Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ruh nedir.

Kalpteniman

New member
Katılım
18 Ara 2008
Mesajlar
589
Tepkime puanı
587
Puanları
0
Web sitesi
www.kalpteniman.com
SÖZLER VE NOTLARDAN.
Ayeti kerimede şöyle buyruluyor: Resulüm Sana ruhtan sorarlar.
Onlara de ki, Ruh Rabbimin emrindendir.(isra 85)

Her şey Rabbinin emrinden ibarettir. Amma sen bilmedin bilemedin.
Ne güzel yarattı azaları ile donattı, en güzel bir biçim verdi.
Öyle ki, sende kendini müstakil zannettin.
Ve fakat Ruhunu çekince verdiğini alınca, hani sen müstakildin. ?

Sen aslında Ona aittin kendini kendine ait sandın.
Halbuki sen de Onunla kaimsin bütün yarattıkları da Onunla kaim

Her şey h.z. Alllahc.c. ile kaimdir Amma O görülmüyor yarattıklarını
görüyorsun ve orada takılıp kalıyorsun. Ve kendi kendini de aldatmış
oluyorsun.

O ise Ayeti kerimesinde: Ey insan! Engin kerem sahibi olan Rabbine karşı
seni aldatan nedir?
O Allah ki seni yoktan yarattı düzenledi ölçülü bir biçim verdi.
Dilediği şekilde seni terkip etti.(İnfitar 6,7,8,)

Onun yaratıcı gücü bütün uzuvlarda mucizevi şekilde kendini gösterir.
Bir insan ancak Onun izniyle kendisine verdiği Akıl ve ilimle kendisine
verdiği nimetlerle bir şey yapabilir.
Fakat verdiği nimetlerden aklını, gözünü, kulağını ve elini çektiği zaman
o kul hiç bir şey yapamaz.

Ayeti kerimede : Allah O Allahtır ki, kendisinden başka hiç bir ilah yoktur.
O hayy ve Kayyumdur.(Bakara 255, Al,i imran 2)

Yaratılanlar Allah değildir, hepsi de La,dan ibarettir.
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
Kur'ân-ı Kerîm Nefs ve Rûh kavramlarının eşanlamlı olmadıklarını ve olamayacaklarını apaçık bir şekilde ortaya koymuştur. Buna rağmen bu fark, çoğu kez, avâm tarafından da okumuş zümre tarafından da idrâk edilemeyebilmektedir. Bu iki kavramın yalnızca Arapça'da değil, diğer dillerde de eşanlamlı olmadığının en güzel kanıtı bu kavramlara verilen isimlerin farklılığıdır:


Dil >>>>>>>> >>>>>>> Nefs'in karşılığı >>>>>> Rûh'un karşılığı


1. Kadîm Yunanca'da >>> psuhe >>>>>>>>>>>>>nous,pneuma

2. Lâtince'de >>>>>>>> anima >>>>>>>>>>>>> spiritus

3. Almanca'da >>>>>>> die Seele >>>>>>>>>>> der Geist

4. Arapça'da >>>>>>> en-nefs >>>>>>>>>>>>> er-rûh

5. Farsça'da >>>>>>> nefs >>>>>>>>>>>>>>> ruh

6. Felemenkçe'de >>> de ziel >>>>>>>>>>>>> de geest

7. Fransızca'da >>>>> l'âme >>>>>>>>>>>>>> l'esprit

8. İngilizce'de >>>>>>> the soul >>>>>>>>>>>> the spirit

9. İspanyolca >>>>>>> l'alma >>>>>>>>>>>>> el espíritu

10. İtalyanca'da >>>>> l'anima >>>>>>>>>>>>> lo spirito

11. Osmanlıca'da >>>>> nefs >>>>>>>>>>>>>>> rûh

12. Rusça'da >>>>>>>> duşa [FONT=Verdana, sans-serif](душа) >>>>>>>>>
duh [FONT=Verdana, sans-serif](дух)[/FONT]

13. Türkçe'de >>>>>>> can >>>>>>>>>>>>>>> tin(*)[/FONT]

Kadîm Yunanca'da psuhe (nefs) ve logon (bilim) kelimelerinden türetilmiş olan Psikoloji'nin delâlet ettiği etimolojik anlama riâyet edilirse bunun, aslında, "Nefsbilim" diye tercüme edilmesi gerekir. Nitekim bu ilim dalı Cumhûriyet'in ilânına kadar medreselerimizde ve Dârülfünûn'da, arapça kalıba uygun olarak, "İlmü-n Nefs" diye okutulagelmiştir. 1933 yılında yapılmış olan Üniversite Reformu'ndan sonra ismi, maalesef kalıcı bir kavram kargaşası ihdâs edecek şekilde, "Rûhbilim"e dönüştürülmüştür. Ve, buradan yola çıkılarak da: "rûh hastalıkları", "rûh hastalıkları hekimi" ve "rûh hastalıkları hastahânesi" gibi terimler türetilmiş ve bunlar, maalesef, umûmun artık kabûl etmiş olduğu standartlar olarak günümüze kadar gelmiştir.


