Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sadece Ayetlerle Konuşan Kadin

ebuammar

New member
Katılım
5 Ağu 2007
Mesajlar
12
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
47
Kur'an İle Konuşan Kadın (ne güzel bir örnek)
Tebe-i Tâbiîn neslinden Abdullah ibn Mübarek r.aleyh anlatıyor: Hacca gidiyordum. Irak-Suriye topraklarından geçerken yalnız bir kadına rastladım.
Selâm verdim;
selâmımı "Söz olarak Rahîm bir Rabden selâm sözüdür onların duyacağı" (Yâ-Sîn: 58) âyetiyle aldı.

"Buralarda ne yapıyorsun?" diye sordum. "ALLAH kimi yoldan çıkarmışsa, ona yol bulduracak yoktur" (A'râf: 186) âyetini okudu. Anladım ki, yolunu kaybetmiş.

Nereye gittiği soruma "Bir gece kulunu Mescid-i Haram'dan alıp Mescid-i Aksâ'ya götüren ALLAH'ı tesbih ederim" (İsrâ: 1) âyetiyle karşılık verdi. Anladım ki, geçtiğimiz hacc mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs'e gidiyor.

"Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin?" dedim. "Tam üç gece (yani üç gündür)" (Meryem: 10) dedi.

Yiyecek verme teklifinde bulundum. "Sonra orucunuzu gün batıncaya kadar tamamlayın" (Bakara: 187) âyetini okudu.

"İyi de Ramazan'da değiliz" dedim. "Kim ALLAH için nafile bir hayır yaparsa, ALLAH her hayrın karşılığını verendir, her şeyi hakkıyla bilendir" (Bakara: 158) âyetiyle cevap verdi.

"Yolculukta oruç açılabilir" dedim. "Ama orucu tutarsanız, bu hakkınızda daha hayırlıdır" (Bakara: 184) âyetini okudu.

Niye benim gibi konuşmadığını sordum. "Ağzından tek bir söz bile çıkmasın ki, yanında onu gözleyen ve o sözü kaydetmeye hazır bir gözcü bulunmamış olsun" (Qâf: 18) dedi.

"Kimlerdensin?" diye sordum. "Bu konuda bilgin yok (ailemi söylesem de tanımazsın). Sonra göz de, kalb de (görmeden, kesin bilgiye dayalı olmadan verdiğin her hükümden) sorumludur" (İsrâ: 36) âyetiyle cevap verdi.

"Hata ettim, hakkını helâl et!" dedim. "Bugün size kınama yok. ALLAH, sizi bağışlasın" (Yusuf: 92) dedi.

Deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum. "Hayır adına ne işlerseniz ALLAH onu bilir" (Bakara: 215) âyetiyle mukabele etti.

Devemi yanına getirdim. Binecekken, "Mü'min erkeklere söyle, bakışlarını sakınsınlar" (Nûr: 30) âyetini okudu.

Gözlerimi çevirdim; binecekken deve ürküp kaçtı, bu arada elbisesi az yırtıldı. "Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak etmeniz sebebiyledir" (Şûrâ: 30) âyetini mırıldandı.

"Sabret, deveyi bağlayayım!" dedim. "Bu hususta Süleyman'ı anlayışlı ve daha isabetli davranır kıldık" (Enbiyâ: 79) âyetini okuyarak, devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı olduğumu kasdetti.

Deveye bindi ve "Bunu bize baş eğdiren ALLAH'ı tesbih ederim; yoksa bunu biz başaramazdık. Ve sonunda şüphesiz Rabbimize döneceğiz!" (Zuhruf: 13-14) âyetlerini okudu.

"Haydi!" diye deveyi hızlandırdım. "Yürüyüşünde (ve davranışlarında) vakur ol ve sesini yükseltme. Seslerin en çirkini, (bağıran) eşeğin sesidir!" (Lokman: 19) mukabelesinde bulundu.

Yürürken şiir okumaya başladım. "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun!" (Müzzemmil: 20) dedi.

"Şiir okumak haram değil ki!" dedim. "Bu hususu ancak gerçek idrak ve basiret sahipleri düşünüp anlar!" (Bakara: 269) cevabını verdi.

Bir süre gittik; sonra evli olup olmadığını sordum. "Ey iman edenler! Cevabı verildiğinde sizi üzecek meselelerden sormayın!" (Mâide: 101) âyetini okudu.

Derken kafilesine ulaştık ve "Kafile içinde kimsen var mı?" dedim. "Mal ve evlât dünya hayatının süsüdür!" (Kehf: 46) dedi.

Anladım ki, evlâdı var. İsimlerini sordum. "ALLAH İbrahim'i dost edindi; ALLAH Musa ile konuştu; Ey Yahya, Kitab'a kuvvetle tutun!" (Nisâ: 125, 164; Meryem: 12) âyetlerini okudu.

"Ey İbrahim, ey Musa, ey İsa!" diye kafileye seslendim. Nur yüzlü üç genç "Buyur!" diye çıkageldi. Onlara para verip, "Bununla içinizden birini şehre yollayın! Yemeklerin helâl ve temiz olanına baksın ve size bir yiyecek getirsin. Dikkatli davransın!" (Kehf: 19) dedi.

