildirilmedi. Bunun için, Allahü teâlânın rızasına kavuşturan her şey, yani Haricilerin dedikleri gibi yalnız duaları değil, şefaatleri ve Allahü teâlâ indinde mertebeleri ve kıymetleri ve kendileri hep vesiledirler.
[Vehhabiler, (Vesile, Peygamberlerin ve onların yolunda olanların gittikleri yoldur. Onların yolu vesiledir, kendileri vesile değildir) diyor.]

Ehl-i sünnet âlimleri ise, Peygamberlerin ve onlara tâbi olanların gittikleri yol, yani iman ve ibadet ve ihlas, vesile olduğu gibi, o büyüklerin şefaatleri, makamları, kerametleri, duaları ve kendileri de vesiledir dedi. Kendileri vesile olamaz diyenler, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere ve Peygamberlere ve Evliyaya iftira ediyorlar. Peygamberlerin ve Evliyanın kendilerinin vesile edilmesi, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmektedir.

Enfal suresinin 33. âyetinde mealen, (Sen aralarında bulundukça, o kâfirlere azap etmem) buyuruldu. Tefsir kitaplarında ve Buhari’de bildirildiği gibi, kâfirler Peygamber efendimiz ile alay ediyorlardı. Rabbine söyle de, bize çabuk azap göndersin diyorlardı. Bu sözleri üzerine, yukarıdaki âyet-i kerime nazil oldu. Resulullahın mübarek cesed-i şerifinin kâfirler arasında bulunması, onlara azap gelmesini önlemektedir buyuruldu. Resulullah, Peygamberlik makamı ile, yahut dua ederek, yahut şefaat ederek, azap gelmesini önlüyordu denilemez. Çünkü, kâfirlere dua ve şefaat edilmediği gibi, inanmadıkları Peygamberliğin onlara faydası olamaz.

Allahü teâlânın, Muhammed aleyhisselamı, insanlar arasından seçmesi ve Onu bütün Peygamberlerinden üstün yapması, mübarek zatı içindir, kendisi içindir. Bunu her mümin bilmektedir. Resullerin, Nebilerin, Velilerin üstünlükleri de, hep böyledir. Mevki, mertebe ve her yükseklik zata tâbidir. Zat, mevkiye tâbi değildir. [Mesela, insan paşa olduğu için kıymetlidir, denilmez. Kıymetli olduğu için, paşa olmuştur denir.]

Vehhabilerin, madde, cisim ve zat, sebep olamaz sözlerinin yanlış olduğu anlaşıldı. Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ve Resulullahın sünnet-i seniyyesi, onların yanlış ve bozuk yolda olduğunu göstermektedir.

Hadis-i şerifte, (Toprağımızın ve birimizin tükrüğünün bereketi ile ve Rabbimizin izni ile hastamız şifa bulur) buyuruldu. Toprak ve tükrük ve eczacının tesiri belli olan ilaçları, hep maddedir, cisimdir, yani zattırlar. Bunların mevki’i, rütbesi ve şefaati düşünülemez.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Zemzem suyu, içenin niyetine göre fayda verir.) [Müslim]
Zemzem suyu, dünya ve ahiretin herhangi bir faydası için niyet ederek içilirse, istenilen fayda hasıl olur. Böyle olduğu çok görülmüştür. Zemzem suyu, zattır, maddedir. Şifa, fayda vermek için, rütbesi ile tesir etmesi, yahut dua ve şefaat etmesi düşünülemez.

Sahih olan hadis-i şerifte ve bütün fıkıh âlimlerinin sözbirliği ile bildirdikleri gibi, Kâbe kapısı ile Hacer-ül-esved taşının arasındaki tavaf yerine Mültezem denir. Bir kimse, burada karnını Kâbe duvarına değdirip, Mültezem’i vesile ederek, Allahü teâlâya yalvarırsa, Allahü teâlâ onu zarardan, kusurdan korur. Böyle olduğu çok tecrübe edilmiştir. Herkesin bildiği gibi, Mültezem, Kâbe duvarında birkaç taştır. Bu taşlar zattır. Yani maddedir. Allahü teâlâ, her maddeye belli hassalar, özellikler verdiği gibi, bu taşlara da, hayra, faydaya vesile olmak hassasını vermiştir. [Aspirine ağrı kesmek, kinine sıtma plasmodyumlarını öldürmek, ispirtolu suya aklı gidermek hassalarını verdiği gibi, bu taşlara, başka taşlardan fazla olarak, duaların kabul olmasına sebep olmak hassasını vermiştir.]

Kâbe’nin kuzey tarafında bulunan su oluğunun altındaki tavaf yerine ve Mescid-i Haram içindeki, Kâbe kapısı karşısında bulunan Makam-ı İbrahim denilen yere ve Hacer-ül esved denilen Kâbe köşesindeki taşı öpmeye ve elini yüzünü sürmeye de, böyle faydalı hassalar verilmiştir. Bunlara tevessül edenlerin, yani bunları vasıta kılarak dua edenlerin, duaları kabul olmak hassasını, kıymetini, Allahü teâlâ bu maddelere vermiştir. Bu maddelerin, duaların kabul olmasına vesile oldukları biliniyor ve görülüyor ve inanılıyor da, Resulullahı ve Onun yolunda olan, Allahü teâlânın sevgili kullarını vesile ederek yapılan dualar hiç kabul olmaz mı? Eğer bir kimse, yerdeki toprağın ve bazı kimselerin tükrüğünün ve Zemzem suyunun ve Mültezemdeki taşların ve İbrahim aleyhisselamın mübarek ayaklarının izi bulunan Makam-ı İbrahimin ve Hacer-ül-esved taşının, yani bu maddelerin hepsinin faydalı şeyler için vesile, sebep olmaları, Peygamberlerin ve Evliyanın mezarlarının da, vesile olacağını göstermez derse, bu kimsenin din cahili olduğunu, Allah’tan ve Resulullahtan ve müslümanlardan utanmadığını gösterir. Çünkü, Eshab-ı kiram, Resulullahın zat-ı şerifini çok yüksek bilirler, pek saygı gösterirlerdi.

Urve-tebni Mesud-issekâfinin Buhari’de ve başka kitaplarda bildirilen sözleri meşhurdur. Urve diyor ki:
Hudeybiye sulhu için, müşriklerin elçisi olarak, Resulullahın yanına gelmiştim. İşim bittikten sonra Mekke’ye, Kureyş büyüklerinin yanına döndüm. Onlara dedim ki, (Biliyorsunuz, Acem şahı olan Kisralara ve Bizans kralı olan Kayserlere ve Habeş padişahı olan Necaşilere çok gittim, geldim. Bunlara yapılan hürmetin, Muhammed aleyhisselamın Eshabının, Muhammed aleyhisselama yaptıkları hürmet kadar çok olduğunu görmedim. Muhammed aleyhisselamın tükrüğünün yere düştüğünü görmedim. Eshabı avuçları ile kapışıp yüzlerine, gözlerine sürüyorlardı. Abdest almış olduğu suyu da kapışıp, bereket için saklıyorlardı. Tıraş olunca, bir kılı yere düşmeden önce Eshabı kapışıyorlardı. En kıymetli cevher gibi saklıyorlardı. Saygılarından, edeplerinden, yüzüne bakamıyorlardı...)

Eshab-ı kiramın, Resulullahın zatından ayrılan en ufak zerrelere, hatta başkaları için pis, çirkin sayılan şeylerine bile nasıl kıymet verdikleri bu haberden anlaşılmaktadır. Bu saygı ve edepler mübarek tükrüğünün ve mübarek uzuvlarına değmiş olan abdest sularının, onlara dua etmeleri veya şefaat etmeleri, yahut rütbe ve kıymetleri olduğu içindir denilebilir mi?

Bunlar, maddedir. Fakat, en şerefli bir zattan, maddeden ayrıldıkları için, kıymetli olmuşlardır. Vehhabiler ve onların yolunda olanlar, hakiki din adamıyız, tevhid ehliyiz diyerek övündükleri halde, Resulullahı Lat putu ile bir tutuyorlar. Resulullahın ve Onun Eshabının yaptıklarını ve emir ettiklerini puta tapmaya benzetiyorlar. Onlar gibi söylemekten, onlar gibi düşünmekten ve onlar gibi inanmaktan Allahü teâlâya sığınırız.

Peygamberleri ve Onların yolunda olan seçilmiş, sevilmiş Velileri vasıta kılarak Allahü teâlâdan dilekte bulunmanın caiz olduğunu gösteren hadis-i şerifler o kadar çoktur ki, bunlara kötü düşmanlarımız hiç cevap veremiyor. Şaşırıp kalıyorlar: Buhari ve Müslim’de yazılı olduğu üzere, Esma binti Ebi Bekir, yanındakilere Peygamber efendimizin yeşil bir cübbesini gösterdi. Yakası ipekten idi. (Bu palto, Hazret-i Âişe’nin yanında idi. O vefat edince, ben aldım. Bu cübbeyi hastalarımıza giydirerek, tedavi etmekteyiz. Hastalarımız bununla iyi oluyorlar) dedi. Görülüyor ki, Allahü teâlânın sevgili Peygamberi ve bütün üstünlüklerin sahibi giymiş olduğu için, Eshab-ı kiram bu cübbeyi şifa bulmak için vesile etmektedirler.

Humeydi’nin, Buhari’den ve Müslim’in sahihinden topladığı kitabında, Sehl bin Sa’d diyor ki:
(Resulullah mübarek gömleğini bana hediye etmiş idi. Annem, benden almak istedi. Bunu kefen yapmak için, saklayacağım dedim. Resulullah efendimizin mübarek gömleği ile bereketlenmek istedim.)

Görülüyor ki, Eshab-ı kiram, Resulullahın mübarek gömleğini, azaptan kurtulmak için vesile ve sebep yapıyorlardı.

Buhari ve Müslimde Ümm-i Süleymden haber veriliyor:
Resulullah yanımda uyuyordu. Mübarek yüzü inci gibi terlemişti. Terlerini alıp bir yere koyarken uyandı. (Ya Ümm-i Süleym, ne yapıyorsun?) buyurdu. Ya Resulallah! Mübarek terin ile çocuklarımızın bereketlenmesini istiyorum dedim. (İyi yapıyorsun) buyurdu. İbni Melek, Mesabih kitabının şerhinde diyor ki, bu hadis-i şerif gösteriyor ki, tasavvuf büyüklerinin ve âlimlerin ve salihlerin kullandıkları şeylerle de, Allahü teâlânın rızasını kazanmak caizdir.

İmam-ı Müslim Sahihinde diyor ki:
Resulullah sabah namazını kılınca, Medine halkı, içinde su bulunan kaplarla huzuruna gelirlerdi. Her kaba mübarek ellerini sokardı.

İbn-ül Cevzi, Beyan-ül müşkilil Hadis kitabında diyor ki:
Medine ahalisi böylece, Resulullah ile bereketlenirler idi. Bir âlime gelip de böyle bereketlenmek isteyenleri, âlimin boş çevirmemesi iyi olur.

Buhari kitabında, İbni Sirin’den haber veriyor:
İbni Sirin diyor ki, Resulullah efendimizin sakal-ı şerifinden bir parça elime geçti. Bunu Ubeydeye söyledim. Bende bir sakal-ı şerif bulunmasını, dünyada olan her şeyden daha çok severim dedi.

Buhari-i şerifte diyor ki:
Resulullahın çok zaman hizmetinde bulunmakla şereflenmiş olan Enes bin Malik, kendisi ile beraber bir sakal-ı şerifin defin olunmasını vasiyet etti. Kabirde, Allahü teâlânın huzuruna sakal-ı şerif ile birlikte çıkmak istedi.

Kadi İyad, Şifa kitabında diyor ki:
Resulullahın faziletlerinden ve kerametlerinden ve bereketlerinden birisi de şudur ki, Halid bin Velid, başında sarığı arasında bir sakal-ı şerif taşırdı. Bunu taşıdığı her muharebede zafer kazanırdı. Halid, mübarek bir kılı sebebi ile muradına kavuşuyor da, Resulullahın mübarek zat-ı şerifini vesile ederek Allahü teâlâdan dilekte bulunanlar kavuşmaz olur mu?

Buhari ve Müslim sahihlerinde diyor ki:
Abdullah ibni Abbas’ın haber verdiği hadis-i şerifte, Resulullah iki kabrin yanına geldi. İkisinin de azapta olduğunu anladı. Bir hurma dalı istedi. İkiye ayırıp, kabirler üzerine dikti. (Bunlar yeşil kaldıkça, azapları hafifler) buyurdu. Bir kabirde azabın hafiflemesi için, üzerine yeşil hurma dalı konulması, hadis-i şerifte bildirilmiştir.

Allahü teâlâ, yeşil otların bereketi ile kabirdeki azabı hafifletmektedir. Yeşil ot, bir zattır, bir maddedir. Bunu dikmekle azabın azalması, Resulullaha mahsus değildir. Yeşil hurma dalının her zaman kabir üzerine dikilmesini, İslam âlimleri, sözbirliği ile bildirmektedir. İslam mezarlıklarına servi ağaçları dikilmesi bundan ileri gelmektedir. Hurma dalı gibi bir madde, azabın azalmasına sebep oluyor da, varlıkların, maddelerin en kıymetlisi olanı sebep ve vesile etmek caiz olmaz mı? Aklı olan, doğru düşünebilen kimse, buna olmaz diyebilir mi?

Allahü teâlânın sevgilisi ve Peygamberlerin en üstünü için, vesile edilmez, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olmaz diyen bir kimse, o yüce Peygamberin ümmetinden midir, yoksa düşmanlarından mıdır? Kâfirlere bile rahmet olduğu, âyet-i kerimelerde bildirilmiştir. Müslümanlar için ve Ona aşık olan Ehl-i sünnet vel-cemaat için, rahmete, vesile ve sebep olmaz mı?

(Vesile arayınız!) âyet-i kerimesinin emrettiği vesile, hem ibadetlerdir, hem dualardır, hem de mübarek kıymetli zatların kendileridir. Yukarıda bildirdiğimiz hadis-i şerifler ve olaylar bunu açıkça göstermektedir.

Sakal-ı şerifin kıymeti
Sual:
Peygamber efendimizin sakal-ı şerifi, hırkası veya başka bir eşyası ile bereketlenmeye putçuluk diyenler var. Bu konuyu açıklar mısınız?
CEVAP
Çok kıymetli bir itikad kitabı olan Nur-ül-İslam’da aynen şöyle buyuruluyor:
Peygamber efendimizin eşyaları ile bereketlenmek, Onun mübarek gözleri önünde yapılmış, sabit bir iştir. Resulullah da, bu işi beğenip kabul buyurdu. Onun vefatından sonra da bu iş devam etti. Çünkü Allahü teâlâ, Onun kendi eşyalarına, dokunduğu şeylere ve mübarek tenine dokunan şeylere birçok meziyetler vermiştir ki, bunlarla bereketlenilir ve faydalanılır.

Hazret-i Ebu Bekir’in kızı Hazret-i Esma, Peygamber efendimiz hayatta iken giydiği bir cübbe çıkarıp, (Şifa bulmaları için, biz bunu yıkayıp hastalara veriyoruz) dedi.

Abdülkasım bin Memun hazretlerinin yanında, Peygamber efendimizin bir çanağı vardı. Bundan su verdiği hastalar şifa bulurlardı.