Bu durumda, avâmın diline pelesenk olmuş olan: rûhu bile duymamak, rûhunu şâd etmek, rûhunda güneş açmak, rûh çöküntüsü, rûh hâleti, rûhun derinlikleri, rûh karmaşası, rûh sağlığı, rûh çağırmak, rûh göçü (reenkarnasyon), rûh ötesi, rûh hastası, rûh hekimi, rûhuna işlemek, rûhunu karartmak, rûhunu okşamak, rûhunu okumak, rûh bahş (rûh bağışlayan), rûh efzâ (rûha canlılık veren), rûh fersâ (rûhu yıpratan), rûh nüvâz (rûhu okşayan), rûh perver (rûhu besleyen) ve benzerleri gibi deyimler, ancak "rûh" yerine "nefs" ikame edildiği zaman gerçeği yansıtabilecek bir anlam kazanan "galat-ı meşhûrlar"dır, yâni meşhûr yanlışlardır.

Terminolojide Cumhuriyet döneminde vuku bulan bu ânî değişiklik, sanki, Kur'ân-ı Kerîm'deki: "Ve sana Rûh'dan sormaktalar. De ki: Rûh Rabb'imin emrindendir. Ve size de ilimden pek az verilmiştir" (XVII/85) âyetine karşı bir çeşit meydan okuma gibidir. Rûh hakkında insanlara pek az bilgi verilmiş olduğunu telkîn ve te'yid eden bir husus da Kur'ân-ı Kerîm'de "nefs" ya da onun çoğulu olan "enfüs" kelimesinin 268 kere yer almış olmasına karşılık "rûh" kelimesinin "rûhü-l kuds" (4 kere) ve "rûhü-l emîn (1 kere) terkibleriyle birlikte yalnızca 20 kere yer almış olmasıdır.

İşin ilginç yanı: "rûh" kelimesinin gramer açısından çoğulu olan "ervâh" kelimesinin Kurân-ı Kerîm'de hiç bulunmamasıdır. Denilebilir ki Allah indinde yalnızca "Rûh" vardır, "ervâh" yoktur. Ervâh insanların ihdâs etmiş olduğu beşerî bir izâfettir.

Cenâb-ı Hakk VII. A'râf sûresinin 172 âyetinde bile: "Ve iz ehaze rabbüke min benî âdeme min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu belâ şehidnâ..." yâni: Ve Rabb'in Âdemoğulları'nın sulbundan soylarını çıkardığı zaman onların nefslerini şâhid tutarak: 'Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?' demişti de onlar da 'Evet, şâhidiz' demişlerdi…" buyurmaktadır. Halk arasında bu hâdise "Elest Meclisi" ya da "Rûhlar Meclisi" diye yayılmıştır ki bizzât âyetin lafzı bunu yalanlamakta ve söz konusu mecliste rûhların değil nefslerin bulunduğunu beyân etmektedir.",

Dikkat edilmesi gereken önemli iki ipucu Kur'ân-ı Kerîm'de XXXIII. Ahzâb sûresinin: "Biz Emânet’i göklere, Arz'a ve dağlara arzettik. Onlar bunu yüklenmekden kaçındılar. Ve bunu insan yüklendi..." meâlindeki 72. âyeti ile XXXVIII. Sâd sûresinin: "Rabb'in meleklere demişti ki: Ben çamurdan bir beşer yaratacağım. Onu şekillendirip içine Rûh'umdan üfürdüğümde sizler de ona secde edenlerden olun!" şeklindeki 71. ve 72. âyetlerinde bulunmaktadır.

Cenâb-ı Hakk'ın insandan başka herhangi bir mahlûka daha Rûh'undan üfürmüş olduğuna dair hiçbir bilgi yoktur
.(**) Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir husûs da şudur ki Cenâb-ı Hakk, beşere Rûh'undan üfürür üfürmez bütün meleklerin beşere secde etmelerini yâni beşere tevdi edilmiş olan bu İlâhî Emânet'e karşı, tıpkı Allah'a gösterilmekte olan üstün saygı gibi, bir saygı göstermelerini emretmektedir.

