Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sarsılmaz Yapı

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Cahiliyye, "La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah (Allah'dan başka ibadete layık ilah yoktur ve Muhammed (s.a.s.) Allah'ın Rasulüdür)" çağrısından ileri gelen tehdit ve gerçek tehlikeyi hisseder etmez, tüm sistemleriyle savunma durumuna geçer. Kendisine yönelik ölüm tehdidini atlatmak için, tüm organize güç ve yapısıyla harekete geçer. Varlığını koruyacak her tür silaha sarılarak harekete geçer. Çünkü bu çağrının ardında İlahi egemenliğe dayanmayan tüm dünyevi iktidarları devirme; tüm dünya tağutlarını yıkıp Yüce Allah'a yönelme tehdidi vardır. Kuruluşu, bu çağrı ve inkılabtan sonra gerçekleşen hareket halindeki organize İslam toplumundan gelecek bir tehlike...

Cahiliyyenin buna karşı harekete geçmesi, kaçışı olmayan tabiî bir olaydır. Kulun kulluğuna dayalı cahili bir toplumda ne zaman Allah'ın rububiyetine davet edilirse...

İslâm çağrısı, hareket halindeki örgütsel bir güç oluşturup yeni önderliği altında mevcut cahiliyyeyi ne zaman yıkmaya başlarsa...

Yani ne zaman bu zıtların çarpışması başlarsa, İslâm cemaatinin her üyesi eziyet ve fitneyle karşılaşacaktır. Çoğu kere kan dökme sınırına varacak acılarla karşılaşacaktır. İşte böylesi durumlarda, canını Allah yoluna adamış; en iğrenç ve en yüz kızartıcı biçimleriyle acıları fitneyi, açlığı, sürgünü, işkence ve ölümü göze almış kimselerden başkası "La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah (Allah'dan başka ibadete layık ilah yoktur ve Muhammed (s.a.s.) Allah'ın Rasulüdür)" davasına sarılmayacaktır.

Görülüyor ki İslam, en dayanıklı elemanların meydana getirdiği bir yapı durumundadır. İşkence ve baskılara dayanmayan elemanlar, dinini bırakıp cahiliyyeye tekrar dönüş yapabilirler. Dava adamları şu noktayı iyice kavramalıdırlar:

Cahiliyyeden İslâm'a geçiş, bu tehlikeli ve diken dolu yola girmektir. Her zaman ve her yerdeki davetin durumu bu olmuştur. Yüce Allah, eşi az bulunur biricik dava adamları olarak ilk muhacirleri seçmişti. Çünkü bu insanlar bu dinin Mekke'deki ve daha sonra da ilk ensarla birlikte Medine'deki dayanıklı binasının temel elemanları olacaktı.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'e biat eden kimseler, cennetten başka hiç bir şey beklemiyorlardı. Çünkü onlar, etrafa yayılmış cahiliyye ile bir arada yaşamayacaklarına kesinlikle inanmışlardı. İşte davetin dayanıklı yapı elemanları bunlardı. Bu, böyleydi ve böyle olacaktı.

İbn-i Kesir, Siret'inde şunları anlatıyor:

İmam Ahmed, Cabir'den naklediyor:

Resul-i Ekrem (s.a.s.) Mekke'de kaldığı on sene içinde insanları, bulundukları yerlerde ziyaret ederek İslam'a davet ediyordu. Hac mevsiminde Ukaz ve Micenne'de toplanan insanların yanına giderek:

"Rabbimin peygamberliğini tebliğ edebilmek için beni koruyacak, yardımcı olacak yok mu? Koruyan ve yardımcı olana cennet vardır" diyordu.