Peygamber efendimiz abdest aldığı zaman, Eshab-ı kiram, onun abdest suyuna dokunmak ve düşen bir kılını almak için yarışırlar ve bununla bereketlenirlerdi. O da bu hareketlerini kabul buyururdu. Hatta, mübarek başını tıraş ettiği zaman, bereketlenmek için, mübarek saçını, Eshabı arasında paylaştırmasını Ebu Talha hazretlerine emrederdi. (Buhari)

Hazret-i Ebu Cuhayfa diyor ki:
(Resulullah, öğle sıcağında çıkıp abdest aldı. Oradakiler kalkıp, onun ellerini tutup, yüzlerine sürdüler. Bir de ben, onun mübarek ellerini tutup yüzümün üstüne koydum. O sıcakta mübarek elleri, kardan daha soğuktu ve miskten daha güzel kokuyordu.) [Buhari]
(Ellerini tutup yüzlerine sürdüler) ifadesi, faziletli ve salih kimselere dokunarak bereketlenmenin meşru olduğunu gösteriyor.

Hazret-i Âişe diyor ki:
(Resulullah bir yarası olan kimseyi tedavi ederken, işaret parmağını yere koyar ve kaldırıp, “Bismillahi türbetü erdina biriki badina liyüşfa bihi sekimüna biizni Rabbina” derdi.) [Müslim]

İmam-ı Nevevi buyuruyor ki:
(Hadis-i şerifin manası şöyledir: İşaret parmağını ağız suyu ile ıslatıp, sonra toprağın yapışması için yere koyar, sonra illetli ve yara olan yere sürer ve bu elini sürerken, Allahü teâlânın ism-i şerifiyle bereketlenmek için bu duayı okurdu.)

Hadis-i şerif kitaplarında, Eshab-ı kiramın Peygamber efendimizin eşya ve eserleriyle; teri, gözyaşı ve ağız suyu ile bereketlendiklerine dair misaller çoktur. Âlimler, buradan hareketle salih kimselerin eşya ve eserleriyle bereketlenmenin caiz olduğunu bildirmişlerdir.

Resulullahın sakal-ı şerifinin bazı telleri, halifeler, müslüman hükümdarlar tarafından korunmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Bir kısmı Osmanlı Sultanlarının hazinelerindedir. Allahü teâlâ, onlara rahmet eylesin.

Bu mübarek tellerden birkaçı, Kuzey Irak’da Süleymaniye’ye bağlı Halepçe kazasının Beyare nahiyesindedir. Benim gözlerim önünde bunlar vesile edilerek kıtlığın bitmesi ve yağmurun yağması için dua edildi ve hemen bol bol yağmur yağdı.

Düşmanların hücumu esnasında bunlar vesile edilerek dua edilmiş ve müslümanlar, düşmanın şerrinden korunmuşlardır. Bu anlattıklarımız, buralarda yaşayan müslümanlarca malumdur. Bunlarda şüphe etmenin yeri yoktur. Bunlarda şüphe edenler, Yusuf suresinin 93-96. âyet-i kerimelerine baksınlar:
([Yusuf aleyhisselam,] şu gömleğimi götürün de, babamın yüzüne koyun, [gözleri] görecek duruma gelir ve bütün ailenizi bana getirin, dedi. Kafile ayrılınca, babaları: “Eğer bana bunamış demezseniz, inanın ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” dedi. Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki, sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler. Müjdeci gelip, gömleği Yakub’un yüzüne sürünce, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub, “Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim?” dedi.) [Nur-ül-İslam s.122-125]

Nur-ül-İslam
’dan aldığımız bu yazıdan da anlaşılacağı gibi, mübarek eşyalarla bereketlenmek çok güzel bir iştir, putçulukla hiçbir ilgisi yoktur. Bir misal daha verelim: Resul aleyhisselam çarşıya çıkıp, bir entari satın aldı. Giderken gördü ki, bir a’ma oturmuş, (Allah rızası için ve Cennet elbiselerine kavuşmak için, bana kim bir gömlek verir) diyordu. Almış olduğu entariyi buna verdi. A’ma, entariyi eline alınca, misk gibi güzel koku duydu. Bunun, Resul aleyhisselamın mübarek elinden geldiğini anladı. Çünkü, Resul aleyhisselamın bir kere giydiği her şey, eskiyip dağılsa bile, parçaları da misk gibi güzel kokardı. A’ma dua ederek, (Ya Rabbi! Bu gömlek hürmetine, benim gözlerimi aç) dedi. İki gözü hemen açıldı. (Zad-ül Mukvin)

Mübarek eşya ile bereketlenmek
Farisi Üsul-ül-erbeada diyor ki:
İbni Ömer, hac için Medine’den Mekke’ye giderken, Resulullahın oturduğu yerlerde durur, namaz kılar, dua ederdi. Bu mübarek yerlerle bereketlenirdi. Resulullahın minberine ellerini koyar, sonra yüzüne sürerdi. İmam-ı Ahmed, Hücre-i saadeti ve minberini öperek bereketlenirdi. İmam-ı Ahmed, İmam-ı Şafii’nin gömleğini ıslatıp, bu suyu içerek bereketlendi. Ebu Eyyub-el-Ensari, Resulullahın mübarek kabrine yüzünü sürerken, mani olmak isteyen birine, (Beni bırak, taşa, toprağa değil, Resulullahın huzuruna geldim) buyurdu. Eshab-ı kiram, Resulullahın eserleri ile teberrük ederdi. Abdest alırken kullandığı su ile, mübarek teri ile bereketlenirlerdi. Gömleği, asası, kılıcı, yüzüğü ile ve kullanmış olduğu her şeyle bereketlenirlerdi. Hazret-i Ümm-i Seleme’nin yanında mübarek sakalından bir kıl vardı. Hasta gelince, kılı suda bırakır, sonra çıkarıp bu suyu ona içirirdi. İmam-ı Buhari’nin kabrinden misk kokusu duyulurdu. Bereket için toprağından alıp götürürlerdi. Hiçbir âlim buna mani olmazdı. (Üsul-ül-erbea)

Cennetin eşiğini öpmeye yemin eden kişiye, Peygamber efendimiz, (Ana-babanın kabirlerini öp, yeminin yerine gelir) buyurdu. (Kifaye)

Allahü teâlâdan başkasını tazim etmenin caiz olduğu, âyet ve hadis ile, selef-i salihinin sözleri ve işleri ile sabittir. Hac suresinin 32. âyetinde, (Kim Allahü teâlânın şeairini tazim ederse, bu, kalblerin takvasındandır) buyuruldu. Bunun için, Allahü teâlânın şeairini tazim etmek vacip oldu. Şeair,nişanlar, alametler demektir. Bekara suresinin, (Safa ve Merve, Allahü teâlânın şeairindendir) mealindeki 158. âyeti gösteriyor ki, Safa ve Merve’den başka da şeair vardır. Şah Veliyullah-ı Dehlevi diyor ki:
(Allah’ın şeairinin en büyükleri, Kur'an-ı kerim, Kâbe-i muazzama, Peygamber ve namazdır.)

Şeairi sevmek ne demektir?
Eltaf-ül-kuds
kitabında ise diyor ki:
(Allahü teâlânın şeairini sevmek demek, Kur'an-ı kerimi ve Peygamberi ve Kâbe’yi ve Allahü teâlâyı hatırlatan her şeyi, evliyayı sevmektir.) Mekke-i mükerreme’deki Safa ve Merve arasında, Hazret-i İsmailin annesi Hazret-i Hacer, gidip geldiği için, bu iki tepe, Allah’ın şeairi olup, o mübarek anneyi hatırlamaya sebep olduğu gibi, bütün mahlukların en üstünü olan Muhammed aleyhisselamın doğup büyüdüğü, ibadet ettiği, vefat ettiği, mübarek türbesi ve eshabının yerleri de şeairdendir. (F. Bilgiler)

Peygamber efendimiz, (Ya Ali, eğer halk, İsa’ya dediklerini demeyecek olsaydı, seni çok överdim. O zaman herkes, bereketlenmek için, ayağının tozunu alır, abdest suyunu şifa için hastalarına verirdi) buyurunca, Hazret-i Ali şükür secdesi yaptı. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Oğlum M. Masumun doğduğu yıl, hocamın kapısının eşiğini öpmek şerefine nail oldum, marifetlere kavuştum) buyurdu.
Bekara suresinin, (Meleklere, “Âdem'e karşı secde edin” dediğimiz zaman, secde ettiler. Yalnız İblis secde etmedi) mealindeki 34. âyet-i kerimesi, Hazret-i Âdem'e tazim olunmasını emrediyor. Şeytan, (Allah’tan başkasına tazim edilmez) diyerek, bu emri dinlemedi. Hazret-i Yusuf’un ana-babası ve kardeşleri de kendisine secde ederek saygı gösterdiler. Allah’tan başkasına saygı, tazim putçuluk olsaydı, Allahü teâlâ, sevdiği kullarını anlatırken bununla övmezdi. Eshab-ı kiramdan hicri bin yılına kadar, Evliya çoktu. Herkes bunları ziyaret ederek bereketlenir, dualarını alırdı. Cansız eşya ile bereketlenmeye lüzum kalmazdı. Hiçbir âlim buna mani olmadı. (Ed-dürer-üs-seniyye)
 

HuLuSi_KaLP

New member
Katılım
3 Haz 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
50
Sebepler yaratıcı değildir

Sebepler yaratıcı değildir

Sual: Sebeplere inanmak nasıl olmalı?
CEVAP
İmam-ı Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, kendi kudretini sebepler altında gizledi. Kudret sahibi yalnız kendisi olduğunu bildirdiği gibi, sebeplere yapışmayı emir buyurdu. Tam müslümanın, sebeplere yapışmasını ve sebeplere kuvvet veren yaratana güveneceğini bildirdi. Yakub aleyhisselamın bu ikisini birlikte yaptığını Kur’an-ı kerimde bildirerek, onu övdü. Yusuf suresinde mealen, (Yakub, bizim bildirdiğimizi bilir. Fakat, insanların çoğu, takdirin tedbire galip olduğunu bilmezler) buyurdu. Tibyan tefsirinde, bu âyet-i kerimeye (Müşrikler, Allahü teâlânın Evliyasına ilham ettiği şeyleri bilmezler) demiştir. Tesiri sebeplerden bilip, Allahü teâlânın kuvveti ile tesir ettiklerini bilmeyenler sapıktır. Sebepleri ortadan kaldırmak isteyen de, Allahü teâlânın hikmetini bilmemiş, Allahü teâlânın, mahlukları boş yere, faydasız yaratmış olduğunu söylemiş olur. Sebeplere tesir kuvvetini Allahü teâlânın verdiğine inanan ise, hak yola kavuşmuş olur. Her iki tehlikeden kurtulmuş olur. (Mektubat, 1.cild 110.m.)

Sebeplere yapışmak sünnettir. Sebeplerin yaptığına inanmak şirktir. Sebepler bir şey yapamaz, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olurlar. İşleri yapan sebepler değildir, Allahü teâlâdır. Canlı veya cansız, herhangi bir sebebin, her istediğini yapabileceğine, yani yaratacağına inanmak, onu Allahü teâlâya şerik yapmak olur. Bu inançla, ondan bir şey istemek, ona ibadet etmek olur. Sebebin yaratacağına inanmayıp, sebebe yapışınca, Allahü teâlânın yaratacağına inanmak, sebebe tapınmak olmaz. Sebebe yapışmak olur. Müslümanlar, dirilerden, ölülerden ve görünenlerden ve görünmeyenlerden bir dilekte bulundukları zaman, bunların her istediklerini kendilerinin yapacaklarına inanmıyorlar. Sebebe yapışınca, dileklerini, Allahü teâlâdan bekliyorlar. Allahü teâlânın yaratacağına inanıyorlar. Bunun için, müslümanların ruhlardan ve ölülerden bir şey istemeleri, bunlara tapınmak, onları mabud yapmak olmaz.

Allahü teâlâ, her şeyi sebep ile yaratıyor. Sebeplere yapışmamızı emrediyor. Bunun için dileklerimize kavuşmak için, bunların sebeplerine yapışıyoruz. Sebeplere yapışmamız şirk olmuyor. Günah olmuyor. Fakat sebeplerden beklemek, şirk oluyor. Her istediklerini yapabileceklerine inanarak onlardan beklemek, şirk-i ekber oluyor. Allahü teâlânın verdiği kuvvet ile yapacaklarına inanmak, şirk-i hafi oluyor. Sebeplerden beklemeyip, onların yapacaklarına inanmayıp, yalnız Allahü teâlânın yaratacağına inanarak, dileği yalnız Allah’tan beklemek, müslümanlık oluyor. İslam dinine uymak oluyor. Müslümanların ölülerden ve ruhlardan dilekte bulunmaları böyledir. Böyle meşru dilekte bulunmaya (Tevessül) ve (İstigase) denilmektedir.

Ölüden veya diriden dilekte bulunanın, ibadet mi, yoksa tevessül mü yaptığını, yani niyetinin ne olduğunu anlamak için, dilekte bulunurken İslamiyet’in dışına çıkıp çıkmadığına bakılır. İslamiyet’in dışına çıkıyorsa yani onun gönlünü hoş etmek için, haram işliyor veya farzı yapmıyorsa, ona tapındığı anlaşılır. Görülüyor ki, diriden dilekte bulunurken, onun gönlünü hoş etmek için, İslamiyet’in dışına çıkan vehhabiler, müşrik olmaktadırlar. İslamiyet’in dışına çıkmadan tevessül eden müslümanlar ise, Allahü teâlânın emrini yapmakta, yani sebebe yapışmaktadırlar. Bunlara müşrik diyenlerden tevili olmayanları kâfir olur. İnsan, kendi nefsinin isteklerine, yani şehvetlerine kavuşmak için İslamiyet’in dışına çıkarsa, nefsine tapınmış olur. Fakat nefse tapınmaya, dinimiz şirk dememiştir. Yani bunlar kâfir değil, fasık olurlar.

Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz de yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yiyip içmeden doyururdu. Tayyaresiz uçururdu. Radyosuz, telefonsuz uzaktan duyururdu. Fakat lutfederek, kullarına iyilik ederek her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altında gizledi. Kudretini sebepler altında sakladı.

Onun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine yapışırsa, o şeye kavuşur. Lambayı yakmak isteyen, kibrit kullanır. Zeytinyağı çıkarmak isteyen, baskı aleti kullanır. Başı ağrıyan, aspirin kullanır. Cennete gidip, sonsuz nimetlere kavuşmak isteyen, İslamiyet’e uyar. Kendini tabanca ile vuran veya zehir içen ölür. Terli iken su içen hasta olur. Günah işleyen, imanını gideren de, Cehenneme gider.
Herkes, hangi sebebe başvurursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan, Müslümanlığı öğrenir, sever, müslüman olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din cahili olur. Din cahillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse oraya gider.

Allahü teâlâ, işlerini sebeplerle yaratmamış olsaydı, kimse kimseye muhtaç olmazdı. Herkes, her şeyi Allahü teâlâdan ister, hiçbir şeye başvurmazdı. Böyle olunca, insanlar arasında, âmir, memur, işçi, sanatkâr, talebe, hoca ve nice insanlık bağları kalmaz, dünya ve ahiretin nizamı bozulurdu. Güzel ile çirkin, iyi ile fena ve muti ile asi arasında fark kalmazdı.

