Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Risale-i Nur'dan Bir Kavram

sumisali

New member
Katılım
3 Nis 2009
Mesajlar
1,903
Tepkime puanı
2,112
Puanları
0
Risale-i Nur'dan Bir Kavram



Hz. Peygamber (sav) döneminden sonra, Müslümanların çeşitli İslami meseleler üzerinde yaptıkları tartışmalar, bir takım farklı anlayışlar ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun akabinde, gerek itikadî gerekse amelî açıdan bir takım mezhep ve fırkalar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu fırkalardan birisi de üzerinde çok tartışma yapılan Cebriye fırkasıdır.
Kelime anlamı itibariyle cebir, 'bozuk olan bir şeyi ıslah edip düzeltmek, birine zor kullanarak iş yaptırmak' gibi anlamlara gelmektedir. Nisbet ekinin de ilavesiyle birlikte terim anlamı olarak 'zorlayıcı bir gücün hakimiyeti fikrini benimseyenler' için kullanılmıştır. Kelamcıların kabul ettiği genel tarife göre Cebriye, 'insanların kendilerine has bir iradeye sahip olmadığını, zihnî ve amelî bütün fiillerinin ilahî gücün zorlayıcı tesiriyle meydana geldiğini savunanlar' şeklinde tarif edilebilir.1
Kur'an-ı Kerim'de 'cebir' kelimesinden türemiş olan 'cebbar' kelimesi -bir yer hariç- zorba insanlara verilen isim olarak kullanılmıştır. İlahî iradenin her şeyi kuşattığını ve mutlak kudret sahibi olduğunu belirten ayetlerin yanında, 'müşriklerin Tanrı'ya ortak koşmalarına İlahî iradenin sebep olduğu' iddialarını naklederek cebir görüşüne dolaylı olarak temas eden ayetler de mevcuttur. (bkz. En'am; 148, Nahl; 35) Hadislerde de Esma-i Hüsna arasında zikredilen Cebbar isminden ayrı olarak kadere imanı ve İlahi iradenin mahlukat üzerindeki tesirini ifade eden açıklamalar da vardır.2 Bu ayet ve hadislerin yanında insanın kendisine has irade, kudret ve fiillerinin bulunduğunu bildiren naslar da mevcuttur
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Cebbar ismi ve cebriyye fırkası meşhurdur.

Cebbar hakkında ki genel bilgi şudur.
Allah'u Teâlâ'nın esmâu'l-hüsna (doksan dokuz güzel ismi)'sından biri. Ebû Hureyre (r.a.)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Allah Teâlâ'nın doksandokuz isminin olduğu zikredilmiş, bunlardan birinin de "el-Cebbâr" olduğu belirtilmiştir. (Tirmizî, Daavât, 82) Kur'an-ı Kerîm'de de Allah'ın Cebbâr ismi zikredilmiştir. (el-Haşr, 59/23). Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât'ında "cebr" kelimesini şöyle tarif eder: Herhangi bir şeyi bir çeşit baskı ile ıslah etmek, düzeltmek. (el-Müfredat, 117) Cebr kökünden gelen el-Cebbâr ismi, Kur'an-ı Kerîm'de: "O, kendinden başka hiçbir ilah bulunmayan, hükümran, noksan sıfatlardan uzak, selamete erdiren, emniyete kavuşturan, gözetip koruyan, her şeye galip olan, istediğini zorla yaptıran, (el-Cebbâr) her Şeyden yüce olan Allah'tır Allah, müşriklerin ortak koştuklarından münezzehtir. " (el-Haşr, 59/23) ayeti kerimesinde geçmektedir.

Cebbâr, Arapça cebr kökünden mübâlağalı ism-i fâitdir. İki manada kullanılmıştır:

1- Cebr, kırık veya çıkık kemiği yerine getirerek iyice bağlayıp sarmak, eksiği düzeltip tamamlamak demektir. Bu manada cebbâr, halkın eksikliklerini tamamlayan, ihtiyaçlarını karşılayan, işlerini düzelten ve bunları yapmakta çok güçlü olan demektir. Müfessirlerin birçoğu Allah'ın Cebbâr isminin bu manada olduğunu söylemişlerdir. Allah'u Teâlâ "dertlere derman veren, kırılan onaran, yoksulları zengin eden, perişanlıkları yoluna koyup düzelten"dir. (Elmalılı, M.H. Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VII, 4872-4873).