Ama koruyup yardımcı olacak bir kimse bulamıyordu, öyle ki bu daveti işiten Yemen'li veya Mudar'lı bir kimseye kavim ve akrabası gelip; "Bu Kureyş'li gençten uzak dur ki, seni saptırmasın" diyordu. Ve onu, konak yerlerinden geçerken parmakla işaret edip gösteriyorlardı. Bu durum, Allah, bizi Yesrib'ten yardımına gönderinceye kadar devam etti. Biz onu koruyup doğruladık. Bizden biri gelir, Hz. Peygamber'e iman edip Kur'an dinledikten sonra evine dönünce ailesi de müslüman oluyordu. Sonunda içinde müslüman olmayan bir ensar evi kalmamıştı. Ayrıca müslüman olanlar, dinlerini ilan da ediyorlardı. Sonra bir araya gelip dedik ki:

"Ta ne zamana değin Allah'ın Resulü (s.a.s.)nu Mekke'de korkuyla dolaşır ve dağlarda kovulur bir halde bırakacağız?!"

Bunun üzerine hac mevsiminde bizden yetmiş kişi Mekke'ye gitti. Hz. Peygamber (s.a.s.)'le Akabe denilen yerde sözleştik. Akabe'ye birer, ikişer giderek toplandık. Ve dedik ki Hz. Peygamber (s.a.s.)'e:

"Seninle neyin üzerine biat edelim?"

Hz. Peygamber (s.a.s.):

"Beni iyi ve kötü hallerinizde dinleyip itaat etmek, bollukta ve darlıkta infak etmek, emr-i bil ma' ruf ve nehy-i an'il-münker yapmak, yanınıza geldiğim zaman da kendinizi, hanımlarınızı ve çocuklarınızı nasıl koruyup yardımcı oluyorsanız beni de öylece koruyup yardımcı olmak üzere biat edeceksiniz. Tüm bunlara karşı da size cennet vadediyorum" dedi.

Bunun üzerine yanına gidip kendisine biat ettik. Ensar'in en küçüğü olan Es'ad b. Zürare, Hz. Peygamber'in elini tuttuktan sonra:

"Hele durun, ey Yesrib halkı! Biz onun Allah'ın Resulü olduğunu bile bile develerimize binip geldik. Bugün onu çıkarmak; tüm Arapları karşınıza almanız, en iyilerinizin öldürülmesine razı olmanız ve kılıç darbelerini kabullenmeniz demektir. Eğer siz tüm bunlara dayanacak kimselerseniz, - mükafatınızı Allah'tan beklemek üzere - onu alınız yanınıza. Yok eğer siz, canınızdan korkan kimselerseniz onu şimdiden bıraktığınızı söyleyin. Çünkü Allah katında bundan daha iyi mazeretiniz olamaz." dedi. Bunun üzerine Ensar:

"Bırak bu konuşmaları ey Es'ad! Allah'a yemin olsun ki biz bu biatten asla vazgeçmeyecek ve ondan asla dönmeyeceğiz" dediler. Bundan sonra hepimiz kalkıp Hz. Peygamber (s.a.s.)'e biat ettik. Hz. Peygamber (s.a.s.) bizden söz alıp" şartlar koştu, buna mukabil bize de cennet va'detti." (İbn-i Kesir - es-Slre 2/195-196.)

Görülüyor ki İslâm'a girmek isteyen yesrib'li müslümanlar, söz konusu biatin bir takım yükümlülükler getireceğine kesinlikle inanıyorlardı. Katlandıkları tüm bu sorumluluklara karşı davanın zafer ve başarısı dahil hiç bir dünyevî mükafat sözünü almadıklarım da biliyorlardı. Çünkü kendilerine cennetten başka hiç bir şey vadolunmuyordu.

Yüce Allah, müslüman cemaati eğitip İslâm akidesi için sarsılmaz bir kale oluşturmanın bu dosdoğru metodtan geçtiğini, hiç kuşkusuz ezel ilmiyle biliyordu. Çünkü çilelere katlanmadan dayanıklılık meydana gelemezdi. Baskılara karşı mukavemet edilemezdi. İşte çıkış noktasında böylesine sabit ve sarsılmaz bir temel yapının bulunması; böylesine bir sağlamlık, dayanıklılık, direnme, samimiyet ve fedakarlığın bulunmasına, Allah yolunda acılara, işkencelere, öldürülmeye, sindirilmeye, aç kalmağa, azınlık olmaya ve dostsuz kalmaya katlanabilen insanların varlığına bağlıdır.