Sebeplere yapışmak dinimizin emridir. Peygamberin mucizesi, evliyanın kerameti haktır. Yaratıcı Allah’tır. Hepsi Onun izni, yetki ve imkan vermesi, yaratması ile olmaktadır.

Allahü teâlâ dilerse yoktan çocuk yaratır. Hazret-i Âdem’i yoktan yarattı. Dilerse babasız çocuk yaratır. Hazret-i İsa’yı yarattı. Ancak, Allahü teâlâ çocuğu yaratmak için ana babayı sebep, vesile, vasıta kılmıştır. Ana baba olsa da çocuk vermeyebilir. Şimdi çocuk olması için bir kadınla evlenmek lazım desek, (Şirk işliyorsun yaratıcı Allah’tır) demek uygun mu? Yani bizim çocuk sahibi olmamız için vasıtaya, sebebe sarılmamız, böyle olması lazım dememiz şirk, yani kâfirlik mi olur?

Dualara Peygamber, Veli ismen aracı konulamazmış. O zaman şefaat ve yardım edeni bildiğini iddia etmiş olurmuşuz. Bu gaybı bildiğini söylemekmiş, şirke girermişiz...

Yani ya Rabbi, Peygamberimizin hürmetine bana bir ev nasip et desek şirktir diyorlar. Peygamber de gaybı bilmez, evliya da bilmez. Allahü teâlâ bildirirse bilirler. Bizim gaybı bilmemiz emredilmedi ki. Dinimiz zahire bakar. Mesela, hepimiz bir müslümanın cenazesine gidiyoruz. İmanla ölüp ölmediğini bilmiyoruz. Bu müslümandı, inşallah imanla öldü diyor ve cenaze namazını kılıyoruz. Peki bunlara sorarız, siz nasıl gidersiniz? O bir müslüman diye cenaze namazını nasıl kılarsınız? İmanla öldüğünü nerden biliyorsunuz? Ya o müslüman değilse siz gaybdan mı biliyorsunuz? Öyle ise, o kâfirse, kâfire dua eden kâfir olur. Yoksa, sizin dininiz kitabınız başka mı?

Biz hüsnü zan ediyoruz, gaybı bildiğimiz için değil, dinimiz emrettiği için cenazeye gidiyor ona dua ediyoruz. Hüsnü zan yasak edilmedi ki.

Diğer maddelerde, Peygamber efendimiz daha dünyaya teşrif etmeden önce, yahudilerin, Onun hürmetine Allahü teâlâdan savaşlarda yardım istediklerini ve galip geldiklerini anlatmıştık.

Allahü teâlâ, yahudilerin, O sevgili Peygambere en büyük düşman olacaklarını ve O yüce Peygamberi çok inciteceklerini bildiği halde, Onu vesile ederek yaptıkları duaları kabul buyururdu.

Dünyaya teşrif etmeden önce, şerefi, şefaati böyle olunca, âlemlere rahmet olarak gönderildikten sonra, Onu vesile ve şefaatçi etmenin suç olacağını, hangi akıllı, insaflı kimse iddia edebilir? Buna inanmayanların, yahudilerden daha kötü oldukları anlaşılmaktadır.

Sual: Yağmurların yağması, yıldırımların zarar vermesi, depremler, sel gibi doğal afetlerin Allah’ın yaratması ile bir ilgisi yoktur deniyor. Hâlbuki biz hayır da şer de Allah’tan diye öğrendik. Bunların da yaratıcısı Allah değil midir?
CEVAP
Elbette Allah’tır. Tek yaratıcı vardır. Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Tabii afet denilen bu olayların ve her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâdır.
Cümle eşya Hâlikındır, kul eliyle işlenir.
Emr-i Bari olmayınca, sanma bir çöp deprenir.

Trafik kazası olsa, birisi birini öldürse, bunları yaratan yine Allahü teâlâdır. O kişinin veya o kişilerin ölümüne o şeyleri sebep kılmıştır.
Hak intikamını yine kul eli ile alır.
Ledün ilmini bilmeyen bunu kul yaptı sanır.


Sual: Şifayı ilaçtan beklemek caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Allahü teâlânın şifayı yaratması için, ilacı sebep yaptığına inanmak lazımdır. (Fetava-i Hindiyye)

İyi kötü, hayır şer; her şeyi yaratanın Allahü teâlâ olduğunu bilmek Amentü’deki altı esastan biridir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan, mümin değildir.) [Tirmizi]

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Bir insana gelen iyilik ve kötülük de, hayır ve şer de Allah’tandır.) [Nisa 78]

Her şeyi Allahü teâlânın yarattığına dair birçok âyet-i kerime vardır. Cebriye kafasındaki kimseler, hâşâ, bunu Allah zorla yaptırıyor sanıyorlar. Hâlbuki Allahü teâlâ günahlarımız sebebiyle bunu veriyor:
(Başınıza gelen bir bela, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. [Bununla beraber] Allah çoğunu affeder.) [Şura 30]

Demek ki bela, günahlarımız yüzünden gönderiliyor; ama gönderen yine Allah’tır. Âyet-i kerimenin devamında, Allah çoğunu affeder deniyor. Demek ki, belayı gönderen Odur, çoğunu da affediyor. Bazıları, kötülükleri nefsimizin yarattığını söylüyorlar. Hâşâ, Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Günahlarımızın ve nefsimizin kötülükleri sebebiyle Allah bela veriyor. Günahlarımız ve nefsimiz, sadece sebep oluyor.
 

HuLuSi_KaLP

New member
Katılım
3 Haz 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
50
Hazret-i Süleyman hâşâ bilmiyor muydu?

Hazret-i Süleyman hâşâ bilmiyor muydu?

Sual: Mahluklardan her şeyi, hatta insanın yapamıyacağı, fakat keramet olarak Allahü teâlânın Evliyasına ihsan ettiği şeyleri istemek caiz midir?
CEVAP
Caiz olduğunu gösteren çeşitli âyet-i kerimeler vardır. Bunlardan biri Neml suresindeki 38. âyet-i kerimedir. Bu âyet-i kerime, Süleyman aleyhisselamın mealen, (Ey cemaatim! Onu kürsisi ile hanginiz getirirsiniz?) dediğini bildirmektedir. Cemaatin içinde, cin ve insanlar ve şeytanlar da vardı. Cinnin kötü kısımlarından, İfrit, sen yerinden kalkmadan onu getiririm, dedi. Süleyman aleyhisselam bundan daha çabuk gelmesini istiyorum dedi. Süleyman aleyhisselamın katibi olan Asaf bin Berhıya, ben daha çabuk getiririm, dedi. Belkıs’ın kürsisi Yemen’de idi. Süleyman aleyhisselam, Şam’da idi. Arada, [insan yürüyüşü ile], üç aylık yol vardı. Oradan Şam’a yer altından hemen getirdi. Bu kürsi, altın ve kıymetli taşlarla süslü bir kanepe idi. Bu bir keramet idi.

Allahü teâlâ, Velileri için, sevdiği iyi kulları için, âdetinin, kanunlarının dışında olarak keramet vermektedir. Allahü teâlâ, salih kulu olan bir Velisine verdiği kerameti, Kur’an-ı kerimde, överek bildiriyor. Bu kerameti istediği için, Süleyman aleyhisselama darılmıyor. Ben sana şah damarından daha yakın iken, niçin başkasından istedin? İnsanların yapamıyacağı bir şeyi, benden başkasının gücü yetmeyeceği bir şeyi, niçin benden istemedin demedi. Çünkü, Süleyman aleyhisselam, Allahü teâlânın Peygamberi idi. Bu sözün, bu dileğin, sebeplere yapışmak olduğunu ve sebeplere yapışmanın Onun dinine uygun olduğunu biliyordu. Allahü teâlâ, sebeplere yapışmayı emir etmektedir. Resulullahtan ve şehidlerden ve salih kullardan bir şey istemek de, bunun gibidir. Allahü teâlânın onlara ihsan etmiş olduğu kerametlerden faydalanmaktadır. Onlar sebeptir, vasıtadır, vesiledir. Yaratan ve yapan yalnız Allahü teâlâdır. Velilerin kerameti, Peygamberlerin üstünlüklerinden, mucizelerindendir. Veliler, Peygamberlere uydukları için, onların vasıtaları ile kerametlere kavuşmaktadırlar.
 

HuLuSi_KaLP

New member
Katılım
3 Haz 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
50
Mümin, mümin kardeşinin aynasıdır

Mümin, mümin kardeşinin aynasıdır

Sual: Evliyanın kabirlerine giderek, Allahü teâlâdan bir dilekte bulunurken, onları vesile etmek, vesile olmaları için onlara yalvarmak caiz midir?
CEVAP
Elbette caizdir. Maide suresi 35. âyet-i kerimesinde mealen, (Ey müminler! Allahü teâlâdan korkun ve Ona yaklaşmak için vesile arayın!) buyuruldu. Bütün tefsirler, vesilenin Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği şeylerden herbiri olduğunu bildiriyor. Nisa suresinin 80. âyetinde mealen, (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur) buyuruldu. Bunun içindir ki, İslam âlimlerinin çoğuna göre, birinci âyet-i kerimedeki vesile, Resulullah demektir. Böyle olunca, Peygamberleri ve onların vârisleri olan Velileri, salih müslümanları vesile etmek, onların yardımları ile Allahü teâlâya yaklaşmak caiz olmaktadır.

Peygambere karşı söylemek, yalvarmak küfür ve şirk olsaydı, namaz kılanların hepsinin kâfir olması lazım gelirdi. Muhammed bin Süleyman’ın Eşedd-ül-cihad’da yazılı fetvasına göre, vehhabilerin de kâfir olmaları lazım olurdu. Çünkü her müslüman, namazda otururken, Esselamü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetullah diyerek Resulullaha selam vermekte ve o yüce Peygambere dua etmektedir.

Kabirleri ziyaret etmekte ve Evliyayı vesile ederek dua etmekte faydalar vardır. Çünkü, İbni Asakir’in bildirdiği ve Künuz-üd-dekaık’de yazılı hadis-i şerifte, (Mümin, mümin kardeşinin aynasıdır) buyuruldu. Dare Kutni’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Mümin, müminin aynasıdır) buyuruldu. Bu hadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki, ruhlar, birbirlerinin aynaları gibidir. Birbirlerinde görünürler. Kabir başında, o Veliyi düşünüp, vesile eden kimsenin ruhuna, Velinin ruhundan feyz gelir. Hangisinin ruhu zayıf ise, kuvvetlenir. Birleşik iki kaptaki sıvı gibidir. Yüksek olan ruh zarar eder. Kabirdekinin ruhu aşağı derecede ise, ziyaret edenin ruhu sıkıntı duyar. Bunun içindir ki, İslamiyet’in başlangıcında, kabir ziyareti yasak edilmişti. Çünkü mezarda olanlar, cahiliye zamanından kalmış olanlardı. Müminler de ölmeye başlayınca, kabir ziyaretine izin verildi.

Peygamberin veya bir Velinin kabri ziyaret edilince, o Veli düşünülür. Hadis-i şerifte, (Salihler düşünüldüğü zaman, Allahü teâlâ merhamet eder) buyuruldu. Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, kabir ziyaret edene, Allahü teâlâ merhamet eder. Merhamet ettiği kulunun duasını kabul buyurur. Kabir ziyaret edilmez, Peygambere, Evliyaya tevessül olunmaz sözünün, senetsiz bir düşünce, bir görüş ayrılığı olduğu meydandadır. (Ben öldükten sonra, hac eden bir müslüman beni ziyaret ederse, diri iken ziyaret etmiş gibi olur) hadis-i şerifi, bu inanışı kökünden çürütmektedir. Kabir ziyaretinin lazım olduğunu göstermektedir. Bu hadis-i şerif, vesikaları ile, Künuz-üd-dekaık kitabında yazılıdır.
(Kabrimi ziyaret eden, beni diri iken ziyaret etmiş gibi olur) hadisi, Hucre-i saadeti ziyaret ederek faydalanmayı emir buyurmaktadır. Onu diri iken ziyaret eden, çok faydalanarak ayrılırdı. Mübarek kabrini ziyaret edenlerin de, böyle ayrılacaklarını, bu hadis-i şerif bildiriyor.
 

HuLuSi_KaLP

New member
Katılım
3 Haz 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
50
Resulullahın hakkı için

Resulullahın hakkı için

Sual: Peygamber efendimiz veya falanca evliya hürmetine diye dua edilir mi?
CEVAP
Allahü teâlâ, bazı kullarına, kendinde hak ihsan ettiğini Kur'an-ı kerimde bildirdi. (Müminlere yardım etmek, üzerimize hak oldu) buyurdu. (Rum 47) [Hadika]

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ya Rabbi, senden isteyip de, verdiğin zatların hatırı için, istiyorum.) [İbni Mace]

Ölü veya diri olan bir velinin veya bir nebinin ismini söyleyerek, onun hürmeti için dilekte bulunmak caizdir. (Bezzâziyye)

Allahü teâlânın Peygamberlerini ve salih kullarını vesile ederek dua edilir. (Hısn-ül-hasin)

Peygamberin hakkı için demek, Onun peygamberliği haktır; bir velinin hakkı için demek de onun evliyalığı haktır demek olur. Peygamber efendimiz de bu niyet ile, (Peygamberin Muhammed hakkı için) demiş ve harplerde Allahü teâlâdan, Muhacirlerin fukarası hakkı için yardım dilemiştir. İslam âlimlerinden, (Senden istedikleri zaman verdiğin kimseler hakkı için) ve (İmam-ı Gazalinin hakkı için) gibi dualar yapanlar ve kitaplarına yazanlar çok olmuştur. (Berika)

Hısn-ül-hasin kitabı böyle dualarla doludur.
Ruh-ul-beyantefsirinde, Maide suresinin 18.âyetinde diyor ki: Hazret-i Ömer’in haber verdiği hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âdem aleyhisselam dua edip dedi ki:
- Ya Rabbi! Muhammed aleyhisselam hakkı için beni affet!
Allahü teâlâ da ona sordu:
- Ya Âdem, Onu daha yaratmadım, Onu nereden biliyorsun?
- Ya Rabbi! Beni yaratınca, başımı kaldırdım. Arşın eteklerinde, La ilahe illallah Muhammedün resulullah yazılmış olduğunu gördüm. Sen isminin yanına, en çok sevdiğinin ismini yazarsın. Bunu düşünerek Onu çok sevdiğini anladım.
- Ey Âdem, doğru söyledin. Mahluklarımın içinde, en çok sevdiğim Odur. Onun için, seni affeyledim. Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Beyheki]

Sual: Delail-i Hayrat okumanın şirk olduğu söyleniyor. Doğru mu?
CEVAP
Bu kitabı, Ehl-i sünnet âlimlerinden, olgun veli, ariflerin önderi, 1465 senesinde şehid edilen Muhammed bin Süleyman Cezuli Şazili hazretleri yazmıştır. Delail-i şerif, bir salevat, bir dua kitabıdır. Hadis-i şeriflerde bildirilen ve Eshab-ı kiramın okudukları salevat dualarıdır. Salevat okumanın önemi ve faydaları anlatılmaktadır. Resulullaha salât ve selam okumayı Kur'an-ı kerim emrediyor. (Ahzab 56)

Bu dua kitabına okunmaz diyen kimse, Kur'an-ı kerimin bu emrine karşı gelmektedir. Âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde bildirilen duaları değiştirmeden okumak gerekir. Âyet-i kerimede ve hadis-i şeriflerde bildirilmemiş olan dualar namaz dışında okunabilir. Dinimiz bunu yasak etmemiştir. Allahü teâlânın ve Resulünün yasak etmediği şeye yasak diyenin ve hele şirk diyenin kendisi kâfir olabilir. Resulullahı çok övmek, Allahü teâlânın, sevgili Peygamberine verdiği üstünlükleri saymak ve Ondan şefaat istemek, büyük ibadettir.