2- Cebr, icbar etmek, dilediğini zorla yaptırmak manasına da gelir. Buna göre Cebbâr, zorlu, zora başvuran demektir. Allah'u Teâlâ için kullanılması "Kahhâr" ismi gibi, halkı iradesine mecbur eden, dilediğini ister istemez zorla yaptırmaya gücü yeten, hükmüne karşı gelinemeyen demektir. Ama bundan Cebriyye'nin dediği gibi kullara hiç irade vermez, her emrini zoraki yerine getirir, insanlarda cüz-î irade* yoktur manasını çıkarmamalıdır. Çünkü teşriî* olan emirlerini, kullarının cüz-î iradelerine bağladığı naslarla sabittir. Ancak Allah'u Teâlâ, insanlara bir çok fiillerde irade vermiş, hür yaratmış olmakla beraber onların bütün irade ve isteklerini yerine getirmek mecburiyetinde değildir. Allah Teâlâ bazen onların istemediği şeyleri de yapar. Nitekim Allah'tan korkmayan, emirlerine karşı gelen asîler hiç bir zaman cezaya çarptırılmak istemezler. Ama zamanı gelince Allah'ın takdir edeceği cezayı çekmeye mecbur olurlar.
Bunun dışında Allah'ın sıfatı olarak kullanılan "Cebbâr"ın iki manası daha vardır. Biri, İbn Enbârî'nin dediği gibi "kendisine erişilmez, el uzatılmaz" demektir. Diğeri de İbn Abbâs hazretlerinden rivayet olunduğuna göre "azametli, büyük, yüce (azîm)", manasınadır. (Elmalılı M. H. Yazır, a.g.e., VII, 4873-4874).

Kur'an-ı Kerîm'de cebbâr, insanların sıfatı olarak da zikredilmiştir. Bu durumda şu manalarda kullanılmıştır:

a) Zorba, zorlayıcı. Allah'u Teâlâ Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'e hitaben şöyle buyurur: "Biz onların ne dediklerini biliyoruz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Sadece tehdidinden korkanlara Kur'an ile öğüt ver. " (Kâf, 50/45).

b- İri cüsseli (el-Mâide, 5/22). c- Allah'a ibadet etmeyen, kötülükte direnen (Meryem, 19/32). d- Çok insan öldüren (eş-Şuârâ, 26/30; el-Kasas, 28/19).

Cebriyye ise; hicrî birinci asırda ortaya çıkmış sapık bir fırkadır
Kader ve irade konusunda Kaderiyye fırkasının tam aksine görüşler ileri sürmüştür. İslâm âleminde kader konusunu tartışma gündemine getiren ilk şahsın Ma'bed b. Hâlid el-Cühenî (öl. 85/704) olduğu nakledilir. Onu Geylân ed-Dımaşkî takip etmiş ve kaderle ilgili görüşlerini daha da geliştirmiştir. Ma'bed, Allah tarafından önceden tayin edilmiş bir kaderin bulunmadığını, insanın fiil ve tavırlarında tamamen serbest olduğunu savunmuştur.

Muhtemelen o, Emevîlerin zulüm ve haksızlıklarına karşı kaderci bir tevekküle saplanmış kimselere bakarak, Emevî zulmünün bir kader olmadığını söylemekle işe başlamış ve nihayet kaderi inkâr etmeye kadar varmıştır. Nitekim Emevî iktidarına muhalefeti sebebiyle Haccac tarafından öldürülmüştür. Ne var ki ifrat tefriti doğnrur. Onun kaderi nefyetmesine karşı, bir reaksiyon olarak Cehm b. Safvan (öl. 128/745) da cebr akidesini, yani insanın yaptığı işlerde bir ihtiyarının olmadığı; yaptığı işleri zorunlu olarak yaptığı görüşünü ileri sürmüştür. Cehm'in ileri sürdüğü bu akîdeye göre insan mecburdur; ihtiyarı ve kudreti yoktur. Yaptığından başkasını yapmaya asla gücü olmaz. Kul, rüzgârın önünde sürüklenen yaprak gibidir. Yaprağın yönünü kendisi değil, rüzgâr belirler. Onun için insanın yaptığı işleri Allah takdir etmiştir. Allah geleceği bildiğinden, meydana gelecek olayları da tamamen ve önceden kendi iradesine göre tespit etmiştir. Allah, cansız bitkinin hareketlerini yarattığı gibi, insanın fiillerini de yaratır. Yukarıya fırlatılan bir taş nasıl düşmeğe mahkûmsa, insan da yaptığını yapmağa mahkûmdur. Kul ibadeti de günahı da, elinde olmaksızın işler. Bu görüşte olan Cebriyye'ye cebriye-i hâlisa denir ve zümrenin mümessili Cehm b. Safvân olduğundan Cehmiyye' diye de isimlendirilir. Cebriye-i mutavassıta diye adlandırılan ikinci zümreye gelince, bunlar, kulda bir kudretin olduğunu kabul etmekle birlikte, bu kudretin insanın fiilleri üzerinde bir etkisinin bulunmadığını kabul ederler. (Şehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1975, I, 85).