Bu emânetin Rûhullah (Allah'ın Rûhu) olduğu anlaşılmaktadır. İşte, insanı Eşrefü-l Mahlûkat,yâni yaratılmışların en şereflisi ve Allah'ın Arz'daki Halîfesi kılan da bu emânettir. Hiç kuşkusuz böyle bir İlâhî Emânet'i yüklenmiş olmanın idrâkini her ân zinde tutabilmek insana büyük sorumluluklar yüklemektedir.

Her insan potansiyel olarak, yâni bilkuvve: 1) bu şerefe sâhiptir, ve 2) Allah'ın Arz'daki potansiyel (bilkuvve) Halîfesi'dir. Ama bunu potansiyel olmakdan reel olmaya, yâni bilkuvve olmakdan bilfiil olmaya dönüştürmek ise herkesin kârı değildir.

Şu hâlde, bizdeki Rûh aslında Rûhullah olduğuna ve o da hiçbir şeyin tesiri altında kalmayan Cevher-i Aslî olduğuna göre Rûh'un: 1) üzerine hiçbir şey etki edemez, ve 2) günahlarımızdan da sevaplarımızdan da O sorumlu tutulamaz!

Cenâb-ı Hakk insana: 1) beden, 2) nefs, ve 3) Rûh'u lûtfetmiştir. İnsan öldüğünde topraktan olan beden toprağa dönmekte; insanı Eşrefü-l Mahlûkat ve bilkuvve Hakk'ın Arz'daki halîfesi kılan o İlâhî Emânet, yâni Rûhullah da Bakara sûresinin: "De ki: Hiç şüphe yok ki bizler Allah'a aidiz ve bizler O'na rücû edeceğiz" şeklindeki (II/156) âyeti gereğince Sâhibi'ne rücû' etmektedir.

Nefs ise Dünyâ hayatında işlediği sevapların ve günâhların bilânçosuna göre hakkında işlem yapılmak için Rûz-i Cezâ'yı beklemek üzere, rüyâ gördüğümüz zaman da nefsimizin ziyâret etmekte olduğu, Berzah Âlemi'ne rücû' etmektedir.

[FONT=Verdana, sans-serif]Bu son husus Kur'ân'da XXXIX. Zümer sûresinin 42. âyetinde açıklanmaktadır: "Allah alır o nefsleri öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyudukları zaman; sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar da diğerlerini adı konmuş [vakti belirlenmiş] bir ecele kadar salıverir. Hiç kuşkusuz bunda tefekkür edecek topluluk için âyetler vardır".[/FONT]


[FONT=Verdana, sans-serif]Bu âyet, Allah'ın vaz ettiği "ibret alınacak kurallar"a [âyetlere] göre, demek ki:[/FONT]
1. Bir insanın nefsini: A) ölümü vuku bulduğu zaman da, 2) uykuda iken de kabzedenin Allah olduğunu, ve


2. Uykuda kabzedilmiş olan nefsin, kendisine neler yaşatılmışsa yaşatılmış olarak, daha sonra mev'ûd eceli vuku buluncaya kadar eski hâlini sürdürmek üzere salıverilmekte olduğunu
açıklamaktadır.
Bu âyetin yalnızca çevirisinin bile, Nefs ve Rûh kavramlarını biribirine karıştırarak, ne kadar hatâlı yapılabildiğine misâl olmak üzere aşağıdaki türkçe çevirilere bir göz atmak yeterlidir:
Âyetin arapça okunuşu: Allahü yeteveffel enfüse hiyne mevtihâ velletî lem temut fi menâmihâ fe yümsikülletî kada aleyhe-l mevte ve yürsilü-l uhrâ ilâ ecelin müsemmâ inne fi zâlike le âyâtin li kavmiy yetefekkerûn.(Ruh kelimesi geçmemektedir.)

Diyânet'in çevirisi: Allah, (ölen) insanların rûhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin rûhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.

Diyânet Vakfı: Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.

Elmalılı Hamdi Yazır (Orijinal metin): Allah alır o canları öldükleri zaman, ölmiyenleri de uyuduklarında, sonra üzerlerine ölüm hukmü verdiklerini alıkor da diğerlerini salıverir bir müsemmâ ecele kadar, şübhesiz ki bunda düşünecek bir kavm için âyetler var.

