Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Risalei nurda ihlas

Uhud daðý

New member
Katılım
2 Tem 2007
Mesajlar
796
Tepkime puanı
39
Puanları
0
Yaş
40
b.jpg
ediüzzaman bir sözünde ihlası şu şekilde tarif etmektedir:
Ey ahiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur'aniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz: Bu dünyada, özellikle ahiret hizmetlerinde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir aracı, en önemli dayanak noktası, en kısa bir hakikat yolu, en makbul bir manevi dua, amaca ulaşmada en kerametli vasıta, en yüksek bir karakter, en safi bir kulluk: İhlastır.1


Bediüzzaman'ın da önemle vurguladığı gibi ihlas, insanın kulluk vazifesini eksiksiz bir şekilde yerine getirebilmesi için sahip olması gereken en önemli özelliklerden biridir. Çünkü "Şüphesiz, sana bu Kitabı hak ile indirdik; öyleyse sen de dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet et. Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır…" (Zümer Suresi, 2-3) ayetiyle de emredildiği gibi gerçek din ancak ihlasla, katıksızca Allah'a yönelmekle yaşanabilir. Bediüzzaman Said Nursi insanın yaptıklarıyla Allah katında değer kazanabilmesi için ihlası kesin olarak kazanması gerektiğine şu sözleriyle dikkat çekmiştir:
… Madem ihlasta sözü edilen özellikler gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var… Elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve vazifeliyiz ve ihlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız hayırlı hizmetler kısmen ziyan olur, devam etmez; hem şiddetli sorumlu oluruz.2
Allah, Kuran ayetleriyle insanın katıksız bir iman ve ihlası nasıl kazanabileceğini bildirmiştir. Ayrıca her insan da ihlası ve samimiyeti tek başına kavrayabilecek ve yaşayabilecek şekilde yaratılmıştır. Dolayısıyla ihlası kazanmak ve artırmak son derece kolaydır. İnsan hiçbir bilgiye sahip olmasa dahi sırf vicdanına başvurarak ihlası kazanabilir. Sırf samimi bir kalple Allah'a yönelmekle, ihlası zedeleyen tüm tavırlardan arınıp, hangi tavrın ihlaslı hangisinin ise ihlassız olduğunu anlayabilecek hale gelir. Bu nedenle de insan vicdanın nasıl Rahmani bir rehber olduğunu bilmeli, hiçbir zaman için "Hangi tavrın ihlaslı olacağını bilmiyordum", "Gösterdiğim davranışın ihlasımı zedeleyebileceğini tahmin edemedim", "Ben samimi ve ihlaslı olduğumu sanıyordum" gibi mantıklarla kendisini kandırmamalıdır. Tüm bunların insanın vicdanını rahatlatmak için öne sürdüğü samimiyetten uzak düşünceler olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Çünkü vicdanına uyan bir kimse için ihlası kazanmak ve bunu ahirete kadar muhafaza etmek son derece kolaydır.