Hazret-i Ebu Bekri vasıta etmek
Sual: Hazret-i Ebu Bekri aracı ederek yapılan dua kabul oluyormuş. Böyle bir şey olabilir mi? Bu şirk değil mi?
CEVAP
Sadece Hazret-i Ebu Bekri değil, Eshab-ı kiramdan herhangi birini veya herhangi bir evliya zatı vasıta kılarak yapılan dualar kabule şayandır. Böyle bir dua gayet uygundur. Şirkle bir alakası yok. (Bezzaziyye) isimli fetva kitabında, (Ölü veya diri, Peygamber ve Evliya hürmeti için dua etmek caizdir) buyuruluyor.

Peygamber efendimiz (Allahümme inni es’elüke bihakkıssailine aleyke = Ya Rabbi, senden isteyip de, verdiğin kimselerin hatırı için, senden istiyorum diye dua ediniz) buyururdu. (İbni Mace)

Maddi veya manevi bir isteği olan kimse, gece, gusledip veya abdest alıp, iki rekat namaz kılsa, her rekatında bir Fatiha ve üç İhlas okusa, selamdan sonra secdeye gidip, (Ya Rabbi, benim isteğimi Ebu Bekr-i Sıddık hürmetine yerine getir) diye dua etse; Allahü teâlâ, isteğini verir. (Menakıb-ı ciharı yari Güzin)
 

HuLuSi_KaLP

New member
Katılım
3 Haz 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
50
Yalnız Senden yardım isteriz

Yalnız Senden yardım isteriz

Sual: Fatiha suresinde Yalnız Senden yardım isteriz dendiği için, Peygamber kabrine veya bir yatıra gidip Onu vasıta ederek dua etmek şirk olmaz mı?
CEVAP
Duaların kabul olması için bazı şartlar vardır. Herkeste bu şartlar bulunmadığı için duaların kabul olmadığı görülüyor. Onun için, ulemanın ve evliyanın dua etmesi için onlara yalvarmak, onları vasıta kılmak gerekir. Evliyanın diri veya ölü olması arasında fark yoktur. Zira (Büyük bir âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez, hatta artar) buyuruldu. (İrşad-üt-talibin)

Allahü teâlâ, sevdiklerinin ruhlarına işittirir. Onların hatırı için istenileni yaratır. Diriler, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olduğu gibi, ruhları da diri olduğu için, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olur. Hazret-i Âdem, Muhammed aleyhisselamın hürmeti için dua etti, duası kabul oldu. Allahü teâlâ da, (Ya Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismi ile, her ne isteseydin kabul ederdim, O olmasaydı, seni yaratmazdım) buyurdu. (Hakim, Beyheki)

Ölü-diri her velinin ruhundan yardım istenir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Çölde yalnız kalan kimse, bir şey kaybederse, "Ey Allah’ın kulları, bana yardım edin" desin! Çünkü Allahü teâlânın sizin göremediğiniz kulları vardır.) [Taberani]

(Halil-ür-rahman
[Hazret-i İbrahim] gibi 40 kişi her zaman bulunur. Onların sebebiyle yardım görülür ve zafere kavuşulur. Onların bereketiyle gökten yağmur yağar. Onların yerine yeni birisi gelmedikçe, ölen olmaz.) [Taberani]

Diri de bir şey yapamaz
Fatiha
daki (Yalnız senden yardım isteriz) âyet-i kerimesi, ölünün de, dirinin de bir şey yapmasına tesir eden kudretin, yalnız Allahü teâlâdan olduğuna inanmaya mani değildir. Mesela acıkan, hiçbir sebebe yapışmadan (Ya Rabbi beni doyur) demesi, bu âyete uygun değildir. Çünkü Cenab-ı Hak, doyurmak için yemek yemeyi sebep kılmıştır. Yemek yiyip doyan da, doymayı Allah’tan bilmesi gerekir. Rabbimiz, yemek yemeden de doyurur. Fakat yemek yenmesini sebep kılmıştır. Yalnız senden yardım isteriz diyen kimse, fırıncıya gidip (Bana ekmek ver) diye ondan yardım istemesi Allah’tan gayrisinden yardım istemek sayılmaz. Allahü teâlânın emrettiği sebeplere yapışmak demektir. Ölü veya diri evliyadan yardım istemek de, sebeplere yapışmaktır.

Abdülaziz-i Dehlevi
hazretleri Fatihanın tefsirinde buyuruyor ki:
Birisinden yardım istenirken, yalnız ona güvenilirse, onun, Allahü teâlânın yardımına mazhar olduğu düşünülmezse, haramdır. Eğer yalnız Allahü teâlâya güvenilip, o kulun Allah’ın yardımına mazhar olduğu, Allahü teâlânın her şeyi sebep ile yarattığı, onun da bir sebep olduğu düşünülürse, caiz olur. Enbiya ve Evliya da, böyle düşünerek başkasından yardım istemiştir. Bu düşünce ile birisinden yardım istemek, Allahü teâlâdan istemek olur.

Çok tecrübe ettim, Musa Kazım’ın kabri, duamın kabul olması için ilaç gibidir. (İ. Şafii)

Büyük bir zat, "Diri iken tasarruf [yardım] yaptığı gibi, öldükten sonra da yapan evliyadan Maruf-i Kerhi ile Abdülkadir-i Geylani’yi gördüm" buyurmuştur. (İ.Gazali)

Keşf ehli evliyanın çoğu, ruhlardan feyz alarak olgunlaştığını bildirmişler, bunlara Üveysi demişlerdir. (Eşiat-üllemeat)

Evliya vesiledir
Mevlana Abdülhakim-i Siyalkuti hazretleri buyuruyor ki:
(Dua eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duasının kabul olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmaktadır. (Ya Rabbi, bu sevgili kulunun hatırı ve hürmeti için bana da ver) demektedir. Yahut evliyadan bir zata, (Ey Allah’ın velisi, bana şefaat et, bana vasıta ol, benim için dua et) demektedir. Dileği veren, yalnız Allahü teâlâdır. Veli, yalnız vesiledir, sebeptir. O da fânidir, tasarrufu, gücü yoktur. Böyle inanmak şirk olsaydı, Allah’tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de dua istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden de dua istemek, bir şey istemek, yasak edilmedi. Bir cahil, dileğini Allah’ın kudretinden beklemeyip (Veli yaratır) derse, bu düşünce ile ondan isterse, bu elbette yanlıştır. Bunu ileri sürerek, İslam âlimlerine dil uzatılamaz.) [Zad-üllebib]

Ebul Hasan-ı Harkani hazretleri, sefere çıkan talebelerine, (Sıkıştığınız zaman benden yardım isteyin) buyurur. Eşkıya talebeleri yakalar. Allahü teâlâya dua ederlerse de, kurtulamazlar. Bir talebe (Ya Ebel Hasan imdat) der. O talebeyi eşkıya göremez. Diğerlerinin nesi varsa alırlar. Seferden dönünce hocalarına, (Biz Allah’tan yardım istedik, kurtulamadık. Fakat şu arkadaş, sizden yardım isteyince kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?) derler. O da (Allahü teâlâ günahkârların duasını kabul etmez. Bu talebe, benden yardım isteyince, onun duasını Allahü teâlâ bana duyurdu. Ben de, (Ya Rabbi imdat diyen talebemi kurtar) dile dua ettim. Allahü teâlâ da kurtardı. Ben sadece vasıta oldum, dua ettim. Kurtaran Rabbimizdi) diye cevap verir. (T. Evliya)

Ruhların kerametleri
Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
(İnsan ölürken ruhunun ölmediğini, şuur sahibi olduğunu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıklarını âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Evliyanın ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededir. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlâ, diriler vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Onun yaratmasına vasıta olmaktadır.) [Mişkat]

Resulullahı ve evliyayı vesile ederek dua etmek caizdir. (Hülasat-ül-kelam)

Ben ölünce, beni düşünün, imdadınıza yetişirim. (Mevlana C. Rumi)

Ruhaniyetime teveccüh edin veya Mazhar-ı Cananın kabrine gidin! Ondan hasıl olan fayda, bin dirinin faydasından daha çoktur. (Mektubat-ı Dehlevi)

Evliya, Peygamberler yaratıcı değildir. Allahü teâlâ istenilen şeyi onların hürmetine yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir. Cenab-ı Hak, her şeyi yoktan yarattığı halde, yaratmasına bazı şeyleri sebep kılmıştır. Mesela Hazret-i Âdem’i ana-babasız yaratmış, fakat çamuru vesile kılmıştır. Bütün çocukları yaratan da Allahü teâlâdır. Fakat çocukların yaratılması için, ana-babayı vesile, vasıta kılmıştır. Hazret-i Âdem’i yarattığı gibi, bütün insanları da ana-babasız yaratabilirdi. Fakat ana-babayı sebep vasıta kılmıştır. Onun âdeti böyledir. Onun için Kur'an-ı kerimde (Allah’a yaklaşmak için vesile arayın) buyuruldu. (Maide 35)

Her şeyi yaratan Allah’tır. "Sebeplere yapışın" buyurduğu için bir sebebe yapışılır. Hazret-i İbni Kemalpaşazade’nin Hadis-i erbain’deki (Bir işinizde, sıkışıp bunalınca, kabirdekilerden yardım isteyin) ve Deylemi’nin bildirdiği (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı) hadis-i şerifleri de, Allahü teâlânın izni ile, ölülerin dirilere yardım ettiğini göstermektedir. (M.Nasihat)

Sebeplere yapışmak şirk değildir
Sual:
Allah’tan başka bir şeyin bir iş yaptığını söyleyen, müşrik olur. Mesela (Aspirin ağrıyı kesti) veya (Resulullahın hürmetine, Abdülkadir Geylani’nin hürmetine Allah duamı kabul etti) diyen müşrik olur. Çünkü Fatiha suresinde (Biz yalnız senden yardım dileriz) deniyor. Bunun için ilaçtan, aspirinden, Peygamberden veya evliyadan yardım isteyen müşrik olmuyor mu?
CEVAP
Enbiya ve Evliyadan şefaat istemek, yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir. Bulut vasıtası ile Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek, top, bomba, füze kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek, hep Allahü teâlâdan istemek olur. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değildir. Peygamberler hep sebeplere yapıştılar.

Allahü teâlânın yarattığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve Allahü teâlânın zafer vermesi için, savaş vasıtaları ve talim terbiye yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyanın ruhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektro magnetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir. Çünkü, radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir.

Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslüman, sebepleri, vasıtaları kullanırken, sebeplere, mahluklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Allahü teâlâdan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir. Müminler her namazda Fatiha suresini okurken, (Ya Rabbi, dünyadaki arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi, fenni sebeplere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız Sen olduğuna inanıyorum. Yalnız Senden bekliyorum) anlamında söylüyorlar. Her gün böyle söyleyen müminlere nasıl müşrik denir ki?

Enbiya ve evliyanın ruhlarından yardım istemek, Allahü teâlânın yarattığı bu sebeplere yapışmaktır. Bunların müşrik olmadıklarını, halis mümin olduklarını (Fatiha) suresinin bu âyeti açıkça haber vermektedir. Mezhepsizler maddi, fenni sebeplere yapışıyor, nefislerinin isteklerine kavuşmak için, her vesileye, her çareye başvuruyorlar da, Enbiya ve Evliyayı vesileye şirk diyorlar. (S. Ebediyye)
Müslümanlara müşrik damgası basmak ne kadar çirkindir.

Dirilten ve öldüren yalnız Allahü teâlâdır
Sual:
Bazıları, "İlaç hastalığıma iyi geldi demek veya türbeye gitmek, Fatiha suresinin, (Yalnız senden yardım bekleriz) âyetine zıt olduğu için şirktir" diyorlar. Öldürüp dirilten yalnız Allah olduğu için, "Terörist falancayı öldürdü" demek de şirkmiş. Yanlış değil mi?
CEVAP
Böyle konuşanlar, Ehl-i sünnet olmayan sapıklardır. Elbette öldüren ve dirilten yalnız Allahü teâlâdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Dirilten ve öldüren yalnız Odur.) [Yunus 56]

(Ölüm zamanında insanı, Allahü teâlâ öldürüyor.) [Zümer 42]

Hazret-i Azrail’in can alması da mecazidir. (Azrail öldürdü, Azrail can aldı) demek de mecazidir. Esas öldüren Allahü teâlâdır. Hastaya şifa veren de Allahü teâlâdır. Çünkü Kur'an-ı kerimde, (Hasta olduğum zaman ancak O bana şifa verir) buyuruluyor. (Şuara 80)

Cenab-ı Hak her şeyi sebep ile yaratıyor. İlaçsız da şifa vermeye gücü yettiği halde, ilacı sebep kılıyor. Her şeyi yaratanın, şifa verenin Allahü teâlâ olduğunu bilen bir müslümanın, (Aspirin başımın ağrısını giderdi) demesi şirk olmaz. Öldüren yalnız Allahü teâlâ olduğu halde, (Falanca falancayı öldürdü) veya (Azrail babamın canını aldı) demek günah değildir.

Aynı mecazlar Kur'an-ı kerimde de vardır. Mesela, (Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor) buyuruluyor. (Secde 11)

Bu bakımdan, (Şu ilaç hastalığına iyi gelir) veya (Doktor, hastayı iyileştirdi) demek şirk olmaz. Çünkü Kur'an-ı kerimde Hazret-i İsa’nın, (A’manın gözünü açarım, Baras hastalığını iyi ederim ve Allah’ın izni ile ölüleri diriltirim) dediği bildiriliyor. (A.İmran 49)

Aynı sapıklar, âyet-i kerimelerdeki mecazi manaları anlamadıkları için -hâşâ- Allahü teâlânın gökte olduğunu, Onun eli olduğunu söylüyorlar. Halbuki Türkçede de âyet-i kerimelerde bildirilen mecazların benzerleri çoktur. (İstanbul, valinin elindedir) denince, İstanbul’un valinin emri altında olduğu anlaşılır. Yoksa İstanbul, valinin elinin içinde demek değildir. Mülk suresinde, (Mülk, Allah’ın elindedir) buyuruluyor. Buradaki eli de, insan eli gibi düşünmek çok yanlıştır. Her türlü tasarrufun, hükümranlığın ancak Allahü teâlânın kudreti altında olduğu anlaşılır. Böyle âyet-i kerime ve hadis-i şerifler çoktur. Bunları İslam âlimlerinin açıkladığı şekilde anlamak gerekir. (Rahman, Arşı istiva etti) mealindeki âyet-i kerimeyi de, (Allah Arşta oturuyor) şeklinde anlamak küfür olur. Onun için Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumak gerekir. (El-Münkız)

Biri, bir bardak su istese, bu, (Yalnız senden yardım dileriz) âyet-i kerimesine aykırı olur mu? Hangi hususta başkasından yardım istemeyeceğiz?