Yiyecek gelince bana, "Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında şimdi afiyetle yiyip için!" (Hâqqa: 24) dedi.

Çocuklara, "Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem!" dedim. "Annemiz" dediler,
"Ağzından Cenab-ı ALLAH'ın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır böyle sadece Kur'an'la konuşur."

Abdullah İbn Mübarek r.aleyh, bu hadiseyi Kur'an'da her şeyin bulunduğuna delil olarak anlatırdı
 

EmrihaK

New member
Katılım
8 Ocak 2008
Mesajlar
19
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
36
Konum
Bursa
sadece Kur'an ayetleriyle konuşan kadın...

sadece Kur'an ayetleriyle konuşan kadın...

Tebe-i Tâbiîn neslinden Abdullah ibn Mübarek hazretleri anlatıyor:
Hacca gidiyordum. Irak-Suriye topraklarından geçerken yalnız bir
kadına rastladım. Selâm verdim; selâmımı"Söz olarak Rahîm bir rabden
selâm sözüdür onların duyacağı" (Yâ-Sîn:58 ) âyetiyle aldı.

"Buralarda ne yapıyorsun?" diye sordum.

"Allah (C.C) kimi yoldan çıkarmışsa, ona yol bulduracak yoktur" (A'râf: 186)
âyetini okudu.
Anladım ki, yolunu kaybetmiş. Nereye gittiği soruma

"Bir gece kulunu Mescid-i Haram'dan alıp Mescid-i Aksâ'ya götüren
Allah (C.C)'ı tesbih ederim" (İsrâ: 1) âyetiyle karşılık verdi.
Anladım ki, geçtiğimiz hacc mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs'e gidiyor.

"Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin?" dedim.

"Tam üç gece (yani üç gündür)" (Meryem: 10) dedi.
Yiyecek verme teklifinde bulundum.

"Sonra orucunuzu gün batıncaya kadar tamamlayın" (Bakara: 187) âyetini okudu.

"İyi de Ramazan'da değiliz" dedim.

"Kim Allah (C.C) için nafile bir hayır yaparsa, Allah (C.C) her hayrın karşılığını verendir, her şeyi hakkıyla bilendir" (Bakara : 158 ) âyetiyle cevap verdi.
**"Yolculukta oruç açılabilir" dedim.

"Ama orucu tutarsanız, bu hakkınızda daha hayırlıdır" (Bakara : 184 ) âyetini okudu.
* * Niye benim gibi konuşmadığını sordum.

"Ağzından tek bir söz bile çıkmasın ki, yanında onu gözleyen ve o
sözü kaydetmeye hazır bir gözcü bulunmamış olsun" (kâf: 18 ) dedi.

"Kimlerdensin?" diye sordum.

"Bu konuda bilgin yok (ailemi söylesem de tanımazsın). Sonra
göz de, kalb de (görmeden, kesin bilgiye dayalı olmadan verdiğin her
hükümden) sorumludur" (İsrâ: 36) âyetiyle cevap verdi. "Hata ettim,
hakkını helâl et!" dedim.

"Bugün size kınama yok. Allah (C.C), sizi bağışlasın" (Yusuf: 92) dedi.
Deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum.

"Hayır adına ne işlerseniz Allah (C.C) onu bilir" (Bakara: 215) âyetiyle
mukabele etti. Devemi yanına getirdim. Binecekken,

"Mü'min erkeklere söyle, bakışlarını sakınsınlar" (Nûr: 30) âyetini okudu.
**Gözlerimi çevirdim; binecekken deve ürküp kaçtı,
bu arada elbisesi az yırtıldı.

"Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak
etmeniz sebebiyledir" (Şûrâ: 30) âyetini mırıldandı.

"Sabret, deveyi bağlayayım!" dedim.

"Bu hususta Süleyman'ı anlayışlı ve daha isabetli davranır kıldık"
(Enbiyâ: 79) âyetini okuyarak, devemi yönlendirme konusunda benim
daha başarılı olduğumu kasdetti. Deveye bindi ve

"Bunu bize baş eğdiren Allah (C.C)'ı tesbih ederim; yoksa bunu biz
başaramazdık. Ve sonunda şüphesiz Rabbimize döneceğiz!" (Zuhruf:13-14) âyetlerini okudu.

"Haydi!"diye deveyi hızlandırdım.

"Yürüyüşünde (ve davranışlarında) vakur ol ve sesini yükseltme.
Seslerin en çirkini, (bağıran) eşeğin sesidir!" (Lokman: 19)
mukabelesinde bulundu.
Yürürken şiir okumaya başladım.

"Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun!" (Müzzemmil: 20) dedi. "Şiir
okumak haram değil ki!" dedim.

"Bu hususu ancak gerçek idrak ve basiret sahipleri düşünüp anlar!"
(Bakara: 269) cevabını verdi. Bir süre gittik; sonra evli olup olmadığını sordum.

"Ey iman edenler! Cevabı verildiğinde sizi üzecek meselelerden
sormayın!" (Mâide: 101) âyetini okudu. Derken kafilesine ulaştık ve

"Kafile içinde kimsen var mı?" dedim.