İhlaslı Olmak Mümine Güç Verir
İnsanın ihlası gerçek manasıyla yaşayabilmesi için öncelikle ihlasın neden bu kadar önemli olduğunu kavraması ve bu iman seviyesine ulaşabilmeyi içten arzu etmesi gerekmektedir. Çünkü ihlasın önemini kavramamış olan insanlar güç ve kudreti dünyevi değerlerde arayabilmekte, toplum içinde yer edinebilmek için bunların peşinde koşabilmektedirler. Şan şöhret, zenginlik, güzellik, akademik kariyer ya da itibar sahibi olmak bu düşünceye kapılan insanların ardı sıra sürüklendikleri özelliklerdir. Oysa bunların hiçbiri insana ne dünya hayatında ne de ahirette gerçek anlamda kalıcı bir güç ya da itibar kazandıramaz. Bediüzzaman Said Nursi de "Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz. Kuvvet haktadır ve ihlastadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlas ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar. Evet kuvvet hakta ve ihlasta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlas, bu davayı isbat eder ve kendi kendine delil olur."3 sözleriyle müminin hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında güç ve kuvveti ancak ihlasla kazanabileceğini hatırlatmaktadır. Bu düsturu unutup, yukarıda saydığımız maddi değerlerin peşine düşen bir insan ise katıksızca Allah'ın rızasına yönelmiyor demektir.
Örneğin Müslümanlara fayda getirecek bir konuda dört beş kişi arasında bir iş bölümü yapıldığını varsayalım. Bu kişilerden birine yapılacak işin perde arkasında kalan, pasif ve ses getirmeyecek, ama bir o kadar da zor bir bölümünün verildiğini düşünelim. Diğer kişilere de daha ön planda, insanların övgü ve beğenilerini doğrudan alabilecekleri, daha aktif birer görev verilmiş olsun. Eğer bu kişi kendisine düşen görevi sırf arka planda kalacağı ve takdir toplama imkanı olmayacağı için reddeder, bunun yerine insanların beğenisini kazanabileceği, kendisini ön plana çıkarıp övgü alabileceği diğer bir görev ile değiştirmek isterse bu noktada ihlasını zedelemiş olur. Çünkü böyle bir durumda kişi 'Hem o kadar emek harcayacağım, hem de ortaya çıkan işte benim adım hiç geçmeyecek. Üstelik bir de diğerleri daha az çalışıp benden daha çok takdir toplamış olacaklar' gibi ihlastan uzak bir düşünceye kapılmış demektir. Makbul olan tavır ise takdiri ve övgüyü sadece Allah'tan beklemek, yapılan işte katıksızca Allah'ın rızasını hedeflemektir. Eğer yapılacak iş bir fayda getirecekse, bunu kimin yaptığı önemli değildir. Bir insan yaptığı iş kimse tarafından bilinmese ve insanlardan hiç takdir toplamasa da sadece Allah'ın rızasını kazanabilmek ve fayda getirecek bir işe vesile olabilmek için bu işi şevkle üstlenmelidir. Çünkü ihlaslı olan tavır budur.
Hayatının her anında ihlaslı davranan bir kimse, hem dünya hayatında başarılı ve huzurlu olurken, hem de ahirette güzel bir karşılığı umabilir. Çünkü bu kimse dünyevi imkanlarına, bulunduğu makama, sahip olduğu mal ya da mülküne, toplumdaki itibarına değil, önce Allah'a, sonra da imanına, aklına, vicdanına ve ihlasına güvenerek hareket eder. Allah da katıksızca Kendisine yönelene "… Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır." (Hac Suresi, 40) ayetiyle de bildirdiği gibi her zaman için yardım eder. Bu nedenle imanın ve ihlasın karşısında başka hiçbir gücün galip gelmesi mümkün değildir. Çünkü ihlas ile kişi Allah'ın yardımını, desteğini ve gücünü kazanmış olur.

Karşılığı sadece Allah'tan beklemek
İhlası kazanmak isteyen bir insan, şu gerçeğin kesin olarak bilincine varmalıdır; insan dünya hayatında yaptıklarının karşılığını ancak ve ancak Allah'tan beklemelidir. Kişinin yaptığı işi Allah'ın rızası, rahmeti ve cenneti dışında herhangi bir karşılık umarak yapması ihlası kırıp, kişiyi samimiyetsizliğe sürükler. Çünkü Allah'ın vereceğinin dışında, insanlardan maddi ve manevi menfaatler besleyerek yapılan bir iyilik insana kazançtan ziyade kayıp getirir. İnsan bu düşünceyle yıllarca Allah yolunda hizmet etse bile, bu yaptıklarını sadece Allah'ı razı etmek için yapmadığı sürece, gerçek anlamda ihlası kazanmamış demektir. Ancak niyetine Allah'ın rızası dışında birşey katmadan yaptığı ibadetler kişiye büyük bir ecir ve sevap kazandırabilir.
Allah "Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir." (İsra Suresi, 9) ayetiyle salih amelin 'büyük bir ecirle' karşılık bulacağını bildirmiştir. Bir başka ayette ise Allah "Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden -itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır." (Ahzab Suresi, 31) sözleriyle salih amelin ecrinin 'iki kat fazla' olduğunu belirtmiştir.


Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde insanın kurtuluşunun ancak ihlas ile mümkün olacağını söylemiş, insana ihlası kazandıracak olanın ise sadece Allah'ın rızasını gözetmek olduğunu şöyle belirtmiştir:
… Medar-ı necat (kurtuluş vesilesi) ve halas (kurtuluş), yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, ağırlıklarla halis olmayana tercih edilir. İhlası kazandıran hareketlerdeki sebebi, sırf Allah'ın bir emri ve neticesi Allah'ın rızası olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı.4
Bediüzzaman bir sözünde insanın bir kişiye karşı duyduğu muhabbetin de ihlaslı olabilmesi için karşılıksız ve sadece Allah rızası için olması gerektiğini vurgulamıştır:
Herşeyde bir ihlas var. Hatta muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, ağırlıklarla resmi ve ücretli muhabbete tercih edilir. İşte bir zat bu ihlaslı muhabbeti şöyle tabir etmiş:
"Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükafat istemiyorum. Çünki karşılığında bir mükafat, bir sevab istenilen muhabbet zaiftir, devamsızdır."5
İşte ihlası kazanmak isteyen bir kimse bu gerçeği kesin olarak kavramalıdır. Çünkü yaptığı ameller ancak bu şekilde salih amel olabilecek ve ancak bu yolla Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine ulaşabilecektir.
Ancak şeytan her zaman için insanı farklı düşüncelere sürüklemek ve onu Allah'ın rızası dışında menfaatler aramaya yöneltmek ister. "Zaten bu yaptıklarımı Allah'ın rızasını kazanabilmek için yapıyorum, bunun yanında bir parça da kişisel menfaatler ummanın bana ne zararı olabilir ki", "Hem Allah'ın rızasını kazanırım, hem de çevremde biraz itibar kazanmış olurum", "Ben iyilik yapacağım ama karşılığında onlar da bana iyilik borçlu olsunlar" ya da "Fedakarlıkta bulunurum, ama herşeyin bir karşılığı var" gibi mantıklar hep şeytanın katıp karıştırmasıyla ortaya çıkar. Ancak bu düşüncelerin her biri de kişiyi Allah'ın rızası dışında karşılıklar aramaya ittiği için ihlası kazanmasını ve salih amellerde bulunmasını engeller.


Said Nursi sözlerinde ihlasın, insanın sadece Allah'ın kendisine verdikleriyle sevinip bunlara kanaat göstermesiyle elde edilebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman'ın burada üzerinde durduğu nokta ise, kişinin diliyle kanaat ettiği gibi kalbinde de Allah'ın verdikleriyle yetinip sevinmenin teslimiyetini yaşaması gerektiğidir. Çünkü insan Allah katında asıl olarak kalbindeki niyetinden sorumlu tutulacaktır:
… Sahabelerin Kuran'da övgüye mazhar olan cömertlik (kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek) hasletini kendine rehber etmek! Yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve dine hizmetin karşılığında gelen maddi çıkarları istemeden ve kalben talep etmeden, sırf Allah'ın ihsanı bilerek, insanlardan minnet almayarak ve dine hizmetin karşılığında da almamaktır. Çünkü, dine hizmetin karşılığında dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlas kaçmasın. Gerçi hakları var ki, ümmet onların maişetlerini (yaşamak için gereken ihtiyaçlarını) temin etsin. Hem zekata da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de "hizmetimin ücretidir" denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkarane, başka ehil ve daha çok hak etmiş olanların nefislerini kendi nefsine tercih etmek (Haşr Suresi, 9) ayetinin sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlası kazanabilir…6


Yine bir başka sözünde ise Bediüzzaman "Bu dünya hizmet yurdudur, ücret almak yeri değildir. Salih amellerin ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, ahirettedir. O baki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, ahireti dünyaya tabi' etmek demektir. O salih amelin ihlası kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder."7 diyerek insanın tüm karşılığı ahirete bırakmasının daha hayırlı olacağına dikkat çekmiştir.
Gerçekten de insanın Allah'ın rızası dışında beklediği her karşılık dünyaya aittir ve bu da dünyayı ahirete tercih etmek anlamına gelir. Bu kişi belki dünya nimetlerinden faydalanacak, ama ahiretteki sonsuz güzelliklerden mahrum kalacaktır. Oysa insan sadece Allah'ın rızasını ve ahireti hedefleyerek niyetine hiçbir katık katmadan salih amelde bulunursa, Allah ona hem dünya hem ahiret nimetlerini verecektir. Allah "Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97) ayetiyle iman edenlere bu güzel müjdeyi vermiştir.
 
Üst Alt