Bir doktora muayene olsak, ilaç verse, güvensek, (Yalnız Allah’a güvenin) âyetine aykırı olur mu? Topkapı’dan Sirkeci’ye giden tramvaya binsek, "Bu tramvay Sirkeci’ye gider" desek, Allah’tan başkasına mı güvenmiş olacağız? Peygamber efendimizin ve âlimlerin sözlerine güvensek, Allah’tan gayrisine mi güvenmiş oluruz? Demek ki bunların izahı gerekir. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Yalnız benden korkun!) [Bekara]

(Eğer iman etmişseniz, onlardan değil benden korkun!) [A.İmran 175]

(İnsanlardan korkmayın, benden korkun!) [Maide 44]

Hırsızdan, hainlerden ve yılandan korksak bu âyete aykırı olur mu? Atalarımız, (Allah’tan korkmayandan korkmak gerekir) demişlerdir. Demek ki açıklamaya ihtiyaç vardır.

Kur'an-ı kerimde (Namaz kılın, zekat verin) buyuruluyor. (Hac 78, Nur 56)
Namazın nasıl, kaç rekat kılınacağı, zekatın nasıl, hangi mallardan verileceği açık değildir. Bütün bunlar, hadis-i şeriflerle ve âlimlerin açıklaması ile anlaşılmıştır.

(Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir.)
[Araf 155, İbrahim 4]
Bu âyetleri okuyan bir dinsiz, (Doğru yola getiren ve sapıttıran Allah olduğuna göre, beni de dinsiz yapan Odur. Benim bunda ne suçum var?) diyebilir. Bu bakımdan hadis-i şeriflere ve âlimlerin açıklamasına ihtiyaç vardır. Nitekim, âyetlerden anladığına uyup, "Hayır-şer Allah’tan olduğuna göre, bize günah işleten de Allah’tır. Biz günahlardan mesul değiliz" diyenler çıkmıştır. İşte bu tehlikeyi önlemek için Peygamber efendimiz, gerekli açıklamalarda bulunmuş, âlimler de bunları açıklamış, artık, bahane kalmamıştır.
(Kur'anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]

(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]

(Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43]

Bu âyet-i kerimeler, Kur'an-ı kerimi anlamak için Peygamber efendimizin ve âlimlerin açıklamasına ihtiyaç olduğunu bildirmektedir. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim]

Dua ederken
Sual:
Fatiha suresini tek başına sure veya dua olarak okuyorum. Sana ibadet ederiz, senden yardım dileriz, bizi doğru yola ilet şeklinde çoğul dua edilmiş oluyor. Niçin "Beni doğru yola ilet!" denmiyor da, bizi deniyor?
CEVAP
Dua umumi olursa, kabul olma ümidi daha fazladır. Bunun için ben yerine biz demek gerekir. Bizleri denince, bütün müslümanları içine alır. Ayrıca müslümanların içinde birinin duası kabul olunca, diğerlerininki de onun hürmetine kabul olur. (İ.Razi)

Bu bakımdan dua ederken, "Bizi" denmeli ve duaya salevat-ı şerife ile başlayıp yine salevat-ı şerife ile bitirmek sünnettir. Allahü teâlâ, salevat-ı şerifeyi kabul eder. Duanın başı ve sonu kabul olunca ortasının kabul olmaması düşünülmez. Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâya günah işlenmeyen dil ile dua edin) buyurunca, Eshab-ı kiram, böyle bir dili nasıl bulacaklarını sual ettiler. Resul-i Ekrem efendimiz, (Birbirinize dua edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin dilinle günah işlemiştir) buyurdu. Hele dua, mümin kardeşimizin gıyabında yapılırsa, duanın kabul olma ihtimali daha fazlalaşır.

Evliyayı ziyaret
Sual:
Mezhepsiz bir yazar, Zümer suresinin 3. âyetini tefsirinde, "Tevhid ve ihlas sahibi bir kimse, Allah’tan başkasından bir şey istemez. Hiçbir mahluka itimat etmez. Bugün müslümanlar evliyaya ibadet ediyor, İslamiyet’ten öncekilerin putlara tapındıkları gibi, şimdikiler de evliyadan şefaat istiyorlar. Halbuki Allah’ın bildirdiği tevhidde Allah ile kul arasında vasıta ve şefaat etmek yoktur" diyor.
Ehl-i sünnet âlimleri tevessülün caiz olduğunu bildirmiyorlar mı?
CEVAP
Ölmüş evliyadan yardım istemenin caiz ve gerektiğini, defalarca vesikaları ile bildirdik. Bahsettiğiniz yazar, Ehl-i sünnet olmadığı için, kendi görüşünü din gibi bildiriyor.

Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlara Üluhiyyet sıfatları denir. Taş, ağaç, güneş, yıldız, inek, insan, heykel, resim gibi bir mahlukta üluhiyyet bulunduğuna inanmak, bunlara yalvarmak, ibadet etmek olur ki, böyle inanmaya şirk denir. Şirke girene müşrik denir. Müşrikin ibadet ettiği bu şeylere şerik, mabud, put denir. Şimdiki Hıristiyanların çoğu, Budistler, Brehmenler ve Mecusiler müşriktir.

Müslüman, hiçbir evliyada üluhiyyet sıfatı bulunduğuna inanmaz. Enbiyanın ve evliyanın, Allah’ın sevgili birer kulları olduklarını bilirler. Ziyaret edenleri, dua isteyenleri, Allahü teâlânın kendisine haber verdiğine inanırlar. Dua etmeleri için bunlara yalvarırlar. Kur'an-ı kerimde, (Allahü teâlâya yaklaşmak için vesile arayınız) buyuruluyor. Peygamber efendimiz de, (Bir işinizde şaşırırsanız, ölmüşlerden yardım isteyiniz) buyuruyor. Bu hadis-i şerif, Cinlere de fetva vermekle meşhur olan Müfti-yüs-sekaleyn ve Şeyh-ül İslam ibni Kemalpaşazade hazretlerinin Hadis-i erbain kitabında vardır.

Ölülerin işitmediğini zannedenler Ehl-i sünnet değildir.
Ölünün de, dirinin de yardımı ancak Allahü teâlânın izni ile olur.
 

HuLuSi_KaLP

New member
Katılım
3 Haz 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
50
Allah’tan başkasına dua

Allah’tan başkasına dua

Sual: İbni Teymiyeci bir yazar, (Sizlere fayda ve zararı olmayan, Allah’tan başkasına dua etmeyiniz) ve (Allahü teâlâ ile birlikte başkasına dua etmeyiniz) âyetlerini gösterip, evliya, hatta peygamber de olsa, Allah’tan başkasından bir şey isteyenin kâfir, müşrik olacağını söylüyor. Dinimizin bu husustaki hükmü nedir?
CEVAP
Bu âyet-i kerimede yasak edilen dua, ilim dilinde kullanılan dua demektir. Yani tapınarak yapılan duadır. Bu dua, ancak Allahü teâlâya olur. Fakat, bir kimse, yalnız Allahü teâlâya dua edileceğini, Allahü teâlâdan başka kimsenin yaratıcı olmadığını, her şeyi Onun yaptığını bilerek, enbiyayı ve evliyayı vesile eder, onların Allah’ın sevgili kulları olduklarını ve Allahü teâlânın, onların ruhlarına, insanlara yardım edebilmek kuvvetini verdiğini düşünerek, ruhlardan yardım beklerse, caiz olur.
Onlar, mezarlarında, bilmediğimiz bir hayatla diridirler. Ruhlarına, kerametler ve tasarruf kuvveti ihsan edilmiştir.

Böyle inanana müşrik denemez. Böyle olmakla beraber, müslümanlar, evliyanın ruhlarından, kalblerinin temizlenmesini, feyz, marifet ister. Resulullahın mübarek kalbinden, onun kalbine kadar, kalbden kalbe akıp gelmiş olan bilgilerden, kendine de vermesini ister. (F.Bilgiler)
 

HuLuSi_KaLP

New member
Katılım
3 Haz 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
50
Sevene atılan kement

Sevene atılan kement

Sual: Selefiyim diyen biri, (Hazret-i Ömer, Osman, Ali ve Hüseyin gibi zatlar, şehit olurken, Resulullahtan yardım istemediler; çünkü biliyorlardı ki, Resulullah ölüdür, kabirdeki yardım edemez) diyor. Gerçekten onlar yardım isteseydi, Resulullah elbette yardım ederdi. Yardım etmemesinin sebebi nedir?
CEVAP
(Ölüler yardım etmez) sözü Vehhabi inanışıdır. Enbiya ve evliya ölü değildir. Hatta Allah yolunda ölen müminler bile ölü değildir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar Rablerinin yanında diridir, rızklandırılır.) [Al-i İmran 169]

Allah yolundaki müminler ölü olmayınca, peygamberlere ve evliyaya nasıl ölü denebilir ki? Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Peygamberler kabirlerinde diridir, namaz kılarlar.) [Ebu Ya’la, Beyheki]
Resulullah, (Cuma günü bana çok salevat getirin; çünkü salevatınız bana arz olunur) buyurunca, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, salevatımız sana nasıl ulaşabilir ki, sen artık kabrinde toprak olmaz mısın?) dediler. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allahü teâlâ toprağın Peygamberleri çürütmesini haram etti.) [Ebu Davud, Nesai, Beyheki]

İnsanlar nimet ve bela yönünden dörde ayrılır.
1- Nimet gelince sevinir; dert belâ gelince isyan eder. [Genelde fâsıklar böyledir]
2- Nimete sevinir; belâya isyan etmez; sabredip, gitmesini ister. [Genelde salihler böyledir]
3- Dert belâya da sevinir, razı olur. [Evliya zatlar böyledir.]
4- Dert belâya da sevinir, hatta nimetlerden alınan zevkten daha çok zevk alır; gitmesini istemez. Tatlı gelen şeyin gitmesi istenir mi? [Peygamberler, Eshab-ı kiram böyle idi.]

Bildirilen şehit zatlar, bu dördüncü sınıfa dâhildir. Allahü teâlânın gönderdiği şehitlik nimetini, geri teperler mi hiç? Bilirler ki, dert ve belâ kemend-i mahbûbdur. Kement, sevilenin, seveni kendine çekmek için attığı iptir.

Peygamber efendimiz, bir gün bir dizine torunu Hazret-i Hasan’ı öteki dizine de oğlu Hazret-i İbrahim’i almış severken, Cebrail aleyhisselam gelip, (Allahü teala bunun ikisinden birisini almak istiyor, hangisini tercih edersen onu alacak) dedi. İkisini de almasın deseydi, Allahü teâlâ onun duasını elbette kabul ederdi. Buna rağmen, birisine razı oldu. Hazret-i Hasan’a razı olsa idi, kızı da, damadı da üzülecekti. Onların üzülmemesi için Hazret-i İbrahim’e razı oldu. Allahü teâlânın attığı kemende severek yapıştı.
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Cevap

Cevap

Ebu Ja'far Muhammed bin Jerîr Et-Taberî(Öl. H. 310)'ye ait Jâmi’ul-Beyân Fi Tefsîr'il Qur'ân adlı tefsirinden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«O'na yaklaşmak için vesîle arayınız.»
Ey iman edenler, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Onun rızasını kazanacak salih ameller işleyerek sizi ona yaklaştıracak bir yol arayın.

Katade diyor ki: "Bu âyetin mânâsı şudur: Allah'a itaat ederek ve onun rızasını kazanacak ameller işleyerek ona yakın olun.

Ebulkasım Jârullah Mahmûd b. Omar ez-Zemakhşerî(Öl. H. 538)'nin, El-Keşşâf An Haqâiq'i Gawâmıd'ıt-tenzîl adlı tefsîrinden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
Bundan esinlenilerek emirlere uymak veya yasaklardan sa­kınmak suretiyle Allah'a yakınlık için başvurulan herhangi bir şey demek­tir.»

Fahruddîn-i Râzî(Öl. H. 606) olarak bilinen Muhammed b. Omar b. el-Hasan el-Bekrî'nin Mefâtîh'ul–Gayb adı altında kaleme aldığı Tefsîr-i Kebîr'inden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“O'na yaklaşmaya yol arayınız“ Allah'ın yasaklarını çiğnemekten sa­kınanlar olunuz ; Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için O'nun emirlerine tevessül ediciler olunuz.»


Kadı Beyzâvî Tefsîri(Öl. H. 691) olarak bilinen, Nâsiruddîn Ebu Said Abdullah b. Omar el-Baydâwi'nin yazdığı, Envâr'ut-Tenzîl ve Esrâr'ut-Te'wîl isimli eser­den:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“O'na yaklaşmak için vesîle arayınız“ Yani gerek O'na tâatta bu­lunmak (emirlerini yerine getirmek), gerekse ma'siyetleri terk etmek (günah işle­mekten sakınmak) suretiyle sevabını ve yakınlığını kazan­mak için arayışta bulununuz
Alâuddîn b. Muhammed b. İbrahim (Öl. H. 741) tarafından yazılan ve Khâzin Tefsiri olarak bilinen Lubâb'ut-Te'wîl Fi Maânit-Tenzîl adlı kaynaktan:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“O'na yaklaşmak için vesîle arayınız“ Yani emirlerine uyarak ve rıza­sına erişebilecek davranışlarda bulunarak O'na yakınlık kazanma yollarını araştırınız.»

İbn. Kesîr Tefsiri(Öl. H. 774) olarak bilinen ve Ebulfidâ İsmail İmâduddîn b. Omar b. el-Kethîr tarafından yazılan Tefsîr'ul-Qur'ân'il-Azıym adlı eserden:

«“O'na yaklaşmak için vesîle arayınız“ Yani Onun emirlerine uy­mak ve O'nu razı edecek işler yapmak suretiyle yakınlığını kazanınız.»
Kanûnî döneminin ünlü Şeyhülislâm Ebussuûd el-İmâdî (Öl. H. 982)'nin yazdığı İrşâd'ul-Aql'is-Selîm İla Mazâyâ'l-Kitab'il-Kerîm adlı tefsirden :
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«Ey İmân edenler! Allah'dan sakınınız.»
«Arayınız»
«Yani kendiniz için arayınız.»

«O'na»
«Yani O'nun vereceği sevabı kazanmak ve O'na yaklaşmak için»
«Vesîle -arayınız-»
«Vesîle: (Arapça) Faîle veznindedir ve Allah'a yakınlık kazanmak için emirlere uymak ve yasaklı şeyleri bırakmak anlamına gelir.»

PEYGAMBER YOLUYLA TEVESSÜL


Bu konuda Allah’a yönelme ( yani tevessül ) Resulullah s.a.v’e iman etmekle,onu sevmekle,ona itaat etmekle ve ona salat ve selam getirmekle mümkündür.
Çünkü bunlar,Allah’u Taala’nın bizzat emrettiği ve Müslümanlarında bu vesileleri kullanarak cenneti kazandığı şeylerdir.

Rabbimiz kerim kitabında,kendisini sevmenin ve O’na yakın olmanın isbatını, Resulüne itaat etme vesilesiyle ortaya koymalarını kullarından istemektedir.