"Mal ve evlât dünya hayatının süsüdür!" (Kehf: 46) dedi. Anladım ki,
evlâdı var. İsimlerini sordum. "Allah (C.C) İbrahim'i dost edindi; Allah (C.C) Musa ile konuştu; Ey Yahya, Kitab'a kuvvetle tutun!" (Nisâ: 125, 164; Meryem: 12) âyetlerini okudu. "Ey İbrahim, ey Musa, ey İsa!" diye kafileye seslendim. Nur yüzlü üç genç "Buyur!" diye çıkageldi.
Onlara para verip, "Bununla içinizden birini şehre yollayın!
Yemeklerin helâl ve temiz olanına baksın ve size bir yiyecek
getirsin. Dikkatli davransın!" (Kehf: 19) dedi. Yiyecek gelince bana, "Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında şimdi afiyetle yiyip için!" (Hâqqa: 24) dedi. Çocuklara, "Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem!" dedim.

"Annemiz" dediler, "Ağzından Cenab-ı Allah (C.C)'ın gazabını çekecek
yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır böyle sadece Kur'an'la konuşur."

İbn Mübarek, bu hadiseyi Kur'an'da her şeyin bulunduğuna delil olarak
anlatırdı.
 

asilnur

New member
Katılım
18 Eki 2007
Mesajlar
168
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Yaş
52
Konum
Istanbul
BİRİNCİ YAZI ÇOK HOŞUMA GİTTİ KARDEŞİM ALLAH RAZI OLSUN.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Bu yaptığımız, bu seneki haccımızdan daha sevabdır

İbnu'l-Mubarek, kendi devri alimlerini de hayran bırakan ilim ve ahlakının yanı sıra, Anadolu cihadına katılmış, pehlivan yapılı bir muharib ve büyük servet sahibi bir tüccardı. Kazancını ilim adamı yetiştirmek ve onların geçimine yardımcı olmak yolunda harcıyordu. Sefilane bir hayatın ona göre müslüman zühdüyle bir alakası yoktu. Aşağıda, İbnu'l-Cezvi'nin Hakim-i Neysaburi'den naklettiği ibretamiz hadise, (muntazam ve bidaye’de) bu büyük zahidin günümüz için bile rehberliğini sürdürdüğünü gösterecek tazeliktedir:

İbnu'l-Mubarek dostlarıyla beraber hac seferine çıkmıştır, yükler dolusu erzakla... Hizmetkarlardan birisinin getirdiği bir keklik yolda ölmüş ve bir süprüntülüğe atılmıştır. Orada küçük bir kulübe vardır. İbnu'l-Mubarek atının üstündedir ve farkeder ki, bu kulübedeki küçük bir kız başını uzatıp uzatıp geri çekiyor, görünmeyeceği bir anı kolluyar. İbnu'l-Mubarek böyle bir imkanı yaratınca, kızcağız üzerindeki tek peştemalla geliyor, o Ölü kekliği kapıp kulübesine kaçıyor. O an, alimimiz, hizmetindeki bir gence; "git kapısını çal, o kızı al da gel" emrini vermiştir. Getirilen kızdan alınan bilgi yürek parçalayıcıdır. Meğer, kulübede iki kızkardeş yaşıyorlarmış. Varlıklı sayılan babaları Ölmüş, zalim heriHer gelip ellerinde ne varsa alıp götürmüşler, tek peştemalla kalakalmış, Ölü eti yemenin kendilerine helal sayılacağıhir çaresizliğe düşmüşler. Olanları dinleyen İhnu'l-Mubarek kızcagıza soruyor: "Size bakacak bir kimse yokmu?" "Yok" cevabını alınca içi kararıyar ve yanındaki gence; "yanımızdaki malları bu kıza ver" diyor ve vekilharcına dönüp; "kaç paramız var?" diye soruyor. Paranın mikdarı bin dinarmış. Bu koca Türk alim o anda hiç beklenmedik şu kararını açıklıyor: "Yirmi dinarını ayır, Merv'e dönüşümüz için herhalde yeter. Gerisini şu kızın peştemaline doldur". Üstadın emri yerine getirilmiştir. Kendisine soruyorlar: "Niçin hacdan vazgeçtin?" İşte emsalsiz adama yakışan cevab: "Bu yaptığımız, bu seneki haccımızdan daha sevabdır" (huve efdalu mine’l-hacci).

Günümüzden 1200 sene evvel yaşanmış bu ibret dolu hadisenin başkahramanını rahmetle anıyor ve bu davranışı, İslam dünyasında halen semt pazarı artıklarından evine azık derleyenlerin az olmadığı bilinip dururken, alayu vala ile defalarca hacca, umreye koşmakta olan zengin büyüklerimize (!) ithaf ediyorum. Tasavvuf kültürümüzde insanlığın yararlanabileceği daha nice ibretamiz dersler vardır; yeter ki, bu kültürün kaynakları ilmi seviyede sunulabilsin, hakkıiyle değerlendirebilisin.

İslamiyat, sayı 3, tasavvuf, sayfa 13....
 
Üst Alt