Çünkü İslâm, böylesine sarsılmaz bir yapıya dayanmaktadır. İslam davetçileri, işte bu sarsılmaz yapıyı meydana getiren güçlü, dayanıklı ve yılmaz eleman ve koruyuculardır. Bu yapının oluşmasını beklemeden tepeden bir hareket yapmak; ilk davetin metod ve yoluyla bağdaşmayan, ilk İslâm cemaatinin izlediği Rabbani ve Peygamberi hareket yönteminin tabiatıyla uyuşmayan tehlikeli bir durum arzedecektir.

Sonra her şeyden önemli olan husus şu ki, bu davanın kefilliğini yapan, Yüce Allah'tır. O, sıhhatli bir hareket yapılmasına izin verince, davanın öncü kadrolarını uzun sürecek çilelerle karşı karşıya bırakır. Zaferlerini geciktirip taraftarlarını azaltır. İnsanların davayı benimsemelerini geciktirir. Maksat; davetçilerin sabır, metanet, hazırlık ve yeterliliklerini ortaya çıkarmaktır. Çünkü sarsılmaz, güvenilir ve şuurlu davet yapısını oluşturacak olan, bu kimselerdir. Bu yapı oluştuktan sonra ise ileriye doğru adım atmalarına izin verir. Allah, elbette ki işinde galiptir. Ama insanların pek çoğu bunu bilmezler.

Hayra (İslama) davet eden bir cemaatin varlığı zorunludur.

"Siz, insanlar için çıkarılmış; iyiliği emredip kötülükten sakındıran en iyi ümmetsiniz." (Al-i İmran: 110)

Davetçilerin yolu, insanların gönüllerini fethetmekten geçer. İnsanların tabiatına baktığımızda, pek çok engelle karşılaşmamız mümkündür. Şehvetler, arzular, çıkarlar, prestijler...

Kimisinin gurur ve müstekbirliği gibi engeller...

Gaddar zorbalar, saldırgan idareciler bulunduğu gibi yüceliği reddeden düşük karakterliler, disiplin istemez tembeller, ciddiyete, adalet ve istikamete düşman olan eyyamcı, zalim ve sapıklar, iyiliği kötülük ve kötülüğü de iyilik bilen daha başka kimseler de bulunmaktadır halk arasında. Ama hayır egemen olup, iyiye iyi ve kötüye de kötü denilmediği sürece ne insanlığın, ne de ümmetin ıslah olmasına imkân yoktur.

Bundan dolayı "Allah'a iman ve Allah için kardeşlik" üzere birleşen bir cemaatin bulunması şarttır.

Bu zor görevi yapmak için bu cemaatin varlığı şarttır. Bu cemaatin güç kaynağı; en başta iman ve takva, daha sonra da sevgi ve dayanışmadır. Bu her iki yönün bir arada cemaatta bulunması zorunludur. Çünkü Yüce Allah'ın müslüman cemaata yüklediği bu görevin yerine getirilmesi, her iki yönün bir arada bulunmasını gerekli kılmaktadır.

Böyle bir cemaatin kurulması, bizzat ilahî hayat sisteminin bir gereğidir. Çünkü ilahî nizam, böyle bir cemaat ortamında yaşayıp pratik uygulamasına kavuşabilir. Ve bu ortamın, cahili ortamdan tamamen ayrı ve bağımsız olması zorunludur. Çünkü bulunması gereken ortam, iman ve kardeşlik esaslarına dayalı İslâmî cemaat ortamıdır. Allah'a iman; cemaatın kainat ve hayata, değer ölçü ve yargılarına, amel ve olaylara, eşya ve şahıslara bakış açısının tevhidten kaynaklanması için şarttır. Çünkü tevhide dayalı olan cemaat, her şeyini Allah'ın terazisiyle ölçecek, hayatta karşılaştığı her şeyi buna göre değerlendirecek ve tüm meselelerini Allah katından gelen şeriate götürecektir.

İlk kurulan İslam cemaatinin temel iki dayanağı da bu esastı. Yani Allah'a iman ve sevgi dayanakları...