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

{ De ki : eğer Allah’ı seviyorsanız,bana tabi olunuz.Ki,Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.Allah,Gafur’dur Rahim’dir. }
ALİ İMRAN . 31.AY.


وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ……………………

{ Biz hiçbir resulü,Allah’ın izniyle itaat edilmekten başka bir amaçla gönder-medik ……………… }

NİSA . 64.AY.

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ……………………..

{ Kim resule itaat ederse,muhakkak ki o Allah’a itaat etmiştir ……… }
NİSA.80.AY.


لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً

{ Andolsun ki Allah’ın resulünde sizin için,Allah’ı ve ahiret gününü umar olanlar ve Allah’ı çok zikredenler için pek güzel bir örnek vardır. }
AHZAB . 21.AY.

{ ……… Allah’ın davetçisine icabet edin ve ona iman edin ki Allah,sizin için günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi o acı azabtan korusun. }

AHKAF . 31.AY.


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ وَيَجْعَل لَّكُمْ نُوراً تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

{ Ey iman edenler ! Allah’tan korkun ve peygamberine iman edin ki,size rahme-tinden iki kat versin ; sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve günahlarınızı bağışlasın.Allah çok bağışlayıcıdır,çok merhametlidir. }
HADİD . 28.AY.

Bu Ayet’i kerimelerde de anlatıldığı gibi,kim Allah’ı razı etmeği ve O’na yakın-laşmayı arzu ediyor ise,Resulullah s.a.v e itaat etmesi gerekir.
Diğer bir ifadeyle ;kulun Allah’a yakınlaşmak için kullanacağı en güzel vesilesi, Resulullah s.a.v e itaat etmesidir.

Allah’u Azze ve Celle yine kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيماً
{ Muhakkak ki Allah ve Melekleri Peygambere salat ederler.Ey iman edenler ! siz de ona salat edin. }
AHZAB . 56.AY.

{ ................. Resulullah s.a.v de bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadırlar : “ Müezzinin ezan okuduğunu işittiğiniz vakit onun söylediklerini tekrar edin,sonra da bana salavat getirin. Muhakkakki bana bir kez salavat getirene Cenabu Hak on kez salavat getirir …….. }
MÜSLİM : 2.C.384.N


İZAH : Allah’ın salatı,meleklerinin yanında onu medhu sena etmesidir.Meleklerin ve insanların salatı ise,ona dua etmesidir.
BUHARİ : 10.C.4681.S


Bu deliller de gösteriyor ki,bir müslümanın Resulullah s.a.v’e salavat getirmesi, Allah’a yakınlaşması için bir vesiledir.








SALİH AMELLE TEVESSÜL

Gerek Allah’u Azze ve Celle’ye yakınlaşma hususunda olsun ve gerekse günah-ların bağışlanması konusunda olsun,meşru vesilelerden birisi de, Salih ameldir.

Dolayısiyle,bir kimsenin Salih amellerini vesile edinerek,Allah’tan bağışlanma dilemesi, ihtiyacının giderilmesi için O’ndan istekte bulunması, meşru olan tevessül çeşididir…..

Bunun,Kur’an ve Sünnet’te bir çok delilini bulabilirsiniz. Allah’u Azze ve Celle kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

فَمَن كَانَ يَرْجُولِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً

“ …Kim Rabb’iyle – O’nun razı olacağı şekilde – karşılaşmayı arzu ediyor ise, Salih amel işlesin. Ve ibadetlerinde de Rabb’ine hiçbir şeyi ortak koşmasın.”

KEHF.110.AY.

İşte bu Ayet’i kerimede, Allah’a yakınlaşma vesilesi olarak Salih amelden bahse-dilmektedir.

Ayet’i celileye eğer dikkat ettiyseniz, Allah’u Azze ve Celle burada amel işlemekten değil,Salih amel işlemekten bahsetmektedir….. Çünkü insanı Allah’a yakınlaştıracak olan sadece salih ameldir….. Salih amel ise ; kendisiyle sadece ve sadece Allah’ın rızası düşünülen ve sünnete uygun olarak yapılan ameldir.


Dolayısiyle, insanın bu kıvamdaki amelleri, kendisini Allah’a yakınlaştıran ameller olduğu gibi, ihtiyaçlarının karşılanması için de kendisiyle tevessülde bulunulacak amellerdir.
Rabbimiz yine kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

{ Ey iman edenler ! Allah’tan korkun,O’na – yakınlaşmaya - vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki,kurtuluşa eresiniz }
MAİDE : 35.AY.

Bu Ayet’i kerimede Allah’a yakınlaşma vesilesi olarak, O’nun yolunda cihad edil-mesinden bahsedilmektedir…


وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَى إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ جَزَاء الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ

{ - Ey insanlar ! – Sizi bize yaklaştıracak olan ne mallarınız ve ne de evlat-larınızdır. Ancak iman eden ve Salih amel işleyen kimseler için durum böyle değildir.Onlar için,yaptıklarına karşılık kat kat mukafat vardır.Onlar cennet odalarında güven içindedirler. }


SEBE . 37.AY.


Burada da görüldüğü gibi, Allah’a yakınlaşma vesilesi olarak iman’dan ve Salih amellerden bahsedilmektedir.

Konuyla ilgili sünnet’i seniyede zikredilen delillere gelince,onlardan birisi ve en meş-hur olanı şudur.

{ …… İbni Ömer r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Üç kişi yürüyüp gider-lerken kendilerini yağmur yakaladı.Bunlar hemen dağdaki bir mağaraya sığındı-lar.Bunlar mağaraya girince mağaranın ağzı üzerine dağdan büyük bir taş düşüp kendileri içeride iken mağaranın kapısını kapattı.
Bunun üzerine birbirlerine : Hayatınızda sadece Allah rızası için işlediğiniz bir takım Salih amelleri düşünüp bakınızda onları zikrederek Allah’a dua edelim. Umulur ki Allah’u Azze ve Celle – bu Salih amellerimiz vesilesi ile - üzerimizdeki o kayayı kaldırır,dediler. Bunlardan birisi :

- Ey Allah’ım ! bilirsin ki benim yaşlı ihtiyar annemle babam,bir karım ve birkaç küçük çocuğum vardı.Ben her gün onlar için koyunları otlatırdım.Koyunları onların yanına sürüp getirdiğim zaman da sütlerini sağar,evvela annem ve babamdan başlayarak çoluk çocuğumdan önce onlara süt içirirdim. Şu da muhakkak ki,günlerden bir gün ağaçlar beni uzağa götürmüştü de akşama kadar gelememiştim. Geldiğimde de annem ile babamı uyumuş halde bulmuş-tum. Her gün sağmakta olduğum gibi sütleri sağdım ve süt bakracını getirdim. Onları uykularından uyandırmayı istemiyerek baş uclarında durdum.Annem ve babamdan önce çoluk çocuğuma içirmeği de istemiyordum.Halbuki çocuklarım ayağımın dibinde açlıktan ağlaşıyorlardı.Taa fecir doğuncaya kadar benim halim böyle süt bakracı ile dikilmek,çocukların hali de ağlamak olmuştu.
Ey Allah’ım ! Hiç şüphesiz sen bilmektesin ki benim anneme ve babama yaptığım bu derin hizmet, yalnız senin rızan içindi.Eğer bu böyle ise lütfen şu kayayı birazcık arala da oradan gökyüzünü görelim, diye dua etti.
Bunun üzerine Allah c.c taştan bir delik açtı ve kendileri o delikten gökyüzünü gördüler. Onlardan bir diğeri ise :


- Ey Allah’ım ! Şu muhakkak ki benim bir amucamın kızı vardı.Ben onu, erkek-lerin kadınları sevmekte oldukları sevginin en şiddetlisi ile sevmiştim.Bir gün ondan nefsini taleb ettim. O,ben kendisine yüz dinar getirinceye kadar benim bu muhabbetimi kabul etmedi.Ben bu parayı kazanmak için yoruldum.Nihayet yüz dinarı toplayıp amucamın kızına getirdim. İki bacağının arasına oturduğum zaman kız bana : “ Ey Allah’ın kulu ! Allah’tan kork. Allah’ın koyduğu bekaret mührünü yalnız haklı yol olan nikah yolu ile olmadan sakın açma ! “ dedi. Bunun üzerine ben kızın üstünden kalkıp geriye çekildim.

Ey Allah’ım ! sen çok iyi bilmektesin ki,benim o haram işi terk edip yapma-yışım sadece ve sadece senin rızanı ve muhabbetini kazanmak içindi. Eğer benim bu amelim senin katında geçerli ise, lutfet de bizim için kayayı üzerimiz-den aç, dedi. Bunun üzerine Allah,onlar için kayayı biraz daha açtı.

Bunlardan üçüncüsü de :

- Ey Allah’ım ! ben bir ölçek pirinç mukabilinde bir işçi tutmuştum. İşçi işini bitirdi ve : “ bana hakkımı ver dedi “ Ben de ona üç sa’ olan ölçeğini takdim ettim.Fakat o adam bunu istemeyip bırakıp gitti. Ben o ücretpirincini ekip ziraat etmekte devam ettim.Nihayet ondan bir çok sığırlar ve çobanını satın alıp topladım. Bir müddet sonra o işçi çıka geldi ve : “ Allah’tan kork,benim hakkım hususunda bana zulmetme “ dedi. Ben : “ şu sığırların ve çobanların yanına git ve onları al “ dedim.Bunun üzerine işçi : “ Allah’tan kork,benimle alay etme “ dedi. Ben : “ Hayır ! seninle alay etmiyorum,şu sığırlarını ve çobanlarını al, çünkü bunlar senindir “ dedim.Bunun üzerine onları alıp götürdü.

Ey Allah’ım ! Şüphesiz sen biliyorsun ki ben bu malı işçiye ancak senin rızan için verdim.Eğer benim bu amelim senin rızana muvafık ise,lutfet de kayanın tamamını üzerimizden aç, diye dua etti. Allah c.c onların üzerinden kayanın tamamını açtı. }
BUHARİ : 13.C.5977.S
MÜSLİM : 8.C.2743.N

İşte Kur’an’ın ve Sünnet’in bu açık delilleri gösteriyor ki,kul salih amellerini vesile edinerek Rabbisine yönelip,O’ndan bir şeyler taleb edebilir.





ALLAH’IN İSİM VE SIFATLARI İLE TEVESSÜL



Değerli kardeşlerim ! şüphesiz ki en güzel tevessül çeşitlerinden birisi de,Allah’u Azze ve Celle’nin isim ve sıfatları ile tevessüldür.
Rabbimiz bu konuda kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :


وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا


{ Allah’ın güzel isimleri vardır ; O’na bu isimlerle dua edin ………… }
A’RAF . 180.AY

Bundan dolayıdır ki, gerek Allah Resulü s.a.v ve gerekse onun sahabesi, Allah’ın isim ve sıfatları ile bol bol tevessülde bulunmuşlardır…… İşte bu delillerden bazıları :

{ ….. Allah Resulü s.a.v bir duasında şöyle buyurmaktadır : “ Allah’ım ! senden başka ilah yoktur.Senin izzetinle, sana sığınarak, beni şaşırtmamanı senden istiyorum “ }
MÜSLİM : 8.C.2717.N

{ …. Enes İbni Malik r.a’dan.O şöyle dedi :Her hangi bir iş Resulullah s.a.v’e sıkıntı verdi mi,şöyle dua ederdi : Ey Hayy,ey Kayyum ! senin rahmetinle senden yardım diliyorum. }
TİRMİZİ : 6.C.3755.N

{ …. Abdullah İbni Mes’ud r.a’dan gelen bir başka hadislerinde ise Allah Resulü s.a.v şöyle buyurmaktadır : Kimin sıkıntısı artarda ;

اَللَّهُمَّ إِنِّي عَبْدُكَ، ابْنُ عَبْدِكَ، ابْنُ أَمَتِكَ، نَاصِيَتيِ بِيَدِكَ، مَاض فيَّ حُكْمُكَ، عَدْلٌ فِيَّ قَضَاؤُكَ، أَسْأَلُكَ بِكُلِّ اسْمٍ هُوَ لَكَ، سَمَّيْتَ بِهِ نَفْسَكَ، أَوْ أَنْزَلْتَهُ فيِ كِتَابِكَ، أَوْ عَلَّمْتَهُ أَحَداً مِنْ خَلْقِكَ، أَوْ إِسْتَأْثَرْتَ بِهِ فيِ عِلْمِ الْغَيْبِ عِنْدَكَ، أَنْ تَجْعَلَ الْقُرْآنَ رَبِيعَ قَلْبيِ، وَنُورَصَدْرِي، وَجَلاَءَحُزْنيِ، وَذَهَابَ هَمِّي

“ Ey Allah’ım! Ben ancak senin kulun ve kulların olan ana ve babanın evladı-yım. Her şeyim senin elindedir. Benim için geçerli olan ancak senin hükmün-dür. Şüphesiz hükmün de adalettir. Bütün isimlerini vesile kılarak senden isterim. Talebimi sana arz ederim. Evet kendini isimlendirdiğin, Kitabında bildirdiğin, yaratıklarından herhangi bir kimseye öğrettiğin veya gayb aleminde kalmasını tercih ettiğin isimlerinle Kur'an’ı gönlümün baharı, göğsümün nuru, hüzün ve kederimin kalkmasına vesile kılmanı dilerim ” derse, Allah onun kederini ve hüzününü giderir. }
AHMED : 1.391.3704.N
HAKİM : 1. 509.S
S.SAHİHA : 119.

{ …… Bureyde r.a dan.Resulullah s.a.v bir adamın:“ Allah’ım ! ben senin zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek olup benzeri ve ortağı olmayan,her şeyden müs-tağni olup tüm varlıkların kendisine muhtaç olduğu,doğurmayan, doğurumla-yan ve hiçbir şey kendisine denk olmayan Allah olduğunu itiraf ederek senden istiyorum “ diye, dua ettiğini işitti.

Bunun üzerine Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : “ Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki,bu adam Allah’tan İsmi Azam’ı ile istedi. O ismi Azam ki,onunla Allah’tan istenince verir ve onunla dua edildiği zaman duaya icabet eder. }

İBNİ MACE : 10.C.3857.N
TİRMİZİ : 6.C.3704.N

İşte bu ve emsali deliller,kulun ihtiyaç anında Allah’ın isim ve sıfatlarını vesile edinerek kendisinden bir şeyler isteyeceğinin açık kanıtlarıdır.

Hulasa ……. Kitap’tan ve Sünnet’ten derleyerek sunduğumuz bu kadar açık ve net deliller, gerek Allah’a yakınlaşma hususunda ve gerekse O’ndan ihtiyaçların taleb edilmesi hususunda nelerin vesile kılınacağını açıkça anlatmıştır.

Öyleyse bu konuda basiretli bir Müslümana düşen şey, bu meşru tevessül çeşitleriyle Allah’a yönelmesi ve diğer batıl tevessül çeşitlerinden de uzak durma-sıdır.
Ey Müslüman ! sana son nasihatim Rabbimin şu sözleri olsun :

أُولَـئِكَ الَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ إِلَى رَبِّهِمُ الْوَسِيلَةَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً

“ Onların yalvardıkları varya,Rablerine – hangisi daha yakın olacak diye – vesile ararlar; O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar.Çünkü rabbinin azabı,sakınılacak bir azabtır. “
İSRA .57.AY.