Hasan Basri Çantay: Allah (ölenin) ölümü zamanında, ölmeyenin de uykusunda rûhlarını alır. Bu sûretle hakkında ölümü hükmettiği (rûhu) tutar, diğerini muayyen bir vakte (eceli gelinceye) kadar salıverir. Şüphe yok ki bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.

Ömer Nasûhi Bilmen: Allah, nefisleri öldükleri zaman ve ölmeyenleri de uykularında öldürüverir. Artık üzerine ölüm ile hükmettiğini tutuverir ve diğerini de tâyin edilmiş vakte kadar salıverir. Şüphe yok ki, bunda elbette alâmetler vardır, düşünücüler olan bir kavim için.

Prof.Dr. Süleyman Ateş: Allah, ölmekte olan canları alır, ölmeyenleri de uykularında (bedenlerinden alıp kendilerinden geçirir); sonra ölümüne hükmettiğini yanında tutar, ötekilerini de belli bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.

Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk: Allah, canları, ölümleri sırasında alır, ölmeyenleri de uykuları sırasında. Sonra, haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar; ötekileri, belirlenen bir süreye kadar salıverir. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.

Prof.Dr. Suat Yıldırım: Ama (gerçek koruyucu) Allah, insanların rûhlarını (enfüs) ölümleri sırasında, ölmeyenlerin rûhlarını ise uykuları sırasında alır.Hakkında ölüm hükmü verdiği rûhu tutar, vermediği rûhu ise belirli bir süreye kadar salıverir. Muhakkak ki bunda, düşünen kimseler için alacak ibretler vardır.(Tam üç tane ruh kelimesi, bir tane de ruhlar (ervah) kelimesi)

Ali Bulaç: Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n rûhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten âyetler vardır.

Muhammed Esed: Bütün insanların, (bedenen) öldüklerinde canlarını alan ve henüz ölmemiş olanları da uyku hâlinde (ölü gibi yapan) Allah'tır; (yalnız O'dur bu güce sâhip olan): O, böylece ölümlerine hükmettiklerini (hayattan) koparır, diğerlerini de (kendisinin koyduğu) bir mühlet için salıverir. (Bütün) bunlarda gerçekten düşünenler için mesajlar vardır!

Fizilalil Kuran'dan çeviri (Seyyid Kutub'dan Abdullah Aydın çevirisi): Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında rûhlarını alır. Sonra ölümlerine hükmettiği kimselerinkini tutar; diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Doğrusu bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.

Abdülbâkıy Gölpınarlı: Allah, ölüm zamânında, ölenin rûhunu alır, ölmeyecek kişinin de uyuduğu zaman; ölümün mukadder olanın rûhunu, gerçekten de geri vermez, öbürünün rûhunuysa yollar muayyen ve mukadder bir zamanadek; şüphe yok ki bunda, düşünen topluluğa bir delil var.

Görüldüğü gibi Diyânet'in, Hasan Basri Çantay'ın, Suat Yıldırım'ın, Ali Bulaç'ın, Abdülbâkıy Gölpınarlı'nın Kur'ân çevirileri ile Seyyid Kutup'dan yapılanda: 1) Vahyin lâfzına i'tibâr edilmemiş, ve 2) Nefs ile Rûh eşanlamlı tutulmuştur. "Vahyin lâfzına i'tibâr etmemek" ve "bu lâfzı anlamı değişecek şekilde eğip bükmek" ne yazık ki Kur'ân'ı Türkçe'ye çevirmeye soyunanların çoğunda müşâhede edilmekte olan, kendi vehimlerine bağlı bir eğilimdir.


(*) Rûh'un eski Türkçe'deki karşılığı: "Tın", Türk Dil Kurumu Türkçe'sindeki karşılığı ise: "Tin"dir.

(*) Târih boyunca bâzı yazarların hayvanların ve bitkilerin de sanki rûhları varmış gibi "rûh-i hayvânî" ve "rûh-i nebâtî"den söz etmiş olmaları, yalnızca, hayâl ve vehimlerinin telkin ve etmiş olduğu terimlerdir. Ontolojik temeli bulunmayan bu terimler bu zevâtın bir sürü spekülâsyonuna temel teşkil etmiştir. Rûh insanoğluna hastır ve Allah'a aittir. Cinlerin, hayvanların ve bitkilerin yalnızca nefsleri vardır. Rûz-i Cezâ'da da sorumlu tutulacak olan Rûh değil Nefs'dir: "Amaç, Allah'ın her nefsin kazandığının karşılığını vermesidir. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir." (ibrahim/51)



Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre
 
Üst Alt