Allah'ın korku ve mürakebesini gönülde hissetmekten ve O'nu tüm sıfatlarıyla tanımaktan doğan bu iman, eşi az bulunur bir uyanıklık ve hassasiyet kazandırmaktadır. Bu cemaatin diğer dayanağı ise sevgidir. Gürül gürül boşanan sevgi, dostluk ve yakınlık. Kökü derinlerde bir kaynaşma ve dayanışma...

İlk İslam cemaatinde bu öğelerin tümü, en mükemmel derecede gerçekleşmişti, öyle ki eğer bunun fiilen gerçekleşmiş hali olmasaydı, insana tatlı bir rüya gibi gelirdi. İşte Allah'ın hayat nizamı her zaman böylesine bir iman ve kardeşlik esasıyla yeryüzünde kurulabilir.

Değerlerin sağlıklı ölçüsünü belirlemek, "maruf" ve "münker'i" en doğru şekilde tanımlayabilmek için; Allah'a iman şarttır. İyiliği emredip kötülükten sakındıran davetçilerin, zorluk dolu yollarına devam edebilmeleri için şarttır. Tağuti şiddet ve zorbalığa karşı koyan; azgın şehvet tağutuyla, ruhî alçalış, horlanmışlık, yılgınlık ve bezginlikle savaşan davetçilerin yol azığıdır Allah'a iman...

Onların yol hazırlığıdır bu iman...
Çünkü davetçinin dayanağı, Yüce Allah'tır. İman azığı dışındaki tüm azıklar tükenmeye mahkumdur. İmanî hazırlık dışındaki tüm hazırlıklar boşunadır. Allah'tan başkasına dayanmak ise çöküştür, öyleyse müslümanlar, ya Allah'a iman edip marufu emr, münkeri de nehyedeceklerdir, ya da bu görevlerin hiç birini yapmayacaklardır ki, o zaman İslamî özelliklerini kaybetmekle karşı karşıya kalacaklardır. Çünkü bu, Kur'an'ın buyruğudur:

"Siz, İnsanlar için çıkarılmış; marufu emredip münkeri nehyeden en iyi ümmetsiniz."

Ve bu, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) buyruğudur. Bu buyruklardan bazısını aşağıda sunuyoruz:

Ebu Said-i Hudrî'den:

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şöyle buyurduğunu duydum:

"Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Buna güç yetirmezse diliyle değiştirsin. Buna da güç yetirmezse kalbiyle (ikrah etsin ki) bu, imanın en zayıf halidir." (Müslim - Sahih 1/51.)

İbn-i Mes'ud (r.a.)'dan: Allah'ın Resulü (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"İsrailoğulları günahların içine girince, kendilerini sakındıran alimlerini dinlemediler. Daha sonra alimleri de onlarla aynı meclislerde oturup yemek ve içeceklerini paylaştılar. Bunun üzerine Yüce Allah, onları, kalblerini birbirine benzeterek Davud, Süleyman ve Meryem oğlu İsa'nın lisanlarıyla lanetledi." ( Ebu Davud; Tirmizi - Sünen 5/253.)

Hz. Huzeyfe'den: Allah'ın Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz ya ma'rufu emredip münkerden sakındırırsınız, ya da Allah size kendi katından öyle bir ceza gönderecektir ki, o zaman dua etseniz de kabul olunmayacaktır." (Tirmizi - Sünen 4/468.)

Gene Hz. Ebu Said-i Hudrî'den: Allah'ın Resulü (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Cihadın en üstünü, zalim sultanın karşısında hak kelimeyi söyIemektir." (Tirmizi: 4/471; Nesei 7/161; Ebu Davud.)

Hz. Cabir b. Abdullah'tan: Allah'ın Resulü (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Şehidlerin en büyüğü, Hamza ile zalim sultanın karşısında durup emr-i bi'l-maruf ve nehy-i anil-münker yaptığı için öldürülen kimsedir. " (Hakim; Ziya.)

Görülüyor ki, bu, kıymet ve hakikatinden gafil yaşadığımız zaruri bir görevdir.


İSTİKBAL İSLAMINDIR..!
 
Üst Alt