İşte bu hak sözler bize şunu anlatmaktadır : Allah’a yaklaşmak için vesile arayan bir kimse, diğer biri için nasıl vesile olabilir ki ?




İLAHİ YARDIMA MAZHAR OLANA, AZIN FAYDASI ÇOKTUR.

ONDAN MAHRUM KALANA DA, ÇOKUN FAYDASI YOKTUR .......
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Cevap

Cevap

بســـم الله الرحمن الرحيم



ALLAH (C.C.)'TAN BAŞKASINDAN YARDIM İSTEMEK


Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Allah'ı bırakıp ta sana fayda da zarar da veremeyecek şeylere dua etme! Eğer böyle yaparsan, şüphesiz zalimlerden olursun. Allah seni bir zarara uğratırsa, onu senden kaldıracak ancak O'dur. Sana bir hayır dilediği takdirde O'nun ihsanını geri çevirecek de yoktur." (Yunus: 10/106)

"Siz rızkı ancak Allah katında arayın, O'na ibadet edin..."(Ankebut: 29/17)

"Allah'ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan, kendisine yapılan dualardan habersiz kalan şeylere ibadet edenlerden daha sapık kim olabilir? Kıyamet Günü insanlar haşrolununca, onlar kendilerine yalvarıp yakaranlara düşman olurlar ve kendilerine yapılmış olan ibadetleri reddederler." (Ahkaf: 46/5)

"Yoksa, dua ettiği zaman sıkıntıya düşen kimsenin duasını kabul edip fenalığı gideren, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı?" (Neml: 27/62)

Rasulullah (s.a.v.) zamanında mü'minlere eziyet eden bir münafık vardı. Bazı mü'minler:
"Şu münafığın şerrinden korunmak için Allah'ın Rasulü'nden yardım isteyelim." dediler. Durumdan haberdar olan Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Benden yardım istenmez, yardım yalnızca Allah'tan istenir." (Taberani, Heysemi Mecmeuz-zevaid: 10/159, Ahmed: 5/317.)


İSTİFADELER

1 - Dua sıkıntılı veya ferah her durumda, yardıma çağırmak ise sıkıntılı bir durumla karşılaşıldığında yapılır.

"Dua" kelimesi daha genel olup yardım istemeyi de kapsadığından ayetlerde "yardım istemek" yerine "dua" kelimesi kullanılmıştır.

2 - Yunus suresinin 106. ayeti zikredilen hadis ve ayetlerin ışığında netliğe kavuşmaktadır. Buna göre dua ve yardıma çağırmak yalnız Allah'a yapılması gereken amellerdir. Zira herhangi bir mahluğa fayda sağlayacak veya ondan bir fenalığı giderecek olan ancak ve ancak Allah (c.c.)'tır.

3 - Allah'tan başkasına dua etmek veya yalnız Allah'ın yapabileceği bir konuda ondan yardım istemek büyük şirktir.

4 - Allah katında insanların en kıymetlisi dahi, başkalarının gönlünü hoş etmek için Allah'tan başkasına dua eder ve ondan yardım isterse "kendisine zulmedenlerden" olur. Allah katında insanların en kıymetlisi Rasulullah (s.a.v.)'dır. Ayetteki "Böyle yaptığın taktirde" sözüyle hitap olunan da Rasulullah (s.a.v.)'dır.

5 - Allah'tan başkasına dua etmek, başkasından yardım istemek şirk olduğu gibi, bunlar dünyada bir fayda da vermezler. Zira Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu senden kaldıracak ancak O'dur."

6 - Nasıl ki büyük bir nimet olan Cennetin yalnızca Allah'tan istenmesi gerekiyorsa, rızkın da yalnız Allah'tan istenmesi gerekir.

7 - Ankebut ve Ahkaf surelerindeki ayetlerin açıklaması yapılmıştır.

8 - Allah'tan başkasına dua edenlerden daha sapık kimse yoktur.

9 - Kendilerine dua edilen şeyler, dua edenlerden ve onların dualarından habersizdirler.

10 - Allah'tan başkasına dua eden kimseler, bu davranışlarıyla, dua ettikleri kimselerin kendilerine kızmalarına ve düşman olmalarına sebep olurlar. Ve bunlar:
"Kendilerine yapılmış olan ibadetleri reddederler."

11 - Allah'tan başkasına dua edenlerin bu yaptıkları onlara ibadet etmektir. Onlar her ne kadar bunun böyle olduğunu kabul etmeseler de durum değişmez.

12 - Dua etmek ibadet olduğu için, kendilerine dua edilen salih kimseler kendilerine yapılan duaları reddederler.

13 - Bu hususlar, Allah'tan başkasına dua edeni insanların en sapığı durumuna düşürür.

14 - Hayretle karşılanacak bir husus ta puta tapanların ve Allah'tan başkasından medet umanların; sıkıntıya düşenin duasını kabul edip fenalığı giderenin Allah olduğunu inkar etmemeleridir. Zaten bu yüzden başları sıkıştığında hemen dönüp ihlas ile Allah'a dua ederler.

15 -"Benden yardım istenmez, yalnızca Allah'tan yardım istenir"hadisinden; Rasulullah (s.a.v.)'ın Allah'a olan derin saygısı sebebiyle şirkten hassasiyetle sakındığını anlıyoruz.


Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:
"Önce en yakın akrabalarını uyar." (Şuara: 26/214) ayeti nazil olunca, Rasulullah (s.a.v.) şöyle çağrıda bulundu:
"Ey Kureyş ahalisi! (yahut buna benzer bir hitapla) Kendinizi ateşten kurtarın. (İman etmedikçe) Size Allah katında hiç bir faydam dokunmaz. Ey Muttalib'in oğlu Abbas! Allah katında sana hiç bir faydam dokunmaz. Ey Safiyye! (Rasulullah'ın halası) Sana Allah katında hiç bir faydam dokunmaz. Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Malımdan ne dilersen vereyim; fakat Allah katında sana bir faydam dokunmaz." (Buhari Vasaya: 11, Tefsir: 26/2, Müslim İman: 206, Nesai Vesaya: 6.)


Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Hiç bir şey yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan şeyleri mi Allah'a eş tutuyorlar? Halbuki, ibadet ettikleri kimselerin, kendilerine ibadet edenlere yardım etmeye güçleri yetmez. Hatta onlar kendilerine bile yardım etmeye güç yetiremezler."(Araf: 7/191-192)
"Ondan başka ibadet ettikleriniz bir çekirdek zarına bile sahip değildirler."(Fatır
Enes (r.a.) diyor ki:
Uhud harbinde Rasulullah (s.a.v.) yaralandı ve bir dişi kırıldı. Rasulullah (s.a.v.):
"Nebilerini yaralayan bir kavim nasıl felaha kavuşur!" diye endişelendi. Bunun üzerine Allah-u Teala:
"Senin elinde bir şey yoktur. Allah ya onların tevbelerini kabul eder ya da onlara azab eder. Çünkü onlar zalimdirler." buyurdu.(Al-i İmran: 3/128)
İbn-i Ömer (r.a.) diyor ki:
"Rasulullah (s.a.v.)'ın, sabah namazının ikinci rekatında "Semi Allahu limen hamideh" deyip doğrulduktan sonra:
"Allah'ım şu şu kimselere lanet et!"diye dua ettiğini duydum. Bunun üzerine Allah-u Teala:
"Senin elinde bir şey yoktur..." ayetini indirdi.
Başka bir rivayette de şöyle geçmektedir:
Rasulullah (s.a.v.)'ın beddua ettiği kişiler; Safvan b. Umeyye, Süheyl b. Amr ve el-Haris b. Hişam idi. Allah-u Teala:
"Senin elinde bir şey yoktur..." ayetini indirdi. (Buhari Cihad: 80,85, Müslim Cihad: 101, 103, 106, Tirmizi Tefsir: 3/11, İbn Mace Tıbb: 15, Ahmed: 1/31,33, 99.)

2 - Al-i İmran suresinin 128. ayeti Uhud savaşı ile ilgilidir.
3 - Rasulullah (s.a.v.) namazda arkasında "amin!" diyen sahabeler olduğu halde kunut yapmıştır.
4 - Rasulullah (s.a.v.)'ın kunuttayken beddua ettiği kimseler kafirdiler.
5 - Rasulullah (s.a.v.)'ın bu kimselere beddua etmesinin sebebi; bu kişilerin müslümanlara diğer kafirlerden daha fazla eziyet etmeleriydi. Hatta bunlar Rasulullah (s.a.v.)'ı yaraladılar ve onu öldürmek için çok gayret sarfettiler. Kendi ırkdaşları oldukları halde müslüman şehitlerin cesetlerini parçalayıp azalarını kestiler.
6 - Bazı müşrikler hakkında beddua etmesi üzerine, Allah-u Teala Rasulullah (s.a.v.)'a:
"Senin elinde bir şey yoktur" ayetini indirerek insanların felaha erip ermemelerinin onun elinde olmadığını bildirdi.
7 - Allah-u Teala: "Allah ya onların tevbelerini kabul eder ya da zalim oldukları için onlara azabeder" buyurmuştu. Bundan sonra Allah onların tevbesini kabul etti ve iman ettiler.
8 - Sıkıntılı durumlarda kunut yapılabilir.
9 - Namazda haklarında beddua edilen kimselerin adları baba adlarıyla zikredilmiştir.
10 - Kunut duasında belli bir şahsa lanet etmek caizdir.
11 - "Önce en yakın akrabalarını uyar" ayeti indikten sonra Rasulullah (s.a.v.), hemen ayetin bildirdiği emre uyarak en yakın akrabalarına tebliğde bulunmuştur.
12 - Rasulullah (s.a.v.)'ın İslam yolunda sarfettiği insan üstü gayret nedeniyle müşrikler onu deli olarak nitelemişlerdi. Günümüzde de Rasulullah (s.a.v.)'a yakın derecede islami çabaları olan insanlar bulunsa şüphesiz aynı vasıfla nitelendirileceklerdir.
13 - Alemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah (s.a.v.), Allah izin vermedikçe öz kızı dahi olsa kimseye fayda veremeyeceğini bildirdiği halde günümüzün sapık şeyhlerinin yalnızca Allah'ın elinde olan konularda insanlara yardım edebileceklerini söylemeleri çok büyük bir cüret ve apaçık sapıklıktır.
İbni Cerir de, Mücahid (r.a.)'in; "Şimdi haber verin Lat ve Uzza'dan ve üçüncü put Menat'tan..." (Necm:53/ 19)ayeti kerimesinde geçen Lat putu için şöyle dediğini bildiriyor:
"Lat, dağıtıcı manasına gelir. Hacc için gelenlere aş dağıtan salih bir kimse bu lakapla şöhret bulmuştu. O öldükten sonra insanlar onun kabrinde ibadet etmeye başladılar."
Ebu'l Cevza, aynı şeyi İbni Abbas'dan şöyle rivayet etti:
"Lat, aslında hacılara aş dağıtan bir kimse idi."
Günümüzdeki insanların inandıklarının aksine Lat sadece bir tahta parçası değil, salih bir kimsenin kabridir.Lat'ın kabirde yatan salih bir kimsenin adı olduğu ve bu adın ona ne suretle verildiği açıklanmıştır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ev kitap ehli! Dininizde aşırı gidip ölçüyü aşmayın."(Nisa: 4/171)
"Dediler ki: 'Sakın ilahlarınızı bırakmayın. Hele Vedd, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nasr'ı asla terketmeyin." (Nuh: 71/23)
Bu ayeti kerime ile ilgili olarak İbn Abbas (r.a.) diyor ki:
"Vedd, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nasr, Nuh kavminde yaşıyan salih kişilerin adları idi. Bunlar ölünce şeytan, insanlara bunların hatıralarını devam ettirmek için yaşadıkları yerlere heykellerini dikmelerini ilham etti. Onlar da bunu yaptılar ve diktikleri heykellere onların isimlerini verdiler. Önceleri bunlara tapan yoktu; fakat onları dikenler öldükten sonra zamanla haklarındaki bilgiler ve heykellerin dikiliş gayeleri unutuldu ve insanlar bunlara tapmaya başladılar." (Buhari Tefsir: 71/3)
Ömer (r.a.)'den Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hristiyanların İbni Meryem'i batıl üzere övdükleri gibi siz de beni övmekte aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki ben bir kulum. Öyleyse benim için Allah'ın kulu ve Rasulü deyin." (Buhari Enbiya: 48. Darımi Rıkak: 6S. Ahmed: 1/21-24. 47.)

İbni Mesud'un rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.v.):
"Aşırı gidenler mahvoldular" buyurmuş ve bunu üç defa tekrar etmiştir. (Nesai Menasık: 217. İbn Mace Menasik: 63. Ahmed Müsned: 1/215. 347. İbn Hıbban Mevarid. 1011. Hakim Müstedrek: 1/466. Elbani Ahadisussahiha: 1283.)
İbni Abbas'ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sakın aşırı gitmeyin. Sizden öncekilerin helak olmalarının sebebi aşırı gitmeleri olmuştur." (Müslim İlim: 7. Ahmed: 1 386. Ebu Davud Sünnet: 5.)

Yeryüzünde meydana gelen ilk şirk, salih kişiler hakkında aşırı davranışlar sebebiyle ortaya çıkmıştır.İnsanlar kendilerine gönderilen rasullerin getirdiği dini, Allah'tan olduğunu bildikleri halde ya inkar ederek ya bazı şeyleri değiştirip ilk hali üzere bırakmayarak ya da rasullerini ilahlaştırarak tahrif etmişlerdir.İnsanların yanlış işler yapmalarının sebebi, hakkı batıldan ayıramamaları, bunları birbirine karıştırmalarıdır. Bunun ilk nedeni de, salih kişilere duydukları temiz; fakat aşırı sevgidir. Sonrakiler, kendilerinden önceki kimselerin yaptıklarını anlayamadıkları için, onların amaçlarından saparak batıla sürüklenmişlerdir. Bunu bize İbni Abbas'ın rivayet ettiği, Nuh (a.s.) zamanındaki insanların şirke düşme sebepleri çok açık bir şekilde göstermektedir.

Haktan uzaklaştıkça kalbin batıla daha çok sürüklenmesi insanın fıtratında var olan bir özelliktir.Alimlerin söyledikleri "Her bid'atte küfre giden bir yol vardır." sözü çok doğru bir sözdür.Şeytan iyi niyetle yapılan bid'atın bile küfre yol açabileceğini bilir.Genel kaide olarak şunu bilmek gerekir ki; İslam'da aşırı davranışlar menedilmiştir. Çünkü bunlar insanı mutlaka kötü bir sona götürür.