Cebriyye'nin görüşleri şöyle özetlenebilir:

1) İnsan bir şey yapmaya kadir değildir; Allah tarafından yazılmış ve yaratılmış fiilleri yapmaya mecburdur. İnsanın iradesi de hürriyeti de yoktur.

2) Allah, yaratıkların vasıflandığı sıfatlarla vasıflanmaz. (Bu sebeple Allah'ın sıfatlarını reddederler.)

3) Allah'ın ilmi ve kelâmı hâdistir.

4) Sevap ve cezanın vukûu zorunludur.

5) Cennet ve Cehennemin'in sonu vardır.

6) İman, Allah'ı bilmektir.

7) Allah görülmez.

Ehl-i Sünnet ise, kulların ihtiyarî ve gayr-i ihtiyârî bütün fiillerinin, Allalı tarafından yaratıldığını kabul etmekle birlikte; Allah'ın insana verdiği irade-i cüz'iyyeyi herhangi bir yöne yönlendirebileceğini söyleyerek Kaderiyye ile Cebriyye arasında orta bir yol izlemiştir. Eğer gerçekten insan, yaptığı şeylerde bir irade ve kudrete sahip bulunmasaydı, yaptığı şeylerden dolayı Allah'ın kendisini cezalandırması bir zulüm olurdu.

Kur'an'ın müteaddid yerlerinde "Yaptığınıza karşılık olarak.. " buyurulmakta fiil insana nisbet edilmektedir. İnsanın ne yapacağının önceden Allalı tarafından bilinmesi ve onu kaderine yazması, insanın mecbur olduğu anlamina gelmez. Aksine, insan kendi ihtiyarı ite o işi yapmaktadır. Fakat Allah, onun ihtiyar ve iradesini hangi tarafa yönlendireceğini ve ne yapacağını önceden bildiği için, o işi yapacağını kaderine yazmıştır.

Dikkatimizi çeken bir husus, kaderi nefyeden Ma'bed gibi, cebri ileri süren Cehm'in de Emevî muhalifi bir siyaset izlediğidir. Hatta kendisi de Ma'bed gibi Emevîler tarafından öldürülmüştür. Emevîler'in, idarelerini zulüm ve baskıya dayadıkları bilinen bir gerçektir. Toplumun bir çok kesimi Emevîler'den memnun değildi.

Baskıcı idareler, kaderi reddetmeye de, kadere teslim olmaya da zemin hazırlarlar. Onlara karşı olanlar, toplumun içinde bulunduğu durumun Allah'ın bir takdiri olmadığını; bundan kurtulmanın, toplumun elinde olduğunu söyleyerek toplumu idarecilere karşı kışkırtmağa çalışırlar. Bazen bu düşünceyi o kadar ileri götürürler ki, kural tanımaz bir tavır içerisine girerler. Bu mücadelede yorgun düşen ya da karşı gelme cesaretini kendilerin de bulamayanlar ise, bunun önceden tayin edilmiş bir kader olduğunu söyleyerek kaderci bir teslimiyet zihniyetine kapılırlar. Bu psikolojik durum, zamanla onları her hususta Cebriyeci bir görüşe sürükler.

Cebriyeci düşünce, insanın sorumluluğunun dayanağı; yaptıkları karşısında mükâfat ya da ceza görmesinin nedeni konusuna cevap vermekte güçlük çeker. Bu nedenle bir fırka olarak uzun müddet devam etmeyip tarihe karışmıştır. En azından bilgin ve düşünürler arasında yok olup gitmiştir.


 
Üst Alt