Ebu Said (r.a.)'den Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Siz sizden öncekilerin yolundan gidecek, onları karışı karışına takip edeceksiniz. Hatta onlar bir kelerin deliğine girseler kesinlikle siz de oraya gireceksiniz."
"Ey Allah'ın Rasulü! Yahudi ve hristiyanları mı takip edecekler?" diye sordular. O:
"Başka kim olacak"cevabını verdi.(Buhari İ'tisam: 14. Müslim İlim: 6. Ahmed: 2/327)

Hamd Allah a mahsustur Salat ve selam Muhammed s a v in üzerine olsun
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Cevap

Cevap

Hadis-i şerifte, (Salihler düşünüldüğü zaman, Allahü teâlâ merhamet eder) buyuruldu
(Kabrimi ziyaret eden, beni diri iken ziyaret etmiş gibi olur
(Bunların hangi hadis kitabında geçtiğini numarasını ve senedini alabilirmiyiz )

Kim hacca gider ve ölümümden sonra kabrimi ziyaret ederse, o kişi beni hayatımda ziyaret etmiş gibidir

Uydurmadır.

Râvilerinden olan Leys b. Ebi Suleym, şuuru bozulduğu için karıştırmıştır, dolayısıyla zayıf addedilmiştir. Hafs b. Süleyman ise, Hâfız İbn Hacer’in dediği gibi, hadisleri terkedilmiştir. İbn Ma’în onun yalancı olduğunu söyler.


Ancak Allâh Resulu (s.a.s)’in mescidinde namaz kılmak için yolculuğa çıkmak müstehabtır.» Konu ile ilgili sahîh hadîsi Buhâri, Müslim ve diğer Sünen sahipleri tahriç etmiştir, lafzı şöyledir: « Ancak üç mescid için yolculuğa çıkılır; Mescid-i Haram, Mescid-i Resûl ve Mescid-i Aksâ. » Allah’a yaklaşma maksadıyla ancak bu üç mescid için sefere çıkılır. Bu üçünün dışında hiç bir peygamber ve salih kişilerin kabirleri, türbe, yatır, mubârek yer ve mescidler için sefere çıkılmaz. Sahâbe bunu böyle anlamıştır. Sahih isnadlı bir eserde; Ebû Basra el-Gifârî Ebû Hureyre ile karşılaşır. Ebû Hureyre’ye; « nereden geliyorsun »? der, o da, « Tur’dan orada namaz kıldım » der.
Bunun üzerine Ebû Basra şöyle der: « Eğer sana daha önceden yetişseydim gitmezdin, çünkü ben Resûl (s.a.s)’i şöyle söylerken işittim: « Ancak üç mescid için yolculuğa çıkılır; Mescid-i Haram, bu mescidim ve Mescid-i Aksâ »El-Ezraki’nin
tahriç ettiği sahih bir rivayette, Kaz’a şöyle der: « Tur’a doğru çıkmak istedim, bunu İbn Umer’e sordum, o da Nebi (s.a.s)’in ne dediğini duymadın mı », diyerek yukarıdaki hadisi zikreder. Ardından da; « Tur’u bırak oraya gitme » der.
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Cevap

Cevap

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma yasın. Bilakis onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanırlar. Ali İmran 169 )

Âyetler Arası İlişki, Âyetlerin Nüzul Sebebi ve Şehitlerin Diri Olmalarının Anlamı:

Yüce Allah, Uhud günü meydana gelen olayları, münafıkları sâdıklardan ayırd eden bir imtihan olduğunu beyan ettikten sonra, kaçmayıp sebat göstererek öldürülen kimseler için de ilâhî lütuf ve yüce Rabbin nezdinde ha­yat bahsedildiğini beyan etmektedir.

Ebû Davud'un Musennef (Sünen)'inde sahih bîr sened ile İbn Abbâs'tan şöy­le dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Kardeşleriniz Uhud'da isabet alınca, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına koy­du. Bu kuşlar cennetteki nehirlere gidiyor, cennet meyvelerinden yiyor ve Ar-ş'ın gölgesinde asılı bulunan akından kandillere tünüyor. Orada yediklerinin, içliklerinin, dinlendikleri yerlerin hoş olduğunu görünce, bizim cennette di­ri olduğumuzu ve rıziklanmakta olduğumuzu kardeşlerimize kim haber ve­recek? Tâ ki, çihad hususunda gayretlerini esirgemesinler ve savaş esnasın­da verdikleri sözlerini bozmasınlar. Şanı yüce Allah, sizin adınıza onlara Ben bildireceğim, diye buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah yolunda öl­dürülenler i sakın ölüler sanmayasın" dîye başlayan âyetleri indirdi (Ebu Davûd, Cihâd 25; Müsned, I, 266. Yakın ifadelerle ve Abdullah b. Mes'ud'dan: Müslim, İınare 121; Tirmizî, Tefsir 3. sûre 19; İbn Mâce, Cihâd 16.


Bakiy b. Mahled de Cabir'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlul­lah (sav) benimle karşılaştı, şöyle buyurdu: "Ey Câbir, ne diye seni başını önü­ne eğiyor ve kederli görüyorum?" Ey Allah'ın Rasûlü dedim, babam şehid ol­du. Bakıma muhtaç çotuk çocuk bıraktı. Üzerinde de ödenmesi gereken borç­ları vardı. Şöyle buyurdu; "Aziz ve celil olan Allah'ın babam ne şekilde kar­şıladığını sana müjdeleyeyim mi?" Müjdele! Ey Allah'ın Rasûlü dedim, Şöy­le buyurdu: "Şüphesiz Allah, senin babanı diriltti ve onunla yüzyüze (aracı­sız) konuştu, Halbuki, arada bir lıicab bulunmaksızın hiçbir kimseyle de ko­nuşmuş değildir. Babana dedi ki: Ey kulum temenni et, Ben de sana vereyim. Rabbim dedi, beni tekrar dünyaya geri gönder de senin uğrunda ikinci bir defa daha öldürüleyim. Şanı yüce ve Mübarek olan Rab buyurdu ki: Gerçek şu ki, Ben ezelden beri onlar bir daha oraya dönmeyecekler diye hüküm ver­dim. O halde, Rabbim, geride bıraktıklarıma (durumumu) bildir, dedi. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah da: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü­ler sanmayasın" âyetini İndirdi. Bu hadisi, İbn Mace, Sünen'inde, İbn Mâce, Mukaddime 13, Cihâd 16.


Babana dedi ki: Ey kulum temenni et, Ben de sana vereyim.

Rabbim dedi, beni tekrar dünyaya geri gönder de senin uğrunda ikinci bir defa daha öldürüleyim.

Şanı yüce ve Mübarek olan Rab buyurdu ki: (Gerçek şu ki, Ben ezelden beri onlar bir daha oraya dönmeyecekler diye hüküm ver­dim.)

Özetle her ne kadar bütün bu sebepler dolayısıyla buyrukların nâzîl olması ihtimal dahilinde ise de, şanı yüce Allah, bu âyet-i kerimede, şe­hidlerin cennette diri olduklarını, rızıklanmakta olduklarını haber vermek­tedir.
Şüphesiz onlar, ölmüş bulunuyorlar ve cesedleri de topraktadır. Bunun­la birlikte ruhları, diğer mü'minlerin ruhları gibi de diridir. Ayrıca onlara öl­dürülme anından İtibaren dünya hayatı onlar için ebedi İmişcesine cennet­te rızıklandırılmakla da üstün kılınmışlardır

Yani kimilerinin zannettiği gibim bu şahıslar yaşıyor dünyada ruhları gezerler kişilere yardım ederler bu gibim iddiaların yukardaki hadiste batıl olduğunu gösteriyor hatırlarsanız Rabbim dedi, beni tekrar dünyaya geri gönder de senin uğrunda ikinci bir defa daha öldürüleyim.

Şanı yüce ve Mübarek olan Rab buyurdu ki: (Gerçek şu ki, Ben ezelden beri onlar bir daha oraya dönmeyecekler diye hüküm ver­dim.) Buyurmaktadır ve Rabbimiz buyuruyor ki Bilakis onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanırlar. Ali İmran 169 )
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Cevap

Cevap

Adem (a.s.) günahı işlediğinde şöyle der: « Ya Rabbi, Muhammedin hakkı için beni affetmeni istiyorum ». Allah, « Ey Adem onu yaratmadığım halde Muhammedi nasıl tanıdın » deyince, « Ey Rabbim! beni elinle yaratıp, ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım ve arşın sütunlarında Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Resulullâh yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki, Sen Kendi ismine en sevgili yaratığını izâfe ettin ». Bunun üzerine Allah; « Doğru söyledin ey Adem! Çünkü o beşer içerisinde bana en sevgili olanıdır. Bana onun hakkı ile dua ettiğinde seni bağışlarım, eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım » der
( لمااقترفآدمالخطيئة؛قال: يارب! أسألكبحقمحمدلماغفرتلي. فقالالله: ياآدم! وآيفعرفت

محمدا،ولمأخلقه؟قاليارب! لماخلقتنيبيدك،ونفختفيمنروحك؛رفعترأسي،فرأيتعلى

قوائمالعرشمكتوبا: لاإلهإلااللهمحمدرسولالله،فعلمتأنكلمتضفإلىاسمكإلاأحبالخلق

إليك. فقالالله: صدقتياآدم! إنهلأحبالخلقإلي،ادعنيبحقه،فقدغفرتلك،ولولامحمدماخلقتك)




Uydurmadır. Râvilerinden olan Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem hakkında İbn Hibbân şöyle der: «Hadis uydurmakla itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur. Dolayısıyla imâm ez-Zehebî rivâyet hakkında uydurma ve batıl derken, İbn Hacer el- Askalânî de ona katılır.

<< Kişinin fayda vereceğine inandığı şey bir taş bile olsa o taş kişiye mutlaka fayda verir. >>

Şeyh Aliyul Kari ve İbn’ul Kayyım bu hadis için şöyle dediler:
<< Bu hadis uydurma hadistir.Bu, putlara tapan ve taştan menfaat bekleyen putperestlerin sözüdür.
İbn Hacer el-askalani bu hadis için: << Bu hadis uydurmadır Aslı yoktur.>> demiştir.

İşte bu ve buna benzer uydurma hadisler şüphesiz ki şirkin kapılarını ardına kadar açan hadislerdir.
Çünkü böyle olunca birşeyin doğruluğuna inanmanın ölçüsü o şeyin fayda vermesi olmuş olur. Hatta o şey fayda verici olmasa bile sırf fayda vereceğine inanılması onu doğru olarak kabul etmeye kafi görülür.
Sen Olmasaydın (Sen Olmasaydın) Alemleri Yaratmazdım

Uydurma Hadis Ulemasından;

İmamı Abdul Fettah Ebu Gudde,Acluni,Aliyyul kari,Hac Ahmet,Kavukcu,Sagani ve Şevkani bu sözün hadis olmadığını söylerler.


Bu sözün iki rivayeti vardır.Birinde levlake lafzı iki kere kullanılmıştır.İkisi de uydurmadır. Fevaid-Şevkani-sy.326-hd.no(18) Keşfül hafa-Acluni-c.2-sy.214-hd.no(2124) Lülü-Kavukcu-sy.154hd.no(452) Masnu-Aliyyul kari-sy.150-hd.no(255) Mevzuat-Aliyyul kari-sy.295-296-hd.no(385) Münteka-Hac Ahmet-sy.609-hd no(914) Risaletül Mevdua-Sagani-sy.7

İkincisi: Rasulullah (s.a.v) hakkında uydurulan hadisler:
Hadis uyduranlar ve yalancılar, Rasulullah hakkında öyle şeyler uydurdular ki, bu uydurdukları şeyler, halis sahih akideye çok büyük darbeler indirdi.
Rasulullah (s.a.v)’in ilk yaratılan mahluk olduğu-nu nurdan yaratıldığını, göklerin ve yerlerin, cennet ve cehennemin onun hatırı için yaratıldığını iddia ederek Rasulullah (s.a.) hakkındaki sağlam inancı tahrif ettiler.Hatta onlar, Rasulullah (s.a.v)’in; dua ederken kendisinin yüzü suyu hürmetine dua edilmesini insanlara emrettiğini, haccedildiğinde kendisinin kabrini ziyaret etmeyenlerden yüz çevirdiğini iddia ettiler. Dahası arşa istiva edenin ve Kur’anı indirenin bile o olduğunu söyleyebildiler. Bir başka grup da yemek, içmek, tıp ce cinsel konularda Rasulullah’a kötü isnadlarda bulunan öyle hadisler uydurdular ki, bunlar aslında Rasulullah’ın getirdiği risaleti ve ona inen vahyi incitmekte, küçük göstermekte ve islam düşmanlarının diline alay konusu kılmayı amaçlamaktadır.
İşte bu sapıkların bu mesele hakkında uydurmalarıyla ilgili bazı örnekler:
<< Allah beni nurundan yarattı. Benim nurumdan Ebu Bekiri, Ebu Bekir’in ruhundan Ömer’i yara-ttı. Benim ümmetim ise Ömer’in nurundan yaratılmıştır. Ömer cennet ehlinin ışığıdır. >>
(Tenzihiş-Şeria s: 337 c: 1 )
Bu hadis aynı kitapta zikredilerek ravisi olarak Ebu Naim gösterilmiştir. Fakat Ebu Naim bu hadis bu hadis hakkında uydurma demiştir. Zehebi << Mizan >> adlı kitabında << bu hadis yalandır ve uydurmadır. >> Bu hadisin senedinde Ahmed b. Yusuf el-Mesih’i vardır. Ve yalancıdır, de-miştir.

Bu gibi şeyler akide ve İslam’ı bozmaya ve sonuç olarak da hakkı kabul etmeyip haktan ve İslam’dan uzaklaşmaya sebep ol-muştur

Akide konusunda zayıf ve uydurma hadislerin hepsi Müs-lümanlara ve İslam’a büyük bir zarar vermiştir. Bunlardan kurtul-mak için Allah (c.c) bu hadisleri araştırıp inceleyen hadis alimle- rini müyesser kılmış ve bu şekilde Rasulullah (s.a.v)in hadislerinikorumuştur

Dolayısıyla akaid veya diğer konularda bir hadis okunduğunda bu hadisin sahih olup olmadığı, ne manaya geldiği sağlam kay-naklardan araştırılmadan alınmamalıdır.

Akide dışındaki diğer ameller; niyet ne olursa olsun ister insan-ların Allaha daha çok ibadet etmeleri isterse de İslamı bozmak niyetiyle uydurulmuş olsun herhalukarda Rasululllah (s.a.v)e iftira atılmış olunur. Ve Rasulullah (s.a.v)in Buharide geçen geçen:
<< Kim benim söylemediğimi bana atfederse cehennemdeki yerine hazırlasın. >>
hadisinin hükmüne girmiş olur
Bu hadisler ne kadar akideyle ilgili olmasa da sonuçta akideyi etkilemektedir

Allah (c.c)dan korkan ve Onun rızasını uman her Müslüman’ın duyduğu ve bizzat kendisinin sarf ettiği sözlere çok dikkat etmesi gerekir ki, İslam’dan olmayan ve İslam düşmanlarınca İslam’a mal edilmeye çalışan uydurma hadisleri yaymaya ve insanları sap-tırmaya vesile olmasın

Bu sebeple Allaha samimiyetle yönelmek isteyenlerin din hususunda söylenen her sözü Kuran ve sahih ve sahih sünnete göre araştırmaları, bu kaynaklarda bulurlarsa ona sarılmaları, bulamazlarsa bu sözü söyleyen kim olursa olsun ister belli bir zümrenin lideri, ister belli bir grubun şeyhi, ister belli bir top-luluğun alimi olsun, kesinlikle reddedilmesi gerekir

Hidayete tabi olanlara selam olsun.
 
Üst Alt